Monthly Archives: Mart 2021

Arvut İhsan Etmeyi Zorunlu Kılar

Bağlanma, bütünleşme, bunların hepsi kırık ruhların, kırık arzuların birbirlerinden ne kadar uzakta olduklarını hissedip de yaklaşmaya çalıştıklarında bir araya gelmelerinin işaretleridir. Islah olmuş ruhun en doğru formuna ulaşmak, tek kalpte tek adam olmak ve Adam HaRişon’un sistemini yeniden kurmak gibi bir hedefleri vardır.

Bu yakınlaşmanın bir sonraki adımı Arvut’tur (karşılıklı garanti). Bu artık basit bir bütünleşme, birbirlerinin arzularına girme değildir, bir dostun yerine var olma isteğidir. Aktif bir eylemdir.

Birleşme yine de egoist olabilir, ancak karşılıklı garanti, her birimizin diğerinin iyiliği için hareket etmesini zorunlu kılar. Bu nedenle karşılıklı garanti, ıslahlarımızı tamamlayan bir eylemdir.

Tam karşılıklı garanti, her birinin kendi içinde diğerlerinin niteliklerini, Adam HaRişon’un ortak ruhunda Yaradan tarafından yaratılan tüm nitelikleri, arzuları ve düşünceleri içerdiği anlamına gelir. Tüm ruh ve onun her parçası tamamen özdeşleşir yani genel ve özel birbirine eşit hale gelir. Genel ve özelin bu eşitliği, ıslah olmuş manevi Kli’nin işaretidir.

Yaradan’a karşı sorumluluk duygumuzdan geldiği için, karşılıklı garanti önemlidir. Yani, Adam HaRişon sistemindeki herkes için, tüm ortak ruh için, herhangi birinin yerini almaya ve Yaradan’ın önünde onun için cevap vermeye hazırım. Böylece, Adem’in tüm ortak ruhunu ıslah etmekten sorumlu olduğum ortaya çıkar.

Karşılıklı garantiye ulaşma çabası içinde, sorumluluklarını gittikçe daha fazla üstlenmek için dostlarımın yerine neler koyabileceğimi bulmaya çalışırım. Yaratılan varlıklar ve Yaradan için ne yapmaları gerektiğini öğrenirim ve bunu kendi üzerime almaya hazır olurum. Karşılıklı garanti beni buna mecbur eder.

Birbirimizin yerini alabiliriz, çünkü başlangıçta aynı ruha aittik ve kırılma bizi birbirimizden ayırdı, bizi zıt yaptı. Bizi ayıran ve sevgiyle doldurabileceğimiz tam da bu uzaklıktır, denildiği gibi: “Sevgi tüm suçları örter.” O zaman gerçekten güçlü bir Kli’ye ulaşırız ki bu kırılma öncesine göre 620 kat daha büyüktür.

Adam HaRişon’un ruhunun tam ıslahına, diğer tüm parçalar için her parçanın tam garantisiyle ulaşılır: Herkes herkese dahil edilir, her parça bütünü içerir ve böylece mükemmel Kli’ye ulaşırız.

Maneviyatta özel ve genel eşittir ve aralarında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla karşılıklı garanti, ancak aynı teknede seyreden insanlar gibi tam bir bütünleşme ve sorumluluktan sonradır, boğulurlarsa birlikte boğulurlar.

Birleşme ve karşılıklı garanti yoluyla, en küçük, ikincil Kli bile kendi içinde tüm Kelim’i içerir ve tüm ortak ruhun işlevlerini yerine getirebilir. Bu özel ruh ile genel ruh arasında hiçbir fark yoktur.

Karşılıklı garanti ve her birinin diğerinin yerini almaya istekli olması nedeniyle, herkesin Adam HaRişon’un tüm ruhunu içerdiği ve ihtiyaç duyulursa herkese hizmet edebildiği ortaya çıkmaktadır.

“Olumsuz Toplumsal Olguları Anlamak” (Linkedin)

Son yıllarda, kamusal söylemin en “sıcak” konularından biri ırkçılık gibi görünüyor. Ancak sadece ırkçılık gündemdeki tek sıcak konu değil; her türlü ayrımcılık, kamuoyunun büyük ilgisini çeken bir konu haline geldi. Irkçılık – ister Siyahlara karşı, ister Yahudilere karşı, kadın düşmanlığı, homofobi, yabancı düşmanlığı ve hatta siyasi görüşlere dayalı ayrımcılık, hepsi kötü şöhret kazandı.

Ne zaman böylesi bir konu dikkat çekse, siyasetçiler, gazeteciler ve ünlüler çoğunluğun görüşüne uyar ve empatik görüşlerini yüksek sesle dile getirirler. Bu beyanlar kariyerlerine yardımcı olabilir, ancak henüz tek bir sorunun sözde iddialarla ve diğer insanların görüşlerini hor görerek çözüldüğünü görmedim. Eğer toplumsal sorunları çözmek istiyorsak, nereden geldiklerini anlamalı ve onları kökünden çözmeliyiz.

Tüm erkekler ve kadınlar eşit olarak doğmazlar. Farklı doğarız ve çeşitliliğimiz bir insan ırkı olarak gelişimimizi yönlendirir. Tıpkı iki hayvanın, bitki ve hatta kayaların birbirinin aynı olmaması ve doğanın çeşitliliğinin evrimi yönlendirmesi gibi, insan çeşitliliği de böyledir.

İnsan toplumu ile doğanın geri kalanı arasındaki fark, yaratılıştaki diğer herhangi bir elementten farklı olarak, insanların mutlak hakimiyet için çabalamasıdır. Derinlerde, her birimiz, bilinçli veya bilinçsiz şekilde üstünlük için çabalıyoruz. Bu yüzden insanlar arasındaki farklılıkları kabul etmiyoruz; herkesin aynı, eşit olmasını istiyoruz.

Ancak, sadece benimle aynı ise insanların aynı olması gerektiğini düşüneceğiz! Benim gibi düşünmeyen her hangi birisi yanlıştır, “yeniden eğitilmeli” ya da elenmelidir. Elbette bu, insan hırslarının aşırı bir görünüşüdür ve çoğu insan bu tür aşırı görüşlere sahip değildir, ancak yine de bu toplumsal zihniyetin arkasındaki itici güçtür.

Az önce belirtildiği gibi, çeşitlilik önemlidir; gelişimimizi yönlendirir. Sorun, bizim ona karşı olan tutumumuzdur. Çeşitliliğe karşı tutumumuzu değiştirmek ve onu yapıcı hale getirmek için, şunu anlamamız gerekiyor ki, eğer çeşitlilik olmasaydı bizler burada olmayacaktık, neslimiz tükenecekti. Çeşitlilik, her bir öğenin, başka hiçbir öğenin sağlayamayacağını sağladığı, karşılıklı tamamlanma anlamına gelir. Tıpkı somon balığının köpekbalığı olmasını istemediğimiz gibi, tıpkı kalplerimizin böbrek olmasını istemediğimiz gibi, kimsenin de olduğundan başka bir şey olmasını istememeliyiz. Her insanın topluma olan katkısını göremeyebiliriz ama cehalet hataları mazur göstermez. Martin Luther King, Jr.’ın daha önce belirttiği gibi, “Dünyadaki hiçbir şey samimi cehalet ve vicdani aptallıktan daha tehlikeli değildir.”

Bu nedenle, olumsuz sosyal olguları çözmek için, onlara yapıcı bir şekilde yaklaşmalıyız. Sorunun ortaya çıktığı her anı, sorunu ıslah için bir davet olarak görmeliyiz. Çözmemiz gereken sorunun kendisi değil, ona neden olan nefrettir. Yukarıda da belirtildiği gibi, insanların farklılıkları birbirlerinden nefret etmelerine neden olur ve bu her seferinde farklı şekillerde ortaya çıkar. Buna rağmen, her zaman ıslah etmemiz gereken farklılıklar değil, nefrettir.

Amerika’da Beyazlar ve Siyahlar arasındaki nefret gibi en uç örnekleri düşünün. Siyahların, Beyaz olmasını, hatta Beyaz olmayı istemelerini, ya da tam tersini beklememeliyiz. Bununla birlikte, her bir parçanın topluma katkısını, her ırkın ve rengin sahip olduğu eşsiz değerler ve güzellikleri idrak etmeye çalışmalıyız, sonra tam da böyle kişiler olduğumuz için birbirimizi sevmeye başlayacağız ve birbirimizi değiştirmek istemeyeceğiz. Dolayısıyla düşünce, birbirini değiştirmek değil, farklılıkların üzerine ve aslında tam da farklılıklardan dolayı sevgi inşa etmektir.

Toplumdaki her bir unsurun güzelliğini ve benzersiz katkısını görebilseydik, toplumdaki her bireyin başarısına ve refahına ne kadar bağımlı olduğumuzu kavrayabilirdik. Toplumsal sorunlar herkesi çevreleyen sevgide çözüleceği için, bunlarla uğraşmamıza gerek kalmazdı. Belli bir sorun ortaya çıktıysa, bunu, henüz işimizi tamamlamadığımızın ve daha önce görmediğimiz yeni bir çatlağın etrafında daha fazla sevginin inşa edilmesi gerektiğinin bir işareti olarak görürdük. Farklılıklarımızı böyle yapıcı bir şekilde ele alırsak, her gün, bu kadar çok çeşitli renk, mezhep ve ırktan insana sahip olduğumuz için minnettar olacağız.

Twitter’da Düşüncelerim / 14 Mart 2021

Twitter’da Düşüncelerim /  14 Mart 2021

Kararlarımızda ve eylemlerimizde daha ciddi hale gelmeliyiz. Çocuklar gibi cezalandırıldıktan sonra, doğa kanunlarını iyileştirmemiz ve bunlara uymamız gerektiğini, bir olup, birbirimize zarar vermememiz gerektiğini anlamalıyız çünkü başka seçenek yok: tek bir gezegende yaşıyoruz.

“Çoğunluğun acısı, tesellinin yarısıdır.” Uzun bir karantinadan sonra, insanların sevinci önceki yaşam tarzına dönme heyecanını artırıyor. Ama Yaradan bu heyecanı “mahvedecek”. İnsanlığa yeni şekillerde gelişme yolunu gösterecek.

Doğa bizi yenecek – onun kanunlarına uyacağız.

Yaradan’ın cezası yoktur. Bir yıllık karantina bir ceza değil, ıslahtır. Doğa bize komşumuza ihsan etme ve sevgiden haz almayı öğretmek ister. Şimdilik bunun için anlayış ve hazdan yoksunuz.

Yakında geçmişe dönüşün olmadığını göreceğiz. Büyük değişiklikler geliyor.

İnsanlık yeni bir deneyim kazandı: alıştığı “oyuncaklar” olmadan yaşamak nasıl bir şey. Kısıtlı koşullar, iş ve eğlenceden kopma, bizi yaşam hakkında daha ciddi düşünmeye ve olup bitenlere farklı bir tutuma sahip olmaya uyandırdı.

Şu soruyu giderek daha sık soracağız: Nasıl ve ne için yaşıyoruz?

Yaradan Bizimle Saklambaç Oynuyor

“Oğullarım beni yendi” yani tek bir kişi değil, tam olarak birlikte. Yaradan’ı ifşa etmek isteyen herkes, kendisi gibi başkalarıyla birleşmelidir. Ve ancak kendilerini bir bütün olarak,  Yaradan’ın oğulları olarak hissettiklerinde,  O’na gelebilirler, O’nun gizlenmesini talep edebilir ve alt edebilirler.

Yaradan, biz O’nu arayabilmemiz için bilerek saklanıyor. “O, sonsuza dek kavga etmeyecek” çünkü O, Kendisini ifşa etmek ister ama ancak bizler O’nu ararsak ve O’nun ifşasına ihtiyaç duyarsak.

Bu nedenle, O’nu ne kadar çok ararsak, Yaradan’ın ifşası o kadar büyük olur, aynen söylendiği gibi: “Oğullarım beni yendi”, yani birçok oğul. Yaradan, arayışımızı bekliyor ve O’nu yendiğimizde sevinir. Sonuçta, O’nun tarafından yaratılan tüm gizlenme, bizi büyütmek, Yaradan’ı arayalım ve ifşa edelim diye, bizi uyandırmak için tasarlanmıştır.

Yaradan her zaman gizlilikten ifşa olur ve biz birleşmek için çaba göstermeliyiz. Aramızda işleyen tüm ayrılık güçlerini birleştirip ortadan kaldırdığımız ölçüde, onları ayrılık güçlerinden ifşa güçlerine çevireceğiz ve çabalarımız ölçüsünde, içlerindeki Yaradan’ı ifşa edeceğiz.

“Oğullarım beni yendi” demek, gizliliği ifşaya dönüştürüyoruz demektir. Elbette bunu kendimiz yapamayız, ancak Yaradan’ın bize yardım etmesini talep edebiliriz. Bu nedenle çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır: birincisi tek bir arzuya, tek bir özleme ulaşarak birleşmek ve ikincisi Yaradan’ı aramak ve O’nu Kendisini ifşa etmeye mecbur etmek. Her zaman karşılıklı olarak çalışıyoruz: “Ben sevdiğiminim, sevdiğim de benim.”

Gizliliği yenmeyi neredeyse başardığımızda, Yaradan hemen gizlenir ve bizi, O’nu tekrar aramaya zorlar. Ve tekrar tekrardan, çünkü sadece her iki formdan, gizlemeden ve ifşadan, Yaradan’ın tüm niteliklerini açıklığa kavuşturabilir ve onları kendi niteliklerimize dönüştürebiliriz. Yaradan’ın ifşası ancak form eşitliğinde, niteliklerimizdeki O’nun niteliklerinin yansımasında olabilir.

Bu nedenle, manevi ilerleme her zaman gizlenme ve ifşadan geçer. Ve durumumuzu ifşa ya da gizleme ile ilişkilendirmezsek, o zaman maneviyatla hiçbir şekilde ilişki kurmayız ve Yaradan’a yönelemeyiz. Sonuçta, Yaradan’a giden yolun yalnızca iki alternatifi olabilir: ya gizlenme ya da ifşa.

Üst dünyanın ifşasını arayan bir kişi, kendisini doğru bir şekilde yönlendirmeli, her zaman tüm nitelikleri ve eylemleri üzerindeki gizliliği ve ifşayı keşfetmelidir. Ve gizlenme ne kadar büyükse, ondan daha büyük ifşa gelir- biri diğerine karşıdır.

Yaradan’ı ifşa etmek için bir grup organize etmek gerekir çünkü Yaradan kendisini yalnızca on Sefirot olarak gösterir. Ve bu yüzden, manevi Partzuf’un on Sefirot’u gibi birleşmeye ve birbirini desteklemeye hazır hissetmek için, ortak bir niyetle uygun şekilde bağ kurmuş ve birleştirilmiş onlu da arzuyu keşfetmemiz gerekiyor. Hepsi hepsine dahildir ve tek bir gücün ifşası için hazır hale gelirler.

Ve her ne kadar tüm onlular çok farklı ve egoizmleri ile ayrılmış olsalar da, tek bir güçten ortaya çıktığımız için, o zaman egoizmimizi ortadan kaldırarak, yine tek bir bütün gibi oluruz ve bir ve tek olan, Yaradan’ın yeni formlarını ifşa etme fırsatına sahip oluruz.

Yaradan bizimle saklambaç oynuyor: O saklanıyor, biz O’nu arıyoruz ve buluyoruz ve O tekrar saklanıyor. Böylece O’nun peşinden koşarız ve bu arayışta yavaş yavaş O’nu inceler ve arzularımızı üst güçle eşdeğer olarak biçimlendiririz, onları üst ışığın tüm niteliklerinin ifşası için hazırlarız.

Onluda öğrenilen şey zaten sonsuza kadar Kelim’de kalan manevi bir kazançtır. Ancak tek bir kişi manevi düşünce ve duyguları kendi içinde tutamaz.

“Sosyal Kayıtsızlığın Kişisel Bedeli” (Linkedin)

İnsanlar bugün neredeyse hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyor. Bir şey bizi kişisel düzeyde doğrudan etkilemediği sürece, acı çeken toplumun tüm kesimlerine kayıtsız kalıyoruz. Haberleri izler, üzülür ve homurdanırız ve bu bizim toplumsal katılımımızın ölçüsüdür. Neden ilgisizlik sürekli artışta? Kayıtsızız çünkü çevremizden gittikçe daha fazla kopuyoruz. Böyle bir duygu, soluduğumuz oksijen kadar önemli olsa dahi, ait olma duygusundan yoksunuz. Her birimiz, geleceğimizin diğerleri ile ayrılmaz bir şekilde bağlı olduğunu anlamak zorundayız.

Bir kişinin temel yapısı, memnuniyet ve haz alma arzusu, doyum arzusu olarak tanımlanabilir. Her gelişim aşamasında, farklı şeylerden haz alırız ve bu hem bireysel yaşamlarımız boyunca hem bir insan türü olarak genelde geçerlidir. Gelişim aşamamız, sosyal katılım veya sosyal ilgisizlik seviyemizi etkiler. Örneğin, bir zamanlar çocuklar sosyal hayata karşı doğal bir eğilim hissederdi; günümüzde, en başından itibaren ekranların içinde kilitli durumdalar.

Dahası, geçmişte insanlar profesyonel dernekler ve sendikalar gibi grup üyeliklerinden dolayı gurur duyarlardı; onların içinde tatmin, güven ve güç buldular. Bugün hiç kimsenin bu tür şeyler hakkında bir söz dahi duyacak sabrı yok, ve kesinlikle böyle bir derneğe dahil olma isteği yok. İşyerinde görev süresi, iş güvenliği ve istikrar geçmişte kaldı. İnsanların bir yıl içinde bir işlerinin olup olmayacağı konusunda hiçbir fikrinin olmaması olağan hale geldi.

Bireysel ve toplumsal ilişkilerdeki bu ve diğer değişimlerin bir sonucu olarak, çağdaş insan her hangi bir şeye ait olduğunu hissetmiyor. Şayet eski zamanlarda insanlar fiziksel hayatta kalmak için sosyal bağlara ihtiyaç duyduysa, bugün bizler, bağımsızlığımızı ödüllendiriyor ve sosyal zorunluluklardan ve taahhütlerden kaçınmaya çalışıyoruz. Ödememiz gereken vergileri ödüyoruz hepsi bu. İnsan doğası içsel gelişimini sürdürdükçe, kişi, bir ülke veya yerle daha az özdeşleşir ve çok daha egoist hale gelir. Sonuç olarak, toplum artık birbirine giderek daha fazla kayıtsız kalan, bağlantısız unsurların bir koleksiyonundan oluşmaktadır.

Kişinin yüksek düzeyde sosyal katılım görülebileceği tek yer çevrimiçi sosyal platformlardır. Aslında insanlar internette çok aktifler. Tek tük güzel sosyal girişimlere rağmen, sanal alanı esas olarak dolduran şey sinizm, hoşgörüsüzlük, çekişme, zorbalık ve tacizdir.

Bu eğilim bizi hangi kadere doğru götürüyor? Önümüzdeki yıllarda bizi ne bekliyor? Her bireyde haz alma arzusu gelişmeye devam edecek, ancak aynı zamanda insanlar artık kendilerini tatmin edecek her hangi bir şey bulamayacaklar. Toplumla iyi bağın kopması, kişiyi yavaş yavaş kendi özel kabuğunun içinde boğuluyormuş gibi hissettirecek. Bugünün kayıtsızlığı, yarının umutsuzluğuna yol açacak. İnsanlar, uğruna yaşanacak hiçbir şey olmadığını hissetmeye başlayacaklar. Kalbin derinliklerinde kendimizi dolduracak hiçbir şey; tutku, mücadele, umut yokmuş gibi bir his büyüyecek. Ölüm gibi olan kuruluk dışında başka hiçbir şey.

Sonunda sürpriz bir eğilimle, bu varoluşsal çaresizlik, bireysel ve toplumsal ilişkilerin evriminde bir sonraki seviyeye doğru bir dönüm noktasına yol açacaktır. Çevrimiçi sanal dünya aslında yeni bir gerçekliğe giden bir sıçrama tahtası görevi görecek. Şu anda yüksek teknolojiyi kullanma şeklimizle zarar verdiğimizi fark ettiğimiz noktada, onu akıllıca kullanmaya başlayacağız. Karşılıklı olmayı ve tamamlamayı temel alan ve teşvik eden bütünsel bir dünya görüşüne göre toplumu şekillendirmek için, sosyal medyayı bir araç olarak kullanmaya başlayacağız. İnsanlık, onu giderek daha fazla şeyler edinme ve maddi gelişmeyi arttırmaya yönelik mevcut dürtüye yardım etmek için kullanmak yerine, herkesin kalpleri arasında gerçek bağlar kurmaya yardımcı olmak için onu kullanmanın yollarını arayacaktır.

Akıllı yazılım, 21. Yüzyılın bağlantılı dünyasına uyan yaşam için tek formül olan “komşunu kendin gibi sev” ilkesini destekleyecektir. Aramızdaki ilişkilerin gelişiminde bir sonraki adımı birlikte tanımlayacağız ve sonra ihsan etme ve destekleme kaslarımızı kullanmaya çalışacağız.

Aramızdaki iyi bağlantılar güçlendikçe ve derinleştikçe, iletişim ağımızdan akan özel bir gücü hissetmeye başlayacağız – bizi canlandıran, büyüten ve bize, eşi görülmemiş bir düzeyde anlayış, duygu, düşünce ve haz veren bir güç. Birbirimizle bütünleşmemiz, bize mevcut bireysel algımızın sınırlarının ötesinde yeni bir gerçeklik hissettirecek. Böylesi bir dünyada kayıtsız toplum artık var olmayacak çünkü her birey, başkalarıyla olan birliktelik yoluyla çok daha fazlasını aldığını hissedecek – sınırsız sevinç noktasına kadar daha büyük bir memnuniyet, tatmin ve anlam.

Nuh’un Yedinci Emri

Yorum: İsrail halkı On Emri almadan önce Nuh’un Yedi Emri vardı: Tufandan önce altısı ve Tufandan sonra bir tane daha eklendi.

Benim Yorumum: Talmud’a göre, Tanrı onları Adem aracılığıyla Nuh’a verdi ve Nuh onları tüm insanlığa aktardı. Sonra bu insanlıktan Yehudim adlı bir grup ortaya çıktı, bu da “Yaradan’ı arzulamak” anlamına gelir. Bu nedenle onlara ek emirler eklendi.

Soru: Tufandan sonra eklenen Nuh’un yedinci emri neden adil bir yargı sistemi oluşturmayı zorunlu kılmıştır?

Cevap: Çünkü Tufandan önce her şey içgüdüsel olarak gelişti ve insanların ıslah olmaya ihtiyaçları yoktu. Ve Tufandan sonra, Tufan’a neden olan büyük, korkunç bir egoist güç ortaya çıktığında, bu ek buyruk getirildi.

Yani, Tufandan önce insanlar temel hayvan seviyesindeydiler, adli kanunlara, hukukçulara, mahkemelere ihtiyaçları yoktu. Ve ego büyüdüğünde, o zaman etkileşimleri düzeltmek için bir yargı sistemi ve diğer her şey gerekliydi.

 

Yaratılış Ve Onun Kadın Kısmı

Zohar Kitabı , “Hayyei Sarah” [ Sarah’ın Hayatı ], Bölüm 80: Neden her türden büyücülük ve sihir kadınlarda var? Çünkü yılan Havva’nın üzerine geldiğinde, onun içine pislik attı. Yılan,  kocasına değil, sadece ona attı ve büyüler yılanın pisliğinden uzanır.  Bu yüzden büyücülük kadınların içindedir.

Kabala’da, kadınlar yaratılışın çok önemli bir parçasıdır, her şey ondan geldiği için eril kısımdan bile daha önemlidir. Ve erkek kısım, sadece kadın kısmı ile Yaradan arasındaki bağdır.

Yaradılışın tamamı kadın kısımdır. Bu nedenle doğum, yükseliş aşamaları ve tüm yaratılış eylemleri kadında gerçekleşir. Ve dünyada erkeklere sadece ona bakmak için ihtiyaç duyulmaktadır, ancak hayatın kendisi kadındır.

Ve bu doğrudur. İnsanlar bunu anlasaydı ve kabul etseydi, dünya çok daha iyi, daha düzgün olurdu. Ne yazık ki henüz o kadar ıslah olmadık.

Manevi açıdan, yaratılıştaki dişi kısma arzu, erkek kısım ise niyet olarak adlandırılır. Yaradan arzuyu yarattı ve sonra onun için doğru niyet yaratıldı: Yaradan uğruna. Ancak bu niyet sözde “günah” tarafından bozulduğunda, tam tersi oldu. Yani, verme niyetinin yerini başkalarına karşı herhangi bir sevgi veya şefkat göstermeden kendi iyiliği için almak almıştır.

Neden bir kadının bozulduğunda, içinde tüm kötülüklerin olduğunu, yılanın zehrine sahip olduğunu ve erkeğin olmadığını söylüyoruz? Çünkü kötülük kadın kısmında kendini gösterir. Bununla birlikte, hiçbir zaman kadınları kastetmiyorum. “Kadın” dediğimde, onu sadece manevi niteliklerle ilişkilendiririm. Bu nedenle, sözlerimi dünyamız düzeyinde algılamanıza gerek yok.

Yani, egoist “alma” özelliğinin Adem’e geçişinden önce Havva bozulmamıştı. Adem’in kendisi bozulmuştu ve bu nedenle Havva da dahil olmak üzere tüm dünya bozulmuştu. Havva, yılandan Adem’e aktaran bağlantıydı. Adem günah işlediğinde, ikisi de en alt seviyeye, kalıcı günah durumuna indiler ve bu egoist durumdan çıkmaları gerekti.

Çıkış, esas olarak yaratılışın erkek kısmı olan Adem’in çabalarıyla gerçekleştirilir çünkü niyeti düzeltmekle meşguldür ve onu almaktan vermeye değiştirmelidir. Ve dişi kısım daha pasiftir. O, bu niyeti kabul eder ve onunla çalışır. Ve bunu pratikte erkek ve kadın karakterlerde, dünyaya yaklaşımlarında görürüz.

Yaradan Gerçekten Kendini Bize İfşa Etmek İstiyor

Işığın ifşası, yalnızca kaba bağlıdır çünkü ışık tamamen hareketsizdir. Bu nedenle, tüm çalışmalarımız, Yaradan’ın büyüklüğünün ve niteliğinin bize ifşa edildiği boyut ve niteliğe göre kabı (Kli) inşa etmeye odaklanmıştır.  Bu nedenle, Yaradan’a “gel ve gör” (Bo-Re) denir.  Yaradan’ın büyüklüğü, O’nun ifşası için yarattığımız kap tarafından belirlenir.  Yaradan’ın yarattığı tüm alma arzularını ıslah edersek sonsuzluğa yani Yaradan’ın yarattıklarına sınırsız ifşasına ulaşırız.  O zaman, ıslahın sonundan sonra, henüz bilmediğimiz yeni edinim safhaları vardır.

Bu arada, aramızda hiçbir engel kalmasın diye bir araya gelip bağlanmamız gerekiyor.  Herkes egoizmini ne kadar kısıtlar ve kendini geçersiz kılarsa, Kli’mizdeki Yaradan’ın ifşası o kadar güçlü olur.  Elbette, Yaradan kendisini ancak onluda ifşa edebilir.

Her şey dostların bütünleşmesine bağlıdır – arzularımızı ve kalplerimizi ne kadar bağlayabileceğimize bağlıdır – bilginin miktarına değil.

Kırık bir kabın parçalarını, aralarında çatlak kalmayacak kadar yakın bir şekilde bir araya getirirsek, içindeki dolumu ifşa edebiliriz, ışık artık çatlamış bir fincandaki su gibi dışarı akmayacaktır.  Tamamlama, birliğimizin gücüne ve onun karakterine, üstesinden geldiğimiz egoizmin derinliğine ve nasıl birleştiğimize bağlıdır. Bütün bunlar, Yaradan’ın bize ifşasının şeklini belirler.

Yaradan tamamen yaratılanlara bağlıdır.  O, Kendisini bize verir, yaratılanlara O’nun ifşasını belirleme hakkı verir.

Yaradan gerçekten Kendisini bize ifşa etmek ister ve her seferinde gizlice bizi buna yönlendirir.  Ama Kendisini bize ifşa edemez;  aksi takdirde O’nun ifşası için Kli’ye, özgür iradeye, O’nun ihsan etme ve sevgiye yönelik kendi arzumuza sahip olmazdık.  Bu yüzden Yaradan her zaman gizli bir şekilde hareket eder, bizi görünmez bir el ile birleşmeye iter ve bizi uyandırmaya çalışır.  Aynı zamanda, gizlenmede kalır ve bunu başaramayacağımız gerçeğinden büyük ölçüde acı çeker.

Buna Shechina’ nın çektiği acı denir.  Yaradan, insanlara gerekli tüm imkânları verdiği ve elde ettikleri fırsatları kullanmadıkları için son derece üzüntü duymaktadır.  Ve Yaradan bize bundan fazlasını veremez.  Önceki koşulu henüz uygulamadıysak, bizi daha fazla ilerletemez.

Bu nedenle, aramızda Yaradan’a olabildiğince benzer ilişkiler kurmamız gerekir.  Yaradan gibi olmak, sonrasında “benzer” (Domeh) kelimesinden gelen, Adem olarak anılacak olan insanın görevidir.  Karşılıklı ilişkimiz, Yaradan’ın “gel ve gör” niteliğinin ifşasını belirler, O’na haz verir ve Shechina’yı, başımızın üzerindeki tozdan, egoist düşüncelerimizin ve arzularımızın üzerine yükseltir.

Bu nedenle kongrenin temel görevi, hep birlikte tek hedefe doğru karşılıklı ilerlemedir.

 

İbrahim’den Armağanlar

İbrahim, eski Babil’de çok ünlü ve saygı duyulan bir kişiydi. Bu nedenle, onun Kabalistik öğretileri, Babilliler arasında başarıyla yayıldı. Onlara gelecekteki manevi gelişim fikrini sunduğu söylenmektedir.

12. yüzyılın büyük filozofu Rambam, binlerce insanın İbrahim’i takip ettiğini yazmıştır. Binlerce! İbrahim onları Babil’den İsrail Ülkesine götürdü. Yaradan’a benzemek için içsel bir eğilim hissetmedikleri için onu takip etmeyenler, dünyanın dört bir yanına dağılmaya karar verdiler. Orijinal kaynaklar, İbrahim’in onlara sözde “hediyeler” verdiğini söyler.

Hediyeler,  onlara egonun üzerine çıkıp HGT’tan HBD’a yükselmek için egoizmin üstesinden gelmeye ve orta çizgide ıslaha dayalı olmayan her türlü başka metotlar öğrettiği anlamına gelir. Aksine, bu metotlar egoizmi kısıtlamaya, onu küçültmeye, mütevazı ve küçük şeylerden tatmin olmaya dayanmaktadır. Başka bir deyişle, İbrahim Babillilere inançların ve dinlerin başlangıcını verdi. Dünyanın her yerine bu şekilde yerleştiler.

Bu manevi öğretilerin, özellikle Doğu öğretilerinin ve dinlerin, diğerleri arasında öne çıkmamak, mütevazı olmak üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Onlar, egoizmin gelişmesini ve hatta makine ve teknolojinin gelişmesini teşvik etmezler.

Bu teoriler, egoizm ne kadar fazlaysa o kadar iyidir çünkü onun yardımıyla yükselebilir ve kendimizi düzeltebiliriz diyen Kabala metodunun tamamen zıttıdır.

Ancak, kişi ıslah için bir arzuya sahip değilse, o zaman egoizmini küçültmek ve başını öne eğmek onun için daha iyidir.

“Üçüncü Emir Tarafından Yasaklanan Nedir?” (Quora)

Üçüncü emir, “Efendin Tanrı’nın adını boş yere ağzına almayacaksın” demek, Yaradan’ın gücüyle yani sevgi ve ihsan gücüyle, ancak o güce benzediğimiz kadar hareket edebileceğimiz anlamına gelir. Başka bir deyişle, kendi çıkarına hiçbir şekilde niyeti olmayan Yaradan’ın gücü kadar sevgi dolu, şefkatli ve verici hale geldiğimiz ve bu güçle birleştiğimiz ölçüde, ancak bu durumda bunu yapabiliriz.

Yaradan’ın gücünü kendi amacı için kullanma yasaklaması, bunu yapmanın imkansızlığına eşittir. Yani, başkaları pahasına kendimizi zengin, ünlü veya güçlü kılmak için Yaradan’ın etkisini çekmek imkansızdır.

Yaratıcı, uygun bir talebe veya duaya ulaşmamız için gelişimimize rehberlik eder, bu da Yaradan’dan bize fayda sağlamak için Kendisinde veya dünyada bir şeyi değiştirmesini istemek yerine, Yaradan kadar özgecil, sevgi dolu ve şefkatli olmak için egoist doğamızı değiştirmeyi istediğimiz anlamına gelir.

Doğru talebe giden yolda her türlü kendine yönelik amaçlar talep edebiliriz ve bunu yapmamız da arzu edilir, fakat Yaradan’ın nihayetinde bağışlayacağı gerçek dua – geliştirilmekte olduğumuz, Yaradan kadar sevgi dolu ve verici olma talebidir.