Monthly Archives: Nisan 2021

“Gerçek Eşitlik” (Linkedin)

Eşitlik talebi nesilden nesle sadece artmaktadır. Bu sosyal rahatsızlığı çözmek, günümüzde tekrarlayan ayrımcılık ve adaletsizlikleri önlemenin reçetesi gibi görünüyor. Peki, birbirimizle barış içinde yaşamak için ne olması gerekiyor?

Eşitlik aldatıcı bir terimdir çünkü doğa gereği hepimiz farklıyız. Herkesin kendi ihtiyaçları ve kendine has özellikleri vardır, bu nedenle başkasıyla aynı şekilde muamele görme beklentisi oldukça problemlidir. Ne de olsa, genellikle diğer kişinin ihtiyaçlarını bilmeyiz ve başkasının yerine geçme niyetimiz olsa bile, kendi ihtiyaçlarımız bizim için her zaman öncelik olduğu için bunu başarmakta zorlanırız.

Herkesin farklı olduğu ve aynı zamanda benmerkezci olduğu böyle bir gerçeklikte eşitlik olamaz. Devlet bütçesinin dağıtımından, bir çalışma ekibi içindeki ikramiye dağıtımına kadar her seviyede başımıza gelen budur. Hayatımızın hangi alanında olursa olsun, sürekli bir savaş içindeyiz çünkü herkes şu anda kendisine verilenden daha fazlasını hak ettiğini düşünüyor. Bu nedenle, her zaman bir yoksunluk hissi vardır ve eşitsizlik duygusu yakından takip eder.

Ve her şeye rağmen, içimizde eşitlik arzusu yatıyor. Neden? Çünkü böyle bir duruma gerçekten girebiliriz. Ancak eşitliği başarmak, genel olarak başka bir yaşam düzeyine yükselmeyi gerektirir. Şöyle ki, şu anda bildiklerimizden tersine çevrilmiş yeni ilişkiler yoluyla, kendi çıkarımıza ilişkin dar egoistik hesaplarımızdan, insanlar arasındaki sevgi düzeyine çevirerek, saygı, bağ ve karşılıklı kazanım ilişkilerini başlatarak. Sadece sevgi ve işbirliğine dayalı ilişkilerde eşitlik olabilir, çünkü ben diğerini seviyorum ve öteki de beni sevecek ve bu sayede kendimizi eşit hissedeceğiz.

İlk bakışta bu senaryonun asla gerçekleşmeyecek bir masal gibi göründüğü açıktır, ama insanlığın karşılaştığı sorunlar ve mücadeleler başka türlü çözülemez. Biz, gittikçe birbirine daha bağlı hale gelen bir gerçeklikte yaşıyoruz, aynı zamanda küresel, sınırlı kaynaklar tükeniyor. Her şeyi kendimiz adına almak için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz ve er ya da geç başka bir seçeneğimiz olmadığını düşüneceğiz ama pes etmeyi biraz kabul edeceğiz.

Bu arada kendimizi tatminsiz, huzursuz, mahrum hissediyor ve bize baskı yapanların elinden kurtulmak ve hak ettiğimizi aldığımızı düşünmek için sadece ilk fırsatı bekliyoruz. Bu yüzden mücadeleden mücadeleye, savaştan savaşa geçiyoruz. Bu her seferinde daha da kötüye gidiyor çünkü ego giderek güçleniyor, bu yüzden ayrımcılık, adalet ve eşitlik talebi adına birbirimizi yok ediyoruz.

Genel bir çöküşten kaçınmak istiyorsak, insani bağın herhangi bir özel nitelikten veya arzudan daha yüksek bir değere sahip olacağı bir seviyeye yükselmek zorunda olacağız. Bu yüce hedef insan doğasına aykırı olduğu için, yalnızca yaygın, uzun vadeli bir sosyal eğitim süreci bize yardımcı olabilir. Gerçek bir kültürel-algısal devrim.  Amaç, toplumdaki her bireyin gerçeklik algısını yükseltmek olmalıdır. Bu, dünya sadece bize aitmiş gibi ben merkezli algımızı değiştirmek ve doğada başkalarına bağlı ve onlara bağımlı olduğumuzu fark etmek anlamına gelir. Bu algı değişikliği gerçekleştiğinde, kendimize önem verdiğimiz gibi başkalarını da önem vermeye adanmış olduğumuzu hissedeceğiz.

Bu hedefe ulaşmak, muazzam bir savunuculuk taahhüdü, hem kapsam hem de süre bakımından dünya çapında toplumun her düzeyine nüfuz etmek için çok fazla çalışma gerektirir, böylelikle genel kamuoyunda bağ ve karşılıklılık gibi fikirleri öncelikli olarak teşvik eden bir anlaşmaya varılabilir. Bu anlaşma toplumda, yönetimde ve liderlikte değişikliklere yol açacak ve aynı zamanda yavaş yavaş toplumda eşitlik konusunda yeni bir tutum yaratacaktır.

Birbirimize sevgiyle davranmaya çalıştığımızda, tek bir bedendeki organlar gibi hepimizin tek bir ruh olduğumuzu hissetmeye başlayacağız. Ve tıpkı vücudumda farklı organları algıladığım gibi, etrafımdaki her bir insanı hissedeceğim. Böyle bir durum bizlere gerçek eşitlik algısını verecektir; bu algı, ancak bağ yoluyla, hepimiz birimiz ve birimiz hepimiz için olma taahhüdüyle elde edilebilir.

“İnsanların Birliği Amacıyla Tarih Boyunca Kanıtlanmış Yöntemler Nelerdir?” (Quora)

Kabala Bilgeliği, ilk kez yaklaşık 4000 yıl önce eski Babil zamanında, insanları farklılıklarının ve anlaşmazlıklarının üzerinde birleştirmek için uygulanan, zaman içinde test edilmiş bir birlik metodudur.

İnsanların, doğası gereği kırık ve bölünmüş bir durumda olduğu varsayımına göre hareket eder ve bizler bağ kurmak için bir araya gelmeye başladığımızda, bir yöntemin rehberliği olmadan, olumlu bir şekilde bağ kurmanın imkânsızlığını keşfederiz.

Olumlu bir şekilde bağ kuramamamızın nedeni, doğamız gereği egoist olmamız, içgüdüsel olarak kendimiz için fayda sağlamaya, başkaları için fayda sağlamaya göre öncelik vermemizdir ve olumlu bir şekilde bağ kurmak istiyorsak, ikinci eğilimin daha yüksek önceliğe sahip olması gerekir.

Kabala Bilgeliği, çalışma yoluyla, her şeyden önce başka bir kişinin görüşüne karşı çıkan bir yönde hareket etmemeyi, ama tabiri caizse, ayrılık güçleri (egoist doğamız) ve bağlantı güçleri ile nasıl sandviç yapılacağını açıklayan bir yöntemdir. Böyle bir sandviç hakkında yazılmıştır ki, “Sevgi tüm günahları örter.” Yani, egoist doğamız nedeniyle bölünmüş olduğumuzu, birbirimizi sonsuz bir şekilde eleştirdiğimizi ve kayıtsızlıktan nefrete farklı derecelerde birbirimizi reddettiğimizi anlarız. Ancak, birbirimize karşı hissettiğimiz bu doğal reddedişe aldırış etmeyiz.

Bunun yerine, Kabala Bilgeliği, kendimizi egonun üzerinde birleşmeye konsantre edeceğimiz bir yöntem sağlar. Tüm farklılıklarımız kalır ve farklılıkların üzerinde birbirimize pozitif olarak bağlanmaya odaklanırız. Farklılıkları sürdürür ve onların üzerine ikinci bir seviye inşa ederiz.

Kabala bilgeliği, insanlığın, herkesin kendi bölünmelerinin üzerinde birleşeceği bir düzeye ulaşacağını, ancak şimdilik, farklılıklarının üzerinde birliği uygulamak için böyle bir bilgeliğe yalnızca küçük bir kritik insan kitlesinin çekileceğini belirtir. Bu yöntemi kendi başlarına gerçekleştiren bu kritik kitle sayesinde, onların birliği insanlık genelinde hareket etmeye başlayacaktır. Diğer bir deyişle, mevcut dönem, insan hayatını belirli bir şekilde iyileştirmek için, yeni bir teknolojiyi keşfetmek amacıyla küçük bir grup bilim insanının laboratuarda birkaç deney gerçekleştirmesine benzer şekilde, bir grup insanı kendi aralarında bir araya getirme yöntemini uygular. Onlar bunu bir kez keşfettiklerinde, patentlenmiş hale gelir ve kitlesel ölçekte piyasaya sürülür ve insanlık, birkaç basit talimatla onu kullanma becerisine sahip olur.

Manevi Eylem Çerçevesinde

Yorum: Yaklaşık üç buçuk bin yıl önce, Tora’ya göre (Çıkış Bölüm 5) Musa, Mısır Firavunundan İsrail halkını Tanrı adına kölelikten salıvermesini talep etti. Fakat Firavun onu dinlemedi ve Mısır’a on bela düştü.

Akademik bakış açısından böyle bir olayın olmadığına ve olsa bile Tora’da anlatılan ölçekte olmadığına inanılmaktadır. Dinde elbette hiçbir şey test edilmez, sadece bunun olduğuna inanılır. Kabala, bu olayları hiçbir şekilde tarihsel olaylar olarak görmez, ancak bunların insanların ve Musa’nın kendi içinden geçtiği manevi süreçlerle ilgili olduğunu ileri sürer.

Cevabım: İlk olarak, Tora bireysel insanlar ile ilgili değil, tüm insanlığın yalnızca içsel meseleleriyle ilgili konuşur. İkincisi, dünyevi yaşamda bir şekilde tezahür etmiş olsalar da bizler fiziksel problemlerden bahsetmeyiz. Yani konu bu değildir.

Başlangıçta, tüm insanlık egoist bir haz alma arzusundan yaratılmıştır. Bu arzu, insanların artık egoizmde kalamayacaklarını ve bir şekilde ondan kurtulmaları gerektiğini anlamaya başladıkları noktaya kadar doğuşunun ve gelişiminin belirli aşamalarından geçer.

İbrahim’in Eski Babil’den Kenan topraklarına götürdüğü grup, daha doğrusu torunu Yakup’un oğulları olan torunları Mısır’a geldi. Tora’da anlatıldığı gibi orada uzun süre yaşadılar ve iyi kötü farklı aşamalardan geçtiler. Ancak, esasen Tora bu insanların içsel durumlarından bahseder.

Dahası çok sayıda insanlarda bahsettiğimizde, onların sayılarını değil, manevi güçlerini kastediyoruz. Yani tüm bunlar manevi eylemler çerçevesinde algılanmalı ve tartılmalıdır.

Aynısı Mısır infazları için de geçerli. İnfazlar, bir kişinin veya bir grubun egoizminin darbeleri altında bir araya geldiği eylemlerdir.

Birincisi, egoizm onlara baskı yapmalıdır. Bu nedenle, egoyu simgeleyen Firavun onları köleleştirdiğinde ve köle olduklarını hissettiklerinde, birbirlerine yardım etmek için bir şekilde kendi aralarında bağ kurmak zorunda kalırlar. Sonuçta, kişi yenilirse, içsel olarak küçülmeye başlar. Bu, kişiyi kendisini egodan kurtarmaya çalıştığı tamamen farklı bir duruma getirir. Egoizmden kurtulma girişimi Mısır’dan çıkış yoludur.

Ancak Mısır’dan çıkmak için, bu grubun egonun üstüne çıkmaya istekli olmayı kabul etmesi gerekiyor. Partzuf (sistem) adı verilen tek bir manevi birlik olarak, egoizmden özel bir arınmadan geçmeleri gerekir.

Bu manevi yapı on kısımdan, on Sefirot’tan oluştuğu için, onların arınmaları egodan, on darbe veya Mısır salgınları olarak adlandırılan, on çıkıştan oluşur.

Mükemmelliğe Nasıl Ulaşırız?

Yorum: Bilim adamları bir alarm veriyor: bir mükemmeliyetçilik salgını tüm dünyaya yayılıyor. Psikologlara göre mükemmeliyetçilik, bir ideale ulaşılabileceğine dair bir inançtır. Patolojik haliyle, kusurun var olma hakkı olmadığı inancıdır.

Cevabım: Öyleyse geriye ne kalıyor?

Yorum: Geriye kalan, gereksiz olan her şeyden kurtulmak ve deforme olabilecek her şeyi düzeltmektir. Farklı çalışmalar, tüm bunların stres, depresyon, anksiyete ve intihara yol açtığı sonucuna varmıştır.

Cevabım: Bu, ulaşılamayan yüksek taleplerin bizi öldürdüğü anlamına gelir.

Soru: Kabala’da bu ideal nedir? Neyi arzulamalı ve asla kabul etmemeli, asla vazgeçmemeliyiz?

Cevap: Yaradan gibi olduğumuz, sevgi ve ihsan etme niteliği idealdir.

Bu derece derece, adım adım bir yöntem vasıtasıyla başarılabilir. Ancak bunu, dünyamızın doğasında bulunan mevcut duyularımız ve niteliklerimizle uygulayamayız. Ek nitelikler, ek duyular edinmemiz gerekiyor ve sonrasında bu fikri içimizde uygulayabileceğiz.

İdeal olan, tüm güçleri, tüm doğanın niteliklerini en açık şekilde bir araya toplamak, onları tek bir ideal sisteme bağlamaktır ve onlar birbirlerini öylesine tamamlarlar ki kurtulmamız gereken gereksiz hiçbir şey olmaz ve içinde de eksik bir şey yoktur.

Bu, doğanın tüm unsurlarının bu sisteme girdiği, birbirini tamamladığı ve kesinlikle ideal olan bir sistemin oluşturduğu tek bir mutlak yuvarlak küre anlamına gelir.

Kabala aslında bize zıt nitelikleri orta çizgi denen şeye nasıl bağlayabileceğimizi öğretir ve sonrasında her şey mükemmel bir şekilde çalışmaya başlar.

Soru: Kusur nedir? İnsanın içindeki ve toplumdaki kusur mu?

Cevap: Kusurun birçok farklı seviyesi ve alt seviyesi vardır. Ana kusur, bir kişinin kendisini bütün olarak görmesidir.

Soru: Kusurun toplumda yeri var mı?

Cevap: Kusurun toplumda bir yeri vardır. Kusur duygusu sayesinde toplum sürekli kendini geliştirebilir. Onsuz yaşayamayız. İnsanları hayvanlardan farklı kılan aslında budur- kusurlarını sürekli hissetmeleri ve bunun da onları her zaman gelişmeye zorlamasıdır.

Soru: Mükemmeliyetçiler her şeyi kesmek ve düzeltmek mi istiyor?

Cevap: Hiçbir şeyi kesmeye veya atmaya gerek yok çünkü bu dünyadaki hiçbir şey sebepsiz yaratılmadı.

Her şey, dünyanın bilerek parçalanan ideal resminden kaynaklanıyor ve parçaları bir yapboz gibi toplayıp yeniden bir araya getirmeliyiz. Yani tek bir fazlalık parça veya parçacık yok.

Soru: Manevi mükemmeliyetçi nedir?

Cevap: Manevi mükemmeliyetçinin, mükemmeliyetçi olduğunu düşünmüyorum. O, tüm yaratılış parçalarını tek bir mükemmel resme yerleştirmeyi gerçekten arzulayan bir kişidir. Bu duruma Adem denir yani tamamen Yaradan’a benzeyen bir sistemdir.

 

On Emir ve Yaratılış Eylemi

Yorum: Zohar Kitabı, On Emir’in on yaratılış eylemine karşılık geldiğini söyler.

Cevabım: On Emir, “Domeh” kelimesinden köken alan “Adam (Adem)”- “Yaradan’a benzer” olarak adlandırılan iç imajımızın bir modelini oluşturmamız için gereken on ana kriterdir.

O halde On Emrin ne olduğunu anlamamız gerekir. Yoksa bu, sokaklarda “çalmayın” mı? Ya da birini “öldürmeyeceksiniz” mi? Ya da komşunuzun karısıyla flört etmeyin mi? Yoksa bir kişinin gerçekten Yaradan’a eşit hale gelmesinin bir sonucu olarak bazı özel, içsel değişikliklerinden mi bahsediyoruz?

Emir, kişinin ıslah olmuş egoist manevi niteliğidir. Başka bir deyişle, Yaradan’ın saf olmayan (Klipa- kabuk) denilen zıt görüntüsünü yavaş yavaş kendi içimizde keşfetmeli ve Yaradan’a benzer bir görüntüye dönüştürmeliyiz.

Niteliklerimizdeki bu değişime “emrin yerine getirilmesi” denir.

Bizler, böyle 613 niteliğe sahibiz. Bu nedenle 613 ıslah yapmalıyız. Ama dünyamızdaki kişide Yaradan’a zıt tek bir nitelik görmediğiniz sürece, onun içinde hiçbir şey yoktur.

613 emir ona bölünmüştür. Yani, on gruba ayrılırlar.

Yaratılış eylemine gelince, bu emre bağlıdır, çünkü Yaradan insanı, Kendisini zıt bir biçimde damgaladığı, bir balmumu mühür olarak yarattı: Baskıda dışbükey olan içbükey hale geldi.

Böylece Yaradan, Kendisinin zıt niteliğini yaratarak, kendisini yaratılış malzemesine damgaladı. Yaradan’da ihsan etmeyi, sevmeyi ve ifşa olmayı amaçlayan 613 pozitif nitelik vardır. Ve bizim içimizde, hepsi zıt bir biçimde kendini gösterir: Almak, aç gözlülük, herkesi hor görmek, herkesi ve her şeyi kullanmak, gurur, rekabet vb.

Yaradan basitçe tüm niteliklerini aldı ve onları bize ters biçimde damgaladı.

Dünyanın Tüm Suçluları – Bir Kişinin İçinde

Soru: “Çalmayın”, “zina yapmayın” ve “öldürmeyin” tanımları ne anlama geliyor?  Ne ya da kimden bahsediyorlar?

Cevap: Bu hepimizin hakkındadır çünkü her saniye öldürüyor, çalıyor ve zina yapıyoruz.

Gerçek şu ki, bizler egoist, ıslah olmamış koşullarımız içindeyiz ve bu, bu eylemleri gerçekleştiriyorum demektir.  “Öldürme” veya “çalma” niteliğimi eğer ıslah etmediysem, o zaman onun içindeyim.

Bunu uygulayıp uygulamamam önemli değil.  Manevi mahkeme, kişiyi potansiyeline göre değerlendirir.  Yani, içinizde belirli bir durumda öldürebileceğiniz bir nitelik varsa, o zaman şimdi öldürüyorsunuz, bu da potansiyel olarak bir katil olmadığınız anlamına gelir.

Manevi dünyada, bir kişiyi özel olarak bu duruma getirmemize gerek yoktur.  Yani siz bir katil, tecavüzcü, hırsız ve diğer her şeysiniz.

Bu şu anda sizi pek rahatsız etmiyor.  Ama tüm potansiyeli, farkına varılmamış nitelikleri hissetmeye başlayacağınız zaman gelecek: şimdi öldürüyorum,  soyuyorum,  aldatıyorum.  O zaman dünyadaki tüm acılardan sorumlu olduğunuzu hissedersiniz.  Artık dayanamazsınız.

Işığın insana etki etme şekline göre, insana gerçekte kim olduğunu gösterir ve aynı zamanda ışığın hangi kaynaktan geldiğini gösterir, sonra ışığın geldiği yer olan Yaradan’la arasındaki bu fark ve potansiyel olarak tüm korkunç niteliklerin içinde olduğu gerçeği, kişide korkunç bir içsel utanç haliyle hissedilir.

Onu yakan bu utanç cehennem olarak adlandırılır.  Bu aslında cehennemdir.  Bu nedenle, kişi ondan kurtulmaya hazırdır.  Ama kurtulmak o kadar kolay değildir.

Cehennemde on bir ay vardır, bu kişinin Yaradan’a zıt olma durumundan geçtiği, Yaradan’dan farklılığının korkunç hislerinden dolayı içten içe yandığı manevi aşamalardır ki, bu on bir aydan sonra durumunu Yaradan’la form eşitliği yönünde ıslah eder ve cennet denen duruma gelir.

Özgür Seçim Neye Bağlı?

Soru: Bir kişinin özgür seçimi nedir?

Cevap: Gerçek şu ki, günlük düzeyde her bir kişiyi ilgilendiren özgür seçim vardır. Ve bunu nasıl manipüle ettikleri onların işidir.

Ve bunu başka bir edinim sistemine yükselmek için kullanmak isteyen insanları ilgilendiren bir özgür seçim vardır. Bu tamamen farklı bir alandır. Biz buna manevi diyoruz çünkü o alma niteliği üzerine değil ihsan etme niteliği üzerine inşa edilmiştir.

Özgür seçim, kişinin böyle bir ortama girmesi, kendini egoist niteliklerinin üzerinde bir nitelik yaratmasına yardımcı olacak bu tür etkilere maruz bırakması gerçeğinde yatmaktadır. Ve egoizmine rağmen anti-egoist bir şekilde davranabilir.

Ve eğer egoizm onun bütün doğasıysa, hepsi onunsa, bu nasıl mümkün olabilir? Burada, bir ekipte, bir grupta çalışmaya başlarız ve Kabala çalışması yoluyla uygun gelişim sürecinde edindiğimiz özel bir ihsan etme niteliği ortaya çıkar (egoizmimizin üzerine çıkarak).

O zaman olağan, mantıksal, egoist niteliklerimizin, arzularımızın, hesaplamalarımızın ve eylemlerimizin gerçekten üzerine çıkıp, egoizmimizin üzerinde hareket ettiğimiz tamamen farklı bir alana yükselebileceğimizi hissetmeye başlarız. Bu, özgür seçim ve üst dünyanın yönetim sisteminin hissi ile bağlantılıdır.

Yani, tüm bunlar, bir kişinin iletişim kurduğu ortama bağlıdır ve kendini bu doğru çevrenin özel etkisine maruz bırakması sayesindedir. Bir anlamda kişi dünyamızdan kopmak ister, ona itaat etmek değil.

Sonuç olarak, mantık ötesi inanç dediğimiz niteliği anlama, muhakeme etme ve hissetme fırsatı yakalar. Ve sonra, geliştikçe, egoist etkiler üzerine değil ihsan etme ve sevgi üzerine inşa edilmiş ikinci kontrol sistemini hissetmeye başlar.

“Göçmen Krizini Çözmek – İnsani Krizi Yeniden Tanımlamak ” (Linkedin)

Fox News, yalnızca Mart ayında “Sınır yetkilileri, sınırda 172.000 göçmenle karşılaştı… bu Şubat ayına göre %71’lik bir artış ve güney sınırındaki krizin boyutunun en son göstergesi. 172.000 göçmen… 18.890 refakatsiz çocuğu içeriyordu – Şubat ayında karşılaşılan zaten yüksek olan sayıdan %100 artış ile en yüksek sayı kaydedildi.” diye bildirdi. Sınırı geçtikten sonra, bu çocukların, 250’den fazla çocuk almayacak şekilde inşa edilmiş “kafeslere” binlercesi yerleştirilerek tıkılmış durumdalar. Bu kafesler sadece aşırı kalabalık değil, aynı zamanda çaresiz çocuklara yönelik şiddet ve cinsel saldırılar için bir üreme alanı. Şimdiden, bu kafeslerden gelen hikayeler yürek parçalıyor. Tüm hesaplara göre, bu korkunç bir insani kriz ve bunun hiçbir yerde çözümü görünmüyor.

Şu anda bir insani kriz, “bir topluluğun veya büyük bir grup insanın sağlığı, güvenliği veya refahı açısından tehdit eden bir dizi olay” olarak tanımlanmaktadır. Bu tür krizleri çözmek için, çeşitli yardım kuruluşları çıkmazdan etkilenenlere maddi yardım sağlar. Bu yolla, gelecekteki krizleri engellemiyor, bunlardan etkilenen insanlara yardım etmiyoruz, sadece onları hayatta ve acı içinde tutuyoruz. Acil yiyecek, çadır ve temel tıbbi yardım sağlanması, mağdurların çektiği acılardan güç alan kuruluşlara daha fazla fon çekmek için dolaşan resimlerde iyi görünebilir, ancak sorunu çözmek için hiçbir şey yapmazlar.

Bu nedenle, bence daha maddi kısmını bile ele almadan önce krizin insani kısmını da dahil etmek için “insani krizi” yeniden tanımlamamız gerekiyor. Bu krizlerin olmasının nedeni, insanların göç etmeden önce uygun eğitimi almamasıdır. Sınırsız fırsatlar ülkesi vaat ediliyor ve sonunda kafeslere ya da mülteci kamplarına düşüyorlar ya da hiçliğin ortasında küçük bir kasabaya otobüslerden indirilip yalnız bırakılıyorlar.

Sınır, başvuru sahiplerinin gerekli kriterleri karşıladığını test ettikten sonra, bir ülkenin kabul etmek istediği kişiler dışında herkes için kapatılmalıdır. İnsanlar durumlarını iyileştirmek için yeni bir ülkeye göç etmek isterlerse, önce gerekli hazırlıkları yapmalılar: Yeni ülkenin dilini öğrenmeli, yeni ülkenin refah sistemi üzerinde bir yük haline gelmemeleri için gerekli iş becerilerini edinmeli ve gelecekteki evlerinin temel yurttaşlığı hakkında bilgi edinmeli.

İnsanların sınıra aktığı mevcut durum bir felaket göstergesidir. Bu zaten oluyor ama çok daha kötüye gidecek! Basit bir deyişle, bu bir intihar politikasıdır. Devam ederse, eğitimli ve zengin olanların daha sürdürülebilir toplumlara “yerleştikleri” ters yönde göçü görmeye başlayacağız. Göçmenlerin Amerika Birleşik Devletleri’ne akması demokrasinin temellerini sarsıyor. Onların çökmesi ve Amerika’nın zirveden en alt noktaya düşmesi uzun sürmeyecek.

Yine de, bu senaryo gerçekleşmediği sürece, bundan kaçınmak mümkündür. Kararlılık gerektirir, bu güçlü ulusun başka hangi seçeneği olduğunu anlamıyorum.

Neden Üst Işığın Etkisine İhtiyacımız Var?

Herkes İçin Zohar, Şemot , Madde 18: Yaradan onlara, “İçinizde ölüm var mı? Tora’da “Bir adam çadırda öldüğünde” ve “Bir adam ölüme layık bir günah işlediyse ve öldürülürse” yazılıdır. İçinizde Dinim’e [yargılara] ihtiyaç duyduğunuz günah var mı? ‘Çalmayacaksın’ diye yazdığı gibi, sizde hırsızlık ya da soygun var mı? Aranızda “Zina etmeyeceksiniz” denen, kadınlar var mı? ‘Komşuna karşı yalancı şahitlik etmeyeceksin’ diye yazdığı gibi, içinizde yalan var mı?  ‘Göz dikmeyeceksin’ diye yazdığı gibi, içinizde açgözlülük var mı? Neden Tora’yı diliyorsun?”

Soru: Kişi kendini haklı çıkarmayı bıraktığında, hırsızlık yaptığını, zina yaptığını açıklar mı?

Cevap: Evet, bunu itiraf eder. “Kabul etmek” ne demektir? Bundan kurtulmak istiyorum demektir.

Sadece “Bu bizim doğamız, ne yapabilirsiniz ki?” demiyor. Örneğin, görünüşte zeki insanlar çok sık televizyonda görünüyorlar ve dünyada neler olup bittiği hakkında konuşuyorlar “Biz neysek oyuz, ne yapabilirsiniz?”diyorlar. Bu seviyeden diğerine geçmeleri gerektiğinin farkında değiller. Bu gerçekten bir kişinin içinde ortaya çıkmaz, sadece Kabala ile uğraşırsa çıkar.

Belli bir hazırlık süresi vardır ve sonra kişi şunu fark etmeye başlar: “Derimden çıkmalıyım, dışarı atlamalıyım.” Ve sonra onu kendisinin üstüne çıkarmak için ıslah eden ışığa ihtiyaç duyar. O zaman Zohar Kitabına ihtiyacı vardır.

Ve onun satırları bizim için anlaşılmaz, kesinlikle gerçek dışı, herhangi bir mantıktan yoksun, kafa karıştırıcı ve tuhaf görünse de,  onları okuyarak üst ışığı çekeriz. Bizim için tamamen mantıksızdır.

Bunu neden yapıyorum? Çünkü daha yüksek gücün benim üzerimde hareket etmesini ve nasıl ve neden değişebileceğimi bulmak için, seviyemi onun seviyesine göre değerlendirmeme yardım etmesini istiyorum. Ve esas olarak, bunun için özel bir ön koşulum olmamasına rağmen, bunu yapıyorum.

Kabala çalışmaya başlayan bir kişi, bunun onu nereye götüreceğini anlamaktan çok uzaktır. Bu yüzden buna ihtiyacın yok ve ihtiyacın olmadığı da söyleniyor.  Ama ona ihtiyacı yokmuş gibi görünse de ve sürekli olarak onunla ilgili yanlış bir şey olmadığını söyleyerek kendini haklı çıkarmasına ve kaynağa, Yaradan’a geri dönen ışığa ihtiyaç duymamasına rağmen, yine de Kabala’yı uygularken, sonunda bu ışığa olan ihtiyacı fark etmeye başlar

“Doğadaki Karşılıklı Bağımlılığın Önemi Nedir?” (Quora)

Doğa içinde karşılıklı bağımlılık, onun cansız, bitkisel ve canlı seviyelerinde mevcuttur. İnsan dahil hiçbir yaratılmış varlık, diğer varlıklardan ayrı olarak tek başına var olamaz. Doğada, maddelerin çevreleriyle sürekli bir alışverişi vardır. Bir kaya bile çevresini hisseder ve çevre, henüz tam olarak anlamadığımız birkaç güç ve sistem aracılığıyla kayayı hisseder.

Ayrıca, doğanın seviyeleri yükseldikçe, hatta seviyeler arasında da, daha fazla karşılıklı bağımlılık vardır. Doğanın cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyeleri arasında çok sıkı bir bağ vardır.

Biz insanlar, bir yandan hayvansal dünyanın parçasıyız, doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerine yakından bağlıyız. Ancak öte yandan, insan egosu nedeniyle, doğayı taleplerimize boyun eğdirmek için doğa üzerinde kontrol ve güç isteriz. Böylesi bir eğilim bizim üzerimizde geri teper, çünkü öznel ego, kendisine gerçek faydayı sağlamak için aslında ihtiyaç duyduğu şeye kördür.

Hepimiz birbirine bağlı ve bağımlı bir sistemin parçalarıyız. Ancak egoist tavrımız böyle bir sistemi bozar, yozlaştırır ve dengesizliğe neden olur.

Günümüzde, doğaya, kendimize ve gelecek nesillere ne ölçüde zarar verdiğimizin giderek daha fazla farkına vardığımız bir çağda yaşıyoruz. Dahası, görünüşe göre, aynı egodan kaynaklanan, neden olduğumuz zararı hiç umursamıyoruz.

Bu nedenle, doğadaki bağın önemi şudur ki; bizi, insanları, böyle bir karşılıklı bağa – birbirimize ve doğaya karşı egoist tutumlarımızda, nasıl düşündüğümüzü ve nasıl davrandığımızı anlamaya yönlendirmesidir.

Doğanın karşılıklı bağı ile dengeye ulaşmak için, birbirimize karşı tavırlarımızı doğadaki baskın tutuma uyacak şekilde değiştirmemiz gerekir: egoistten özgeciliğe, ayırandan bağ kurana. Bizler o zaman doğa ile dengeye gireceğiz ve benzerlerini şu anda hayal bile edemeyeceğimiz, yepyeni bir tür uyumlu varoluşu deneyimleyeceğiz.