Category Archives: Din

Dini Mucizeler: Mitler Mi Yoksa Gerçekler Mi?

Yorum: Görünüşe göre Tora’da anlatılan mucizelerin doğa kanunlarına aykırıdır. Bunlar doğaüstü şeylerdir. Deniz ayrılabilir mi? Elbette gelgitler olabilir ama o ölçüde değil.

Cevabım: Yine de, bazen bir yerlerde bir şeyler olur. Bu doğal bir durum veya olaymış gibi her türlü açıklamayı kulaktan duyduğumuz şekilde algılamaya gerek yoktur. Elbette, o bir zamanlar doğal değildi ama oldu. Olabildi.

Ancak ben, denizin kendisi ya da bir grup Yahudi’nin Kızıldeniz’in dibinde nasıl yürüdüğü ile ilgilenmiyorum. Olanların içsel anlamı ile ilgileniyorum. Onlar, tam olarak kötülüğün toprakları ile iyiliğin toprakları arasında, Mısır ile vaat edilen topraklar arasındaki sınırı geçtiler.

Bu nedenle, Kızıldeniz’i geçmek, on Mısır vebası ve geri kalan şeyler doğaüstü olaylar değildir. Onlar sadece bizim dünyamızın çerçevesi içinde belirli bir zamanda gerçekleştiler.

Ancak, esas olarak, bütün Tora tamamen başka bir şeyden – tüm bunların hepsinin bir insanın içinde nasıl gerçekleştiğinden, bahseder. Tora genel olarak sadece kişinin içsel dünyasından bahseder. Mısır, Firavun, Musa, çöl ve Sina Dağı, bunların hepsi insanın içindedir, kişinin deneyimlerinde, edinimlerinde, manevi düşüş ve yükselişlerindedir.

Bu nedenle, tüm dini hikayeyi kulağa geldiği gibi alıp, bir tiyatro yönetmeni gibi sahnede somutlaştırmaya çalışmıyorum.

Yorum: Ama eğer bu eylemler gerçekleştiyse, o zaman orada yazılan her şey de doğrudur. Sonuçta, kişi bunun doğru olup olmadığını anlamak ister.

Cevabım: Tora’yı manevi seviyesinden dünyevi bir seviyeye indirerek bunu kanıtlamaya çalışmıyorum.

Soru: O halde sizin için orada yazılanların aslı nedir?

Cevap: Gerçek şu ki, ben kendim bu dereceye yükselebilir ve ona ulaşabilirim, bu eylemi kendim manevi bir şekilde, içsel vizyonumda yapabilirim,  suları ayrıldığında Kızıldeniz’in geçilmesinin tekrar somutlaşması için değil.

Soru: Yani sizin için mucize, Mısır’dan (egoizmden) çıkış yolu,  insanın benmerkezci düşüncelerinin, arzularının ötesine geçmesi mi?

Cevap: Kesinlikle, mucize tam olarak budur.

Soru: Peki orada gerçekten bazı olaylar oldu mu ya da gerçekleşmiş olabilirler mi?

Cevap: Bunların olup olmadığı önemli değil. Benim için Tora’nın bütün hikayesi, bir insanın egoizm derecesinden komşusuna ihsan etme ve sevgi derecesine kadar içsel, manevi bir yükselişinin hikayesidir.

“Tanrı Herhangi Bir Dine Ait Midir?” (Quora)

Tanrı, gerçekliğin genel doğası ve yasasıdır. Gematria’da, “Tanrı” (“Elokim”) ve “doğa” (“HaTeva”) kelimeleri aynı sayısal değere sahiptir çünkü her ikisi de ihsan etme ve sevgi yasasını veya özgecil sevgiyi temsil eder. Bu, karşılığında bir şeyler kazanmak ve almak için özgecil eylemlerde bulunduğumuz, doğamızda var olan egoist özgecilik anlamına gelmez. Daha ziyade, kendini düşünme veya karşılık içermeyen özgecil yasaya atıfta bulunur.

Tanrı veya doğa açısından, hayattaki amacımız, bizi O’nunla/onunla tam bir form eşitliğine getirmektir. Bu, Tanrı’nın veya doğanın her bir kişiyle ilgili hedefidir. Bizler Tanrı/doğa tarafından sırf bu amaçla yaratıldık.

Tanrı/doğa bizi O’na/ona benzeyeceğimiz bu hedefe götürür. Bu yüzden bizler, İbranice’de “Domeh”, “Lehidamot” (“benzer olmak”) kelimelerinden gelen “Adam”, “insan” olarak adlandırıldık. Egomuzu özgeciliğe, bir ihsan etme biçimine dönüştürerek Tanrı’ya/doğaya benzer hale gelmeliyiz. Böyle bir dönüşümü tamamladığımızda, bu dünyadaki rolümüzü tamamlamış oluruz ve artık bu hayata dönmemize gerek kalmaz. O zaman maddi bedenle kıyafetlenmeden sadece sonsuz manevi yaşamda kalırız.

Tanrı’ya/doğaya benzemek için toplumun üzerimizdeki etkisi aracılığıyla seçme özgürlüğümüzü kullanmalıyız. Tanrı ya da doğa açısından O/o, -ne seçtiğimize bağlı olarak-  olumlu ya da olumsuz güçler yoluyla bizi aynı amaca doğru itmektedir.

Tanrı’nın dini olmadığı da eklenebilir, çünkü dinler, belirli bir amacı olan bu dünyadaki varlığımızın psikolojik olarak haklı bir açıklamasını kendilerine yapmak isteyen insanların bir icadıdır.

Tanrı, bizi O’nun gibi sonsuz ve mükemmel olmaya ilerleten genel doğamızdır.

Dinler, Üst Dünyanın Gizlenmesinin Bir Sonucudur

Bütün dinler Kabala’nın gizlenmesiyle ortaya çıkmıştır.

Bir zamanlar, İbrahim’in zamanından İkinci Tapınağın yıkılmasına kadar, İsrail halkı yani tüm insanlıktan küçük bir grup, en yüksek yasaya benzeme metodunu öğrenmek ve daha sonra bunu kendi üzerlerinde göstermek ve tüm insanlığa iletmek için Kabalistik ilkelere göre yaşadılar.

Bu, esasen bir ulus olmayan, ancak Kabalistik metodolojiyi kendileri için öğrenmek ve başkalarına aktarmak için Babil’den gelen küçük bir grup insan olan İsrail ulusunun misyonudur.

İlk başta bu grup manevi koşullar içinde yaşadı: karşılıklı ihsan ve sevgi içinde, üst dünyanın idrakinde, tek bir yasanın (Yaradan’ın) en yüksek gücü içinde. Sonra, 2000 yıl önce bu seviyeden düştüğünde, egoizm İsrail halkını ele geçirdi, o zaman Kabala bilimi yerine din ortaya çıktı; Yahudilik, Hıristiyanlık ve ardından İslam ondan kaynaklandı.

Yani, üç din de üst dünyanın anlaşılmasının değil, gizlenmesinin sonucudur. Onlar, küreselleşme yasası, tüm insanların birleşmesi, insanlık içinde tamamen tezahür edene kadar var olacaktır.

Şimdi, bu kendini göstermeye başladığında, dinler yavaş yavaş dünya sahnesini terk etmek zorunda kalacak ve onların yerine, Kabala gerçek evrenin 2.000 yıllık gizlenmesi sırasında ihtiyaç duyduğu genel ahlaki desteği olarak değil, kişiyi ıslah etmenin bir metodu olarak yeniden yükselecektir.

“Salgının Dini İnançları Güçlendirme Yolu” (Linkedin)

İnsan kasvetli bir gerçeklikle yüzleşemediğinde, gökyüzüne bakmak içgüdüsel bir tepkidir.  ABD’de virüsün patlak vermesinden bu yana, geçen bir yılda COVID-19 salgınında yarım milyon insan hayatını kaybetti.  Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan yakın tarihli bir anket, ekonomik olarak gelişmiş ülkelerden insanların, COVID-19 patlamasının dini inançlarını artırdığını iddia ettiğini ortaya koyuyor, özellikle ABD’de yaklaşık on Amerikalı yetişkinden üçünün Koronavirüs salgınının inançlarını güçlendirdiğini söylüyor.

Medeniyetin gelişimi bizi doğadan uzaklaştırdı;  bu nedenle, onun davranışının farkında değiliz ve ona karşı daha savunmasız hissediyoruz.  Bu nedenle, muazzam teknolojik kapasitemize rağmen, küresel salgınlar, iklim değişikliği ve diğer krizler karşısında çaresiz kalıyoruz.  Nereden kaçacağımızı, nasıl başa çıkacağımızı bilmiyoruz ve kesinlikle ufukta parlak bir gelecek görmüyoruz.

Bu zamanların belirsizliği, net cevapların olmaması ve umutların azalması, insanları çok eski zamanlardan beri yaptıkları gibi, kaderlerine rehberlik edebileceğini umdukları daha yüksek bir güç için aramaya sevk ediyor.  Karanlıkta el yordamıyla aramaya başlarlar ve sorarlar: Çevremizde gördüğümüz bu kötülüğü yaratan bu güç nerede şimdi, bir sonraki darbeden nasıl kurtulabiliriz ve genel olarak bu dünyanın anlamı nedir?  Bu salgından daha fazla insanın öldüğünü duyduğumuzda, güvenlik duygumuz zayıflıyor, sevdiklerimiz için korku artıyor ve hayat alışılmadık, belirsiz bir gri ton alıyor.  Öte yandan, yaşam koşulları geçen yıl büyük ölçüde değişti.  İş eve taşındı, çocuklar uzaktan eğitime daldı ve yaşam çerçevesi aile sınırları içine indirildi.  Dünyamız küçüldü.

İnsanlar artık neye güveneceklerini veya umutlarını nereye bağlayacaklarını gerçekten bilmedikleri zaman, güvenlik sağlayan bir ışık huzmesi arayışındaki azalan seçeneklerle, din bir dayanak noktası, bir istikrar kaynağı haline gelir.  İçinde her soruya mutlaka bir cevap bulamayabilir ama en azından insanların karşılaştığı korkutucu gerçeklikten biraz rahatlama hissi verir.

Bu geriye doğru bir eğilimin veya daha dindar ve muhafazakâr bir dünyaya doğru eğilimin işareti değildir.  Bunun yerine, bir kargaşa ve çökmekte olan temeller zamanında, yaşamın anlamını arayan insanlığın ve yaşamı yöneten Yüce Güç ile yakınlık içinde geleceğe güvenen bir bağ için, büyüyen bir arzunun işaretidir.  Ancak bu arayış içinde, dini kalıcı bir sükûnet ve tatmin sağlamak için yetersiz bulanlar cevap aramaya devam edecekler.

Ana dinler, tüm dünyaya yayılmadan önce bile sayısız inanç, ritüel ve putperestlik uygulamaları vardı.  İnsanoğlunun her zaman bir güvenlik duygusuna ve açıklanamayanlar için cevaplara ihtiyacı olmuştur.  Bu fikir tartışmalı Karl Marx’ı “din halkın afyonudur” iddiasına sevk ederken Voltaire “Tanrı olmasaydı onu icat etmek gerekirdi” demiştir.  Nitekim kişinin daha yüksek bir güçle bağ kurması iyidir.  Bu, tarihsel gelişim eksenimiz boyunca tezahür eder: kabileler tanrıçalarını onurlandırmak için şenlik ateşlerinin etrafında dans ettiler, heykellere boyun eğdiler ve bu tür uygulamalar yapılandırılmış dinlere ve inanç sistemlerine dönüşene kadar, doğanın gücüne farklı şekillerde taptılar.

Son araştırmanın gösterdiği gibi, salgının son günlerinde dini inancın güçlenmesi, aslında insanlığın içinden geçtiği daha geniş bir gelişim sürecine işaret ediyor.  Küresel COVID-19 salgını bize dünya çapında küçük bir köy olduğumuzu ve gerçekte her ayrıntıyı kontrol eden yüce bir güç altında hepimizin birbirine bağlı olduğumuzu öğretiyor.

Hepimiz, tüm parçalarıyla bağlantılı, tek bir uyumlu doğal sistem içindeyiz ve kişinin zıt egoist doğasının bir sonucu olarak kişi, kendisiyle diğerleri arasındaki bağ iplerini defalarca koparır, böylece doğa yasalarını ihlal eder ve insan toplumunu çevremizdeki yüce gücün hissiyatından koparır.  Koronavirüs, insanlık ve doğa arasında yaratılan boşluğu yeniden doldurmak için bir tür katalizör olan, ahenkli doğa adına insanlığa bir tepkidir.  Bu nedenle acilen ihtiyacımız olan şey aramızdaki olumlu bağlardır, başka bir deyişle sevgi dinidir.

Geleneksel dinin benimsenmesine geçici olarak dönme eğiliminde yanlış bir şey yoktur, bu ilerlememize katkıda bulunur.  Birincisi, insanları birbirine bağlar ve onlara birlik içinde bulunan iyilikler hakkında ipuçları verir.  Bu arada egoist bir bağ olmasına rağmen, daha sonra özgecil hale gelmek üzere düzeltilecektir.  İkincisi, din, inananlara bütünsel doğa ile ilgili zayıflıklarını ortaya koyar ve Yüce Güc’e bağımlılığı ortaya çıkarır.

Böylesine derin bir ilişki herhangi bir dini uygulama, görenek veya gelenekle çelişmez, ancak onlarla aynı sırada gider.  En önde gelen Kabalist Yehuda Ashlag, Son Neslin Yazıları’nda şöyle yazdı: “Komşunu kendin gibi sevmenin dışında, her ulus kendi dinini ve geleneklerini takip edebilir ve biri diğerine karışmamalıdır.”  Çünkü sevdiğin zaman herkes için, her biri için bir yer vardır.  Bu, her toplumun en büyük gücüdür.

 

“Kişinin Dindar Olmadan, Manevi Olarak Kabul Edilmesi Mümkün Müdür?” (Quora)

Evet, mümkündür. Din, almakla ilgili olan ve buna karşılık gelen niyetlere sahip olan bedensel alanda var olurken, maneviyat yalnızca ihsan etmeye odaklanmıştır. Ancak, insanların eylemlerine bakılırsa, bu oldukça belirsiz olabilir.

Maneviyat, yaratılışı asla farklı, karşıt ve çelişkili güçlere bölmemeyi, bunun yerine her şeyi, her şeyin arkasında konumlandırılan bir sevgi ve ihsan etme gücüne atfetmeyi gerektirir.

Manevi yükseliş, bize iyi ve kötü olarak görünen tek bir güce atfedilerek elde edilir. Başka bir deyişle, bizimle ihsan etme ve sevgi tutumu ile ilişki kuran üst güç, gelişimimizi her şeyin ardında konumlandırılmış tek bir gücün nihai keşfine yönlendirmek için, bizimle iyi ve kötü güçler aracılığıyla bir “sohbet” yürütür. Bu süreçte, bedensel gerçekliğimizde algıladığımız şeyin üzerindeki bu manevi güce yapışırız ve manevi merdivenin basamaklarını çıkarız.

Ancak manevi yolda olan insanlar, yetiştirilmeleri, eğitimleri, kültürleri ve kendi milletlerinin geleneklerinin bir sonucu olarak her türlü dini geleneği yerine getirebilirler. Dine bu şekilde davranmanın olumlu olduğunu düşünüyorum.

Yine de din, manevi ilerlemenin yerini almamalıdır çünkü ihsan etmenin ve sevginin manevi gücünün yüce edinimi, her şeyin üstünde ve ötesinde olmalıdır. Din, bizatihi kendisi bu edinime müdahale etmez. Bizi manevi edinimden alıkoyabilecek şey, yanlış bir şekilde dinin maneviyatın yerini alabileceğini düşünmektir. Başka bir deyişle, çeşitli fiziksel eylemlerde bulunmak ve belirli bir programa göre, yazılı kelimelere göre dua etmek bizi manevi edinime götürmeyecektir. Manevi gücün niteliklerini – sevgi ve ihsan etme- kendi niteliklerimiz ve ilişkilerimiz arasında, “Komşunu kendin gibi seveceksin” ilkesinde anlatıldığı gibi, uygulamayı hedefleyerek maneviyatı keşfederiz.

Başka bir deyişle, niyetler, düşünceler ve arzular son derece önemlidir ve eylemlerimiz ikincildir. Pek çok dindar insan, çocukluktan itibaren, düşünmeden bu eylemleri alışkanlıkla yürütür ve bunu yaparken manevi bir yükseliş yoktur.

Maneviyat yani sevme ve ihsan etme niyeti, bu nedenle dini eylemlerle değil, ortak bir niyetle başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurarak elde edilir. Ancak dini eylemler iptal edilmez. Onlar, manevi kökü simgeleyen bir dal gibidirler ve insanlar o kültürün içinde kalabilirler. Bu tür âdetler manevi ilerlemeye ne engel olur ne de yardımcı olur. Onlar sadece bize manevi eylemlerin var olduğunu hatırlatır ki bu da nesiller boyunca korunmalarının sebebidir.

Çoktanrıcılık – Doğal Bir İnsan İçgüdüsü

Soru: Eski Babil’in tüm vatandaşları birçok tanrıya taptı. Çoktanrıcılık ne demektir?

Cevap: Çoktanrıcılık insanın doğal bir evrimidir. Bugün bile bu tür inançların dünyada, özellikle de Doğu’da korunduğunu görebiliriz.

Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam, İbrahim’den kaynaklanmıştır. Diğer tüm inançlar çoktanrıcılığa yani her biri doğa ve insanın kaderi üzerinde özel bir etkiye sahip olan, her türden doğa kuvvetinin çok sayıda tanrısının varlığına dayanmaktadır.

Soru: Her birimizin de bir putperest olduğunu söyleyebilir miyiz? Yani, kişi tüm maddelerin arkasında tek bir gücü bulamazsa, o zaman kişi bir putperest midir?

Cevap: Bu güçleri bu kadar tanrısallaştırdığımızı düşünmüyorum. Sonuçta, putperestler aptal insanlar değildi; daha ziyade, doğanın çeşitli özelliklerine büyük ölçüde bağımlı olduklarını gördüler, ancak onları bir araya getiremediler. Biz de yapamayız.

Yağmur tanrısının, güneş tanrısının, gece tanrısının, gündüz tanrısının vb. bir insanın tamamen bağımlı olduğu ve onlarla iyi ilişkiler sürdürmek için ibadet etmesi gereken büyük doğa güçleri olduğuna inanılıyordu. Sonuçta insan, doğayı tanrılaştırdığı gerçeğiyle birlikte, ona bağımlılığını hissetti.

Yorum: İnsanlar, bastırabilecekleri belirli güçler olduğuna ve en iyi şekilde bunun nasıl yapılacağını bilen farklı rahipler tarafından uygulanabileceğine inanıyorlardı.

Benim Yorumum: Evet. Eğitimsiz, cahil bir köylü düşünün. Bir torba tahıl sunmayı tercih eder ve artık ürünle, kuraklıkla veya sellerle ilgili herhangi bir problemi olmayacağından emin olur.

 

Sorularınıza Cevaplar – Bölüm 230

Soru: Sevgili Doktor Laitman,

Büyük ilgi ile YouTube’da faaliyetleriniz hakkında bilgi edindim. Online sohbetlerinizi izlemeye başladığımda, onların içine tamamen daldım. Bahsettiğiniz koşulların, dünya hakkında hissettiklerime çok yakın olduğunu hissediyorum.

Bir şey kafamı karıştırıyor (ve sizden bunu mümkün olduğunca dürüst bir şekilde tercihen halk etkenlerini dahil etmemek için kişisel bir mesajla açıklamanızı istiyorum).

Şöyle: Eğer Yahudi değilsem (kesinlikle değilim) yaymakta olduğunuz öğretilerle nasıl ilişki kurabilirim? Kabala bilgeliği yalnızca Yahudilere yönelik olan bilgi mi? Bu konuda çeşitli videolarınızı gördüm.

Bunların çoğu evrensel nitelikler (nihayetinde, hepimiz Adem’den gelen bir kıvılcımın sonucuyuz.) Ancak bunların bazıları ağırlıklı olarak Semitik yönelimli ve geri kalanı da hiç değil.

Cevap: Yahudiler ulus değil, fakat bir dünya görüşüdür. Bu grubun, Antik Babil’in büyük halk kitleleri arasından seçilmesi hakkında okuyun – bu konuda çok fazla materyalimiz var.

Answers To Your Questions, Part 230

Sufizm, İslam Kabalasıdır

Soru: Kabala ve Tasavvuf arasında ortak temas noktaları var mıdır?

Cevap: Tasavvuf, İslâm Kabalası’dır. Sufiler, Kabalistlerle aynı ilkelere uymaktadırlar. Tasavvuf çok daha basit olmasına rağmen, gerçek kaynaklarında yazılan her şey Kabala’dan alınmıştır.

Sufism Is Islamic Kabbalah

Peygamberler – Manevi Fütüristler

Soru: Peygamberler kimdi?

Cevap: Peygamber, geleceğin manevi kâhinidir (fütürist). Bir insanı hayvanca durumundan en ilahi hale getirme adımlarını keşfetmiş ve manevi seviyelerde nasıl yükselmesi gerektiğini açıklayan insanlara peygamberler deniyordu.

Madde içinde ne olacağını hiç tahmin etmemişlerdi. Örneğin, Zohar Kitabı 2.000 yıl önce bir mağarada yazılmıştır. Ancak mağara ile ya da o zamanla hiçbir ilgisi yoktur.

İçinde yazan şu ki, bizim zamanımızda manevi yükseliş koşuluna erişmeliyiz; Dünya yüzeyinde ne olacağı hakkında konuşmaz. O, Peygamberleri ilgilendirmiyordu, çünkü Kabala bilgeliği açısından madde yoktur. Bu esasen bize yalnızca öznel duygularımızda verilen bir şeydir.

Yorum: Baal HaSulam, “Son Nesil” adlı kitabında, üçüncü ve dördüncü dünya savaşlarının olasılığı hakkında yazmış.

Yanıtım: Kitaptaki ruh konusundan söz etmemiştir, ama insanlar doğru bir şekilde ilerlemeye başlamazlarsa, insanlığın dünyamızdaki her türlü potansiyel sorunla, ruhu ıslah etmek için nasıl bir yol izleyeceğinden söz etmiştir. Ancak bu bir tahmin değildir!

Söz ettiği şey, doğanın gelişimi için iki bilimsel yol bulunduğudur. Bu 6000 yıl önce bile söylendi. Esas olarak, gelişim aşamaları, Kabala bilgeliğinde Adem’den günümüze kadar ve daha sonra İbrahim tarafından Yaratılış Kitabı’nda (Sefer Yetzira) açıklanmıştır. O zamandan beri her şey oluyor. Burada yeni bir şey yok, çünkü doğanın yasaları sabit ve gözlerimizin önünde gerçekleşiyor.

Prophets – Spiritual Futurists

Modern Dünyada Din

Soru: Çoğu insan dinlerinden dolayı hayal kırıklığına uğrarsa, dünya daha kötü bir yer olur mu? İnsanların karşılıklı imha ve kargaşasına ne engel olur?

Cevap: Hayır, dinlerin ortadan kaybolmasına gerek yok! Kesinlikle hayır! İnsanın bunu anlama şeklinde, din anlamında, inanç için yer vardır, her yerde insanlar tüm yaratılışı ifşa edene kadar; Yaradan’ı tamamen ve bütünüyle ifşa edene kadar.

Kabala bilgeliği hiç bir dini rahatsız etmez!

Eğer insan dini yarattıysa, bu onun için gereklidir. Bütün dinler Kabala bilgeliğinden kaynaklanır ki bu “dostunu kendin gibi sev” prensibine dayanır.

Kabala bilgeliği, kişinin bu prensibi yerine getirmesinin yönlendirilmesine çalışırken, dinler yalnızca diğerlerinin sevgisinden bahseder, ancak maalesef insanlar arasındaki bölünmeye neden olurlar.

Religion In The Modern World