Daily Archives: Mart 22, 2021

Twitter’da Düşüncelerim / 22 Mart 2021

Musa’nın gücü, Mısır topraklarında yaşamanın alçak ve sefil olduğunu, bizlerin egoizmimiz tarafından kontrol edildiğini anlayanları çekip alıyor ve bizi bu tür bir yaşam sürmeye mecbur ediyor. Egoizmin üzerine çıkmak işimiz, misyonumuz, hedefimizdir.

Pesah bayramının anlamı budur.

Bugün insanlık, hayatlarımızı şekillendiren genel bir egoizm, “Firavun” safhasında. Ego gücü arzular, sever ve biz ondan kaçamayız. Onun köleleriyiz. Şimdilik Firavun ve onun kontrolüne hem fikiriz ancak aynı zamanda içimizde kötüye karşı hoşnutsuzluk ve farkındalık uyanıyor.

Bizler Firavun’un gücü altında cennetle yeryüzü arasındayız. Ondan kaçmak istiyoruz ama nasıl, anlamıyoruz. Genç nesil kendi hayatıyla neler yapabileceğini arıyor, “ne için yaşıyoruz”, “neden”? Onların Mısır’dan çıkmanın bir yolunu bulmasına yardım etmeliyiz …

Firavun iyi bir güç, öğretmenimiz. Bizi eski yaşamlarımızı geliştirmeye çeker, böylece onu kontrol edip amaçsız yaşayamayacağımızdan ve arzumuzun yenileneceğinden emin oluruz. İlerlemeliyiz. Ama nasıl ve nereye?

Firavun bir darbeden diğerine zalimleşir, bize neyi arzulayacağımızı, neye çabalamamız gerektiğini öğretir.

Pesah bayramı ego-arzunun komşuya zararlı olduğunda bile “her şey benim için” kontrolünden, kendi pahasına bile olsa “başkalarının iyiliği için” arzusuna – bir geçiştir. Bu, egoizmden ihsan etmeye, nefretten sevgiye bir sıçramadır.

Hayatımızı değiştirdiğimiz ve kötü eğilimden – alma arzusundan, iyiye – ihsan etme arzusuna geçtiğimiz zaman

Sürgündeki Kardeşler

Bizi ileriye iten ve bizi birbirimizle bağ kurabileceğimiz ve sonra Yaradan ile bağımızı ifşa edebileceğimiz onlunun merkezini aramaya zorlayan, sürgün duygusudur. Sürgünün acıları bizleri, etrafı kurtlarla çevrili olduğu için bir araya toplanmış koyun sürüsü gibi birleşmeye zorluyor.

“Ego Bozulduğunda” (Linkedin)

Hatırlayabildiğimiz sürece, ego bizim müttefikimizdi. Bize büyük başarılar kazandırmıştır: Mağaralardan çıktık, tarımı geliştirdik ve kendi yiyeceğimizi üretmeyi öğrendik, yeryüzünün ve gökyüzünün efendileri olduk, vebaları yendik ve yalnızca iki yüzyıl önce yeryüzündeki her insanın potansiyel olarak krallara layık bir yaşama sahip olmasını sağladık.

Ama bizler bu noktaya gelemedik. Bazılarımız hayal bile edilemeyecek bir refahın tadını çıkarırken, diğerleri atalarından hiç olmadığı kadar kötü durumda; yiyeceksiz, susuz ve haysiyetsiz sinekler gibi ölüyorlar. Vebaları yenebilirdik, ama öyle görünüyor ki sanki biz kendimiz dünyayı kin ve nefretle ile istila eden bir veba haline geldik, hemcinslerimiz için, tüm yaşam için ve gezegenimiz için. Sahip olduğumuz her şeyi bize kazandıran ego, bozulmuş görünüyor ve şimdi onunla başardığımız her şeyi yok ediyor.

Büyümek ve gelişmek için egoyu kullandığımız sürece, ego bizim lehimize çalıştı. Egoyu her zaman sadece gelişim için değil, aynı zamanda düşmanları ve rakipleri yenmek için de kullandık, ancak onun ele geçirmesine izin vermedik. Geçtiğimiz birkaç on yılda, ego yaptığımız her şeyi devraldı ve başkalarıyla ilişkilerimiz artık sadece kendimizi inşa etme arzusuna değil, çoğunlukla olmasa da büyük ölçüde incitme, aşağılama ve hatta başkalarını yok etme arzusuna dayanmakta. Ego bir kez yıkıma odaklanmaya başladığında, her şeyi mahveder. Bu gerçekleştiğinde, bizi başka bir dünya savaşına sürüklemeden önce, ona veda etmenin zamanı gelmiştir.

Bunu hala anlamıyoruz; hala egonun bizim arkadaşımız olduğunu düşünüyoruz, ancak tüm ebeveynlerin çocuklarına söylediği gibi, “Kötü arkadaşlıklardan uzak durun!” Ego artık kötü bir arkadaştır çünkü herkesle savaşmak ve herkesi yok etmek için, sorunlardan başka bir şey aramaz, bu yüzden ondan uzaklaşmalıyız yoksa bizi de beraberinde sürükler.

Bir alternatif var: İleriye giden yol, el ele vermek ve güçleri birleştirmektir. Ego bu şekilde tatmin olmayabilir çünkü kimseyi yok etmeyeceğiz, ancak egolarımızın aksine geleceğimizde güven, neşe ve kendimize güven kazanacağız. Günümüzde, yalnızca birleşmiş bir toplum gelişebilir. Sadece farklı geçmişlere, inançlara ve ideolojilere sahip insanlar el ele verdiklerinde, dünyadaki değişen koşullara uyum sağlayabilecek hayati ve esnek bir toplum yaratabilirler. Yalnızca tek bir ideoloji hüküm sürdüğünde, hızla katı ve kırılgan hale gelir ve çok geçmeden çöker. Nazi Almanya’sı, Faşist İtalya ve Komünist Sovyetler Birliği’nde ne olduğuna bir bakın, başarılı olmak için çeşitliliğin bir gereklilik olduğunu ve egonun hüküm sürdüğü yerde çeşitliliğin gelişemeyeceğini anlayın. Egoyu tahttan indirmenin zamanı geldi.

Sonsuz Manevi Tatminin Sırrı

Maddesel dünyada tatmin, hazzı söndürür. Acıkırsam ve yemeye başlarsam, yavaş yavaş açlığımı giderir ve iştahımı kaybederim ve iştahla birlikte haz kaybolur. Sonuç olarak, boş kalırım, tam bir sıfır olarak ve bu, diğer her şeyde de öyledir.

İlk başta alevlenen ateşli aşk, yavaş yavaş rutin hale gelir ve soğur. Alışkanlık hazzın tadını köreltir ve sonunda onu öldürür, bu da ölüme yol açar.

Ancak manevi yaşam sonsuz ve mükemmeldir çünkü manevi eylemlere girmeden önce bile onları nasıl sonsuz ve mükemmel hale getireceğimizi öğreniriz, yani arzumuz yok olmaz, sadece büyür. Arzunun ana şey olduğunu anlamalısınız ve sürekli büyümesi ve kalitesi üzerinde çalışmalısınız.

Bu nedenle, manevi ilerleme, Adam HaRishon parçalandığında, Yaradan tarafından bizim için hazırlanan her türlü özellik tonunu içeren arzumuzun ne kadar gelişmiş ve çok yönlü olduğu ile belirlenir.

Ve bizler, bu arzuyu besleriz öyle ki ondan tek bir parçacık bile kaybolmasın. Tüm arzuların var olduğundan ve birbirini desteklediğinden, birbirlerini zenginleştirdiklerinden emin oluruz ve bu sayede NRNHY’ın tam ışığına, ıslahın sonuna ulaşırız.

Maddesel dünya ile manevi dünya arasındaki fark, bedensel eylemlerde doyumun arzuyu söndürmesidir. Ve maneviyatta, haz alarak arzuyu nasıl daha fazla artırabileceğimizi öğreniriz.

Bu nedenle, arzu bizim için asıl şeydir, tatmin değil. Sonuçta, tatmin, tamamen arzunun büyümesine ve doğru konumlandırılmasına bağlıdır. Arzunun kendisinin, büyüdüğü ve güçlendiği gerçeğinin tadını çıkarmaya başlarım.

Bu tamamen farklı bir çalışmadır çünkü arzumu yerine getirmeyi umursamam. Sonuçta, üst dünyada her zaman sonsuz memnuniyet vardır ve sadece her zaman doğru arzuya sahip olmak ve onu mümkün olduğunca büyütmek konusunda endişelenmem gerekir.

Bu nedenle, Yaradan’a yaptığımız dualar, istekler ve övgüler; O’na her yakarış o kadar önemlidir ki, çünkü koşulumuzu ve memnuniyetimizi onlar belirler. Aslında, içimdeki arzudan haz alırım.

Bu yüzden ilk aşk acıları çok tatlıdır. Onlar fiziksel tatmin değil, haz verenlerdir. Tatmin gelir ve gider ve geride boşluk bırakır. Ruhu doldurabilen ve hafızada kalan bu özlemdir.

Tüm sanat eserlerinin zihinsel ıstıraptan, özlemlerden ve duadan bahsettiğini görürüz. Bu nedenle, gerçek tatminin, sevilen kişiyi özlemekten geldiğini unutmamalıyız.

Tatmin sadece arzuyu artırıyorsa, bu maneviyatta olduğumuzun bir işaretidir. Sadece kendimden vazgeçmeye çabalarken, dolumu bastırmam, aksine onun için yeri genişletirim ve arttırırım.

21’inci Yüzyıl: Sorunun Kökenine Bakmak

Soru: Yuval Noah Harari’nin “21. Yüzyıl İçin 21 Ders” adlı kitabı, insanlığın önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı zorluklardan bahsediyor.

Ki onları kitlesel işsizlik, teknolojik, politik ve çevresel zorluklar, nükleer silahlar, değerlerin değişimi, inançsızlık çağı veya yeni-hakikat çağı, kitlesel savaşlar, eğitimde bir değişiklik ve gelecekte sürekli yönelim bozukluğu olarak tanımlıyor.

Yazar, dünyanın yakın zamana kadar üzerinde tutunduğu eski inançların çoktan çöktüğüne, ancak bunların yerini alacak hiçbir şeyin gelmediğine inanıyor. Nereye taşınacağımızı, ne yapacağımızı, hangi becerileri edineceğimizi anlamıyoruz. Bu nereye götürebilir?

Cevap: Bu zorlukları insanlık için doğrudan bir tehdit olarak görmüyorum çünkü insanlık daha ciddi bir ortak hedefle karşı karşıya: bizi sürekli yok eden doğamızın üzerine çıkmak.

20.yüzyılda her türlü teknik ve teknolojik devrimi ve iki dünya savaşını yaşadık ama bu bizi kurtarmıyor. Bilgisayarlaşma ve teknolojik atılımlara ulaştık, ancak bu bile bizim için zararlı. Egoizmimizin sadece insanlığı öldürdüğünü, yeni seçkinler yetiştirdiğini ve onların bir hidra gibi etraflarındaki her şeyi yuttuklarını görüyoruz.

Bu nedenle, sorunun kökenine bakmalıyız. Sosyal, politik, ne olursa olsun değiştirebiliriz, teknolojileri binlerce kez değiştirebiliriz ama bir tür “her derde deva” ilaç için belirli bir umuttan sonra, kendimizi yine kaybedenler olarak buluruz çünkü bir “yılan” gibi egoizmimiz her şeyi ele geçirir ve bize hiçbir şey bırakmaz.

Bu nedenle, herhangi bir alandaki tüm teknolojiler ve ilerlemeler, gelişimimizde bizi hala hayal kırıklığına uğratacaktır. İnsanlığı, gelişimimizin meyvelerine layık, mutlu edebilecekmişiz gibi görünüyordu, ama tam tersine, kendisinin daha derine düştüğünü hissettiğini, haksız bir şekilde ülkelere, uluslara ve sınıflara böldüğünü görüyoruz. Sonuç olarak, kendimizi yine büyük bir hayal kırıklığının karşısında buluyoruz.

Bu nedenle, ana hedefimizi, insanın egoist doğasını almalı ve bunu nasıl düzeltebileceğimize bakmalıyız. Bu olmadan, talihsizliklerimizin tüm kaynakları veya nedenleri hiçbir şeye yol açmayacaktır. Tam olarak köke bakmamız gerekmektedir.

“Dans Etmek Manevi Bir Şey Midir?” (Quora)

Dans etmek çok doğaldır. O, bedenin dilidir. Kendimizi ifade edecek sözün kalmadığı yerde dans ederiz.

Dans etmek ve şarkı söylemek, üst güçle, kaderimizle ve umutla bağlantı kurma arzumuzdan kaynaklanır.

Nesiller boyunca gelişen bireyselleştirilmiş dans biçimi, egoist gelişimimizin bir sonucudur; burada ne kadar egoist olursak, dans da dahil olmak üzere insan faaliyetlerimiz o kadar bireyselleşir.

Gruplar halinde ve daireler halinde dans etmek bize başkalarıyla bağlantı hissi verir, burada birlikte dans ederek, daha güçlü hale geliriz ve kendimizi daha fazla niyet ve arzu ile besleriz. Birlikte dans etmek bize bireysel olarak dans etmekten çok daha fazla güç verir çünkü birlikteliğimizde manevi bir güç bulunur ve bu da egolarımızın üstesinden gelmemize yardımcı olur. Böylece, böyle bir düzende, negatif egoist güçler, bağımızı artıran pozitif güçler haline gelir.

Kabala bilgeliğine göre, dans, iki kutup gibi bölünme ve nefret üzerine binmek zorunda olan bağ ve sevginin ifadesidir. Bu zıtlıkları birbirine bağlamak bizim işimizdir ve dans, birbirine yakınlaşıp sonra geri çekilmek ve yukarı ve aşağı zıplamak gibi zıt hareketlerin bir dengesi olarak ortaya çıkar. Bu, doğa tarafından yaratılan bireysel ve ayrı varlıklar olarak doğamıza, bu durumu nasıl aştığımıza ve bu durumun üzerine nasıl yükseldiğimize ve bir olma arzumuza işaret eder.

Yaradan’la dansa “gelin ve damadın dansı” denir. Yaradan ya da üst güç damattır ve bizler kendimizi Yaradan ile bağa getiren geliniz. Bizler o zaman Yaradan’ın bizden istediği her şeyi özveriyle yapmaya hazırızdır ve bu bizim dansımız olur.