Category Archives: Çevre

Esas Olan Düşüncelerdeki Çalışmadır

Soru: Kişi nasıl toplumun bir parçası olarak kalabilir, çalışabilir, askerlik yapabilir, aile sahibi olabilir ve diğer yandan özgecil değerler geliştiren bir grup insan içinde yer alabilir?

Nasıl herkesle bağ kurabilir ama düşüncelerinde yalnız olabilirsiniz? Herhangi bir metodoloji veya tavsiye var mıdır?

Cevap: Belki de burada özel bir şeye ihtiyaç yoktur. Dünyadaki diğer herkes gibi okumak, çalışmak, aile sahibi olmak, kendinin ve çocuklarının geçimini sağlamaya çalışmak zorundasınız. Kabalistler de çalışırlar ve diğer insanlarla aynı şeyleri yaparlar: askere giderler, ailelerine bakarlar vb.

Ama aynı zamanda Kabala ile meşgul olurlar ve çevremizdeki herşeyin neden bu şekilde düzenlendiğini, doğanın güçlerinin bizden ne istediğini, nereye doğru gittiğimizi ve neye doğru geliştiğimizi anlamaya başlarlar. Kabala bilimi, dünyamızı daha iyi anlayabilmemiz için verilmiştir.

Bu yüzden, Kabala çalışan bir kişinin esas işi düşüncelerdeki çalışmadır. Sonuçta, ne kadar süre onunla benzer düşüncede olan insanlardan oluşan bir grupta olabilir? Günde bir ya da iki saat. En iyi ihtimalle derse katılır. Geri kalan zamanda kişi kendiyle baş başadır.

Dünya, Onu Algılamaya Gücümüzün Yettiği İle Sınırlıdır

Onludaki bağın, birlikte olmanın bizim için kolay ve keyifli olduğu eski sınıf arkadaşlarıyla veya diğer uzun süreli arkadaşlarla olan, basit arkadaşlıkla aynı olduğunu düşünüyoruz.

Ama onlu kesinlikle bununla aynı değildir. Onludaki dostlarla bağ kurarak manevi bir Kli (kap) inşa ederiz. Bu sayede Yaradan’ı, iyilik yapan iyiyi, bağımıza çekeriz ve durumumuzu ıslah eden O’dur.

Bu nedenle onludaki bağ, sadece dostane bir bağ değildir, her şeyi ıslah edebilecek tek güç olan daha yüksek bir manevi gücün bağımıza çekilmesidir.

Ve eğer bugün savaşları ve acılarıyla önümüzde görünen dünyanın resmini, uygulamada değiştirmek ve Yaradan’a yaklaşmak istiyorsak, o zaman “Dost sevgisinden Yaradan sevgisine.” dendiği gibi, dostlarımıza yaklaşmamız gerekir.

Ve o zaman, bizim bağımız içinde, Yaradan ifşa olacak ve dünyanın durumunun nasıl değiştiğini hissedeceğiz.

Etrafımızda gördüğümüz tüm durumlar, aslında bizim kişisel, içsel durumlarımızdır. Dünyada gerçekten neler olup bittiğini görmüyoruz, ancak yalnızca algılamaya gücümüzün yettiği şeyleri görüyoruz.

Ve eğer dünyada sadece yargının gücünün değil, sevgi ve merhametin de hüküm sürdüğünü görmek istiyorsak, bunu birliğimizin ve Yaradan’a duamızın gücüyle yapabiliriz. Yargının gücü, yalnızca son ıslahın en son aşamasında tamamen ortadan kalkacaktır. Önemli olan, bu dünyanın hissiyatından, en düşük gerçeklikten hemen yükselmek ve Yaradan’ın bizi daha yükseğe yükseltmek için, her şeyi bizim yararımıza yaptığını hissetmektir.

 

“Düşünceden Önce Ne Gelir?” (Quora)

Her şeyin temeli, yaratılmış tek öz, arzudur.

Arzu, bu sebeple birincildir ve düşünce de arzunun bir sonucudur.

Bununla beraber, arzuladığımız şeyi elde etmek için, zihin, arzunun yanında, ona uygun olarak gelişir.

Her ne kadar arzunun, düşünceden önce geldiği fikrine direniyorsak da buna rağmen zihin – ve dolayısıyla düşünce – arzunun hizmetkârıdır ve yalnızca arzuya hizmet etmek için gelişir.

Bu yüzden biz, zihinlerimizi asla nesnelleştiremeyiz ve arzularımızdan özgürleştiremeyiz. Ancak, çevrenin etkisi altında (bkz. “Özgürlük” makalesi, Kabalist Yehuda Aşlag –Baal HaSulam-), yani bizi çevreleyen sosyal, kültürel ve diğer eğitimsel itici güçlerin etkisi altında, arzularımızı değiştirebiliriz. Başka bir deyişle, çevremizde bir arzuyu yerine getirmenin diğerine göre daha önemli olduğunu öne süren örnekleri gözlemleyebilir ve bunu yaparak arzularımızı değiştirebiliriz.

Bu ilkeyi ve çevrenin üzerimizdeki etkisinin büyük önemini anladığımızda, bizi yaşamlarımızın nihai hedefine (doğada saklı olumlu gücü ortaya çıkardığımız uyumlu bir bağlantıya) götüren bir çevrenin etkisi altında, hem arzularımızı hem de zihnimizi uyum içinde sürekli olarak geliştirebiliriz.

Dahası, eğer büyük arzularımız varsa ama zihnimiz bunları gerçekleştirecek kadar gelişmemişse, o zaman kendimizi makul bir şekilde kontrol etme yeteneğimizi kaybedebilirdik.

“Çevreyi Nasıl Koruyabiliriz?” (Quora)

Her sorunumuz, kendimizi doğadan ayrı olarak algılamamızdan, “ben”i “benim dışımdaki herkes ve her şeyden” farklılaştırmamızdan kaynaklanıyor.

Böyle bir algı, çevremizi bize tabi olarak görmemize neden oluyor. Çevreyle ilgilendiğimizde bile, bunu doğanın tüm sistemini göz önünde bulundurmadan, yalnızca kendi yararımızı düşünerek yapıyoruz.

Aşırı kişisel çıkarımız, doğanın bütünsel olarak birbirine bağlı sistemindeki dengeyi bozuyor ve doğadan olumsuz geri bildirim alınmasına neden oluyor. Bunun sonucunda da ekolojik felaketler, salgın hastalıklar ve sayısız başka olgularla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu nedenle yaklaşımımızı “çevreyi nasıl koruyabiliriz?”den, kendimizi doğanın ayrılmaz bir parçası olduğumuz algısına doğru değiştirmemiz gerekiyor.

Genel olarak, düşüncelerimizin ve arzularımızın gücünü hafife alıyoruz. Onlar doğadaki en kuvvetli güçlerdir ve doğada büyük değişimlere etki etme potansiyeline sahiptirler.

Sorun şu ki, düşüncelerimizin doğa üzerindeki etkisi bizden gizleniyor.

Buna bağlı olarak, doğa üzerindeki en güçlü etkimiz bunların nedeni olan noktada tedavi edilmeyi beklerken, bizler sadece doğa üzerindeki gaz emisyonları ve atık kirliliği gibi dışsal etkilerimizle ilgileniyoruz.

“Her Durumda Sakin Kalmayı Nasıl Öğrenebilirim?”

Her durumda sakin kalmak imkânsızdır. Ayrıca, her zaman sakin olmak zorunda da değiliz.

Doğa, sürekli egomuzu büyüterek bizi geliştirir. Çağlar süren insan gelişimine bakarsak, yemek, seks, aile ve barınma gibi temel hayatta kalma arzularından -mağara sakinleri olarak sahip olduğumuz arzulardan- medeniyetler olarak geliştiğimizde ortaya çıkan para, onur, kontrol ve bilgi gibi egoist arzulara kadar olan gelişimi görebiliriz.

Ego ne kadar büyürse, o kadar az sakin kalırız.

Kızgınlık, tedirginlik ve stres, kargaşanın nedeni olarak insan egomuzun farkına varmamız ve böylece egonun üzerine çıkmak için samimi yeni bir arzu geliştirmek için, doğanın bizi hissetmeye teşvik ettiği durumlardır.

Bu noktada, egonun üzerine çıkmak için cesaret ve güven hissettiğimiz destekleyici bir ortama ihtiyacımız vardır.

Böyle bir ortamın bir yönü, bizi insan egosunun üzerine yükseltmeyi amaçlayan düzenli öğrenme ve faaliyetlerdir, bu da bizi dengemizi bozacak her türlü kızgınlığa karşı korur.

Başka bir deyişle, çevremizle olan dengesizliğimizin kaynağının ego olduğunu kabul ederek ve egonun üzerine çıkmak için kendimizi düzenli olarak kalibre ederek, destekleyici çevremizi güçlendirmemiz gerekecek ve bu da yaşadığımız her türlü durumu kendi başımıza bırakıldığımızdan, daha hızlı atlatmamıza yardımcı olacaktır.

“Duygularını Nasıl Dengeleyebilirsin?” (Quora)

Duygularımızı çevrenin yardımıyla dengeleyebiliriz.

“Çevre” derken kastettiğim topluluğumuz ve onun kişiye etkileri yani içimizde uyanan duyguları nasıl yönlendireceğimiz konusunda bize rehberlik edecek etkilerle kendimizi kuşatabiliriz.

Örneğin, arkadaşlarımız bize bir şeyi yapmamızı ya da yapmamamızı söylediğinde ve onların etkisi onların tavsiyelerine uymamızı sağladığında burada adeta bir akran baskısı örneğini farkederiz. Çevremizi saran bu gücü kullanarak– yani çevremizi saran insan türleri, medya ve değerler- seçebilir ve buna göre belirli duygulara karşı tutumumuzu değiştirebiliriz.

O zaman sosyal etkileşimler vasıtası ile zekamızı inşa edebiliriz. Arzularımız sürekli olarak büyür ve buna bağlı olarak büyüyen arzularımızla başa çıkabileceğimiz daha büyük bir zeka inşa etmemiz gerekir.

Büyüyen arzularımızla en iyi şekilde başa çıkabilmemiz için zekayı geliştirmek amacıyla çevresel etkilerimizi ayarlamak eğitimin özüdür. Genç nesle öğretmemiz gereken şey, duygularımızı zekamızla dengeleyebileceğimiz ve bunu yaparak hayattaki mükemmel halimize gelebileceğimizdir.

Bu nedenle, sürekli açığa çıkan duygularımızı belirli bir yönde tamamlayabilecek bir ortam bulmaya çalışmalıyız. Çevremiz, içsel heyecanlarımıza ve patlamalarımıza aracılık ederek onları gerçekleştirebileceğimiz bir duruma getirerek, ancak hem kendimize hem de başkalarına fayda sağlayacak şekilde gerçekleştirmemize yardımcı olan bir sönümleyici görevi görmelidir.

Başka bir deyişle, çevremizle ilgili olarak kendimizi, çevrenin yapmak istediklerimizi kabul edip etmediğini incelememiz gerekir. Arzularımızın çevreninkilerle uyuştuğunu görürsek, arzularımızı gerçekleştirmeye devam edebiliriz. O zaman yapmak istediklerimizi gerçekleştirebileceğimize, bunun hem bize hem de çevremizdekilere fayda sağlayacağına, devam edip arzularımızı gerçekleştirirsek her şeyin yoluna gireceğine karar verebiliriz.

İşte bu şekilde duygularımızı dengeleyebiliriz – çevremiz aracılığıyla aklımız ve duygularımız arasında nasıl denge kuracağımızı öğrenerek.

İnsan, İhsan Etme Niteliğine Edinen Kişidir

Yorum: Çevrenin insan üzerindeki etkisi çok büyüktür. Örneğin, Rusya’da büyüyen bir Afrikalı, tüm Ruslarla aynı olur.

Cevabım: Bu doğaldır çünkü bir bireyi alıp, çevrenin etkisi altında gelişmesine izin veriyorsunuz. Ama bunun Kabala ile ilgisi yok.

Bu, sıradan bir insan için dinlere, her türlü inanca, felsefeye, her şeye ve bu dünyanın çerçevesine giren her şeye atfedilebilir.

Dünyada kendilerini yükseltmekle ve ruhlarının amacını takip etmekle ilgilenen çok az insan vardır; dünyada onlardan çok az var, belki de birkaç milyon ki onlar için dünyevilik yoktur. Dünyevi olan her şeyi, gelişimin hayvansal seviyesi olarak görürler; bu nedenle, bir sonraki “insan” seviyesine yükselmeleri gerekir. Onların anlayışları tamamen farklı bir sisteme göre gerçekleşir.

İnsan, ihsan etme niteliğini edinen kişi için kullanılan terimdir. Yani, tüm hayvansal tarafı üzerinde tam bir kısıtlama yapan, onu evcil bir hayvanda olduğu gibi sadece gerekli olanla besleyen ve diğer her şeyi yalnızca ihsan etmeye, başkalarıyla bağa ve kendi dışını doldurmaya yönlendiren kişidir – nihai olarak Yaradan’ı amaçlayandır.

“Gelecekte İnsanlar Ve Toplum Nasıl Değişecek?” (Quora)

Sonunda toplumdaki herkesin aynı refah düzeyine sahip olacağı, normal bir yaşam için ihtiyacımız olanı alacağı, başkalarını önemseyerek sosyal hayata katılma potansiyelimizin tam olarak gerçekleştirileceği ve toplum genelinde karşılıklı düşünce ve sorumluluğun önemini artıracağı bir duruma ulaşacağız.

Böyle bir durumda, tutkularımızı ve arzularımızı tamamen yerine getirebileceğiz. Rekabetçilik, kıskançlık, şevk, şöhret ve kontrol gibi özelliklere sahip olmamızın bir nedeni var. Bu tür özellikler aynı kalacak, ancak bunları birbirimiz pahasına kullanmak yerine, birbirimize fayda sağlamak ve yükseltmek için kullanacağımız yeni bir yol bulacağız.

Karşılıklı düşünce ve sorumluluk durumuna ulaşmak, yalnızca gıda, barınma, güvenlik, sağlık ve eğitim gibi hayatın temel ihtiyaçlarının garanti altına alınacağı anlamına gelmez. Yaşamın temellerini almanın yanı sıra, doğa ile dengemizi koruyarak dünya çapında yaşam kalitesini sürekli olarak yükseltebileceğiz. Böyle bir durumda ıstırabın her türlüsü azalacak ve birbirimiz için istediğimiz tüm bolluğu sağlayabileceğiz. Bu, kendimizi yalnızca fiziksel bedenin minimum gereksinimlerini karşılamakla sınırladığımız bir durum olmaktan çok uzaktır. Yine de, her insana yaşamın temellerini sağlamak, böyle bir duruma yönelik ilk hedef olacaktır.

Geleceğin toplumu, dikkate almamız gereken birkaç faktöre sahiptir. Mevcut deneyimli sistemler var olmaya devam edecek mi yoksa aynı çevrenin ve sosyal kontrolün sürekli etkisi altında olacak yeni sistemler yaratmamız mı gerekecek? Bunlar çok ilginç incelemeler, ancak nihayetinde kendimizi ve sosyal çevremizi nasıl mükemmelleştireceğimizi öğrenmemiz gerekecek. Uyumlu ve barışçıl bir toplumun temeli budur.

“Eğitim Ne Kadar Önemli?” (Quora)

Öncelikle eğitim nedir? Eğitim, üzerimizde olan her çeşit çevresel etki anlamına gelir – herhangi birimiz ve herhangi bir tür etki, özümsediğimiz her şey. Doğal olaylar, hayvanlar, yaşadığımız bir orman veya okyanus olabilir. Gün boyunca kaynaştığımız bir toplum veya birkaç topluluk olabilir. Dışımızdan özümsediğimiz her şey bizi etkiler ve değiştirir. “Eğitim” teriminin genel anlamı budur.

Sürekli eğitim alıyoruz. Bilerek veya bilmeyerek, her gün yeni olan ve bizi eğiten bir atmosfer ve çevre ile sarılmış durumdayız. Bu nedenle, eğitimi tartışıyorsak, aldığımız etkilerin kasıtlı olarak bize mi, her bir kişiye mi yönlendirildiğini – onları belirli bir yönde şekillendirdiğimizden dolayı – veya etkinin kasıtsız ve görünüşte rastgele olup olmadığını kesin olarak ayırt etmeliyiz.

Daha sonra, günlük olarak aldığımız çevresel ve sosyal etki türlerini ve ait olduğumuz toplum türlerini de incelememiz gerekir. Çevresel ve sosyal etkilenmelerimizin incelenmesi ve seçimi, yaşamlarımızda nasıl ilerlediğimiz açısından çok önemlidir, ancak aynı zamanda toplumun bizi nasıl etkilediğini de bilmek zorundayız, çünkü aksi takdirde şu anda nerede olduğumuzu ve nereye varacağımızı bilemeyiz.

Geleceğimizi ve insanlığın veya belirli bir ülkedeki tüm toplumun geleceğini, hayattaki izlenimlerimizin sonucu olarak görmeliyiz. Bu tür izlenimler amaçlı olarak bize yönelikse ve düşüncelerimizi, değerlerimizi ve davranışlarımızı etkiliyorsa, bunu dikkate almalıyız. Bu, çocuklarının suç, uyuşturucu ve diğer olumsuz unsurların etkilerinden kurtulmasını isteyen ebeveynlere benzer. Ebeveynlerin çocuklarına karşı net olması gibi, yetişkinler için de bu böyledir. Ayrıca, sosyal etkilenmelerimiz, internet, televizyon, filmler, radyo ve benzeri diğer medya aracılığıyla özümsediğimiz şeyleri de içerir. Her şey bizi etkiler, bu nedenle içinde bulduğumuz çevreyi ve değerleri yeniden gözden geçirmeli ve etkilenmelerimizin olumlu mu olumsuz mu olduğunu ve gelişmemizi uyumlu ve barışçıl bir duruma yönlendirmek için ne tür çevresel ve sosyal etkilere (yani ne tür bir eğitime) ihtiyacımız olduğunu kontrol etmeliyiz.

Böyle bir eğitim yöntemini bazı yerlerde tartışıyorum ve ilgileniyorsanız, daha fazla bilgi için Quora biyografimdeki bağlantıları takip etmenizi tavsiye ederim.

Dünyanın Resmini Nasıl Algılıyoruz?

Bizi mutlu ve/veya mutsuz eden şey, nesnelerin gerçekte ne olduğu değil, onları algı yoluyla neye dönüştürdüğümüzdür (Arthur Schopenhauer).

Yorumum: Elbette. Her hangi bir nesne zaten en başından beri benim içimde vardır ve onu başka bir şeye dönüştüren benim. Aksi takdirde, bu konuda söylenecek bir şey yok.

Eğer bir şeyden ya da birinden bahsediyorsam, o zaman algımı ifade ediyorumdur ve bu nedenle, bu şey zaten benim içimde vardır. Hangi formda var olmakta, ben bundan bahsediyorum. Başka nasıl olsun ki? Eğer algılamıyorsam ne hakkında konuşabilirim ki?

Soru: Ama dedikleri gibi bin kişi, bin görüş. Ortak bir dili nasıl buluyorlar? Neden herkes bir şeyi aynı, bir şeyi farklı algılıyor?

Cevap: Herkes, kendi içinde, kendi niteliklerine dayanarak.

Yorum: Diyelim ki herkes bir masayı, sandalyeyi, bir tür çevreyi aynı şekilde algılıyor…

Benim cevabım: Aynı değil çünkü kıyaslayamayız. Sadece aynı olduğu konusunda hemfikiriz.

Diyelim ki “sandalye, masa” diyoruz, bunun bende ve sizde aynı algıya neden olduğunu kabul ediyorum ama hiçbir durumda ne tür bir nesne olduğunu bu bize belirtmez, sadece bizim içimizde nasıl algılandığını belirtir.

Yorum: Prensip olarak, herkes kendi kişisel yolunda algılar ve dahası, bu tür nüansları (bir şey benim için ve onun için ne kadar ekşi vb.) karşılaştıramayız. Ortaya çıkan şudur ki insanlar aslında dünyanın resmi üzerinde hemfikirdir: biz bunu böyle algılıyoruz.

Benim cevabım: Evet, çünkü onlar orijinal olarak bazı ortak benzerliklere göre var olurlar. İnsanın algılamasında belli başlı nitelikler vardır ve bu yüzden, onlar aynı fikirde olabilir.