Category Archives: Egoizm

Egoist Akıl Nasıl Manevi Hale Gelir?

Soru: Egoist aklımız nasıl manevi hale gelir ve bu değişiklikler onluda nasıl gerçekleşir?

Cevap: Egoist akıl, Yaradan’ın ışığının etkisiyle yavaş yavaş manevi hale gelir.

Birbirimize ne kadar yaklaşırsak, o kadar birleşiriz ve Yaradan’ın ışığının etkisini üzerimize o kadar davet edebiliriz. Bu ışık, bizi birleştirecek ve onun etkisiyle Yaradan’a yaklaşacağız ve O’na benzer hale geleceğiz.

Bunların hepsini hislerimizde yaşayacağız ve nasıl yakınlaştığımızı, birleştiğimizi ve böylece yavaşça hedefe yaklaştığımızı hissetmeye başlayacağız.

“Ben”in Tamamen Seyrelmesine Kadar

Soru: Dostumun önünde kendimi iptal etmek zorunda olmam ve dostun benim önümde sıfır olması ve herkesin aynı şeyi yapması ne anlama geliyor? Bu benim gördüğüm bir şey mi yoksa bunu gerçeklikte yapıyorlar mı?

Cevap: Herkes kendini başkalarına karşı iptal etmeye çalışır: sen dostların önünde iptal olursun, dostlar senin önünde iptal olur ve herkes herkesin önünde iptal olur ta ki “ben” aranızdaki boşlukta tamamen seyrelene kadar.

Dostların iptal olduğunu görmen için, sen kendini iptal etmek zorundasın. Onların kendi aralarında birleştiğini görmek için, sen onlarla bağ kurmak zorundasın. Sadece bu iki koşulun derecesine göre sen onları doğru bir şekilde göreceksin ve onlar da seni doğru bir şekilde görecek. Böylece birleşeceksiniz.

Bağ Ne Kadar Kuvvetliyse, Egoizm O Kadar Parlaktır

Soru: Doğru mu anlıyorum, biz ne kadar bağ kurarsak egoizm o kadar parlak mı olur? Yoksa egoizm gerçek bağ aracılığıyla iptal mi olur?

Cevap: Egoizm sadece yolun sonunda iptal olur, şu anda yükselebilmemiz için ona ihtiyacımız var.

Eğer egoizm olmazsa neyin üzerine yükseleceğiz? Her zaman adım adım onun üzerine yükseliyoruz: daha yükseğe, daha yükseğe ve daha da yükseğe. Ve o giderek büyüyor. Anlaşılan odur ki insan ne kadar büyükse egosu da o kadar büyüktür. Yoksa manevi olarak büyüyemeyiz.

Kendi Dışımızdaki Dünyayı Görün

Soru: İnsanın kendisi için haz almaktan vazgeçtiği noktayı, bundan çıkıp başka bir dünyaya geçmek için, arzu edilen bir durum olarak algılamamız gerekiyor. Ama burada bir korku hissimiz var. Kabalistler bunu tarif ediyor ama daha fazla bir şey söylemiyor gibi görünüyor. İnsan bu durumda nasıl kalacağına kendisi mi karar vermeli?

Cevap: Kendimizi egoist kalplerimizden, “ben”imizden çıkmaya hazırlamamız gerekiyor. Buna daha da yaklaşmalıyız.

O zaman dünyamızı bedenden ya da kalpten değil, farklı bir konumdan görmek bizim için daha kolay ve basit olacaktır. Bunu bu şekilde hayal etmeye çalışın.

Duyguları Başıboş Bırakmayın

İnsanlar bunun hakkında sorarlar: ‘Neden bir ahmaklık ruhu girdi? Ki böylece günah işleyecekti.’” sözleriyle ilgili söylediğinden anlayabiliriz. “Göz görür ve kalp imrenir.” kuralı olduğu için, eğer kişi kötü bir şey görürse görüşte ya da düşüncede olsun, ona imrenmeye ulaşmalıdır, demiştir. (Rabaş, Makale No 5, (1988) “Çalışmada ‘İsrail Sürgündeyken Şehina Onlarla Birliktedir’ Nedir?”)

Soru: Bu alıntıda, kişinin düşüşe gelme şekli anlatılmaktadır. Böyle bir aşamada, bir şey gördüğünüzde veya bir şey hakkında düşündüğünüzde, nasıl hemen bir tür anlayışa ve tövbeye gelebilir ve bizi yaratılış amacından uzaklaştıran bir düşünce geliştirmezsiniz?

Cevap: Bizler sürekli olarak egoistik yoldan çıkartmanın içine düşme ihtimaliyle karşılaşırız. İlk başta bir şeye onun ne olduğunu fark etmeden bakarsınız, sonra onu bir çeşit kendi içinizde fotoğraflarsınız, sonra da onu duygularla ilişkilendirmeye başlarsınız.

Burada kendinizi durdurmalı, duygularınızı başıboş bırakmamalı ve başka bir şeye geçmelisiniz, yani ihsan etme, dostlarınızla bağ kurma, birleşme fırsatını arayın ve ancak ondan sonra duygularınızı ilave edin.

Maneviyatta Alışveriş

Soru: Maneviyatta alışveriş var mıdır? Sonuçta kişi, kendisi için ihsan etme Kelim’ini, örneğin çaba yoluyla satın alabilir.

Cevap: Elbette. Egoizm, tüm bedenin kendisine ait olduğunu ve tüm kişinin de ona ait olduğunu söyler. Ve bu doğrudur. Tamamen egoist olduğumuz gerçeğiyle başlarız. Daha sonra bununla mücadele ederiz.

Biz belirli bir manevi çalışma yapıyoruz. Çaba, egoizmimize karşı yapılan bir eylemdir. Kendimizi egodan arındırarak, kendimize manevi bir derece satın alırız. Tekrar ve tekrar.

Manevi Çalışmada Ciddiyetsizlikten Kaçının

Soru: “Toplumun Amacı” başlıklı makalesinde RABAŞ, ciddi olmanın gerekliliğini ve aramızdaki bağı öldürdüğü için ciddiyetsizliğe izin vermemek gerektiğini yazıyor. Ciddiyetsizlikten kastedilen nedir?

Cevap: Tüm üyelerin yüzde yüz hazır bulunması gereken grup toplantılarını çok ciddiye almak gerekir. Dostlar, grubun görevlerini anlamalı, birbirlerine yardım etmeli ve Yaradan’ın onların içinde ifşa olmasından başka hiçbir şeyi arzulamayacak şekilde birlik olmaya hazır olmalıdırlar.

Bu hedef çok kırılgandır ve egoizmimize herhangi bir tatmin sağlamaz ve herhangi bir ciddiyetsizlik, herhangi bir umursamazlık grubu yok edebilir.

Manevi Çalışma İle İlgili Sorular – 52

Soru: Onluda manevi özgürlük ne anlama geliyor?

Cevap: Bu, birbirinize ve Yaradan’a bağlı hissettiğiniz bir durumdur. Aynı zamanda tüm dünyevi sorunların üzerine çıkmaya başlarsınız ve onların sizi aşağı çektiğini hissetmezsiniz.

Soru: Dünyevi hazlar nasıl manevi hazlara dönüştürülebilir?

Cevap: Hazlarda hiçbir fark yoktur. Eğer bunlar Yaradan rızası içinse o zaman manevidir, eğer sizin iyiliğiniz içinse dünyevidir.

Soru: Bir olma duygusu ile “ben” duygusu birbirine yakın mı yoksa zıt mı?

Cevap: Onlar zıttırlar. “Ben” duygunuz ortadan kalkmalı. Bunun yerine “biz” duygusu olacak.

Soru: Ölüm meleğinden kurtuluş ne demektir?

Cevap: Egoizmden tam kurtuluş.

Dünyanın Sınırlı Resminin İçinde

Şu anda sonsuz sayıda imgenin, bağlantının ve her türlü niteliğin bulunduğu bir sonsuzluk dünyasındayız. Ama biz bunu dünyamız olarak algılıyoruz. Bunun içine bir tür “oyuncak” inşa ediyoruz ve bir şeyler yapıyoruz, çünkü ona dair algımızı genişletmek istemiyoruz.

İçinde yaşadığımız bu sonsuz, özel dünyadan kendimizi uzaklaştırdık ve algımızı genişletmek, onun ne olduğunu hissetmek yerine kendimizle oynamakla, konuşmakla, adeta kendimize yalan söylemekle meşgul oluyor ve bu şekilde var oluyoruz.

Bize, hayatımız adı verilen varoluşun bir parçası verildi. Bu çerçevede, bize algımızın sınırlarını, bedensel duyu organlarımızın sınırlarını aşacak kadar genişletme ve etrafımızdaki dünyayı beş duyu organımızla bize gösterilenden farklı algılamaya başlama fırsatı verildi. Görüşümüz ve işitmemiz o kadar sınırlıdır ki, onlar bize dünyamız dediğimiz çok küçük bir resim veriyorlar.

Kabalistler onun var olduğunu hiç düşünmezler. Bunun “hayali bir dünya, uydurma bir dünya” olduğunu söylerler, çünkü aslında bu dünyanın algınızı genişletip gerçek evreni ifşa etmeye başladığınızda ortaya çıkan gerçek resimle hiçbir ilgisi yoktur.

Peki biz ne yapıyoruz? Hayatımız boyunca kendimizi kandırıyoruz. Algıladığımız dünyanın küçük resminin içinde, her türlü oyuncak ve filmle oynamaya başlıyoruz. Ne yazık!

Ancak beş duyumuzla bize gösterilen bu sınırlı dünya resminde, kaçamayacağımız bir yaratılış programı olduğundan, yavaş yavaş şiddetli bir eksiklik hissetmeye başlıyoruz: “Bu yeterli değil. Daha fazlasını istiyoruz. Kendimizi kötü hissediyoruz. Bu durumdan çıkmamız lazım.”

Ama yine de bir şekilde, kendimizi bu durumdan vazgeçirmeye çalışıyoruz, krizi hissetmemek için etrafında dönüp duruyoruz. Aslında bu, evreni algılamamızdaki bir krizdir. Doğa bizi yükselmeye, algımızı genişletmeye ve dışımızda var olan dünyanın sonsuz mükemmel resmini hissetmeye başlamaya itiyor.

Ama biz bunu yapmak istemiyoruz; artık bu tablonun içinde kalmamıza izin vermeyecek acıları yaşayana kadar direnip, acılarımızı algımızın kısıtlılığıyla ilişkilendirmeye başlarız. Öyleyse, kendimizi değiştirmemiz gerekecek.

İnsanlık Olarak, Kum Havuzunda Oyuncaklarla Ve Bebeklerle Oynayan Yetişkinlere Benziyoruz

İnsan gelişimi boyunca, biz egoist bir şekilde evrimleşip kendimiz için alırken, doğa her zaman veriyordu. Bu normaldir çünkü doğanın planı gereği, evrimimizin belirli bir süre boyunca ben-merkezli olması gerekiyordu.

Bu, ebeveynlerinin verdiklerini alarak büyüyen çocukların durumuna benzer. Onlar bundan memnundurlar. Çocuklar büyüdükçe, ebeveynlerin onlara karşı tutumu da değişir: “Buraya kadar, artık tek başınasın. Çalış, hayatının sorumluluğunu üstlen ve yaptığın her hatanın sonuçlarıyla yüzleş.”

Binlerce yıldır, çocuklar gibi büyüdük ama günümüz dünyası bizimle ilgili önemli bir değişimden geçti. Günümüzün dünyası, küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı hale geldi ve aynı şekilde bizden yetişkin tarzında davranışlar talep ediyor, tıpkı birbirimize karşı tutumlarımızın küresel olarak birbirine bağlılığa ve karşılıklı bağımlılığa uygun bir şekilde uyum sağlaması gibi. Tıpkı 20-25 yaşlarındaki bir insanın çalışmaya, bir hayat kurmaya ve dünyayla yeni bir düzeyde ilişki kurmaya başlaması gibi, insanlık da artık yetişkinlik dönemine girmiştir.

Doğamız egoistken, başkalarına ve doğaya fayda sağlamak yerine kişisel çıkarı ön planda tutarken, bu doğadan bağımsız olmamız, bunun üzerine çıkmayı ve doğuştan gelen egoist bağlarımızın ötesinde, kurduğumuz olumlu bağlar üzerine inşa edilmiş yeni bir toplum inşa etmeyi seçmemiz gereken bir aşamaya ulaştık.

Binlerce yıl boyunca bencilce geliştik ve bugün ilişkilerimizde karşılıklı destek, sorumluluk ve anlayış göstererek yeni bir temel üzerinde bağ kurmamız gerekiyor. Tutumlarımızı doğanın bizim için yeni taleplerine göre ayarlama konusunda isteksiz kalırsak, o zaman kişisel, sosyal, küresel ve ekolojik ölçeklerde hayatımıza giren sayısız acı biçimiyle, bunun sonuçlarıyla karşı karşıya kalacağız.

Yetişkinliğe geçtik ama bu geçişe direniyoruz. Çocukken hiçbir yükümlülüğümüz yoktu ama yetişkinler olarak hayatımızın sorumluluğunu alma yüküyle karşı karşıyayız. Ancak yine de çocukluğumuzun oyuncaklarına ve oyunlarına tutunmak istiyoruz ve birbirimize karşı tutumlarımızı geliştirme konusunda hiçbir ilerleme kaydedemiyoruz. Bu durum aslında oldukça rahatsız edici görünüyor; sanki hala kum havuzunda oturup oyuncak kamyonlar ve bebeklerle oynayan yetişkinlermiş gibiyiz.

Üstelik bu sadece sıradan insanlarla sınırlı değil; dünyanın önde gelen ve saygın isimleri de bu evreyi geride bırakma konusunda aynı derecede isteksiz. Oynanacak yeterince şey olduğunu iddia ediyorlar: Hisse senetleri, para, arabalar, şarap ve sinema bunlardan birkaçı: “Oynayacak yeterince oyuncağımız varken, neden karşılıklı sorumlulukla uğraşalım ki?”

Bu büyük bir problem. Günümüzün yeni küresel olarak bağlı ve bağımlı koşullarına uyum sağlama ve birbirimize karşı tutumlarımızı iyileştirme konusundaki isteksizliğimiz nedeniyle, aksini yaparak hafifletebileceğimiz birçok darbeye katlanıyoruz. Bu geçişi görmezden gelmeye devam ettikçe, artan acılar, eninde sonunda kum havuzundan çıkmamız gerekeceğinin sürekli bir hatırlatıcısı olarak hareket edecek. Dileğim bunu en kısa zamanda başarmaktır.