Daily Archives: Mart 2, 2021

Hayatın Kaynağına Giden Yolda Küçük Bir Döngü

Soru: Çocukluk çağındaki çoğu insan şöyle sorular sorar: “Ben kimim? Neden ben? Çevremde ne var? ” Ama cevapları bulamazlar ve onları unuturlar. Ancak bir süre sonra bu sorular onlara daha büyük bir güçle geri döner.

O zaman kişi, ne aradığını bilmeden aramaya başlar. İnternette birçok bilgi arayıp tarar. Ama ne kadar çok okuduğu önemli değildir, her bir bilgi onu daha da acıktırır. Kişi ne aramaktadır?

Cevap: Temelde, bizler her zaman yalnızca bir şeye, yaşamın kaynağına çekiliriz. Geldiğimiz yer ve geri dönmemiz gereken yer burasıdır.Bu yolda küçük bir döngü vardır: bu dünya. Bu dünyaya geldik ve yakında onu terk etmeliyiz.Bu yüzden nereden geldiğimiz ve nereye gittiğimizle ilgileniyoruz.

Bu dünyada pek sevinç görmeyiz. Bu nedenle, daha da büyük bir soru vardır, “Ondan önce ne vardı ve sonra ne var?”

İnsan araştırır ve eğer şanslıysa, ki birçok insan bizim zamanımızda şanslıdır, Kabala bilgeliğini bulur.

Egoist Bir Toplumun Dört Hali

Yorum: Tora, insanlar arasındaki dört ilişkiyi inceler. Bunlardan biri: “Benim olan benim ve senin olan senin” en kötüsü olarak kabul edilir ve “Sodom” olarak adlandırılır. Ve dünyamızda bu normal kabul edilir.

Cevabım: Hayır. Bu anormal bir durumdur çünkü insanlar arasındaki tüm bağları keser. Ne sana bir şey vermeye ne de senden bir şey almaya hakkım yok. Yani toplumdaki herkes kesinlikle birbirinden izole edilmiştir. Ayrıca bu koşula uymak için birbirlerini bile gözetlemektedirler.

Soru: Bu birliğe aykırı mı, doğanın bizi tek bir ortak bütüne getirme eğilimine aykırı mı?

Cevap: Bu tamamen doğaya aykırıdır çünkü doğa, atomlar, parçacıklar, hücreler ve insanlar arasındaki en azından bir şeyde, en azından bir şekilde karşılıklı bağlantı üzerine inşa edilmiştir. Ve burada, her şey izolasyona dayanmaktadır.

İkinci durum: “Benim olan senindir ve senin olan benimdir.” Bu, her şeyin ortak mülkiyet (eşler, çocuklar, meskenler ve hayvanlar) olduğu ilkel bir toplumun doğasının özüdür. Bu durum, özellikle ilkel bir komünal sistemin gelişmemiş egoizminin karakteristiğidir.

Üçüncü durum: “Benim olan senindir ve senin olan senindir.” Tora’da bu Hesed olarak adlandırılır.

Bu, pratik olarak başka birine vermeye ve başkalarını düşünmeye odaklandığım, iyi ama eksik bir durumdur.

Bu, küçük insan grupları için, çocuklar için, zayıf toplumlar için, hastalar ve yaşlılar için, her şeyi onlara verdiğimde ve aktardığımda iyidir. Ancak bu, bilgi akışının ve gücün olmadığı, alışverişin olmadığı kusurlu bir durumdur. Her şey tek bir yöne gitmektedir ve doğa bu şekilde inşa edilmemiştir.

Doğa, tüm parçalarının tek bir ortak sistemde entegre olarak kilitlendiği gerçeğine dayanmaktadır ve bunlar arasında, bütünsel, doğru etkileşimde tüm sistemi birlikte desteklemek için bir enerji, bilgi ve hayati güç alışverişi vardır.

Dördüncü durum: “Benim olan benim ve senin olan benim”, bu “suç” olarak adlandırılır – toplumdan olması gerekenden daha fazlasını aldığım zaman.

Temel olarak, insanlar arasındaki tüm bu dört tür etkileşim egoizm içinde mevcuttur. Hiçbiri mükemmel değildir. Kabala bizleri onların üstüne yükseltir.

Mükemmel bir durum, birbirimize dahil olmak üzere birbirimizle tam etkileşim içinde olduğumuz zamandır. Dört koşulun hiçbirinde durum böyle değildir.

Doğa Duyarlı Mı?

Tanrı’ya inanan insanlar, dinlerin O’na ilişkilendirdikleri yöntemlerle, O’na duygu ve düşünceler atfederler ve kaderimizi belirleyen herhangi bir güçlü bireyle iletişim kurma şeklimiz gibi, O’nunla iletişim kurarlar: O’nu memnun etmeyi ve karşılığında O’nun lütfunu almayı hedefleriz. Peki ya doğa? Doğa duyarlı mı? Doğayı memnun etmeli miyiz? Ve eğer yapmalıysak, bunu nasıl yapabiliriz?

Kabala bilgeliği doğa ile Tanrı arasında ayrım yapmaz. 20. yüzyılın büyük kabalisti Baal HaSulam, “Barış” adlı makalesinde, doğa ve Tanrı’nın eşanlamlı olduğunu açıkladı, bu nedenle doğadan bahsettiğimizde, aslında Tanrı’dan bahsediyoruz ve Tanrı’dan bahsettiğimizde, aslında doğadan bahsediyoruz.

Ancak, Kabala bilgeliğine göre doğa, iyi eylemler veya kötü eylemler arasındaki dengemizi kontrol eden ve bizi buna göre ödüllendiren veya cezalandıran bir “muhasebeci” değildir. Doğa, her şeyi yaratan, her şeyi yöneten ve her şeyi onun tüm gerçeklikle tam bir birlik ve uyum amacına yönlendiren süper zeki bir mekanizmadır. Doğa, yaratılışı sürekli olarak, atomik seviyeden cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerine kadar daha büyük bir karmaşıklığa doğru geliştirir.

İnsan seviyesinde, bizler tüm doğanın evrimleştiği şekilde evrim geçiriyoruz. İlk önce köylere dönüşen klanlarda toplandık, köyler kasabalara, kasabalar ülkeler haline geldi ve günümüzde tüm dünya tek bir küresel köy olurken insanlar, hayvanlar, bitkiler ve mineraller birbirine bağlı tek bir sistemin parçalarıdır. Bizler, dünyanın her yerine bağlanmış ve dişli bir mekanizma haline geldik.

Dahası, bu mekanizma apaçık zekidir. İçindeki her şey karmaşık ve akıllıca diğer her şeye bağlıdır ve yaratılışın tüm parçaları eş zamanlı olarak artan birleşmeye doğru ilerliyor. Tıpkı karıncaların veya balık sürülerinin, senkronize zekâlarının rehberliğinde bir bütün olarak düşünmeleri ve hareket etmeleri gibi, çevremizdeki her şey uyum içinde çalışır; insan dışında her şey.

İnsanlar, doğada,  doğruyla yanlışı ayırt etme ve ne zaman ne yapılacağının içgüdüsel bilgisinden mahrum bırakılan tek unsurdur. Ama bu da bir amaç için yapıldı. Çevremizdeki mükemmel yaratılışta eksik olan tek unsur, hayatımızın amacının farkında olmaktır. Farkındalık önceden yüklenemez; edinilmesi gerekir. Bu yüzden, dünyamız hakkında her bir bilgiden yoksun doğarız. Aslında, ilk başta o kadar çaresiz doğarız ki, yemek için annemizin meme ucuna bile ulaşamayız ya da kendimize bulaştırmadan dışkılayamayız. Hiçbir yavru hayvan yeni doğmuş bir bebek kadar çaresiz değildir. Ancak, bu kasıtlı olarak yapıldı, böylelikle bizler her şeyi sıfırdan öğreneceğiz ve sürecin sonunda yaratılışın zirvesine ulaşacağız ve bizi yaratan sistem – doğa (ya da Tanrı) kadar zeki olacağız.

Doğanın “doğası” uyum ve birleşme olduğundan ve hedefin farkındalığını kazanmamız gerektiğinden, doğduğumuzda onun tamamen zıttıyız, bu yüzden uyum ve birleşmenin her yönünü öğreneceğiz. Sorun şu ki, doğaya zıtken, duygusuz/bilinçsiz çocuklar gibi, çevremizdeki her şeyi yok eden bir tehditten başka bir şey değiliz. Ancak birlikte çalışmayı öğrendikçe, yaratılış anlayışımıza karşı birlik ve dayanışmanın canlılığının farkına vardıkça, doğanın eğilimine uygun olarak kendimizi daha akıllıca yönetmeyi de öğreniriz ve kendi aramızda ve doğayla hissettiğimiz çatışmalar, bizi ileriye doğru iten rüzgârlara dönüşür.

İnatçı olduğumuz sürece acı çekeriz. Gökyüzünü, suyu ve toprağı kirletiyoruz. Güç ve kontrol elde etmek için doğanın bize verdiği bolluğu tüketiyoruz; sanki sadece bizim hayattan zevk almaya hakkımız varmış gibi, birbirimizi kullanıyor ve taciz ediyor, öldürüyor, tecavüz ediyoruz ve birbirimizi kötülüyoruz ve geleceğe hiçbir şey bırakmıyoruz. Yetişkinlerin bedenleriyle ama bir çocuğun zihniyle yetişkin çocuklar gibi davranıyoruz.

Bağ kurmaya odaklanırsak, doğru yolu bulup yarattığımız karmaşayı temizleyeceğiz. Kendimiz için talep etmeye devam edersek ve doğanın uyum ve birleşme yönündeki eğiliminden kaçınırsak, doğa ile artan çatışmamız bize daha da kötüleşen olumsuzluklar getirecektir. Zeki olabiliriz ama çok akılsızız. Kendimiz için gerçekten iyilik yapmak istiyorsak, önce bildiklerimizi, bilmediklerimizi ve kendimize yardım etmek için ne yapmamız gerektiğini nasıl öğrenebileceğimizi öğrenmeliyiz. Doğanın zeki mekanizmasını dinlersek, onun yörüngesine uyum sağlamayı artırma yolunda ilerlersek, yaşam kendi kendimize verdiğimiz yıkımdan çok daha kolay ve basit olacaktır.

Kıskançlık – Büyümenin Motoru, Yıkımın Aracı Olduğunda” (Linkedin)

Küçükken, başkalarına bakıp onları taklit ederek büyürüz.  Onlara zarar vermek veya arzu edilen özelliklerini veya sahip olduklarını reddetmek istemeyiz, aksine sahip oldukları şeye sahip olmak ve yaptıklarını yapmak isteriz.  Bu sağlıklı kıskançlıktır;  bizi geliştirir ve ileriye götürür.  Başkalarından daha fazlasına sahip olmayı, başkalarını kontrol etmeyi istemeye veya başkalarının sahip olduklarını reddetmeye başladığımızda, bu, büyümenin motoru olan kıskançlığın yıkımın aracı haline geldiği zamandır.

Başkalarını yok etme arzusuna bağlanan kıskançlık, bizi yok eden egoizmdir.  Tarih boyunca ülkeler bu yıkıcı güçle birbirleriyle yarışmış, dünyanın zirvesinde olma arzusuyla birbirlerine acı ve ıstırap çektirmişlerdir.

Bu gücü ortadan kaldıramayız;  bu doğamızın özünde vardır.  Yapabileceğimiz ve yapmamız gereken şey, onu çocukların kendilerini geliştirmek için kullandıkları gibi kullanmaktır.

Bunu yapıcı bir şekilde nasıl kullanacağımızı öğrenmek için, öncelikle başkalarını sakatladığımızda veya zarar verdiğimizde kendimize zarar verdiğimizi anlamalıyız.  Birbirimize bağlılığımızın gerçeğini, hepimizin tek bir sistemin parçaları olduğumuzu, birimleri mükemmel bir şekilde iç içe geçmiş ve dengeli bir mekanizma olduğumuzu hissetmeye gelmeliyiz. Bu, milyarlarca parçadan oluşan karmaşık bir makine gibidir ve bunların tümü makinenin sorunsuz çalışması için gereklidir.  Bir birimi sakatladığınızda, sizin de parçası olduğunuz tüm makineyi sakatlamış olursunuz.

İnsan vücudunu düşünün.  İnsan vücudunda yaklaşık 10 trilyon hücre bulunmaktadır.  Bunlar çok sayıda doku, organ ve organ sistemi halinde düzenlenmiştir.  Bu doku ve organların birbirine düşman olması durumunda ne olacağını hayal edebiliyor musunuz?  Binlerce yıldır her gün birbirimize yaptığımız da budur.  Yaşadığımız dünyanın bizi güçlükle ayakta tutabilmesi bir mucize değil mi?

Öğretmenimin babası, 20. yüzyılın büyük Kabalisti Baal HaSulam, insanları okula geri gönderme ve onları yeniden eğitme ihtiyacı hakkında kapsamlı bir şekilde yazdı.  O, egolarımızla nasıl çalışılacağını öğrenmemiz gerektiğini kastetti.  Şu anda, başkalarına zarar vermemiz gerektiği bilgisini kullanıyoruz ve bunu yaparken kendimize zarar veriyoruz.  Koronavirüs, bize de zarar verdiği için başkalarına zarar veremeyeceğimizi anlayana kadar, giderek daha sık hale gelecek küresel darbe türlerinin sadece ilk örneğidir.  Kişisel, sosyal ve uluslararası düzeylerde komşularımıza duyduğumuz yıkıcı kıskançlık bizi mahvediyor.  Kendimizi yeniden eğitmeli ve kıskançlığımıza sadece büyümek için bizi motive ettiği zaman bakmalıyız, ama başkaları pahasına değil.  Baal HaSulam’ın okula geri dönmemiz gerektiğini yazarken kastettiği şey buydu.

Eğitim, yavaş ve aşamalı bir süreç gibi görünür, ancak kullanabileceğimiz kısa yollar vardır.  Çünkü hepimiz birbirimize bağlıyız, bir makinenin parçalarıyız, bir fikri düşündüğümüzde, diğerleri de bizden duymasalar bile onu düşünmeye başlar.  Bu düşünceyi başkalarına aktardığımızda, düşünce insan ağına ve sisteme yayılmaya başladığında, iletişim kurduğumuz insanların çok ötesine taşırız.  Sadece karşılıklı bağımlılığımızı ve yıkıcı kıskançlığımızı durdurma ihtiyacını düşünmek, bu düşünceyi başkalarında da üreten sisteme dalgacıklar gönderir.  Birdenbire insanlar sanki kendi düşünceleri gibi onun hakkında konuşmaya başlayacaklardır.  Onu bilmeyecekler ama bu sizden gelecektir.  Bizler, kıskançlıkla yapıcı bir şekilde çalışmayı öğrendiğimizde, başarıya giden yolumuz açılır.