Monthly Archives: Mart 2021

Komşunuz Hakkında Düşünmeye Çalışın!

Soru: Komşu kimdir?

Cevap: Herhangi biri. Kişi, sistemimizi dengede tutmak için gereken her şeyi yaparsa, o zaman onun için önemli olan tek şey ihsan etmektir. Aslında bu kolaydır. Bir başkasını düşünmeye çalışın ve tüm saçmalıkların, tüm sorunların kafanızdan nasıl kaybolup gittiğini göreceksiniz. Aynen böyle – kendimden diğerlerine.

Soru: Komşu gerçekten dünyadaki herhangi bir insan mı?

Cevap: Evet. Deneyin. Fiziksel seviyede bile. Kabalistik seviyede, bizler zaten bağ sistemiyle ilgileniyoruz.

Yorum: Başkası için bir şey yapmak için bir tür yakıt almam gerekiyor. Bunu neden yaptığımı anlamam gerekiyor.

Cevabım: Size yakıt verilecek. Ayrıca harekete geçmeniz için size kalori verilecektir.

Soru: Ama kişi için komşuyu düşünmesi doğal değil, değil mi?

Cevap: Güç talep edin, böylece mümkün hale gelecek.

Soru: Tüm bunlara neden ihtiyacım var?

Cevap: Bunu yaparak, Yaradan’la eşitliğe ulaşırsınız.

Yaradan İçin İçimizde Yer Açalım

Gerçekliğin tamamı bizim büyük egoizmimizle doludur. Tüm dünya, cansız doğa, bitkiler, hayvanlar ve insanlar, tüm bunlar, Yaradan’ın gücü olan ihsan etme gücüne yer açmaya başlamamız gereken egoist arzumuzun dereceleridir.

Kendi içimizde, dünyayı algılayışımızda, aramızdaki bağlantıda çalışırız ve Yaradan’ın, O’nun ihsan etme niteliğinin embriyosunu yerleştirebileceği ve içimizde büyümeye başlayabileceği bir yer yaratırız.

Yaradan bizi hem içeriden hem dışarıdan etkiler. İçinde var olabilmemiz için, kendisini bilerek kısıtlayan beyaz ışığın içindeyiz. Böylece, kendimizi Yaradan’ın varlığından özgürleşmiş boş bir alanın içinde buluruz ve O’nu hissetmeyiz.

Bu boş alana bir ışık huzmesi girdi ve bu boşlukta manevi nesneler ve dünyalar inşa etmeye başladı. Bu nedenle, Yaradan’ın içindeyiz, O’nun tam kontrolü altındayız. Ancak bu, Yaradan açısından böyle görünmektedir.

Yaratılan varlıklar açısından, Yaradan’ın kontrolünden sözde özgür olan boş bir alanda var oluruz, çünkü bu kontrolü görmeyiz ve hissetmeyiz. Dolayısıyla bu dünyanın ve hayatımızın efendisi olduğumuzu düşünürüz.

Ama aslında, Yaradan bizi eğitir ve bizi gerçekte nerede olduğumuzu bilmediğimizin farkındalığına götürür. Sonra hayatımızın neye bağlı olduğunu aramaya başlarız ve her şeyi belirleyen ve gerçekleştiren üst gücün olduğunu keşfeder ve onu ifşa etmeye özlem duyarız.

Geçmiş nesillerin tüm Kabalistlerinin, Kabala Bilgeliği olarak adlandırılan, Yaradan’la bağ kurmamızı sağlayan yöntemi ifşa etmelerine ve bu dünyadaki yaratılmış varlıklara Yaradan’ı ifşa etme metodunu bize aktarana kadar yaşadıkları şey budur.

Otur ve Oku!

Soru: Henüz Kabalistik terminolojiye aşina değilseniz, Kabalistik kitapları okumanın doğru yolu nedir?

Cevap: Yaklaşım, düzenli çalışmalarla aynıdır – becerilerin aşamalı olarak edinilmesi.

Kabala derslerine ilk geldiğim zamanı hatırlıyorum. Bana şöyle söylendi: “Otur, kitabı aç, oku.” Onu açtım. Bu, Zohar Kitabı’nın önsözlerinden biri olan, Kabala Bilimine Giriş’ti. Okumaya başladık. Ve hepsi bu kadardı. Giriş yok, hazırlık yok.

Bugün farklı. Giriş sohbetleri ve ön etkinlikler var. Ve daha önce, her şey çok basitti: İsterseniz oturun ve okuyun.

Soru: Belki de bu yüzden ciddi literatüre başlamadan önce kullanabileceğiniz daha hafif kitaplar mı var?

Cevap: Evet, bugün böyle çok kitap var. Fakat ben şahsen, bana öğretildiği şekilde öğretmenin gerekli olduğuna inanıyorum.

Kabala İle Temasa Geçmek

Soru: Neden Kabala ile az da olsa temasa geçen insanlar bile birkaç ay içinde daha iyiye doğru değişmeye başlar? Depresyondan çıkarlar, çevrelerindeki dünyayla daha iyi etkileşim kurarlar, düşmanlarıyla barışırlar vb.

Cevap: Gerçek şu ki bu onlara umut verir, tünelin sonundaki ışığı, hayatın bir anlamı olduğunu, bir devamı olduğunu gösterir.

Yani, onlar geniş bir resmi, insan etkileşiminin tüm doğasının bir panosunu ve hepsinin bir sonraki boyuta nasıl yükseldiğini ifşa ederler.

Babilliler’in Yeniden Yerleşimi

Yorum: İbrahim ve binlerce takipçisinin Babil’den ayrılış şekli ile İsrailoğulları’nın Mısır’dan ayrılış şekli arasında bazı benzerlikler var. Aradaki fark, İbrahim’in takip edilmemesi ve İsrailoğulları’nın Firavun ve ordusu tarafından takip edilmesidir.

Benim Cevabım: İbrahim, insanları çok basit bir şekilde böldü. Babilliler’in çoğunu, egoizmlerinden dolayı her halükarda dağılacaklarını bilerek bıraktı.

Bu, “Büyük Yorum” da (Midrash Rabbah) anlatılmaktadır ki o, İbrahim’in “Yaratılış Kitabı” ile aynı zamana atıfta bulunur.

Bu nedenle, bizler dört buçuk bin yıl önce yazılmış kaynaklara sahibiz. Elbette, bu yakın tarih değil, ama prensip olarak buna inanabiliriz çünkü bu eski hikayeleri ifşa ettikçe, bu kitaplarda yazılanların gerçekten doğru olduğunu giderek daha fazla görüyoruz.

Babil, başlangıçta yaklaşık üç bin kişilik tek bir ulusun yaşadığı bir yer olmasına rağmen, hala birçok eski kabile, klanın bir toplamıydı. İbrahim aynı zamanda “İvri” adlı bir kabileden geliyordu. Bu yüzden ona “İvri Abraham” deniyordu.

Güvenebileceğimiz ünlü tarihçi Josephus Flavius, insanların Dünya’nın her yerine nasıl yerleştiğini çok net bir şekilde anlatmaktadır: Babilliler’in bir kısmı Almanya’ya, bir kısmı Apenninler’e gitti, üçüncü kısım Doğu’ya Hindistan ve Çin’e, dördüncüsü kuzeye, Rusya’ya doğru, beşinci kısım Afrika’ya vb. gitti. Bunu başka isimlerle adlandırmasına rağmen,  esas olarak tahmin edebilirsiniz.

İbrahim’i Kendi İçinde Keşfetmek

Soru: 12. yüzyıl Kabalisti ve filozofu Rambam şöyle yazdı: “İnsanlar İbrahim’in yanında toplanıp, onun sözleriyle ilgili soru sorduğunda, İbrahim onları doğru yola geri getirene kadar herkese anlayışlarının derecesine göre anlattı. Böylece binler ve on binler onun yanında toplantı- onlar İbrahim’in evinin halkıdır.”

Bu olaylardan 2.000 yıl sonra yaşayan Rambam, bunun böyle olduğunu nereden biliyordu?

Cevap: Bir Kabalist araştırma yaptığında, kendisi tüm bu durumları kendi içinde yaşar. Gerçek şu ki, içimizde var olan dünyayı görüyoruz. Dışımızda hiçbir şey yok.

Soru: Bir Kabalistin onu bu şekilde görmesi mümkün mü, hâlbuki sıradan bir insan onun dışında bir dünya görüyor?

Cevap: Sıradan bir insan, sözde çevreleyen dünyayı görür. Ona sadece bu dünya varmış gibi gelir. Kabalist, tüm bunların kendi niteliklerinde var olduğunu anlar. Yani, niteliklerini değiştirirse- ve bir Kabalist onları değiştirebilir- bu, zamanda yolculuk yapmak gibidir.

Örneğin hem Baal HaSulam hem de diğer Kabalistler, İbrahim’in söyledikleri hakkında yazarlar. Onun böyle ve bu tür koşullar altında konuştuğunu nereden biliyorlar? Bir nevi onda kıyafetlenirler.

Soru: Yani, Rambam İbrahim’i kendi içinde mi buldu?

Cevap: Elbette! Tüm bu nitelikleri! Bu durumları kendi içimde yaşarım, içimde İbrahim’i bulurum, onunla aynı koşulları, bağları, ilişkileri yaşar ve dünyaya onun gibi bakarım.

İbrahim’in niteliği benim içimde buna benzer nitelikleri biriktirmeye başlar. Nemrut nitelikleriyle onlar anlaşmazlığa sahiptirler. Bütün bunlar tek bir kişinin içindedir.

Kişinin içinde direniş, Nemrut ve İbrahim bölünmesini, alma niteliği ve verme niteliğini kendi içinde keşfettiği zaman başlar.

 

“Kutsal Kitapta Verilen On Emir Nedir?” (Quora)

On Emir, birbirimizle olan mutlak bağlantımızın ve bağımızı bir arada tutan ihsan etme gücümüzün yasalarıdır.

Tora, İsrail halkının (yani “Yaşar Kel” [“Yaradan’a doğru olan”]  ortak bir arzuya sahip kişilerin) karşılıklı garanti koşulunu -“tek kalp tek adam olarak” birleşme koşulunu- kabul etmesinin ardından egoist nefretin devasa bir dağı olan Sina Dağı’nın eteklerinde verilir. (“Sina”, “Sinah” [“nefret”] kelimesinden gelir). Başka bir deyişle bizler, gelişimimizde, üzerimizde bir ego, bölünme ve nefret dağını keşfettiğimiz bir aşamaya ulaşırız ve bu dağa, manevi bir yükseliş için diğer tüm egoist arzuların üzerinde ortak arzumuzu birleştirerek, sadece kalbimizde bir nokta ile tırmanabiliriz. Bu noktaya “Musa” denir (“Moşe” [“çeken”] kelimesinden gelir), çünkü bizi egomuzdan çıkarır.

Sina Dağı muazzamdır, Babil Kulesi’nden bile daha büyüktür. Sina Dağı’nın eteğinde durmak, bireysel egolarımızın tüm parçalarını tek bir büyük dağda birleştirmeyi kabul ettiğimiz anlamına gelir. Öyleyse, aramızdaki bu büyük nefret ve bölünmeden korkmak yerine, onu birliğin özlemi için itici bir güç olarak kullanmalıyız, çünkü bir ego verilmesinin tek amacı, onu, birliğimizi beslemek için kullanmaktır.

Bu ego ve nefret dağının üzerinde birleştiğimizde, birleşmemizde ihsan etme gücünün ifşa olmasını talep ederiz. Birleşme eğilimi, “Yaratılan sevgisinden Yaradan’ın sevgisine”de yazıldığı gibi, manevi kaptır, karşılıklı sevgi, ihsan ve bağlantı eksikliğidir. Böylece “Komşunu kendin gibi sev” koşulunu kabul eder ve On Emir’i alırız.

On Emir, haz alma arzusunun doğru kullanımına atıfta bulunur. Manevi bir bağ kurmak ve sürdürmek istediğimizde, Malhut’ta uygulamamız gereken sınırlamaları ele alır. Bu sınırlamalara “perde” (“Masah”) ve “yansıyan ışık” (“Or Hozer”) denir. Malhut bu sınırlamaları kabul ettiğinde, On Emir olarak da bilinen on Sefirot’un, içinde kıyafetlenmesine izin verir.

Emir (Dover), İbranice “ifade” (Dibur) kökünden kaynaklanır yani o, Roş’un Peh’i olan Partzuf’un Peh’inde (ağzında) doğar. Bu eylemler Atzilut dünyasında gerçekleştirilir.

On Emir’i, “tek kalpte tek adam olarak” birleştikten sonra alırız. Aksi takdirde onları duyamayız. Sina Dağı’nın on sözünü duyabilen kulağa sahip olmak için, Bina seviyesinde olmamız gerekir. Uygulamada bu, önce “tek kalp tek adam” seviyesinde birleşene kadar, bir hazırlık sürecinden geçmemiz gerektiği ve ancak bu aşamada emirleri duyduğumuz anlamına gelir. Bu manevi seviyede değilsek, bu emirleri anlamak ve bunlara uymak için gereken kaplardan yoksunuzdur.

“Covid Henüz Hiçbir Yere Gitmiyor” (Linkedin)

Covid-19 ile bir yıldan fazla süren savaşmanın ardından aşılar artık kullanımda ve dağıtımları hız kazanıyor. Birçok eyalet, kısıtlamaların bir kısmını veya tamamını kaldırdığından, nihayet salgından çıkıyoruz gibi görünüyor.

Yine de, sonuca varmak için biraz fazla hızlı olduğumuzu düşünüyorum. Hala birbirimizle nasıl ilişki kurmamız gerektiğinin bilincinde değiliz ve sınırları kaldırmaya yönelik düşüncesiz yarış çok olumsuz bir tepki üretebilir. Özellikle de birbirimize ne kadar yakın ya da uzak olmamız gerektiğini hala hissetmediğimiz için, henüz ormanın dışına çıkmış değiliz.

Virüs çok çeviktir, kolay ve hızlı bir şekilde mutasyona uğrar ve şimdi ilk göründüğünden çok daha fazla bulaşıcı. Birbirimizden ne kadar uzakta olmamız gerektiğini (bu kişiden iki adım uzakta ve o kişiden on adım uzakta) hissetmediğimizden kendimizi nasıl idare edeceğimizi bilmiyoruz.

Ayrıca aşılar işe yarasa bile, onlar yüzde yüz aşılamazlar ve yalnızca altı ay kadar etkilidirler. Bu nedenle, kutlama için bir neden göremiyorum.

Sayısız kereler söylediğim gibi, doğa bizden daha akıllıdır; davranışımızı yeniden gözden geçirmemizi talep eder. Bu yüzden bize Koronavirüsü gönderdi ve virüs biz doğanın talebine uyana kadar (çeşitli şekillerde) bizi rahatsız etmeye devam edecek.

Şu anda, kısıtlamaları ne zaman kaldırsak, daha önce; bencilce ve birbirimize veya çevreye önem vermeden yaşadığımız hale geri dönüyoruz. İşte tam da bu yüzden salgın patlak verdi; bizi ilişkilerimizi dönüştürmeye zorlamak için. Kısıtlamaları her kaldırdığımızda önceki yaşam biçimimize geri dönersek, virüs her seferinde daha öldürücü ve şiddetli şekilde geri gelmeye devam edecek. Ancak aramızdaki zorunlu mesafeyi olumlu ilişkiler kurmak, karşılıklı bağımlılığımızı öğrenmek ve birbirimizi önemseme gerekliliğini öğrenmek için kullanmaya başladığımızda, kendimizi daha dikkatli bir şekilde yönetebileceğiz ve bizi, birbirimize zarar vermekten alıkoyan bir virüse ihtiyacımız olmayacak.

Bunu yapmak için, mesafemizi koruyarak kendimizi değil, uzak durduğumuz kişileri koruduğumuzu düşünmeye başlamalıyız. Yani eğer bizler kolektif şekilde, kendimizi enfekte olarak gördüğümüz (asemptomatik olsa bile) ve başkalarına bulaştırmamak için birbirimizden uzak durmamız gerektiği gibi bir düşünce tarzı geliştirirsek, o zaman birbirimize bulaştırmayı bitirmiş oluruz. Bunu yaparsak, birkaç hafta içinde virüs yok olacak. Ama daha da önemlisi, karşılıklı sorumluluk konusundaki ilk egzersizimizi başarmış olacağız.

Bu egzersiz, ancak karşılıklı sorumluluk yoluyla güvenli ve başarılı bir toplum inşa edebileceğimizi gösterecek ve şu anda aşırı bireysellik ve narsisizm nedeniyle sahip olduğumuz hürmet yerine, bu düşünce tarzını geliştirmek isteyeceğiz.

Fiziksel (ve duygusal) sağlığımız, sosyal sağlığımıza daha önce olduğundan daha fazla bağlı. Sağlıklı olmak istiyorsak, önce toplumumuzu bozulmuş egoizmden iyileştirmeliyiz. Farklılıklarımızı takdir etmeyi ve yavaş yavaş bunlardan dolayı sevinmeyi öğrenmeliyiz. İnsan toplumunun çeşitliliğinin, onun gücü için gerekli olduğunu ve farklı düşünen, farklı bakan ve farklı hareket eden insanlar olmadan, hiç kimsenin gelişip başarılı olamayacağını anlamaya gelmeliyiz çünkü sadece farklı insanlarla temas ve iletişim yoluyla gelişiyoruz. Bunu anladığımızda dengeli, sağlıklı bir toplum inşa edebileceğiz ve virüs gerçekten yok olacak.

Hayatımızın Peri Masalının İyi Bir Sonu Olacak Mı?

Soru: Tüm ulusları birleştiren bir şey var – peri masalları. Herkesin hayatının bir parçasıdır. Hayata peri masalları dinleyerek giriyoruz. Bir tür ahlak, çocuklar için anlaşılabilir olması için onlar aracılığıyla bize aktarılır. Sonra büyüyoruz ve peri masalları anlatmaya devam ediyoruz, ama onlara hikayeler, masallar vb. diyoruz. Bilgeler ayrıca alegorik olarak yazarlar ve bir peri masalı aracılığıyla çok şey aktarırlar.

Peri masalında ne vardır?

Cevap: Her şey! Kesinlikle her şey. Bir oduncu, bir prenses, bir kral, çizmeli bir kedi, tekerlekli bir balkabağı var, ne istersen. Atların toynaklarını gergin bir şekilde hareket ettirmesi ve benzeri şeyler. Prensesini arayan mutsuz bir prens. Ya prens kurbağaya benzer ya da prenses yüksek bir kulede bir yere hapsolmuştur. Ne isterseniz, her şey mümkün. Bir peri masalı her şeyi yapabilir! Ve dahası, sanki çıplak bir biçimde kendini çok açık bir şekilde gösterir.

Yani onlar severler, birlikte olmak isterler. Biri yardım etmez, biri ona karşıdır. Her şey açıktır. Peri masalının güzel yanı budur. Dünyamızda birçok yetişkin gerçek peri masallarını izlemekten zevk alır. Bunların peri masalı olduğunu bilmelerine rağmen.

Soru: Neden? Bu gerçeklikten bir kaçış mı?

Cevap: Bu aslında hayatımızdan daha gerçektir.

Soru: Peri masalın gerçekliği nedir?

Cevap: Adalet ödüllendirilir, sadakat ödüllendirilir. Ancak tüm bunlar, egoizmimizin labirentlerinden, her türlü kuytu köşesinden, kıvrımlarından, pek çok virajdan geçmek zorundadır.

Soru: Öyleyse peri masalı gerçekten ne olacağını mı anlatmakta? İyilik kötülüğe karşı zafer mi kazanacak?

Cevap: Kesinlikle. Aksi takdirde hiçbir şey başlamazdı. Tüm peri masallarının iyi bir sonu olmalıdır, çünkü zaten başlangıçta ayarlanmıştır.

Soru: Ya kötü sonu olan peri masalları, peki ya onlar?

Cevap: Böyle bir şey yok. Bu, bitmedikleri anlamına gelir.

Bir peri masalı, sondan itibaren yazılır. Ama iyi bir sonun içinde, bir başlangıç, bir sonuç, bir zirve olmalıdır. Genel olarak, kesinlikle her şey ve her zaman iyi bir son. En başından beri tasarlanır.

Benim sonucum şudur: Bir peri masalı baştan başlamalıdır. O zaman bir tür gösteri süreci olmalı; eğitici, suçlayıcı vb., Kahramanlar birbirinden uzaklaşmalı ve olanlardan mutsuz olmalı, bu öldürmek ister ve işe yaramaz, bu kaçmak ister ama yapamaz, evlenmek isterler, işe yaramaz vb.

Yani, bütün bunlarda aralarında bir bağ bulamıyorlar ve bu masalı kim yazıyor? Yaradan! İşte o zaman, her biri kendi yöntemleriyle çözümlerden yavaş yavaş umutsuzluğa kapılırlar: “Ne yapmalı?” diye. Sonra bir üst iradenin altında olduklarını anlamaya başlarlar ve sonra her şey kendileri için yoluna girmeye, bir araya gelmeye başlar. Ve bu üst iradenin, üst gücün onları doğru karara, iyi bir sonuca götürdüğü anlaşılır. Ve iyi zafer.

Soru: Şimdi gerçekten bizim zamanımız hakkında mı konuşuyordunuz?

Cevap: Tam da bizim zamanımızda, bu üst güç, insanlığın sorulara üst güç olduğunu söylemekten başka bir cevabı olmadığı zaman, çeşitli durumlarda kendini göstermeye başlıyor.

Yorum: Ve insanlığa göründüğü gibi, bu kaba peri masalı hareket etmeye başlıyor.

Cevabım: Ve sonra nazik olacak! Çünkü sizi nihai çözüme- onu tasarlayan, geliştirmeye ve yapmaya başlayan ve şimdi onu bitirmesi gerekene yönlendiriyor.

Soru: Ve bizler sevgiye,  mutluluğa mı yönlendirildik?

Cevap: Evet!

“Gerçek Mutluluk Var Mı?” (Linkedin)

Covid-19 geçen yılın başlarında patlak verdiğinde, çoğumuz hayatımızı kaybetmişiz gibi hissettik. Daha doğrusu, aslında hayatımızı kaybetmedik ama hayattan zevk alma yeteneğimizi kaybettik. Sonuçta, yılda iki kez tatil yapamıyorsanız, istediğiniz zaman ve istediğiniz yerde alışverişe çıkamıyorsanız, çocuklarla (veya bir arkadaşınızla tekrar çocuklar gibi olarak) sinemalara, restoranlara ve eğlence parklarına gidemiyorsak, o zaman hayatta nelerden zevk alınır ki? Daha da kötüsü, virüs çoğumuzu işsiz bıraktığında veya bizi uzun süreli izne yolladığında, mali güvenliğimizi kaybettik ve imkanımız olduğunda bile lükse para harcamak konusunda isteksiz hale geldik.

Artık aşılar burada olduğuna ve bu faaliyetlere devam etmeye başlayabildiğimize göre, daha önce yaptığımız gibi onlardan nasıl zevk alacağımızdan emin değilmişiz gibi görünüyor. İçimizde bir şeyler değişti, bizi neyin mutlu ettiğinden ve tümüyle gerçek mutluluk olup olmadığından artık emin değiliz.

Ama gerçek mutluluk vardır ve herkesin ulaşabileceği bir mesafededir. Geçtiğimiz yıl, yapabilirsek geçmiş zevk anlayışımızdan “bizi vazgeçirdi” ve bizi yeni ve daha yüksek bir tür için hazırladı. Hâlâ fark etmemiş olabiliriz, ancak şimdi bu geçmiş zevklerin tadını bir kez daha çıkarmaya başlayabildiğimize göre, bunların bir zamanlar olduğu kadar eğlenceli veya tatmin edici olmadığını göreceğiz.

Başkalarını kıskançlığımız bile değişmiş görünüyor. Elbette, yine de zengin, ünlü ve popüler olmayı seviyoruz, ancak bunun için çok çalışmaya daha az istekliyiz. Tembelleşmedik; sadece büyüdük ve bu hedefler biraz olgunlaşmamış gibi görünüyor.

Bunların hepsi hazırlıktır. Henüz hissetmeyebiliriz ama içimizde yeni bir zevk ortaya çıkıyor. Hala yüzeyin altında, ancak etkisi şimdiden bizi etkiliyor. Bu önceki zevkleri sönükleştirir, bu yüzden bizim için daha önce olduğu gibi parlamazlar. İçimizde filizlenen bu yeni zevk sadece kendimizi değil çevremizdeki herkesi kapsar. Bu yüzden benmerkezci zevklerimizi azaltıyor; bu, şu anda hayal edebileceğimiz her şeyden çok daha kapsamlı.

Toplumumuz değişiyor çünkü biz değişiyoruz; birbirimize giderek daha fazla bağlı hissediyoruz ve birbirimize bağımlı hissediyoruz ve toplumumuz da aynı şekilde daha bağlı hale geliyor. Bu tür bir bağlılıktan gelen zevkler sadece benden değil, başkalarıyla olan bağımdan da kaynaklanıyor. Bu yüzden, kendi küçük anlık çemberimden kaynaklanan zevklere kıyasla çok güçlüler.

Yakında hissetmeye başlayacağımız yeni zevkler, başkalarıyla olan bağımızın kalitesinden kaynaklanacaktır. Başkalarıyla bağımızı ne kadar geliştirirsek, ne kadar olumlu ilişkiler kurarsak, aramızda zaten inşa edilmekte olan ağ aracılığıyla bize o kadar çok sevinç akacaktır. Buna göre yaşayacağımız zevk tamamen farklı olacak: Başkalarına vermekten zevk alınacaktır.

Değişecek olan sadece biz olmayacağız. Tüm toplumumuz değişiyor. Başkaları da bize vermekten, onlara vermekten zevk alacağımız kadar keyif alacaklar. Her insanın kendi zevkini düşündüğü ve başka hiçbir şeyin bizi ilgilendirmediği mevcut zihniyetin tamamen tersine çevrilmesi olacak. Bunun yerine, başkalarının zevklerinden başka hiçbir şeyin bizi ilgilendirmediği, başkaları da bize karşı aynı şeyle ilgileneceği için bizde de hiçbir şekilde eksik olmayacak ve hem başkalarına vermekten hem de onlardan almaktan zevk alacağız. Bugünden o kadar farklı bir toplum olacak ki, onu kurduğumuzda ne kadar memnun ve mutlu hissedeceğimizi hayal bile edemiyoruz. Şimdi işimiz sadece bunun başlangıcını elimizden geldiğince hızlandırmaktır.