Daily Archives: Aralık 12, 2020

“Sosyal Medya Ve Her Şeye Gücü Yeten Para” (Medium)

Son sosyal medya devlerinin eylemlerinin de gösterdiği gibi, yine para ve kontrol,  Amerikan ideallerini gasp ediyor. Bizi bir araya getiren, aramızdaki mesafeleri azaltan ve küresel bir köy oluşturan bu yeni iletişim platformları, YouTube, Facebook ve diğerleri, Amerikan siyasi yelpazesinin bir tarafının gücünden yararlanmak ve onu güçlendirmek için siyasi içeriği sansürlemeye karar vererek, Amerika’nın temel demokrasi, çoğulculuk ve ifade özgürlüğü değerlerini baltalıyorlar.

Google’ın sahip olduğu,  YouTube kanalı, görevdeki cumhurbaşkanının hukuk ekibi dolandırıcılık iddialarının ortasında hala sonuçlara itiraz ederken, iddialarını kanıtladığı varsayılan video kayıtları da dahil, 2020 başkanlık seçimine itiraz eden videoları kaldıracağını duyurdu. Ayrıca WhatsApp ve Instagram’ın sahibi Facebook da bir başka tartışmanın merkezinde yer alıyor. ABD hükümeti ve 48 eyalet ve bölge, şirketi daha küçük rakiplere zarar vermek için gücünü kötüye kullanmakla suçlayarak dava açıyor.

3 Dolarlık Banknot Kadar Sahte Çoğulculuk

Günümüzde medya ve özellikle sosyal medya, sanki açık bir çekmiş gibi sınırsız faydaya sahiptir. Daha önce hiç olmadığı kadar yaygın etkisinden ve gücünden yararlanmaktadır. Herhangi bir anda, kamuoyu şu ya da bu şekilde etkilenebilir. Milyarlarca dolarlık bir çanta ile herkes cumhurbaşkanı veya başbakan olabilir. Sosyal medyanın bir siyasi tarafı diğerine tercih ettiği ideolojik bir tercihi varmış gibi görünebilir ama aslında, hepsi her şeye gücü yeten para ile ilgilidir.

Para kontrolü satın alabilir ve kontrol her şeyi alt edebilir ve etkileyebilir, asi davranış özgürlüğü ve aşırı güç sağlar. Gün geçtikçe, sosyal platformlar, insanlar yavaş yavaş zayıflayıp teslim olana kadar herkesin üzerinde gitmekten zevk alan insan egosunu besleyerek, birbirlerine iftira etmeye ve ağır eleştirilere açık yerler haline gelmekte. Sınırsız bir alan, tamamen üstünlük için izin verir. Her gün, diğer insanlara duyulan nefret, insan toplumunun bedenini yiyip bitiren ve bedenin ölümüne neden olan bir kanser gibi büyüyor.

Medyanın doğru rolü bizi bir araya getirmek, tüm organları tek bir sağlıklı bedende, birbirine bağlamaya hizmet etmektir. Toplumun tüm farklı kesimlerinin (sol ve sağ, tüm farklı çıkar gruplarının temsilcileri, hatta toplumun kenarındakiler) bir arada oturması ve halkın yararı için birlikte çalışması ne kadar iyi olurdu.

Ne Pahasına Olursa Olsun Birleşme

Her görüşün kendine ait bir alanı olmalı, hiçbir görüşe boyun eğdirilmemeli ve hiçbir ses susturulmamalıdır, ancak bu, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir zaman olmuyor. Mevcut durumun sürdürülemez olduğu gerçeğiyle uzlaşmalıyız – her şey çürümüştür ve bu nedenle köklü bir değişime ihtiyaç vardır.

Sosyal medyanın böylesine bir birleşme rolü oynadığını hayal etmek ütopik bir fantezi gibi görünse de, bunun tek nedeni, toplumun sağlığına ve ruh sağlığına zararlı bir yalan ve yanlış bilgilendirme dünyasına sürekli olarak maruz kalmamızdır. Sosyal medya, onun şu anki çalışma şekli, tamamen kapatılmalıdır; aksi takdirde toplumu yok edecektir. İnsanlar bunu değiştirme gücüne sahiptir ama sadece güçlü ve birleşik bir talep yoluyla.

Yeni bir kural, medyanın ve tüm sosyal medya platformlarının çalışmalarına rehberlik etmelidir: halkın refahına katkıda bulunan haberler ve içerikler yayınlayın ve insan toplumunu birleştirmeye çalışın. Kimsenin bir başkasının görüşünü, sadece onu farklı bir durumla dengelemekten,  değişen bakış açılarına karşılıklı olarak tamamlayıcı olmaya, bütünlüğe doğru rehberlik etmekten başka, baltalamaya hakkı olmayacak.

Tam olarak zıtlar, karşılıklı kabule ulaştıklarında, toplum yeni bir gelişim aşamasına ulaşır. Bu değerleri besleyen sosyal medya, bugün küresel ve birbirine bağlı dünyamızın ihtiyacı olan şeydir. Herkese sağlanan faydalar, paha biçilemez!

“Şimdiye Kadarki En Kötü Yıl Mı?” (Medium)

Time dergisinin film eleştirmeni Stephanie Zacharek, “Şimdiye Kadarki En Kötü Yıl” adını verdiği 2020’yi özetleyen baş makalesinde şunları yazdı: “2020 distopik bir film olsaydı, muhtemelen 20 dakika sonra kapatırdınız. Bu yıl, kurgusal bir kıyamet gibi ölümcül derecede heyecan verici değildi. Acı ile işlenmesinin yanı sıra, çıldırtıcı derecede sıradan bir şeydi, gündelik rutinler aleyhimize döndü.” Dahası, “Bu yılki en zayıflatıcı tehdidimiz”, “bir çaresizlik duygusuydu” ve “1930’larda faşizmin yayılmasından bu yana … bu kadar çok anormal olayla karşılaşmadık” diye ekliyor.

Seçkin film eleştirmenine tüm saygımla, kesinlikle katılmıyorum. Bu pandemide anormal hiçbir şey olmadığı için, bu yıl anormal bir şey olmadı. Bilakis, bu yıla kadar çıldırtıcı, anormal bir yaşam tarzına öncülük ediyorduk ve virüsten aldığımız “kısıtlama emri”,  Dünya Gezegeninde normalliği eski haline getirdi. Yüzyılı aşkın bir süredir ilk kez, hayat normal bir şekilde işledi!

Doğanın sınırlarını, kopuşun eşiğine kadar zorluyorduk ve virüs, gezegenin geri kalanıyla birlikte kendimizi havaya uçurmadan önce bizi durdurabilmenin en hafif yoludur. Doğa bize Covid-19’dan daha nazik olamazdı.

Ayrıca, mantıklı olan herhangi bir kişi,  orman yangınları, kasırgalar, pandemi ve depremler hakkında anormal olduklarını nasıl söyleyebilir? Doğal olaylar nasıl anormal olabilir? Sadece çarpık bir perspektif, doğal olayları olağanüstü olarak ve yapay olanı normal gibi görür. Sadece bu da değil, Time gibi seçkin bir derginin 2020’deki bir baş yazısında, doğanın doğal olmadığını ilan etmesi, yaşadığımız dünyayı yanlış anlamamızın bir kanıtıdır.  Bu yıl için pişman olunacak bir şey varsa, bu da bizim aptallığımızdır.

Time’daki insanlar, bir iletişim aracı olarak rolleri ve medyanın rolü hakkında açıkça hiçbir fikre sahip değiller. Dergilerini eğitim amaçlı kullanmak, insanlara nerede olduğumuzu ve nereye gittiğimizi öğretmek için kullanmak yerine, süslü anlamsız sözlerini yaymak için kullanıyorlar.

2020, şimdiye kadarki en iyi yıldır!  Bu, doğanın bizlere,  sistemine kurduğumuz çarpıklıklara nasıl tepki verdiğini açık bir şekilde gösterdiği ilk zamandır. Bize sınırı aştığımızı ve gittiğimiz yola devam edersek kendimizi yok edeceğimizi söylemektedir. Doğa Ana nankör çocuklarını kurtarmak için elinden geleni yapıyor, bizler de şımarık veletler gibi, bize istediğimiz şekeri vermediğinden mızmızlanıyoruz.

Ne yaptığınızı bilmediğinizde, ellerinizi cebinizin içine iyice sokun ve daha akıllı olana kadar onları orada tutun. Bizler tam tersini yapıyoruz: bir şekilde doğadan daha fazla eğlence çıkarmak için, her butonu çeviriyoruz ve bulabildiğimiz her düğmeye basıyoruz. Bugüne kadar hayatta kalmamız sadece bir mucize. Koronavirüs, bizi eve gitmeye ve tek evimizi kötüye kullanmamızı sınırlamaya zorlayarak, hayatımızı kurtardı. Bu, açıkça bir lütuftur ama yine de aptalca, en beğenilen yayınlarımızdan birinin ön sayfasında onu lanetliyoruz.

Medya bizim bir numaralı eğitim aracımızdır. Onu, kendimizi ve çevremizi öğrenmek için kullanmalıyız, doğanın öğretilerinden şikayet etmek değil, evrenimiz olan ekosistem içinde nasıl çalışmamız gerektiğini açıklamak için kullanmalıyız. Bu kapalı bir sistemdir ve her bir kötülük, sonuçlarına katlanır. Bunu hemen hissetmeyebiliriz, ancak bunun nedeni çevremize karşı duyarsız olmamız ve birbirimizle olan bağlarımızdan habersiz olmamızdır. Karşılıklı bağımlılığımızın daha fazla farkında olsaydık, kötülüklerimizin olumsuz etkisini hemen görürdük ve bu suçlar bize zarar verdiğinde, bunun bizim hatamız olmadığını düşünmezdik. Bu kadar “olaylı” bir yıl geçirmemizin nedeni sadece bizim yaptıklarımız değil, başka kimsenin de değil.

Covid-19’un 2020’de bize öğrettiği dersi alamazsak, 2021 bize aynı dersi daha da acı bir şekilde öğretecek. Bu, doğanın kötülüğünden değil, bizim aptallığımızdan dolayıdır. Doğa Ana için üzülüyorum; böyle inatçı çocukları yetiştirmek kolay değildir. Aynı zamanda, bize yapması gerekeni öğretmek için her zaman en az acı veren yolları seçtiği ve sonunda bize kendi yollarını göstermeyi seçtiği için minnettarım, böylece onları inceleyebilir ve kendi dünyamızda da yetişkinler olabiliriz.

Günah – Hedefe Doğru Gidişten Sapma

Kabala bilgeliği, bir insanın bu dünyadaki, bu yaşamdaki amacından, varlığımızın ideal bir şekilde gerçekleşmesine ulaşmak için kendimizle ne yapmamız gerektiğinden bahseder. Nasıl yaşayacağımızı bilmiyoruz. İnsanların,  dünyanın ve yaşamın etrafında başıboş dolaşırken, nasıl sebepsiz, amaçsız bir şekilde yaşadıklarını görüyoruz.

Kabala, hayatımızı bir amaca uygun hale getirmeyi teklif eder ki böylece sonunda evrenimizin, tüm yaratılışımızın ve bizim yaratıldığımız koşula ulaşabiliriz.

Bu hedeften sapmaya “günah” denir. Burada her şey kişiye, onun yetiştirilme şekline ve eğitimine, kendini nasıl algıladığına ve yaratılış amacına, kişinin onu ne kadar bilip sahiplendiğine bağlıdır.

Bunun hakkında hiçbir fikri olmayan sıradan insanlar, bu tür sorular sormazlar ve aslında neyin günah olduğunu düşünmezler. Onlar için günah kötü davranış, hırsızlık, bazı kabahatler vs.’dir. Bu da doğrudur. Ancak gerçek şu ki, kendilerini doğru bir şekilde gerçekleştirip gerçekleştirmediklerini, doğru hedefe doğru ilerleyip ilerlemediklerini bilmiyorlar.

Bu nedenle, insanları, tüm insan eylemlerinin, yaratılış amacına yönelik harekete göre değerlendirildiği konusunda eğitmek çok önemlidir. Bu, günahın veya tersine bir emrin veya iyiliğin ölçüldüğü ana noktadır.

Ve bu şekilde ilerlememiz gerektiğini, açıkça bilir ve anlarsak, o zaman hedefin kendisine bağlı olarak ve ona doğru ilerleyerek, bizi bu hedefe en kısa, en uygun şekilde götüren eylemlerden bahsedebiliriz.

Bu tür eylemlere emir denir çünkü doğa açısından bize bu şekilde hareket etmemiz emredilmiştir. Bunu tüm evrenin yapısından anlıyoruz.

Tersine, bizi uzaklaştıran hatta geri çeviren ve bizi hedefe ulaşmaktan uzaklaştıran eylemlere günah denir.

Amacımız, O’na form eşitliğimiz ölçüsünde Kendini ifşa eden, Yaradan’ı anlamaktır. Bu nedenle, O’na benzemeyi amaçlayan eylemlerimizden her birine emirler, iyilik/doğruluk ve ıslah denir.

Form eşitliği, Yaradan’ın niteliklerini edinmiş olmamız gerçeğinde yatmaktadır. O zaman O’na daha yakın olacağız.

Yaradan’ın nitelikleri ihsan etme ve sevgidir. Bu nedenle, “komşunu kendin gibi sev”, gelişimimizin ana emridir.

Sanal İletişimin Avantajları

Soru: Sanal bağlantı, manevi bağlantıya yakın mı?

Cevap: Sanal iletişim bir şekilde yakın olabilir. Kesinlikle bizi iletişim kurmaya ve dünya düşüncesi ile meşgul olmaya itiyor, ancak bunu nasıl doğru yapacağımızı öğrenmemiz gerekiyor. Kuşkusuz, bu bağlantı, bizi gelişimimizin nihai hedefine yaklaştırıyor.

Soru: Sanal dünya, insanlar için fiziksel dünyadan daha mı güvenli?

Cevap: Fiziksel dünya var olduğu sürece birbirimizi yok edebiliriz. Sanal dünyaya gelince, her şey onun fiziksel dünyaya göre nasıl konumlandırılacağına bağlıdır: ona hizmet etmek ya da tam tersi.

Dünyayı Yeni Bir Perspektiften Görün

Zohar Kitabı, yazarlarının, Rabbi Şimon’un öğrencilerinin, derslerden önce nasıl bir araya geldiklerini ve her seferinde yeni bir yaratılış derinliğini ifşa ettiklerini ve bu kitapta onları tanımladıklarını anlatır. Derse odaklanmadan önce aralarında o kadar büyük bir nefret hissettiler ki birbirlerini öldürmeye hazırdılar. Egoizmleri bu kadar büyüktü.

Aramızdaki bağları, en azından aynı eğilimle, aynı sisteme göre nasıl yeniden inşa edeceğimizi öğrenmeliyiz. Bu, üstümüzde başka bir kat inşa etmek anlamına gelir, “sevgi tüm günahları örter.” Suçlar ve günahlar kalır ve onların üstünde aramızda bir bağlantı inşa edilir. Aynı anda iki dünyada böyle var oluruz: dünyamızda ve manevi dünyada.

Onluda birbirimize odaklanmaya çalışarak, saran ışığın etkisini üzerimizde yavaş yavaş uyandırır ve çağırırız ve onun yardımıyla her onluda ikinci bir kat inşa etmemiz gerekir. Bizim seviyemize, bize bağlı olan (dua etmek, haykırmak, O’ndan istemek ) her şeyi yapmak için bunu, Yaradan’dan talep etmeliyiz ve o zaman başarılı olacağız. Bildiğimiz her şeyin ve mantığımızın ötesine,  dünya algısının üzerine yükseldiğimizi ve onu farklı bir biçimde, sentetik olarak görmeye başladığımızı, hissetmeye başlayacağız. Böylece ilk egoist zeminimize rağmen, her şeyin kesinlikle küresel olarak bağlantılı olduğunu görebiliriz.

O zaman tüm sorunlar ve farklılıklar kaybolur ve bunun yerine birbirlerini tamamlamaya başlarlar, ki bu da manevi bağ sistemidir. Aslında öğrenmemiz gereken şey budur. Onlularda ve çalışmamızda bununla meşgul oluruz. Bu, çalışmamızın amacıdır, bu dünyadaki yaşamlarımız, maddesel koşula tekrar tekrar dönerken, aramızda kalacak ve daha da büyüyecek olan tüm tutarsızlıkları ve anlaşmazlıkları örten, aramızdaki bağı yeniden onarmak ve yeniden inşa etmek. Bu, bu şekilde çalışır.

Fiziksel Dünyaya İhtiyacımız Var Mı?

Soru: Son yıllarda, teknolojinin ahlaki standartlarımızın önünde olduğunu gördük. Doğa neden teknolojiyi ahlaki değerlerimizin büyümesinden daha hızlı geliştirmemize izin veriyor?

Cevap: İnsan doğasının kötülüğünü fark etmek ve onu düzeltmeye başlamak için.

Soru: Giderek artan sayıda genç, sanal gerçeklikte yaşamayı tercih ediyor. Yakın gelecekte fiziksel dünyaya artık hiç ihtiyaç duymayacağımızı düşünmüyor musunuz?

Cevap: Hayır, ona ihtiyacımız olacak. Bir düğmeye basıp bu fiziksel dünyayı iptal ettiğimizi söyleyemeyiz. İsteseydik bile,  bunu yapamazdık. Fiziksel varlığımızı bir şekilde sürdürmek zorunda kalırdık.

Prensip olarak, tüm düşüncelerimiz sanal dünyada yoğunlaşabilir. Bununla birlikte, bu, bizi nereye götürdüğünü anlamak için doğamızın kötülüğünün fark edilmesi sürecinde, sadece kısa bir dönem alacaktır. Bu durumdan çıkıp doğru forma geleceğiz.

İnternet İletişiminin, Çocukluk Çağı Hastalığı

Soru: İnsanlar sosyal ağlarda iletişim kurduklarında, gerçekte olduklarından daha iyi görünmek için birbirlerine yalan söylemekteler. Öte yandan, doğrudan görüşmekten daha samimidirler. Yani, gözlerinin içine baktığımda gerçeği söylemek benim için daha zordur. Ve ekran aracılığıyla iletişim kurduğumuzda, çok daha kolaydır.

Birbirimizle fiziksel olarak iletişim kurmayı ve birbirimizin gözlerine bakmayı bıraktığımız anda, ne kaybettik?

Cevap: Diyebilirim ki doğrudan iletişim, biraz hazırlık yapmayı, kendinin üzerine çıkmayı ve başka bir kişiye dahil olmayı gerektirir. Ve ekran aracılığıyla iletişim, hem de gizli kimlikleyse, iletişim değildir, bu, sizin düşünceleriniz ve görüşleriniz bile olmayan, ekranı doldurmak istediğiniz bir şeylerin tek taraflı bir ifadesidir.

Sorun şu ki, İnternette iletişim için nicelik veya nitelik olarak bir sınırlama yoktur. İşte bu yüzden, tamamen alçalttığımız bir alana girdik. Başkalarının ne düşündüğünü umursamıyoruz,  İnternet bağlantısına katılımımızın bir sonucu olarak neler olur umursamıyoruz. Kısacası, insanlık kendini pislikle seyreltmektedir.

Soru: Geleceğin sanal topluluklarını nasıl hayal ediyorsunuz?

Cevap: Geleceğin sanal toplulukları, bu çocukluk çağı hastalığını aşacak ve insanlığın doğru gelişim ihtiyacına dayanan net ve katı yasaları kabul edecektir. Bu, insanların öğrenmesini sağlayacak ve bunun için zamana, enerjiye ve kaynaklara sahip olacaklar.

İnsanlar sadece ahlaki değil, aynı zamanda ulaşmaları gereken manevi seviyeye göre öğrenmeye başlayacaklar. İnternetin tamamı bu şekilde gelişecek.

“Doğru Yarış” (Linkedin)

Esav ve Yakup arasındaki ilk yarışmadan beri, insanların birbirleriyle yarıştığını gördük. Rekabetin hayata bir amaç verebileceğini biliyoruz ve kazananları kim sevmez? Ancak rekabetin, kaybedenler ve bazen kazananlar için de yıkıcı olabileceğini biliyoruz.

Hatta büyük sporcular bile sıklıkla, hatta bazen klinik olarak depresyondadır. Michael Phelps, Serena Williams ve Aly Raisman, sporlarında tarih yazmalarına rağmen depresyonla mücadele eden sayısız sporcunun en ünlü isimlerinden sadece birkaçıdır. Aslında, sporcularla yapılan bir NCAA araştırması, yüzde 30’unun bir yıl boyunca depresyonda hissettiğini bildirdi. Peki rekabet iyi mi kötü mü?

Her şey gibi, düzgün yaparsanız iyi olur. Rekabet, gelişme ve büyüme için olumlu bir itici güç olabilir veya rekabetin amacına bağlı olarak ilerlememizi kısıtlayabilir ve engelleyebilir. Kendimizi yüceltmek için rekabet ettiğimizde, bu egoist bir rekabettir. Bu tür bir yarışmada, yalnızca son zaferiniz kadar iyisinizdir. Böyle bir rekabet iyi bir olaya yol açamaz çünkü hepimiz bazen kaybediyoruz ve hepimiz yaşlanıyoruz ya da yoruluyoruz ya da birileri bizi zekice alt ediyor.

Ancak, en çok verenin kazanan olduğu, tamamen farklı bir yarışmaya katılabiliriz. Böyle bir yarışmada, ne kadar “şiddetli” rekabet edersek, birbirimize o kadar yaklaşırız. Büyük ödül elbette komşusunu kendisi gibi seven kişiye gider.

Antik çağda, İsrail halkı tam da bu tür bir rekabet gücüne dayalı olarak kendi milliyetini geliştirdi. Daha başarılı olduklarında, daha da yakınlaştılar ve güçlendiler. Başarılı olamadıklarında ve vermeye karşı doğal kızgınlıklarının üstesinden gelemediklerinde, nefreti büyüttüler ve bu nedenle bir ulus olarak zayıfladılar ve genellikle dış bir düşmana yenildiler. Bilgelerimize göre, iki tapınağın da yıkılışı bu şekilde oldu.

Şu anda bir verme rekabeti bize ihtimal dışı gelebilir, ancak bunun nedeni sadece mevcut toplumumuzun birliği savunmaması, ayrılmamız ve kendimize tapmamızdır, dolayısıyla vermek “kokan” her şey itici gelir. Bununla birlikte, amacımız eski İsrailliler gibi karşılıklı sorumluluk ve dayanışmaya dayalı, birbirine bağlı bir toplum oluşturmak olsaydı, verme yarışması en doğal nitelik olurdu ve bencillik itici görünürdü.

Benliği putlaştıran son tür, eski Roma’da uygulanan türdür; İbrani olanı değil, Helenistik türdür. İkinci Tapınağın yıkılmasından bu yana Helenistik zihniyet dünyaya hakim oldu. Artık insanlar, kendini beğenmenin kişiyi ancak bir yere kadar getirebileceğini görmeye başladığına göre, diğer yolu yani İbrani olanı denemenin zamanı geldi: verme ve bağ kurma, başkalarını sevme ve farklılıkların üzerinde bağ kurma. Bu tür bir rekabeti ne kadar erken benimsersek, hepimiz için o kadar iyi olur.

“Asla Olmamış Demokrasi” (Medium)

Bu başkanlık seçimi, medyanın ne kadar güçlü olduğunu her zamankinden daha açık bir şekilde gösterdi. Neyin gösterilip, neyin gösterilmeyeceğine ve seçtikleri şeyi nasıl göstereceklerine karar verme marifetleri, yüksek tabakadaki insanların isteklerine uygun olarak, onların görüş ve düşüncelerini göstermektir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin resmi sonuçlarının açıklanmasını bildirmek için beklemedikleri bir noktaya gelindi; onlara karar verirler ve Kongre’nin resmi bir reddi bile haberciliklerini değiştirmelerine neden olmaz.

Medya bir gecede öne çıkmadı. Yıllar geçtikçe, insanların görüşleri üzerindeki gücünün farkına vardılar ve bu gücün çok paraya değer olduğunu anladılar. Bu güç, zenginlik ve bilgi aktarımı arasında bir bağlantı yarattı. O andan itibaren, demokrasi artık yoktu. Sanki insanlar daha önce gerçekten egemen değillermiş gibi, ama en azından yöneticiler, “halka hizmet etmeye” devam etme, yani yeniden seçilme ve görevde kalma arzusundan dolayı kendi seçim bölgelerine karşı bir şekilde sorumluydular.

Ancak, politikacılar yeniden seçilmek için insanlara değil, halka haber veren kişilere hizmet etmeleri gerektiğini bir kez anladıklarında, seçim bölgelerine olan bağlılıkları ortadan kalktı. Bunun yerine, politikacılar olumlu haberler yaptırmak için basının gönlünü almaya başladı. Daha sonra, iş adamları her yönden gazete ve TV kanallarını satın almaya başladılar ve medya patronları oldular.

Bunu, medyanın çok kazançlı bir iş olduğu için değil, bir gazetenin veya bir televizyon kanalı sahibinin, neyin yazılacağına veya yayınlanacağına, medya hikayelerinin ilgi alanlarına ilişkin hangi sonuçlara varacağına ve nasıl çıkaracağına karar verebileceği için yaptılar. Şimdi, siyasetçiler iyi bir haber yapmak istediklerinde, enerji üretim sözleşmeleri, belirli yasaların geçirilmesi, arazi mülkiyeti yasaları, para yasaları, uygun gümrük tarifeleri, daha düşük vergiler vb. gibi avantajlarla medya patronlarına ödeme yapmak zorundadırlar. Zenginlerin, politikacıların karşılayabileceği birçok ihtiyaçları vardır. Tek yapmanız gereken televizyonda onlar hakkında güzel sözler söylemek ya da yazmaksa, neden olmasın? Halk dışında herkes yararlanır.

Son başkanlık seçimleri bu kasvetli durumu önceki seçimlerden daha fazla ortaya çıkardı ve şimdi tüm yapı parçalanıyor. Bunu yapmanın tam zamanı. Şimdi soru, bozuk yapı yerine ne geleceğidir.

Sonunda sadece iki yol var: yukarı veya aşağı. Şu anda durum hızla kötüye gidiyor. İki taraf arasındaki gerilim tırmanıyor, medya onları körüklüyor, nefret sınırsız ve her iki taraf da milletin geleceği için savaştığını düşünüyor. Bu bir savaş reçetesidir.

Bununla birlikte, başka bir seçenek daha var: yukarı çıkmak. Yukarı çıkmak, Boykot Kültürünü iptal etmek ve her iki tarafın da değişmeyeceğini kabul etmek anlamına gelir. Dahası, ancak her iki taraf da pozisyonlarını korursa, demokrasinin enkazından yeni bir şey çıkacaktır: yeni bir düşünce, yeni bir dünya algısı.

Bu bir uzlaşma değildir; her iki taraf da görüşlerini koruyacak ve bir santim bile vermeyecektir. Bununla birlikte, diğer tarafın konumunu korumasına da izin verecekler ve her iki taraf da diğeri olmadan kendilerinin var olmadıklarını anlayacaklar. Bir tarafın varlığı, diğer tarafın varlığını sağlar ve tanımlar. Tıpkı ısı olmadığı ve soğuğun yokluğunda ısıyı bile tanımlayamayacağınız gibi, Sol’un yokluğunda Sağ, Sağ’ın yokluğunda da Sol yoktur. Ya da tanımlanamaz.

Karşı tarafın varlığına değer vermeye başladığımızda, ona karşı yavaş yavaş olumlu duygular geliştirebiliriz. Ancak bu daha sonra olacaktır. Demokrasinin sona ermesinden sonra Amerikan toplumunu onarmanın ilk adımı, tüm siyasi görüşlerin, hiçbirinin değişmesini beklemeden ve bir uzlaşmaya varmaya çalışmadan, ancak tüm görüşlerin gerçek olduğunu ve insanların gerçek duygularını yansıttığını kabul etmektir ve bu onları meşru kılan şeydir.