Monthly Archives: Ocak 2021

“Covid’de Bir Yıl Ve Hiçbir Şey Değişmedi” (Linkedin)

Covid-19 yüzünden, tüm dünyada kapatmaları sıkılaştırmaya başladığımızdan bu yana bir yıl geçti. İlk başta ekonomiyi durdurup insanları birkaç aylığına eve göndereceğimizi, yaz gelip Covid’in de grip gibi gideceğini düşündük. Yanıldık. Covid gitmedi, gitmiyor ve bizler pandeminin ilk gününden bu yana hiçbir şey öğrenemedik.

Kapatmalar, uygulamaya konulduğunda, halk sağlığı kuruluşları yerine siyasiler tarafından harekete geçirilir. Karar vericiler, kapatmanın siyasi rakiplerine olumsuz yansıyacağına inandıklarında, bunu desteklerler. Rakiplerine yardımcı olacağını düşündüklerinde ise buna karşı çıkarlar. Ancak her iki durumda da kamu yararı, kararlarında bir faktör değildir.

Ve virüs, tüm virüsler gibi, mutasyona uğramaya ve etkisini artırmaya devam ediyor. Şimdi dünya, İngiltere, Güney Afrika, Brezilya ve Kaliforniya’dan gelen mutasyonların ortaya çıkmasıyla alarma geçti. Ancak resmi bir mutasyon olmasa bile, bugün virüs, ilk ortaya çıktığı zamankinden çok daha şiddetli. Başlangıçta, doktorlar çocukları neredeyse hiç etkilemediğini düşünüyorlardı. Şimdi, hastaların üçte birinden fazlası çocuklar, en azından İsrail’de bazıları ciddi şekilde hasta ve diğerleri, kalplerini ve beyinlerini etkileyen Kawasaki sendromu gibi semptomlara benzeyen, virüssüz hale geldikten sonra akut ve yaşamı tehdit eden, yan etkilerden muzdariptir. Ve bu süre boyunca bizler, salgının gerçek kaynağını aramaya isteksizdik.

Pandemi, bizi varoluşumuzu yeniden düşünmeye, burada varlığımızın amacını yeniden değerlendirmeye zorlayacak. Bunu düşünmeye başlamak için böyle bir ızdıraptan geçmek zorunda olmamız, utanç verici ama doğa acımasızdır; sırf onun nereye gittiğini beğenmediğimiz için, yön değiştirmeyecektir.

Sonunda, insan doğası ile tüm doğa arasındaki bağlantıyı ve insan doğasındaki hastalıkların, bize tüm doğadan gelen hastalıkları nasıl verdiğini göreceğiz. Gerçekte hasta olan tek unsurun insanlar olduğunu görmek, çok az bir sağduyu gerektirir. Herhangi bir haber yayınına bir kez bakmak, birbirimize olan nefretimizin yoğunluğunu gösterecektir. Doğanın başka hiçbir parçası, başka hiçbir parçasına karşı bu tür duyguları taşımaz; nefret dolu tek kısım insanlıktır. Doğanın diğer tüm parçaları sorunsuz bir şekilde geçinir ve tüm türlerin gelişmesini destekleyen bir denge sağlar. Sadece biz insanlar, doğanın tüm parçalarını ve birbirimizi yok ediyoruz. Bu nedenle, doğanın hasta olan tek parçası insan doğasıdır ve dünyada gördüğümüz tüm bozukluklar, tek bir hastalığın belirtileridir – birbirimize duyduğumuz hastalıklı nefret! Yani insan doğasını iyileştirirsek, tüm doğayı iyileştireceğiz.

Nefret sadece insanları yok etmez; doğanın geri kalanını yok etmemize neden olur. Nefretimiz, doğanın diğer tüm seviyelerine nüfuz eder ve tıpkı kanserin metastaz yapması gibi birbirlerini yok etmelerine neden olur.

Kendimizi nefretten kurtarabiliriz ama ilaç şirketlerine veya politikacılara bunu bizim için yapacaklarına güvenemeyiz. Sadece bizler kendimizi, her birimizi iyileştirebiliriz. Gerçek aşı, karşılıklı desteğimizdir, birbirimiz için karşılıklı sorumluluktur çünkü içimizden biri düşerse, hepimiz düşeceğiz.

Şu an için, insanlığın, karşılıklı sorumluluk kavramını ve onun hayatlarımızı yaklaşan insan yapımı ve doğal afetlerden (nefretimizin kötüleşen semptomlarından) kurtarmadaki rolünü kavradığını görmüyorum. Her birimiz, henüz bunu anlamadığımız için sorumluluk hissetmeliyiz. Hepimiz nefretin üzerine çıkmayı taahhüt ettiğimizde, dertlerimiz için başkalarını suçlamayı bıraktığımızda ve bizi yok eden şeyin aramızdaki farklılıklar değil, birbirimize duyduğumuz nefret olduğunu fark ettiğimizde, olumlu değişimler görmeye başlayacağız, bir gün bile geçmeden. Kimin başbakan ya da başkan olduğu önemli değil; bölünmüş bir millet, ölüme mahkûm bir millettir. Eğer kulak asarsak kendimizi ve tüm dünyayı kurtaracağız. Yapmazsak kendimizi ve tüm dünyayı yok edeceğiz.

Yaradan’ın Büyüklüğü Nedir?

Her şeyden önce, hayatımın her anını düzenleyen bu güç dışında, önümde hiçbir şeyin olmadığını hissetmeye çalışmalıyım.

O beni zıt yönlerden uyandırabilir, ondan ve onludan ne kadar kopuk olduğumu hissettirebilir ve beni bu dünyanın ucuz cazibelerinden uzaklaştırabilir. Ancak ben, bu üst gücü, olan her şeyin ardında tasvir ederim ve tüm bozukluklardan/sıkıntılardan bağımsız olarak, her zaman onunla bağı ararım.

Yaradan’ı ifşa etmemin ardındaki sıkıntılar ne kadar büyükse, Yaradan benim için daha önemli hale gelir. Sıkıntılar, sanki odağı bir mercekle ayarlıyormuş ve Yaradan’ı bana yaklaştırıyormuşum gibi, Yaradan’ı algılamak için daha fazla çaba göstermeme yardımcı olur. Sıkıntılar ne kadar büyükse görüntü o kadar bulanıktır ve Yaradan’ın bunu yaptığını anlamak için daha fazla çaba gerektirir.

Sonunda anlaşılır ki Yaradan dünyamı gittikçe daha fazla doldurmaktadır çünkü O’nun her yerde benimle oynadığını ve tüm dünya O’nun ihtişamıyla dolana kadar giderek daha ustaca kafamı karıştırdığını anlarım.

Dostlarla birlikte çalışarak, odak noktasında Yaradan’ı ifşa ettiğimiz bir mercek oluştururuz.

Gelecek, Birbirine Bağlı Olmaktır

Soru: Kişinin herhangi bir sorunun çözümü ile yüzleşmeye hazır olması ve çözümün nelerden oluştuğunu görmesi mi gerekir?

Cevap: Kişi problemden kaçmamalı, ne pahasına olursa olsun çalışmalı ve onu çözmelidir. Ama eğer bütün insanlar bir şeyi birlikte çözmek isterlerse, bunu yapabilirler, çünkü problem genel olarak onların doğru bağlarına indirgenir. O zaman kendi içlerinden, herhangi bir soruna bir çözüm bulacaklardır.

Buna, birbirleriyle nasıl etkileşime gireceğini, neyi hedefleyeceğini, birbiriyle bağ içinde geleceğin doğru koşulunu nasıl bulacağını anlayacak şekilde kendini eğiterek yavaş yavaş yaklaşılmalıdır. Ve bu yalnızca tek – küresel olarak birbirine bağlı olmaktadır. Bunun içinde herkese her şeyi sağlayacağız ve herkes mutlu olacaktır.

Düşüncelerdeki, duygulardaki, eğitimdeki, görüşlerdeki ve hesaplamalardaki niyet bu olmalıdır.

Kabalanın Düşüncesi

Soru: İbrahim’in çevresindekileri toplayıp onlara birliği öğretmeye başladığı söylenir. On binlerce insan onu takip etti. Peki, kişi kendi içinde ne toplamaya başlar? Biraz destek ya da arzu mu arar?

Cevap: Kişi, tüm arzularını, düşüncelerini ve dürtülerini içinde toplamalı ve onları Yaradan’a, yani tek bir güce, tek bir amaca ve tek bir niteliğe – ihsan etme niteliğine – yönlendirmelidir. Kişi, kendi içinde değil, kendi dışında çalışır.

Soru: Eğer dünyamızın tüm nesnelerinin ve olaylarının arkasında tek bir gücü değil de, başka bir güç görürse, o zaman bu onun farklı tanrılara hizmet ettiği anlamına mı gelir?

Cevap: Evet. Bu dünyada her birimiz bazı özel, küçük bir hedef için çabalıyor ve ona ulaşmaya çalışıyoruz. Dünyamızda insanın böyle çalışması, egoistçe, önemsiz ve boştur.

Kabala düşüncesi, tüm güçleri ayrı olarak bütünsel bir algıda görürken, kişinin benmerkezci dünya algısını değiştirmektir.

Mısır’a Giriş

Soru: Birleşme için çabalayan bir kişi, doğasını araştırmaya başladığında, onun buna direndiğini görür. Bu koşula Mısır’a giriş mi denir?

Cevap: Evet. Bir yandan birleşmeye doğru gitmesi gerektiğini anlar. Bu niteliğe Yusuf (Yosef) denir. Ama kardeşlerinin temsil ettiği geri kalan nitelikleri bencildir. Onlar bununla kesinlikle aynı fikirde değildir.

Sonuç olarak, herkes Mısır’a (egoizmin içine) düşer ve bir şekilde birbiriyle çalışmaya, birleşmeye, çoğalmaya yani bağlarını artırmaya başlar. Kişi ne kadar bencil olduğunu ve egoist arzularının onu nasıl mahvettiğini anlamaya başlar.

Sevmeyi Öğrenmeye Nereden Başlamalıyız?

Soru: Yaradan’ı edinmek için kişi sevmeli ve karşılıksız yardım etmelidir. Bu, hayvanları da sevmemiz gerektiği anlamına mı geliyor? Sonuçta, onlardan maddi bir geri dönüş beklemiyorsunuz. Belki onlarla başlamalıyız?

Cevap: Hayır. Hayvanlar, bitkiler ve cansız doğa ile ilgili olarak açık bir düzenleme vardır: onları yalnızca insani bir hedefe ulaşmak için ihtiyaç duyduğunuz ölçüde kullanmalısınız. Başka bir şey için değil.

Her zaman oturmamalısınız ve Mayakovski’nin yazdığı gibi, “Kıvrılmış kara kedileri okşayın.” 🙂  Bu, elektrik üretmek için iyi olabilir, ancak kişinin amacına ulaşması için değil. Bunda içsel bir gelişme yoktur.

Zohar Kitabı: İnsan Suretinin Yeniden İnşası

Soru: Bizim neslimiz için tasarlanan Zohar Kitabı, neden bizim çağımızdan çok uzun zaman önce, ikinci yüzyılda yazılmıştır?

Cevap: Çünkü o, 2.000 yıl önce, manevi dünyanın en üst seviyede edinimi içinde olan,  ruhun tam ıslahı seviyesinde olan bilgeler tarafından yazılmıştır.

Kabalist Şimon bar Yohai ve her biri özel bir manevi kategoriyi temsil eden dokuz öğrencisi bir araya geldiler ve bu bağın içinde, Yaradan ile tam bir benzerlik olan Adem tasvirini oluşturdular. Dolayısıyla, onlar bizim için, en düşük ruhlar için, en düşük seviyeden en yükseğe yükselme sistemini yaratabildiler.

Bu sistem zaten var. Onlar, yeniden inşası için bir tür plan oluşturdular: üst ışığın etkisiyle onun parçalarını nasıl toplayıp yapıştırabiliriz.

Bu şu şekilde olur: ruhlarının parçalarını bir araya toplamak isteyen insanlar vardır ve bu özlemle Yaradan’ı, üst gücü, ışığın gücünü, onların arasında bir yapıştırıcı oluşturması için çağırırlar. Ve böylelikle kendilerini yavaş yavaş birbirlerine yapıştırırlar.

Bir insan suretinin yeniden inşasının her aşamasında, ruh parçaları ile Yaradan arasındaki doğru etkileşim, Zohar Kitabı’nın etkisidir- birbirimizle nasıl adım adım birleşebiliriz, üst ışığın, bizi birbirine bağlayan üst gücün etkisini nasıl uyandırırız ve kendimizi yeniden inşa eder ve bizi tam, mutlak, mükemmel bir koşula getiririz.

Yakınlaşmanın Tek Yolu

Soru: Kültürlerarası ideoloji, her bireyin kişisel manevi gelişimine nasıl yardımcı olur?

Cevap: Tüm farklılıkların üzerine yükselmemize yardımcı olur. Los Angeles’taki öğrencilerle dersler düzenledim ve birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarını merak ettim. Onlardan biri siyah, diğeri sarı, üçüncüsü beyazdı, birisi Müslüman başörtüsüne sarılı ve diğeri Davut Yıldızı ile dolaşıyordu. Sorularıma “Biliyorsunuz, bunu önemsemiyoruz” diyerek cevapladılar.

Bugün artık durum bu olmayabilir. Ancak o yıllarda, “Birbirimize o kadar alıştık ve birbirimizle o kadar yakın iletişim kuruyoruz ki, tüm bu dışsal özellikler bizi rahatsız etmiyor” dediler.

Yorum: Bu tür bir toplumun avantajlarından biri, göçmenlerin bir bilgi kaynağı ve nitelikli bir işgücü olmasıdır. Yeni tatlar, tarzlar, müzik, kültür ve farklı dilleri ve dinleri öğrenme fırsatı getiriyorlar.

Ancak farklı ülkelerdeki tüm bu kültürel ve bilimsel meraklar, çatışma ortaya çıkar çıkmaz ortadan kalkar. Onlara ne engel olmaktadır? Görünüşe göre milyarlarca doların yatırıldığı bir çocuk bakımı ve eğitim dönemi var ve yine de şu anda örneğin Amerika’da neler olduğunu görebiliriz.

Cevabım: Bu yetiştirme tarzı yanlıştır. Hiçbir şey yardımcı olmayacak. Hata, birbirlerine doğru bir şekilde nasıl yakınlaşacaklarının öğretilmemiş olmasıdır. Herkese, her bakımdan özgürlük verilir ve bu yolla birbirlerine yaklaşmanın doğru yolunu bulduklarına inanırlar. Bu yanlıştır.

Doğanın, yakınlaşma ile ilgili tek bir yolu vardır, bu da kişinin doğasının üzerine çıkması ve egoizminin üzerinde, komşusuyla bağ içinde olmayı tercih etmesidir. Bu öğretilmelidir. Bu aşamalı olarak gösterilmelidir.

İnsan doğasını değiştirmeden, her hangi bir şeyi çözmek imkânsızdır. Günümüzde bu olasılığa yaklaşıyoruz. Bizler, insan doğasını anlamalıyız, yoksa hayatta kalamayız.

İbrahim – Büyük Reformcu

Soru: İbrahim’e kim öğretti? Neden bu kadar bilge bir adam oldu?

Cevap: İbrahim, Adem’den başlayarak müritler dizisinde yirminci sıradadır. Adem, 5,781 yıl önce yaşadı ve İbrahim’e ulaşıncaya kadar yirmi nesil boyunca müritleri vasıtasıyla manevi metodu aktarıldı.

İbrahim ile ilgili olarak, kendisini çeşitli kabilelerden oluşan tüm Babil halkının birdenbire egoizm patlaması hissettiği ve insanların birbirinden nefret ettiği bir durumda bulması dışında, özel bir şey yoktur.

Sonra İbrahim bu olguyu araştırmaya başladı ve bunun egoizmdeki keskin bir artıştan kaynaklandığı ve bu konuda bir şeyler yapılması gerektiği sonucuna vardı. Egoizmin üzerinde bir bağ kurma sistemi inşa etmenin gerekli olduğu, ıslah metodunu ortaya çıkardı. Bütün Babillileri buna çağırmaya başladı.

Büyük bir lider olduğu için bazı Babilliler onu dinledi ve takip etti. Daha sonra onları Babil’den İsrail ülkesine götürdü, ancak insanların çoğu orada kaldı ve daha sonra dünyanın dört bir yanına dağıldı.

İbrahim büyük bir reformcuydu. Aralarındaki bağda, doğanın tek gücünü ifşa etmeye çalışan bir grup topladı ve içinde bu ihtiyaç gelişmemiş olan kişiler Babil’de kaldı.

Tora: Orijinali Mi Yoksa Çeviri Mi?

Soru: Kişinin Tora’yı sadece orijinal dilde mi okuması gerekir? Tora’nın ve Zohar Kitabı’nın anlamını, Rusçaya çevrildiği şekliyle anlamaya çalışmak faydasız mıdır?

Cevap: Tora’yı hem orijinalinde hem de tercümesinden okumak faydasızdır çünkü insan, Tora’nın ona gerçekten ne söylemek istediğini anlamayacaktır.

Tora’yı herhangi bir dilde çalışmak için, kişi önce Kabala çalışmalıdır. O zaman Tora’da saklı anlamı anlarız.