Daily Archives: Aralık 4, 2020

İnsanları Birlikte Çalışmaya Ne Motive Edecek?

Soru: Ekonomistler günümüzde, çalışan motivasyonunun en büyük zorluklardan biri olduğuna işaret ediyor. İşyeri koşulları, ikramiyeler ve maaş artışları artık işe yaramıyor. Son zamanlarda özellikle Koronavirüs döneminde, motivasyonun temeli değişti. Kendi içlerinde motivasyon bulamayanlara ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?

Cevap: Sanırım yakında öyle bir duruma geleceğiz ki insanlar ıstırap içinde,  aydaki kurtlar gibi ulumaya başlayacaklar. O zaman, mutlak umutsuz durumlarından çıkmak için en ciddi motivasyona, güce ve yeteneğe ihtiyaç duyduklarını anlayacaklar. Onlara bu motivasyonu verebilecek birini aramaya başlayacaklar ve bize gelecekler.

Soru: Araştırmalar, bir astını dinleme becerisine sahip bir patronun, bir çalışanı işyerinde kalmaya motive etme olasılığının, maaşından 13 kat daha fazla olduğunu göstermekte. Bunun bir geleceği var mı sizce? Sonuçta, çoğu kişi için çalışmanın tek nedeni maaş.

Cevap: Hayır. Böyle bir duruma, bir kişi köle gibi çalışma motivasyonuna sahip olmayacak kadar maddi durumundan memnun kaldığında ulaşacağız. Çalışmasında yalnızca yaratıcı bir bileşen aramaya başlayacak. Sanırım buna yakında geleceğiz.

Soru: Sizin görüşünüze göre bir çalışma ekibini motive etmenin en etkili yolu nedir?

Cevap: Bağ kurmak ve özel bir hedefe ulaşma, tam olarak birliğin içindedir; burada, kendisi ve başkalarıyla ilgili devasa çalışma katmanları ortaya çıkar. Kişi, kendisinin ve başkalarının o kadar içsel olasılıklarını açığa çıkarmaya başlayacak ki içinde ve çevresinde ne gibi inanılmaz olayların gerçekleştiğini görecektir.

Soru: Öyleyse ortak çalışma yapan insanlar, birlikte iyi çalıştıkları gerçeğinden enerji mi alacaklar?

Cevap:  Yalnızca bu değil. Birbirleriyle doğru bir şekilde bağlılarsa o zaman kendi aralarında duygusal, manevi, onlara hiçbir meslekte görmeyecekleri bir ödül veren, bir üst koşul bulacaklar. Onlar her şeyi, doğrudan bir takım içinde kendini gerçekleştirme arzusundan algılayacaktır.

Kronik Yorgunluktan Nasıl Kurtulunur?

Soru: Son yıllarda, birçoğu uzun dinlenme ve uykudan sonra bile kronik yorgunluk sendromu geliştirdi. Hastalığın nedenleri hala bilinmemektedir ve buna göre etkili bir tedavi yoktur. Bazı araştırmacılar, virüslerin bu hastalığın tetikleyicisi olduğuna inanıyor.

Kronik yorgunluk sendromu, insanlara ve ekonomiye çok büyük zararlar verir. Yalnızca Britanya’da 250.000 kişiyi etkiliyor ve ekonomiye milyarlarca pounda mal oluyor.

İnsanlar,  tam anlamıyla yatakta oturdukları yerde yatalaktırlar ve bu konuda ne yapacaklarını bilemezler. Yaşama gücünü nereden alsınlar?

Cevap: Bu sorun kasıtlı olarak ortaya çıkar, böylece hayatın gerçek anlamını buluruz ve onu önemsiz şeyler için boşa harcamayız.

Bu nedenle bir amaç olmadan, yaşamak için hiçbir nedenimiz olmadığını hissediyoruz. Herkesin kendine ait amacı olabilir ama onu bulmalıyız. Bizim evrimimiz, memnuniyet/doyum isteyen içimizdeki egoizmi geliştirmektir. Ve doldurma yoksa onu biz kendimiz aramalıyız. Bu nedenle, bir yandan çok bencil olduğumuz, diğer yandan da çok boş olduğumuz ortaya çıkar. Böylece sorunlar belirir.

Egoizmin büyümesiyle birlikte, onu sürekli dolduracak,  yaratıcı, gerçekten saygı duyulan bir şey aramamız gerekiyor. Bu nedenle, insanları sakinleştirici ile doyurmamalıyız. Bugün dünyada ilgisizlik, tarafsızlık ve her türlü sorun,  egoizmin büyümesi nedeniyle çok yaygındır ve biz insanlar ona doğru doygunluğu veremiyoruz.

Bencillik bizden tek bir şey ister: Bana hayatın anlamını ver! Aksi halde neden yaşamalıyım ki? Sorun bu. Hayatın anlamını bulmalı ve herkese sunmalıyız. Herkes onu bulsun, ancak dertlerimizi unutturan ama bizi doldurmayan küçük şeylerde değil.

İnsanlığın, hayatın anlamını bulacağını düşünüyorum. Ben şahsen buldum. Ama bunu herkese sunamam. Dileyen herkesi davet ediyorum.

İhsan Etme Uğruna Yaşama

Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, geleceğin toplumunda liderlerin kendileri için herkesin hakkından daha fazlasını almayacağının ve tüm iyi girişimleri yok etmeyeceğinin garantisi nerede?

Geleceğin toplumu, hiçbir zorlamanın, yukarıdan diktatörlüğün olmadığı açık bir toplumdur. Herşey sadece dostlar tarafından yönetilir. Bu nedenle Rusya’da olduğu gibi aynı şeyin olması mümkün değildir.

Toplumda meydana gelen süreçleri anlayan ve toplum nezdinde inanılır olan Kabalistler bunun başında olacaktır.

Geleceğin toplumu, herkes için aynı yaşam standardını oluşturmaya çalışacaktır. Orada, birinin çok çalışıp diğerinin tembel olacağına dair hiçbir korku yoktur. Herkes topluma verebildiği kadar çalışacak ve kendisi için doğru rolü bulacaktır.

Böyle bir toplumda, insanları çalışmaya zorlamaya gerek kalmayacaktır çünkü  kişi topluma yatırım yaparak, ruhunun ıslahı için üst dünyaya, gelecek dünyaya yatırım yaptığını görecektir. Bu nedenle, cesaretlendirmeye veya cezalandırmaya ihtiyacı olmayacak – topluma fayda sağlamak için her türlü fırsatı memnuniyetle karşılayacaktır, bunun kişisel olarak kendisine fayda sağlayacağını hissedecektir. Onun için toplumla kendisi arasında bir fark olmayacaktır.

Islah olmuş toplumun amacı “komşunu kendin gibi sevmektir” .

Geleceğin dünyasında para olmayacaktır, peki o zaman kişinin topluma ne kadar çaba harcadığını nasıl ölçebiliriz? Bunu nasıl kontrol edebiliriz? Kendimizi, bizi birbirimize bağlayan ortak bir sistemin içinde hissedeceğimiz bir duruma ulaşacağız ve bunun içinde her birimizin ne kadar yatırım yaptığını göreceğiz. Ve buna göre, toplumla birlikte yükselmek için herkesin topluma daha fazla dahil olmasına yardımcı olacağız.

Yavaş yavaş, aramızdaki Şehina adı verilen, bağ sistemi hepimize ifşa olacak ve onu cennete yükseltmemiz gerekecek.

Böyle bir toplum, tamamen ihsan etme üzerine inşa edilecek ve onun içinde alım, sadece yaşayabilmek ve ihsan edebilmek için var olacaktır. Kişi ihsan etme fırsatını ödül olarak algılayacaktır.

“Üç Kuşaktan Oluşan Bir Ailenin Değerleri Üzerine” (Linkedin)

Bugünün ailesinde genellikle evde çocuklarla birlikte yaşayan sadece tek bir yetişkin var. Ama Şükran Günü geldiğinde, tam boy bir ailenin değerlerini tartışmak için bir dakikanızı almak istiyorum. Ve tam boydan, sadece iki ebeveyn ve çocuk değil, daha çok büyükanne, büyükbaba ve çocukların hep bir arada olmasını kastediyorum. Yani, hepsinin aynı evde yaşamasına gerek yoktur, ancak yakın aile bağlarını korumanın faydaları, özellikle de sosyal olarak yalıtılmış olmanın çok kolay olduğu, üzüntümüz ve yıpranmamızın sebebinin bu olduğunu anlamadığımız günümüzde, bilmemiz gereken bir şeydir.

Maneviyatta, üç kuşağın özel bir anlamı vardır: onlar, duanın yükselişinin tüm sürecini temsil ederler. Bu, kişinin bir duayı yükseltmesiyle başlar, onu bir “aracı” vasıtasıyla en üst seviyeye gönderir ve en üst seviye, cevabı ‘‘aracı’’ vasıtasıyla dua eden kişiye geri döndürür.

Bu manevi kök, dünyamızdaki birçok olguda tezahür eder, ancak en hayati olanlardan biri, üç kuşaktan oluşan ailedir. Bu nedenle ailedeki tüm kuşaklarla bağları sürdürmek, zihinsel ve duygusal olarak çok sağlıklıdır.

Manevi faydalara ek olarak, büyükanne ve büyükbabalar çocuklara ebeveynlerin veremediklerini verebilir. Doğası gereği, ebeveynler daha yargılayıcı ve talepkardır. Birincil eğitimciler olarak, bu şekilde olmaları gerekir. Büyükanne ve büyükbabalar daha kabullenicidir ve çocuklara oldukları gibi sevildiklerini her zaman hissedebilecekleri bir yer verirler. Bu çocuklar için çok önemlidir. Ek olarak, çocuklar ebeveynlerinin kendi ebeveynlerine iyi davrandıklarını gördüklerinde, onlar da büyüdüklerinde ebeveynlerine iyi davranacaklardır; çünkü örnek, en etkili ve kalıcı öğretim yöntemidir.

Yaşlılar için torunlarıyla vakit geçirmek yük değildir; bu bir armağandır (elbette sağlıklarının ve enerjilerinin izin verdiği ölçüde). Torunlarıyla birlikte olmaktan zevk alırlar, bu onları kendi çocuklarına, ebeveynlerine bağlar, onlara canlılık ve sağlık verir. Ebeveynler için, çocukların büyükanne ve büyükbabalarıyla geçirdikleri zaman, birbirleriyle birlikte olma veya başka türlü yapacak zaman veya enerji bulamadıkları başka şeyler yapma fırsatıdır.

Ebeveynler çocuklarından ara sıra ayrıldıklarında, bu onların rahatlamasına yardımcı olur ve çocuklarla birlikteyken daha düşünceli ve sabırlı olmalarını sağlar. Aynı zamanda çocukların ebeveynlere, ebeveynlerin çocuklara olan özlemini artırır ve hiçbir şey insanları doğru miktarda özlemden daha güçlü bir şekilde bağlayamaz.

Bu Şükran Günü, herkese tüm aile ile bol sevgi ve mutlu tatiller diliyorum.

“Doğanın Çok Acımasız Olabileceğinin Bir Örneği Nedir?” (Quora)

Böyle örnekler yoktur, çünkü insanların doğayı nasıl acımasız olarak algıladıklarını anlasam da doğa hiç de acımasız değildir.

Doğa, bir parça kişisel çıkar olmaksızın, mutlak bir ihsan ve sevgi niteliğidir. Doğayı, zıt nitelikteki egoist kişisel çıkarımız içinde hissettiğimizde, o zaman doğanın zıt ucunu deneyimliyoruz.

Ben çocukken annem okulda düşük notlar aldığım için bana kızardı. Bu onu endişelendiriyor ve üzüyordu, ama o anlarda onu acımasız olarak görmeme rağmen, aslında bana karşı sevgi ve şefkatle davranıyor, mümkün olduğunca en ideal şekilde gelişmemi istiyordu.

Doğa tamamen özgeciliktir, bizim niteliğimiz de egoizmdir. Doğaya aykırı düşündüğümüz ve davrandığımız ölçüde, doğanın iyiliğine ve sevgisine zıt hissederiz. Bu, tüm olumsuz duygularımızın ve ıstırabımızın kaynağı olduğundan kendimizi kötü bir dünyada yaşıyormuş gibi algılıyoruz.

Yine de doğa kötü bir şey yapmaz. Sürekli iyiliksever bir tutuma sahiptir ve insan doğasının kendi içinde doğaya muhalefeti nedeniyle, yaşamda sayısız fenomeni bozuk ve kötü olarak hissederiz. Bunun için kendimizi veya doğayı suçlamamız gerekmez, bu sadece içinde doğduğumuz, bize verilmiş olan belirli bir durumdur.

Ancak, onu düzeltebilmemiz ve kendimizi doğa kadar özgecil ve eksiksiz yapabilmemiz için bize egoist bir nitelik verildi. Dahası, ne kadar evrimleşirsek, egomuz o kadar büyür ve yaşamlarımızda daha büyük acılara neden olan bir şey olarak, doğaya karşıtlığımızı o kadar çok hissederiz. Bu gelişme bizi, içten bir kendini dönüştürme arzusu geliştirdiğimiz bir noktaya götürmek içindir: benmerkezci, kendine-hedefli hareket tarzımızı, doğa ile dengeli özgecil, şefkatli ve sevgi dolu olan bir tarza değiştirmek. Doğaya daha çok benzemek için kendimizi değiştirme sürecine “ıslah süreci” deniyor ve bizlere, bu düzeltmeyi kendi halimize bırakıldığımızdan daha fazla farkındalık ve anlayışla geçirebileceğimiz bir yöntem verildi.

Ancak şu an için böyle bir farkındalığa sahip değiliz ve anne babamızın bize neden bağırdığını anlamayan çocuk gibiyiz.

Manevi Gelişim, Sevinç Olmadan İmkânsızdır

Bizler, tüm evreni dolduran, ışıkla dolu, sonsuzluk dünyasının içindeyiz. Ama bir şekilde var olabilmemiz için, bize küçük bir yaşam kıvılcımından başka bir şey vermeyen bu dünyayı boş hissediyoruz. Dolayısıyla bu dünyaya değer vermiyoruz. Onun içindeki her şey gizlidir, ancak onu ifşa etmemiz gerekir.

Gizlenme ve ifşa, sadece bize bağlıdır, başka hiç kimseye değildir. Sadece kendimi sonsuzluk dünyasında, sonsuz ışık okyanusunda, sonsuz doyumda ve hiçbir şeyden eksikliğimin olmadığına ikna etmeliyim. Eksik olduğum tek şey benim doğru tavrımdır. Dünyayla bu şekilde ilişki kurarsam, her şeyin orada olduğunu göreceğim.

Bu, sevinç, birlik ve karşılıklı destek duygusu sayesinde mantık ötesi inanca yükseldiğim anlamına gelir. Mutlak iyilik dünyasını bu şekilde keşfederiz ve algımız dışında hiçbir şeyin gerçekten değişmediğini görürüz.

Daha önce tüm dünyayı siyah olarak görmekteydim çünkü onu eksikliklerime göre değerlendirdim. Ve dünyaya karşı tutumumu düzelttiğimde, mantık ötesi inanca yükseldiğimde ve üst ışıkla, Yaradan’la dolu iyi bir dünya görmek istediğimde, gerçekte olan şeyin bu olduğunu anlarım.

Ve bu psikolojik bir telkin ya da kendini kandırma değil, doğru bir gerçekliktir. Dünyayı alma değil, ihsan etme niteliği içinde görmek için, kendimi sadece Malhut derecesinden Bina   derecesine yükseltmem gerekir.

O zaman dünya iyi olacak ve içinde her şeyin iyi olduğunu ve kötülük olmadığını göreceğim. Basitçe, herkes kendi bozukluğunun derecesine göre yargılanır: içimde kötülük varsa, o zaman etrafımda kötülük görürüm. Ve kendimi ıslah edersem, dünyayı ıslah olmuş görürüm. Hepsi benim içsel görüşüme bağlıdır.

Ve en doğru tutum sevinç içinde olmaktır. Ve bu nedenle şöyle yazılır: “Yaradan’a sevinçle hizmet edin.” Yaradan’ı ve O’nun yarattığı dünyayla sevinçle, şükranla, Yaradan’ı eleştirmeden, ilişki kurarsak dünyanın gerçekten iyi olduğunu hissedeceğiz. Bu, Malhut derecesinden Bina derecesine, mantık (Malhut derecesi) ötesi inanca (Bina derecesi) yükselmek istediğimiz anlamına gelir.

Yaradan bana iyi davranıyor ama bana, darbeler alıyorum gibi geliyor çünkü inanç içinde, ihsan etme gücü içinde olmak yerine, ben almanın içindeyim. O’nun bana karşı tavrını bozan benim. Bu nedenle, Yaradan’ın iyiliğini ortaya çıkarmak için her türlü çabayı göstermeliyim. Sonuçta, iyi olan ve iyilik yapan Yaradan’dan başka bir güç yoksa, dünyada kötülük olamaz.

Bana dünyada kötülük varmış gibi geliyorsa, bunun nedeni içimde bozuk olmamdır. Gerçekliğe karşı olan tavrım dışında düzeltecek başka bir şey yoktur. Ve o zaman kötülüğün olmadığını, sadece iyinin olduğunu göreceğim.

Sanal Topluluğu Kim Yönetmeli?

Soru: Sanal topluluğun nasıl ve kim tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Cevap: Bu, iletişimimizin tüm özelliklerini, her türünü ve biçimini düzenleyecek özel bir manevi organ olmalıdır. Her şeyin üzerinde olmalı ve dünyaya buyruklar verebilmiş büyük Kabalistik düşünürlerden oluşan bir topluluğu temsil etmeli ve dünya, onları dinlemenin arzu edildiğini anlamalıdır.

Soru: Peki ya bugün sahip olduğumuz yatay bağlar, artık işe yaramıyor mu?

Cevap: Bugün herkesle bağlantılı olarak oluşturulan bu yasalar, tamamen bencilce, tamamen zorlayıcı yasalardır.

Soru: Gelecekte sanal bir dünya hükümeti oluşturulabilir mi?

Cevap: Elbette.