Category Archives: Kabala

Rehber Olmadan Maneviyata Ulaşmak İmkansızdır

Bilgelere inanç olmadan, mantık ötesi inanca ulaşmak ve Yaradan ile bağ kurmak imkansızdır. Sonuçta, egoist arzumuz ile ihsan etme arzusu arasında doğrudan bir bağ yoktur.

Egoizmin içinde olduğumuz için, ihsan etme arzusuna sıçrayamıyoruz ve ne olduğunu ya da ona nasıl yaklaşacağımızı bile anlamıyoruz. Bu nedenle, bizi bu dünyanın hissinden üst dünyayı hissetmeye götürebilecek bir rehbere ihtiyacımız var.

Biz bu dünyadayız yani alma arzusu içindeyiz ve dünyayı ancak onun aracılığıyla hissediyoruz. Egoizm, tüm niteliklerimizi belirler, kalbimizi ve zihnimizi kontrol eder. Aynı zamanda bizler, ihsan etme arzusu içinde gerçekliği hissetmek isteriz.

Ancak, “zıt bir dünya göreceğim” denildiği gibi, ihsan etme arzusunun ne olduğunu ve başka bir gerçekliği hissetmek için onu nasıl geliştireceğimizi bilmiyoruz. Uzun zaman alabilen ve bu dünya ile bir sonraki dünya arasında birçok ara durumu, alma arzusunun hakimiyetini ve ihsan etme arzusunu içeren özel bir koşuldan geçmemiz gerekiyor.

Böyle bir geçiş bir anda olamaz, ancak söylenenlere göre: “Hayatımın her günü beni sadece iyilik ve merhamet takip edecek.”

Bu nedenle, her iki dünyada aynı anda yaşayan ve bize böyle bir geçişi nasıl yapacağımızı öğretebilecek bir bilgeye ihtiyacımız var. Manevi dünyanın edinimi içinde olan herkes böyle bir rehber olamaz. Bu, her iki dünyayı anlamada duygu ve anlayışta tutarlılık ve bir dünyadan diğerine adım adım nasıl geçiş yapılacağına dair bilgi gerektirir.

Bu rehberin niteliğine Musa denir. Bir yandan Yaradan’ın nitelikleri içindedir, öte yandan “sadık bir çoban” gibi, bu dünyadan manevi dünyaya, insanlara öğrencilere rehberlik etmek ve Yaradan’ın talimatlarını yerine getirmek için bu görevi üstlenebilir.

Manevi yolda öğretmen anlamına gelen, bilgelere inanç, yolun kendisine inanmakla, Yaradan’a ve gerçekleştirdiğimiz tüm eylemlere inanmakla aynıdır. Başarı, öğretmene ne kadar bağlı olduğuma ve onu ne kadar takip ettiğime bağlıdır. Bu sanki ciddi bir yürüyüşte, tehlikeyle dolu bilinmeyen bir bölgeden geçerken, ıssız yollarda, uygun kıyafetlere ve ayakkabılara, uygun bir bastona sahip olmanız, önünüzde giden kişiyi takip etmeniz ve önünüzde olanın izini takip etmeniz gerektiği gibidir. O zaman güvenle ilerleyebilirsiniz.

Bu, yeni başlayanların manevi yola girerken öğrenmesi gereken ilk kuraldır, ona bilinmeyen ve kafa karıştıran, basılmamış bir yoldur. Bu nedenle, ilk yürüyen, çok fazla deneyime sahip ve bu yolu zaten kendi başına yürüyen bir kişidir. Ama onu takip edenler yolu bilmemektedir.

Bunu fiziksel bir yürüyüşte ve hatta daha da ötesi manevi bir yürüyüşte yapmak gelenekseldir, çünkü orada tek bir doğru adımı atmak için ne yapmamız gerektiğini hiç bilmiyoruz. Dahası, egoizm her zaman kafamızı karıştırır ve bizi yoldan çıkarır. Bu nedenle, tökezlemeden ve düşmeden ilerlememize yardımcı olacak, mümkün olduğunca çok sayıda net göstergelere sahip olmamız gerekir.

Yaradan’a Ulaşmanın Başlangıcı

Soru: Dünyamızda tüm insanlığın, inancın ne olduğu konusunda ortak bir anlayışı vardır.  Size bir şey söylenmiştir ve onu görmemiş olsanız da, hissetmeseniz de ve ona ulaşmasanız da, ona inanıyorsunuz.  Ve bilgi, beş duyumuzda elde ettiğimiz şeydir.

Ancak Kabala, mantık ötesi inanç denen bir koşulu inceler.  Bunun anlamı nedir?

Cevap: Kabala’da her şey, bu dünyadan kesinlikle farklıdır.  Mantık ötesi inanç koşulu, kişiye oldukça sıkı bir çalışma döneminden sonra, Kabala’nın dünyamız ve manevi dünya hakkında ne dediğini anlamaya başladığında gelir.

Kişi belirli alıştırmaları yaparak, başına gelen her şeyin bir üst güç, üst akıl, üst iradeden geldiğini hissetmeye başlar ve Yaradan, Yaradan’ın arzusu, Yaradan’ın planı olarak adlandırılabilecek, belirli bir programı izler.  Ve sonra kişi, dünyamızda neredeyse tek bir eylemin kaldığını görür – tüm hislerini Yaradan ile birleştirmek.  Ve bunu yavaş yavaş yapar.

Çevresinde olup biten her şeyi, böyle yapılması yazıldığı için değil, bunda belli bir eğilim, anlam ve amaç (hayatın her durumunda kişiyi tek bir kaynağa, Yaradan’a yönlendirmek) olduğunu hissetmeye başladığı için üst güce atfeder.

Kural olarak, kişi egoizminde, gururunda ve öz-farkındalığında her türlü hoş olmayan duyguyu, tehdidi, korkuyu ve yenilgiyi deneyimlemeye başlar.  Dünyanın kendisine karşı çeşitli kaynaklardan gelen düşmanlığını hisseder.  Ve sonra, tüm bu kaynakların ardında, kişi üzerinde O’na yönelmesi için bu şekilde çalışan, “Yaradan” olarak adlandırılan güçler sistemini görmeye başlar.  Yani cansız, bitkisel ve hayvan doğasının tüm çeşitliliğinin arkasında bir tür güç, bir plan, bir program; tek bir kaynak vardır.

Ve gücün kendisi, kişiden gizlidir.  Onun yönüne bakacak şekilde, kasten kendisini kişiye gösterir.  Onun yönüne ne anlama geliyor?  Henüz net değildir.  Sadece başına gelen her şeyde, kişinin tek bir kaynağı görmeye alışmasıdır.

Bunun için çaba sarf eden kişi, sanki, dünyada, evrende olup bitenlere karşı, mantık ötesi inanç denen şeye karşı başka bir tutum seviyesine yükselir.

Mantık, diğer tüm insanlar gibi bir insanın dünyamızda beş duyusunda hissedebildiği şeydir.  Ve inanç, başına gelen her şeyi bir sonraki seviyeye, belirli bir güçle ilişkilendirme yeteneğidir ve bu şekilde onu yavaş yavaş eğitir.

Başlangıçta, bu sadece bir duygudur çünkü kişi henüz kaynağın kendisine tam olarak ulaşmamıştır.  O’nun hakkında tek bir şey dışında, hiçbir şey söyleyemez: tüm tecrübeleri ona gönderen kaynaktır.  Ve tecrübelerin ötesinde, aynı kaynak kişinin O’na dönmesine yardımcı olur.

Böylece O, kişiyi Kendisine yönlendirir:  “Dikkatinizi Bana verin.  Her şeyi Benden alıyorsunuz.  Bu dünyadaki tek hükümdar benim.  Size, tüm eylemlerinize, koşullarınıza, düşüncelerinize, duygularınıza, etrafınızdaki her şeye, tüm evrene hükmeden tek kişi benim.  Ve seni etkileyen her şey Benden geliyor.”

Bu, tam olarak kritik koşullarda daha büyük bir şeye ihtiyaç duyulduğunda ve kişi kendisine ne, neden ve nasıl olduğunu anlamadığında, meydana gelen her şeyin kaynağı olarak Yaradan’a ulaşmanın başlangıcıdır. Her şey onu boğar ve kafasını karıştırır.

Ve sonra, büyük bir içsel kargaşanın sonucu olarak, aniden bunun üst güçten geldiği hissini uyandırır.

Kişinin İçindeki Üç Tür Arzu

Soru: Tora’nın anlatılarında, her biri kişinin içsel arzularını kişileştiren birçok karakter vardır. Kabala’daki temel koşul, egoizminizden çıkış anlamına gelen, Mısır’dan çıkıştır. İçimizdeki “Mısırlılar” kimlerdir?

Cevap: “Mısırlılar”, bizim her tür egoist niteliklerimizdir. Bu karakterlere bağlı olarak küçük veya büyük olabilirler.

Rabaş’ın makalelerinde “Mısırlılar”ın, içimde “Eylem yapın, niyet önemli değil. Bu senin için değil, henüz yeterince olgun değilsin.” diyen arzular olduğu yazar.  Yani egoist niteliklerim beni sakinleştirir ve beni niyetlerden uzaklaştırır; niyetler esas olan şey değildir, esas olan eylemlerdir.

Yorum: Birincil kaynaklarda bile, niyet olmadan eylemler için bir tür destek bulabilirsiniz.

Cevabım: Birincil kaynakları nasıl gördüğümüze bağlı. Doğrusu, Tora niyetlerden bahseder.

Yorum: Ama aynı zamanda sık sık şöyle diyorsunuz: Eğer gücünüz yoksa, asıl şey bir şeyler yapmaktır ve niyet daha sonra gelecektir.

Cevabım: Evet, ama yaparsın ve niyet daha sonra gelir.

Yorum: Ayrıca içimizde “dünyevi” denilen arzulara sahibiz. Hemen hemen tarafsızdırlar. Onlar sadece niyetten değil, birleşmek için harekete geçme gücünden bile yoksundurlar.

Cevabım: Bu tür durumlar, bir hedefe doğru ilerleyen bir kişide bile ortaya çıkar. Ve diğer insanların hiçbir eyleme veya niyete sahip değildir. Onlar sadece temel egoizmleri içindedirler.

Diyelim ki derse gitmen gerekiyor. Ancak, niyet bir yana, grup içinde bir şeyler yapmaya gidecek güç bile yoktur. Buna dünyevi arzu denir. Kişi, yalnızca doğal hareketleri, güdüleri tarafından yönlendirilen küçük bir hayvan gibi davranır.

Ve “Mısırlıların” arzuları zaten bir ideolojidir: esas olan şey, niyet hiç önemli değilken, emredileni açıkça yerine getirmektir. Buna “Mitzvot anashim melumadam ” denir yani bana bu şekilde öğretildi ve yapıyorum. Yani, eylemlerimle, doğamı değiştirmeden, niyetimi değiştirmeden Yaradan’ı ifşa edebilirim.

Mekanik eylemler yapması gereken bir makine gibiyim. Ve onlarla, yine de niyetin yerini aldığı varsayılan her türden cümleyi söylemek zorundayım: kutsamalar ve benzeri gibi.

Ayrıca insanda “büyük karışım” anlamına gelen, “Erev rav” denen bir tür arzu vardır. Bunlar, “kendi iyiliği için” niyetiyle eylemler gerçekleştiren, gruplar halinde organize olmuş kişilerdir.

Soru: Mısırlıların aksine, bir niyete sahipler mi?

Cevap: Hayır, Mısırlılar egoizmin bir sonraki seviyesidir: “Hem bu dünyada hem de sonraki dünyada ödül kazanmak için her şeyi yaparım.”

Ve  “Erev rav” ile ilgili olarak, Yaradan’dan korktukları, ancak Firavun için çalıştıkları söylenir, çünkü tüm eylemleri kendileri içindir.

Yükselişler ve Düşüşler Arasında Boş Zaman İçin Yer Yok

Yükselişler ve düşüşler bize bir yaşam hissi verir. Hayatta bir değişiklik olmasaydı, o zaman yaşam değil ölüm olurdu. Salgın bizi felce sürükledi ve durgun bir yaşam sürmeye zorlandık, evlerimizde kilitli kaldık.

Görünüşe göre bu, borsada ve hayatlarımızı dolduran gündelik çekişmelerde değil, yeni yaşam biçimlerinde, farklı düşüş ve yükselişler bulmamıza yardımcı olacak.

Ve böylece kendimizi karantinada buluyoruz, böylece hayattaki değişikliklerin farklı derecelerde olabileceğini ve bunlara hayat dendiğini hissediyoruz. Yükselişlerin imkânsız olduğu düşüşleri takdir etmeye başlayacağız.

Yaratılışın en başından Yaradan, ortak ruhun parçalanmasıyla bizim için büyük bir düşüş düzenledi. Ve bu kabı kendi çabalarımızla toplamalı ve eski durumuna getirmeliyiz. Ancak katılımımızı, arayışımızı, boşluğumuzu, duamızı, arzumuzu, birleşme zorluğumuzu da ekleyerek ilk yükselişi 620 kat arttırıyoruz.

Adam HaRishon’un ruhunun parçalanmasından önce varlığımız bilinçsizdi. Ancak şimdi, tüm hazırlıklardan dolayı, yükselişler ve düşüşleri hissetmeye başlıyoruz ve her düşüşten sonra kendimiz yükselmeye çalışıyoruz: cansız seviyeden bitkisel, hayvansal ve insana. Sonunda insan olmanın ne anlama geldiğini, ne için yaşadığımızı, durumumuzun insan yaşamına ne kadar uzak veya yakın olduğunu hissetmeye başladık.

Böylece, düşüşlerde ve yükselişlerde, yavaş yavaş yaşamın özünü, amacını, varoluşumuzun anlamını keşfederiz, duyu organları geliştiririz, bir düşüş veya yükselişte ölü ve diri olmanın ne anlama geldiğini öğreniriz.

Biri diğeri olmadan olamaz. Her şey düşüşle başlar. Yaradan, gelecekteki tüm koşullarımız için hazırlıklar yapmak için kabı paramparça eder. O, her şeyi, geceyle, ayrılıkla, Yaradan’dan, hedeften, dostlardan kopma duygusuyla başlayacak şekilde belirlemiştir. Sadece bu koşuldan itibaren büyük, son bir yükselişe ulaşmak için parçalarımızı toplamaya başlayabiliriz.

Kendisinden önce bir düşüş yoksa, yükseliş mümkün değildir. Yükseliş, düşüşü anlamak ve onun üzerine çıkmayı istemektir. İşte bu yüzden Yaradan, yükselmemizi, ayrılığı birliğe, nefreti sevgiye çevirecek bir şeyimiz olsun diye bizim düşüşümüzü düzenler.

Bundan, yükseliş ve düşüşün, egoizmimize göre değil, başarmamız gereken tam bağ koşuluyla ilişkili olarak gerçekte ne olduğunu anlayabiliriz.

Düşüşlerin ve yükselişlerin sayısı, bunların frekansı, derinliği, maksimum hızı ve çokluğu, son ıslaha doğru ilerlememizi belirler. Herkese, ortak ruha katılması için, aynı zamanda her onlu için ve hepimiz için kendi özel Kli’sinde sınırlı sayıda yükseliş ve düşüş verilir.

Yükseliş ve düşüşlerin gücü ve değişme hızları hesaba katılır. Yükselişi ve düşüşü uzun süre esnetmeyin. Maneviyatta zaman yoktur; her koşul için bir dakika yeterlidir. O ifşa olur olmaz, derhal bir sonraki koşulla değiştirilmelidir.

Düşüşler ve yükselişler arasında ve hatta yükselişler ve düşüşler arasında kesinti için yer kalmasın diye bağımız üzerinde çalışmanın yoğunluğunu artıralım. Önemli olan, koşulu ve onun bir sonraki adım için faydalarını hızlı bir şekilde açıklığa kavuşturmaktır.

Hem düşüşleri hem de yükselişleri, yukarıdan bilgiymiş gibi, yapıcı bir şekilde ele almaya çalışmalıyız. Onlar zaten üst güç tarafından hazırlandılar ve hepsinden geçmek zorundayız. Sadece sıklıkları bize bağlıdır.

Her şey bizim hazırlığımıza bağlıdır. Düşüş ve yükselişleri, kendi duygularımızla değil,  insanlığın genel ıslah süreciyle ve hedefimiz olarak Yaradan ile ilişkilendirirsek, o zaman her an, bu yolda iyi ve doğru bir adım olur. Ve tek yapmam gereken, nihai hedefe yaklaşmak için daha da ileriye gitmektir. Sonra tüm yükselişler ve düşüşler bir araya gelecek ve bu iki koşulu bir bütün olarak hissedeceğim: “Karanlık ışık gibi parlayacak.”

Şans Eseri Değil

Dünyada hiçbir şey tesadüfen olmaz; her şey, bizi tek kalp tek bir adam olarak birleşmek ve Yaradan’la bağ kurmak hedefine doğru ilerletme amacına yönelik olarak gerçekleşir.

Bu, tüm gerçekliğin amacıdır. Ve bunu çok arzu edersek, herhangi bir sorunu ilerlememizi hızlandırmak ve bize en kısa ve en iyi şekilde rehberlik etmek için bir fırsat olarak algılarız.

Asıl mesele, onlunun merkezini tespit etmek ve bu merkezden, onlunun ilerlemesi için O’nun yardımını istemek ve talep etmek için, Yaradan’a özlem duymak, , bizi onluda birleştirdiği ve O’na doğru ilerlememiz için bize akıl ve duyguları verdiği için O’na teşekkür etmektir.

Dua minnet ve istek içermelidir. Yaradan’ın bizi dünyadaki diğer insanlar gibi bilinçsiz bir durumda bırakmadığı için minnettarım ki O, bize nerede olduğumuzun ve gerçeğe, hakikat dünyasına, gerçek duruma nasıl ilerlememiz gerektiği ve böylece kaderimizi kontrol etmeyi öğrenmemiz gerektiği anlayışını verdi.

Bütün bunlar, O’na daha yakın olabilmemiz ve bu dünyadaki tüm insanları yanımıza çekebilmemiz gerçeğiyle, Yaradan’a memnuniyet vermek içindir. Yaradan, tüm insanların bir onluda, Adam HaRishon’un ruhunun on Sefirot’unda birleştiğini görmek ister.

Bu, Yaradan’a ve tüm insanlığa karşı görevimizdir, çünkü onların ortasındayız ve Yaradan’ı diğer insanlarla birleştirmeliyiz. Ve bu nedenle, Yaradan’ın hizmetkârları olarak adlandırılıyoruz. Bir yandan fiziksel dünyadayız ve tüm insanlarla bağlantıdayız, diğer yandan Yaradan’a bağlıyız ve O’nun ile yaratılan varlıklar arasında bir geçiş yolu olarak hizmet etmeliyiz.

Bizler, Galgalta ve Einaim ve AHAP olarak içimizde birleştirmemiz ve ruhumuzu oluşturmamız gereken bu iki parçaya, Yaradan’ın bir parçasına ve yaratılan varlıkların bir parçasına sahibiz.

Yaradan bizi bu çalışma için seçti: O ve insanlık arasında bir bağ kanalı, bir iletişim aracı, bir geçiş yolu olarak hizmet etmek ve O’nun güvenini haklı çıkarmak istiyoruz. Zor bir iş çünkü sadece kendi kaderimizi değil, dünyanın kaderini de önemsememizi, herkesin acısını hissetmemizi ve arzularını hissetmemizi gerektiriyor. Aynı zamanda böyle bir görevi almak da ayrı bir onurdur.

Onlunun merkezi, herkesin onlunun önünde kendisini iptal edip, boyun eğmesinden dolayı, her zaman bağ kurduğumuz yerdir. Bu şekilde, birlikte Yaradan’a döndüğümüzde onlunun merkezine ulaşırız. Herkes kendini diğerlerinin önünde iptal ederse, o zaman ortada Yaradan’a döndüğümüz ortak bir noktadan başka hiçbir şey kalmaz. Aksi halde Yaradan, O’na söylemek istediklerimizi işitmeyecektir.

Dostlarımın yandığını ve kalbimin sağır olduğunu görürsem, o zaman büyüklerin arasında küçük biri gibi hissetmeli ve elimden gelenin en iyisini yapmalıyım. Sınıfta otursam ve hiçbir şey duymasam, hiçbir şey görmesem, hiçbir şey anlamasam bile, duygu ve düşüncelerim uyuşmuşsa da her şeye rağmen dostlarımın arasındayım. Bu, annenin içindeki bir çocuk gibi, onlunun içinde bir embriyo haline geldiğim anlamına gelir.

Annenin karnındaki çocuk kıvrılmış bir şekilde yatar ve hiçbir şey yapmaz, sadece kendini iptal eder ve üst güç onu geliştirir. Aynı şekilde onluda kendimi iptal etmeli, mümkün olduğunca buna dahil olmalı ve dostlarımın beni etkilemesini beklemeliyim. Bu çok yüksek bir koşuldur ve bu tür bir kendini iptal etme büyümemizi sağlar.

Kendimi iptal ederek ve onluya dahil olmayı isteyerek, onlara büyük bir iyilik yapıyorum, çünkü şimdi Yaradan’ın benim için belirlediği koşullara göre doğru eylemi gerçekleştiriyorum. Bizler, her zaman on Sefirot’u onluda temsil ederiz ve her seferinde bu on Sefirot’ta farklı bir rol oynarız. Dolayısıyla aralarında benim gibi kendini iptal eden hiç kimse yoksa dostlar ilerleyemeyeceklerdir.

İyi İle Kötü Arasındaki Yol

Her zaman içimizdeki tüm kötü nitelikleri ışığın nitelikleriyle telafi ederek nasıl dengeleyeceğimize bakmalıyız. “Sevgi tüm günahları örter”, yani her zaman tüm parçalar arasında doğru bağı kurmalıyız: kendi içimizde ve aramızda ve çevremizde.

Tora, cansız doğaya, bitkilere, hayvanlara, insanlara ve üst güç olan Yaradan’a , yani doğanın bir alan, mükemmellik biçimini alması için beş arzu seviyesinin nasıl düzenleneceğine dair yasaları açıklar.

Böylesine mükemmel bir form yaratmaya çalıştığımızda, her şeyi yaratan kaynağı, üst gücü ifşa ediyoruz. Yaşamımız, tüm parçacıkları her yöne dağıtan negatif bir kuvvetle, tamamen paramparça olan Büyük Patlama ile başlar. Ve sonra parçacıklar toplanıp birbirleriyle birleşince yaratılış başlar. Çalışmamızı böyle görmemiz gerekiyor: Doğanın tüm karşıt parçalarını toplamak ve birbirlerini destekleyecek şekilde bir araya getirmek.

Kötülük ortadan kalkmaz çünkü iyilik, kötülük olmadan var olmaz. İnsanlık bunu anlamadığı sürece, savaşa yaklaşacaktır. Sonuçta, doğanın kanunlarını anlamıyoruz, buna bağlı olarak ayrılığımız sadece büyüyecektir, ve bizler bunun üzerine birliğe ve bağa gelmeliyiz.

Küçük bir çocuk yalnızca iyi şeyleri kabul edebilir. Ancak bir yetişkin, problemsiz bunun imkansız olduğunu anlar. Kişinin gelişimi sırasında, kişi kötülüğün dışarıda değil, kendi içinde olduğunu anlar ve kötülüğü düzeltmek için onu sevgiyle, bağ kurarak telafi etmek gerekir. Ayrılık ve bağdan başka bir şey yoktur.

“Barış” (Şalom); “mükemmellik” (Shlemut), tamamlanma anlamına gelir. Kötülük kalır çünkü o Yaradan’dan gelmiştir. Ama Yaradan’dan bize iyiyle kötü arasında bir orta çizgi inşa etmemiz için, iyi olan ikinci bir güç vermesini talep ederiz. Yaradan’ın kötü ya da iyiyle ilgili olmadığı gibi, biz de iyiyle ve kötüyle ilişki kurmayız, ancak kendimizi sadece orta çizgide aralarında organize etmek isteriz.

Bu orta çizgide, O’nunla birlikte çalışarak Yaradan’ı giderek daha çok keşfederiz. İfşa olan tüm kötülükleri iyilikle örterek, orta çizgiye geliriz ve her şeyin Yaradan’ı ifşa etmek ve O’nunla bir bağ kurmak için olduğunu anlarız. Bu nedenle, “Sevgi tüm günahları örter” tavrıyla Yaradan ile bir ilişki kurar ve O’nunla bütünleşiriz.

İnsan Doğasının Özü

Soru: İnsanlar hayatları boyunca özgürlük için savaşıyorlar. İnsan Hakları Bildirgesi şöyle der: “Demokratik bir toplumda, hak ve özgürlüklerin kullanımında, ahlak, kamu düzeni ve genel refahın adil gerekliliklerin karşılanması bakımından ve başkalarının hak ve özgürlüklerinin gereği gibi tanınması ve saygı görmesini sağlamak amacıyla herkes, yalnızca kanunla belirlenen sınırlamalara tabi olacaktır.” Bu söze katılıyor musunuz?

Cevap: Doğanın ötesine geçmediği ölçüde.

Sorun, insanların yetiştirilme biçimine, hayatta önlerine gelenlerden anladıklarına göre “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganını ilan etmesidir. Kabala ise doğa kanunlarından bahseder. Bu çok daha geniştir ve kulağa farklı gelebilir.

Doğa açısından, kişi egoizminin içinde olduğundan özgür olamaz. Bundan nasıl kurtulacağız? İşte sorun bu. Ben doğuştan böyleyim, o doğuştan öyle: iyi, öfkeli, gergin, kıskanç, vb. her türlü kötü ve iyi niteliğe sahibiz. Ne yapmalıyız?

Soru: Genel olarak bu felsefi bir sorudur. İnsanın doğası kötü müdür, yoksa iyi midir?

Cevap: Kesinlikle öfkelidir çünkü ben sadece kendi çıkarımı düşünürüm. Belki bir diğer kişinin zarar görmesini istemem ama bana iyi gelecekse o zaman ona zarar veririm. Burada böyle bir “gri alan” var.

Kabalanın bakış açısından, bu dünyada var olan bir kişi kötüdür! Dolayısıyla, Tora’da insan doğasının, herkesin pahasına da olsa, egoistik bir haz alma arzusu olduğu söylenir. Biz böyle yaratıldık! Bir hayvanın yiyeceği, sağlığı ve üremesi içgüdüleriyle sınırlıysa, o zaman insan tüm dünyayı yutmak ister.

Bu nedenle, hareket özgürlüğümüz yok. Kötü bir eğilim tarafından yönetiliyoruz. İsteseniz de istemeseniz de, başkalarını kullanacaksınız; çünkü siz bu şekilde doğdunuz. Buna elbette eğitimi, kısıtlayıcı yasaları, toplumun görüşünü ekliyoruz, ancak genel olarak kişinin kendisi kötüdür.

Tora der ki: Bir kişinin kötü eğilimi özünden gelir. O doğmadan önce bile, içinde zaten kötülük vardır.

“Manevi Sevgi Hakkında 5 Gerçek Nedir?” (Quora)

1) Manevi sevginin ve manevi bağın edinimi, ancak nefret ve reddediş hislerinin üzerinde gerçekleşebilir. Sevgiyi, nefret ve reddetmenin üzerine inşa etmeden başkalarını seversek, o zaman bu manevi sevgi değildir.

2) Tora’da manevi sevginin edinilmesi hakkında “Sevgi tüm günahları örtecek” diye yazılmıştır (Özdeyişler 10:12).

3) Manevi edinim, “günahları” yani başkalarına karşı nefret ve reddi hissetmeden sevgiye sahip olamayacağımız için, “Sevgi tüm günahları örtecek” kuralına bağlı kalmayı gerektirmektedir. Bu nedenle, sevgi ve nefrete karşı tutum, önem bakımından eşit olmalıdır. İkisi arasında maneviyatı ediniriz; bu nedenle maneviyatı edinmek isteyenlerin, kendileri nezdinde, sevgi ve nefreti veya bağı ve reddi, eşit şekilde konumlandırmaları gerekir.

4) Başkalarının pahasına haz alma arzusu olan insan egosu, başkalarına karşı nefret ve reddetme duygusunun sebebidir; “maneviyata zıt” bir niteliktir. Bu nedenle manevi sevgiyi geliştirmek, egomuzun maneviyatı reddinde aydınlatıcı bir nefret ve reddetme hissetmeyi, ardından egoyu kısıtlama kararına ulaşmayı ve sonra da egonun üzerinde bir sevgi ve başkalarıyla bağ kurma tutumu geliştirmeyi gerektirir. Dahası, böylesi bir tutum, aynı anda hem sevgi hem de nefreti hissedip, sevgiyi nefretin üzerinde seçtiğimiz sabit bir durumu gerektirir. Bu, farklı zamanlarda sevdiğimiz ve nefret ettiğimiz maddi dünyamızdan farklıdır. Bu nitelikleri bir arada tutmak, sonsuzluk hissine ulaşmamızı sağlar.

5) Manevi sevginin, ona zıt olan nefret ve reddedişin üzerinde gelişmesi ve keşfi, maneviyatın “sanatıdır”. Kabala’nın dilinde şu şekilde ifade edilir:  Manevi Partzuf (manevi bir varlık veya kişilik), nefret duygusu ve başkalarıyla tam bir bağ eksikliği olan Aviut’unu (bayağı egoist arzu) alır ve egoist arzunun Tzimtzum’u (kısıtlaması) ile Partzuf, bağ kurmak için (yükselen bağ değerleri, doğal egoist eğilimden çok daha önemlidir) Aviut’un üzerine yükselir ve sevgi/bağ ve nefret /reddetme nitelikleri arasındaki zıtlık ölçüsünde, yeni, daha yüksek, daha manevi ve veren bir Partzuf keşfedilir: hem aşağıdaki Aviut (bayağı egoistik arzu) hem de yukarıdaki Zakut (saflık) aracılığıyla.

2021’in Başlıca Riskleri

Soru: 2021’in birçok önemli riski dile getirildi. Ve bu Koronavirüs değildi. 2021’in ana riskinin Amerika’nın bölünmesi olduğu ilan edildi; ABD nüfusunun yarısı, ülkenin herhangi bir yeni liderini gayri meşru olarak görüyor.

Siz 2021’in ana riskinin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Cevap: Tüm dünya için, tüm insan topluluğu için görüşlerimizle, düşüncelerimizle, tutumlarımızla ve anlayışımızla uyuşmayan hiçbir şeyi dikkate almadığımızı görüyoruz. Başka hiçbir şeyi fark etmiyoruz.

Hiçbir şekilde ve hiçbir yolla! yabancı her hangi bir şeye tahammül edemeyeceğimizi fark etmeye başladık. Ve Amerika’nın bize gösterdiği budur. Amerikalılar çok ciddi bir yoldan geçtiler. Bu çok büyük bir ilerleme.

Amerika kendi içinde nedir? İnsanın yalnızca kendini düşündüğü ve kesinlikle hiçbir şeyi umursamadığı, oldukça gelişmiş egoist bir toplumdu. Diğerleri sadece onlardan para kazanmak için vardı.

Toplum pratik olarak iki eşit parçaya bölündüğü noktaya gelene kadar gelişiyorlardı. Amerika bize gösteriyor ki, eğer tüm dünya onların gitmiş olduğu yoldan gitseydi, aynı sonuca gelecekti. Ve sonra ne olacaktı?

Yani artık egoist olarak ilerlemenin mümkün olmadığı açıktır.

Ve bu nedenle, doğa tarafından çok ilginç bir alıştırma geliyor. Bu, okulda sınıftaki bir kişiden alıştırma yapması istenmesi gibidir, böylece daha sonra kişi belki de hayatta aynı hataları yapmayacaktır.

Yani, burada sorunu çözmemiz gerekiyor. Bütünsel bir toplumu nasıl yaratabiliriz? Neredeyse tüm uluslardan ve etnik gruplardan inşa edilen Amerika’da olduğu gibi, herkesin kendileri için en iyi koşul olduğunu anlayacağı bir toplumu nasıl inşa edebiliriz? Yalnızca mümkün olanın en iyisini değil, genel olarak en iyisini.

Soru: Görev daha da küresel mi? Bu toplumdan az çok daha birleşik bir şeyi, böylesine tek bir milleti nasıl yapabiliriz?

Cevap: Evet, doğal olarak. Amerika’nın bize gösterdiği bu. Ondan öğreneceğiz.

Yorum: 2021 riskleri listesinde ikinci sırada, uzun süreli bir salgın var. Aşılamanın arka planında, toplumun zengin ve fakir olarak daha da büyük bir bölünmesine, işten çıkarmalara, yetkililere güven kaybı vb. olacağına inanılıyor.

Cevabım: Bunun toplumumuzu iyileştirdiğine ve tüm tehlikeli atmosferi ortaya çıkardığına inanıyorum. Bu salgın eninde sonunda bizi arındıracak.

Cehennem, araf ve cennet vardır. Hepsinden geçmemiz gerekiyor.

Cehennem diye düşündüğümüz, henüz farkına varamadığımız ve içinde olmak ve bu ateşten kendimizi ısıtmak istediğimiz bu dünyadaki varoluşumuzdur.

Araf, kendimizi egoizmimizden arındırmaya çalışacağımız zamandır, bu da bu korkunç nefret ateşini, muhalefeti vb. alevlendirir. Ve sonra, tüm bunları hepimizin iyiliğine çevirdiğimizde cennete ulaşacağız.

Soru: Prensip olarak, tüm bunlar hasas bir noktanın tanımı mı? “Bu hassas bir noktadır. Ben, virüs, size bunu göstermeye geldim ve gitmenize izin vermeyeceğim.” Öyle mi?

Cevap: Evet. Ve bu nedenle, yaşadığımız gelişimin tüm anlarına olumlu bakmalıyız ve her şeyden sonra nasıl davranmamız gerektiğini öğrenmeliyiz, sadece onları düzeltmek için yani bir tehlikeden veya bir darbeden kaçmak için değil, ancak böylelikle bizi döven sopayı öpecek kadar gerekliliklerinin farkına varabiliriz. Buna yaklaşmaya başladığımızda, o zaman zaten gelişimimizin gerçekten bilinçli unsurları haline geleceğiz.

Yani, gelen şeyin iyi olduğunu anlarsam,  buna karşı mücadele de aşı yardımı ile değil, başka bir şekilde mi olur? Hangisi?

Cevap: Toplumun doğru bir üyesi olmak için sadece kendimle mücadele edeceğim. Eğer birbirimize karşı insani, evrensel nefret virüslerini ortadan kaldırırsak o zaman geri kalanı tamamen ortadan kaybolacaktır.

Yorum: 2021’in üçüncü riski, uluslararası rekabete yol açacak olan iklim değişikliğiyle mücadeledir.

Cevabım: İklim değişikliği bize, bizlerin doğaya, kendimize ve insan toplumuna karşı tutumumuza bağlıdır. Bunun nedeni maalesef insan toplumunun hiyerarşide en üst seviyede olmasıdır: cansız, bitkisel, hayvansal ve sonra insan doğası.

Bu nedenle, tüm Kabala biliminin bir insanın insanla nasıl ilişki kurması gerektiğini ele aldığı, uygulamada kendi aramızdaki doğru etkileşimleri keşfedersek, o zaman tüm bunları düzeltiriz. Bunda karmaşık bir şey yok, her şey bize bağlıdır. Her şey aramızdaki ilişkinin durumuna bağlıdır.

Her şeye sadece insanlar arasındaki ilişkiler düzeyinde karar verilir.

Soru: Gerçekten, bu “altın anahtarı” bulursanız ne olur? Tüm bu riskleri tek seferde çözer miyiz?

Cevap: Bu insanlara bağlıdır.

Soru: İnsan neden sağırdır ve bunu duyamaz? Bilim adamları değil, politikacılar, hiç kimse.

Cevap: Çünkü bu, egoizme karşı egoizmden bir çağrısıdır.

Yorum: Ve kulaklarını kapatır, her şeyi kapatır.

Cevabım: Bu çok fazla ıstırap ve sorun gerektirir, kişi bunun olduğunu düşündüğünde, yapabileceğim başka bir şey olmaz, o zaman dinlemeye hazır olurum.

Umarım virüsle savaşmayı bırakıp, aramızdaki virüsün çoğalabileceği ve bize bulaşabileceği durumları ortaya çıkaran kötü ilişkilerle savaşmaya başlayacağız.

“COVID 19 Pandemisinden Sonra Dünya Nasıl Değişecek?” (Quora)

Bizler, birbirine bağlılığımızın ve karşılıklı bağımlılığımızın muazzam boyutunu anlamaya başladığımız büyük bir geçiş döneminin ortasındayız.

Ayrıca, kendimizi de dünyamızı yok ederken buluyoruz. Bunun nedeni ise birbirine bağlı ve birbirine bağımlı sistemlerin önemli bir yönü, tüm parçalarının sistemin yararına hareket etmesi durumunda, sistemin uyumlu bir şekilde çalışması ve parçalarının tüm sistemin sağlığını ve canlılığını deneyimlemesidir. Aksine, eğer parçaları bütüne fayda sağlamaktan ziyade kendi yararına öncelik veriyorsa, o zaman sistemin çöküşüne neden olurlar.

Son egoist eğilim, 2021’de insan toplumunun genel tutumunu ve davranışını tanımladığından, bildiğimiz şekliyle dünyanın parçalanmasını bekleyebiliriz. Bir yandan, finansal ve endüstriyel mekanizmalarımızın artan zayıflığını göreceğiz ve öte yandan, doğal afetlerin bizi gittikçe daha fazla sarsmasını bekleyebiliriz çünkü doğa, temelde bize birbirimizle olan ilişkimize göre tepki verir.

Olumlu, sağlıklı ve dengeli bir hayat yaşamak için, çaresizliğimize uyanana kadar olumsuz bir sarmaldan aşağı doğru ilerlemeye devam edeceğiz. Bu noktada, yaşama şeklimizi değiştirmek için büyük bir ihtiyaç geliştireceğiz. O zaman, nasıl birbirine bağlı ve birbirine bağımlı sistemin işlevinin bir parçası olduğumuza, onun amacının ne olduğuna, sistemdeki rolümüzün ne olduğuna, sistemin doğasının ve insan doğasının ne olduğuna, bunlar arasında nasıl denge kurabileceğine, bu sistemde neden ve nasıl ayrıldığımıza ve daha yakın olmak için birbirimize karşı tavırlarımızda ne yapabileceğimize dair güncellenmiş açıklamalara artan bir ihtiyaç duyacağız.  Başka bir deyişle, birbirimizle olan bağlarımızda bir iyileştirme yapmamız gerekecek ve bu iyileşme kendi başına gerçekleşemeyecek. Bu, bizleri  birbiriyle bağlı ve birbirine bağımlı bir gerçeklikte olumlu bağa, uyuma ve mutluluğa yönlendirebilecek yeni bir metod gerektirecektir.