Category Archives: Kabala

Batı’dan Doğu Kadar Uzak İnsanlar

Soru: Batılı insanlar çok fazla psikolojik baskı ve stres altındadır. Doğuluların aksine uzun süre hiçbir şeye konsantre olamıyorlar.

Son zamanlarda, Batılılar için çok sayıda eylem içeren özel meditasyon uygulamaları geliştirildi. Kişi, Hint öğretilerinde olduğu gibi sadece tek bir şeye oturup konsantre olmaz, aksine sakinleşmek için birçok eylemde bulunur.

Batılıların meditasyon yapması gerektiğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Bunun pek yardımcı olacağını düşünmüyorum çünkü Batılılar ve Doğulular tamamen farklı psikolojik modellere, farklı amaçları olan kişiliklere sahipler. Batı toplumunda yaratılanlar ancak orada uygulanabilir. Ne Yerli Amerikalılar, ne Asya Hintlileri ne de Afrikalılar buna sahip olabilir.

Batılı bir şeyin, bir şekilde Rusya’da uygulanması mümkündür ama burada da görüyoruz ki, bu sadece zeka ve zihniyet düzeyi Batı ile benzer olan özel bir nüfus grubu için geçerlidir.

Prensip olarak her kıtanın, dünyaya, kendisinin ve toplumun gelişimine karşı tavır yönteminin, nüfus tarafından seçildiği kendi içsel ön koşulu vardır. Avrupalılar Avrupalı, Kuzey Amerikalılar Kuzey Amerikalı ise de temelde onlar, Yerli Amerikalıların kültürünü bastırmayı başaran Avrupalılarla aynıdır.

Güney Amerika, Güney Amerika’dır çünkü oradaki yerli halkların psikolojisi hakimdir. Güney Amerika ülkelerinden birine geldiğinizde, bunun özel bir dünya olduğunu hemen anlıyorsunuz. Asya ve Afrika’da da durum aynıdır.

Bir tür insanı, diğerine dönüştüremezsiniz. Yapabileceğimiz tek şey, herkesi kendi dünya algısına bırakmak ve herkes arasında uygun entegrasyonun gerekliliğini anlamalarını sağlamaktır. Aynı zamanda herkes kendi kültüründe kalır, Sovyetler Birliği’nde bir zamanlar söylendiği gibi: “biçim olarak ulusal, ancak içerik olarak sosyalist.”

Burada da aynıdır. İçerik Kabalistik olmalıdır. Bu, ortak bir dünyaya, bağa, nezakete ve sevgiye bir özlemdir, ancak bu, kişinin doğanın dilini anladığı ve diğerlerini doğru bir şekilde anlayabildiği biçimdedir.

Twitter’da Düşüncelerim / 27 Kasım 2020

Şu andaki ego-zihnimiz ve kalbimiz anlamında “mantık içinde” olmak ile ihsan etmekte “mantık üstünde” olmak arasındaki farkı hayal etmeliyiz. İşte bu şekilde “mantık içinde” ve “mantık üstünde” yi, maddi dünyadan manevi dünyaya geçişe ayıran sınıra yavaş yavaş yaklaşmaya başlarız.

Üst dünyaya girmiyoruz, onu inşa ediyoruz. Bu hazır bir biçimde mevcut değil. Tüm öncüller onu yaratmamız için hazır. Manevi dünyayı haz alma arzumuzdan inşa ediyoruz ve kısıtlama yapıyoruz, perde ve üzerine yansıyan ışıkla. Üst dünyayı bu yansıyan ışıkta inşa ediyoruz.

Yansıyan ışığımız ne kadar yüksekse, üst dünyanın ne olduğunu o kadar iyi hayal ederiz. Ondan önce yok. Her şey sadece bizim arzumuzda mevcuttur: ya alma ya da ihsan etme uğruna. Bir de Üst Kaynak vardır, ancak arzularımızda ve niyetlerimizde hiçbir şekilde yoktur.

Üst dünyayı, birbirimize karşılıklı ihsan etmeyi amaçlayan arzulardan inşa ederiz. Bu “ruh” dur. Hissettiğimizden farklı bir realite hayal etmeliyiz – herkesin bağlı olduğu bir realite. Aslında böyle var olur: birleşik bir entegral dünya olarak ama ego beni bu gerçeklikten ayırır.

Herkes birbirine bağlıdır ve ıslah olmuştur. Yalnızca ben başkalarından ayrıldığımı hissederim ve onları kendi kusurlarımdan yargılarım. Kendimi düzeltir ve tüm yaratılışın safhasını doğru bir şekilde hayal edersem, o zaman göreceğim: Yaradan’ın ifşası olan Şehina, tüm yaratılanlarda kıyafetlendir, onları birleştirir ve onların içinde işler.

İhsan etme uğruna niyetleri edinerek, insan kuyuyu tıkayan taşını (taş kalbi) değiştirebilir ve sonra herkes kuyunun suyunun tadını çıkarabilir. Su ile dolu kuyu, mesela Hasadim’in ışığı, yaşayan su ile dolu bir kuyudur.  Hasadim’in ışığı dünyaya güç bahşeder, yeni bir hasat vererek.

 

Twitter’da Düşüncelerim / 26 Kasım 2020

Maneviyat yolunda, yardım talep etmeyi ya da almayı istemeyerek ölü bir insan gibi olurum.

Haz alma arzusu ile çalışmak iki aşamada gerçekleşir. 1. Onun üstesinden gelerek ve ihsan etme eylemlerini gerçekleştirerek haz alma arzumla savaşırım, . 2. Maneviyat arzusu için savaşırım, çünkü o kaybolur.

Egoist arzuyu eşmek ve içindeki boşluğu ifşa etmek istiyorum ki böylece bu dünyadan cennete, manevi dünyaya ulaşabileyim.

Maneviyat için arzu, Yaradan’ı edinme ve O’na yapışma arzusunu, ihsan etme ihtiyacını edinmek istiyorum. Önümde manevi bir alana dönüştürmek istediğim “düz toprak” yatıyor.

İnsan, arzusundan kendisi için olan niyeti çıkarmalıdır. Yaradan, arzularımıza bilerek egoist bir niyet yerleştirdi

Dinlerde olduğu gibi, hiçbir zaman mantığımızı iptal edip onun altında ilerlemiyoruz ama daima mantık ötesinde ilerliyoruz. Mantık ötesi inanç mantığa dönüşür ve bizler bir kez daha onun üzerine çıkmalıyız – manevi derecelerde bu şekilde yükseliriz.

Yaradan’a yaklaşmak ve O’nu hissetmek için ihsan etme niteliğine ihtiyacım var. Yaradan tek adam, tek ruh yarattı ve onu birçok parçaya böldü ki böylece bu pikseller kendi başlarına birbirine bağlansın. Tek bir adamda yeniden bağlandıklarında Yaradan’ı daha çok hissederiz.

Dünyamız, Yaradan tarafından yaratılan ve her seferinde yükselmemiz gereken temeldir. Bu dünya, tüm kırık kapların bir deposudur. Bu dünyaya daha alçak, kırık bir arzu aşılanmak için düşüyoruz ve onu düzeltmek ve doldurmak için yükseliyoruz. “Yükselmek ve düşmek” manevi yoldur.

İçimizde maneviyata direnen ve manevi çalışmayı bozan ne kadar çok soru, niyet ve düşünce keşfedersek, mumumuzun fitili o kadar kalın ve güçlü hale gelir. Direncin üstesinden geliriz – ve fitil daha fazla yağ emer. Işık yukarıdan gelir ve mumumuzu yakar.

Maneviyattan reddedilme, başkalarına ve Yaradan’a karşı nefret, hissedilmeli ve kavranmalıdır. Maddesellik ve maneviyat arasındaki bağ, maneviyattan reddedilerek, reddedilmenin üstesinden gelerek ve Yaradan’a bağlanarak olur. Bu, bu dünyayla manevi dünyayı birbirine bağlayan, sımsıkı sarıldığımız iptir.

Arzum dışında hiçbir şeyim yoktur. Hayatım boyunca rasyonel mantığı takip ettim ve aniden ona karşı mı çıkacağım? Kabala bilgeliği bizi akıl ve mantık olmadan ilerlemeye zorlamaz, bize onların üzerine çıkmayı öğretir. Akıl ve mantık kalır – onları göz ardı etmeyiz ancak onların üzerine yükseliriz ve tam tersini yaparız.

Bir kişinin aklı ve mantığı ne kadar gelişirse, mantık ötesi inançla hareket etmede o kadar yükseğe erişir, fiziksel dünyada da daha akıllı hale gelerek ve manevi dünyada daha da ilerleyerek. Kişi her zaman büyüyor: mantıkta ve sonra mantık üstünde.

İçimizde kalbimizdeki noktayı – yukarıdan kutsallığın bir parçasını, ihsan etme filizini ifşa etmek istiyorsak, bu amaçla birçok kuvvet uygulamalı ve grup içinde birbirimize yardım etmeliyiz. Ruh denilen tam ölçüye ulaşana kadar, içimize yerleştirilen bir damla semen gibi içimizdeki ihsan etme gücünü geliştiriyoruz.

Dua kalpte çalışmaktır, çünkü mantık ona direnir ve kişi mantığa karşı gelmelidir. Yaradan’dan doğamın direndiği şeyi istiyorum. Her dua, kalpte özel bir çalışma gerektirir. Yaradan için çalışmam gerektiğini mantığımla anlamak istemiyorum, mantık ötesi inançla çalışmak istiyorum.

İçimdeki her şeyin direnişini hissediyorum: Birliği, çalışmaları, özgecil eylemleri, dağıtımı, dostlarla bağı istemiyorum. Beni Yaradan’a yaklaştıran araçlardan yararlanmak istemiyorum. İçimdeki direnci görüyorum – bu benim egomun içinde ama dışarıda tam tersini yapıyorum.

Hiçbir şey ve hiç kimse beni buna zorlamaz, mantık üstünde ihsan etmek uğruna her şeyi yapacak kuvvetleri bulmaya çalışan benim. Mantıktan mantık üstüne, arzunun üstüne geçiş bu şekilde gerçekleşir. Bu fiziksel dünyadan manevi olana geçiştir. Manevi dünya mantığın üzerine, benim olağan arzumun üzerine inşa edilmiştir.

Bir ego-bedenin içinde olduğum için onu nasıl Yaradan gibi olmaya, egonun üstündeki ihsan etme niteliğinde dönüştürdüğümü hayal edebiliyorum. Bu nedenle, kendimi her seferinde daha büyük bir egoist kabukta hissetmekten ve ve ondan Yaradan’ı arzulamaktan mutluyum.

Kendi menfaatim için değil, başkalarının menfaati için hareket edersem, onlardan izole edilmem için hiçbir neden olmaz. Bana zarar veremezler. Aksine, uzay giysisinin sınırlarının ötesinde orada bulunan her şeyi herkesin yararına kullanabilirim.

En Önemli Şey Birbirine Bağlı Kalmaktır

Yaradan için özlem duyarsak, bizi düzelten, yakınlaştıran ve organize eden ıslah eden ışığı çekeriz. Gün geçtikçe bize yeni düşünceler ve yeni arzular geldiğini hissederiz. Onlar tesadüfen hiç yoktan ortaya çıkmazlar; tüm bunlar, içinde var olduğumuz tek sistemin unsurları gibi, bilinçli olarak gerçekleşir.

Tesadüfî hiçbir şey yoktur. Bu yüzden dünkü kadar keskin olmadığım için kendimi suçlamamalıyım. Dün daha ciddi düşünüyordum ve daha derin hissediyordum ama bugün birdenbire bunu yapamıyorum. Oysa tüm bunlar benim koşuldan koşula doğru ilerlemem için yukarıdan organize edilmiştir.

İhtiyacımız olan en önemli şey birbirine bağlı kalmaktır. Yapmamız gereken tek çaba budur. Ve diğer her şey yukarıdan ayarlanacaktır.

Sonsuzluk Dünyasında

Sonsuzluk dünyasında herhangi bir edinime sahip değiliz, çünkü tüm edinimimiz yalnızca bir sona sahip olan yerde mümkündür. Hissiyat yalnızca her şeyin bittiği sınırda gelir. Bu nedenle sonsuzluk koşulu içindeki hiçbir şeyi algılayamayız veya anlayamayız.

Bu sanki açık kozmosa atılmış ve karanlıktan başka bir şey yokmuş, tek bir ışık huzmesi yokmuş ve üst, alt, sağ veya solun nerede olduğu belli değilmiş gibidir. Hiçbir şey anlamıyorum, sıfır yerçekiminde dönüyorum ve nerede olduğumu ya da bana ne olduğunu hissetmiyorum. Buna sonsuzluk dünyası denir.

Sonsuzluk dünyasının merkezi noktası, her şeyin bittiği noktadır: hem arzu hem de ışık. Kara bir delik gibidir.

Kıskançlık Bilgeliği Artırır

Soru: Bilgelerin “Kıskançlık bilgeliği artırır” ifadesi ne anlama geliyor? Neyle ilgili?

Cevap: Bilgelere baktığımda, onlara olan kıskançlığım beni onlar gibi olmak için çalışmaya ve öğrenmeye itiyor demektir.

“Kıskançlık, arzu ve onur, bir kişiyi bu dünyadan çıkarır” diye yazılmıştır yani onu şu anda bulunduğu yerden daha yüksek bir dereceye yükseltir.

Yorum: Aristoteles, insanların zaman, yer, yaş ve şöhret açısından kendilerine yakın olanları çoğunlukla kıskandığını belirtmiştir.

Benim Yorumum: Elbette sonuç olarak birkaç bin yıl önce yaşamış olanları kıskanamam.

Kıskandığım bir kişiyle bazı ortak anlayış ve duygu seviyelerine sahip olmalıyım. Julius Caesar veya Tamerlane çok uzakta ve benim için anlaşılmaz. Kıskançlığın nesnesini hayal etmeliyim, onun yerinde ne hissedeceğimi anlamalıyım ve sonra kıskanabilirim.

Twitter’da Düşüncelerim / 19 Kasım 2020

Bir atlet ne kadar antrenman yaparsa, o kadar güçlenir, egoyu güçlendirir. Başarılarından her zaman memnundur. Bir Kabalist, egonun üzerine çıkmak için çalışmalar yoluyla egoyu zayıflatmaya çalışır. Egoizm için safha talihsiz görünür, ancak Kabalist için arzu edilen bir safhadır

Bir Kabalist, iyiye olduğu kadar kötüye de sevinir. Ancak bu onun bir mazoşist olduğu anlamına gelmez çünkü bir Kabalist acıyı kendine değil, sadece Yaradan tarafından yaratılan egoizme atfeder. Egoizmi haz alma arzusu olarak değil, Yaradan’dan gelen bir güç olarak algılar.

Doğada birinin diğerini nasıl yediğini görüyoruz – çünkü birbirimize egoist davranıyoruz. Egomuzla, doğanın diğer tüm derecelerini etkiliyoruz – duran, bitkisel ve hayvan. Ego arzusunu düzelttiğimizde, kurt kuzuyla barış içinde yaşayacak, kimse kimseye saldırmayacak.

Birlik, virüse karşı kesin bir çaredir. Ortak, küresel, integral doğaya benzediğimiz için, tüm sorunlara karşı sağlıklı bir araçtır. Bu şekilde birleşerek, yaşamımızın tüm sistemlerini doğru bir şekilde düzenleyecek olan doğanın genel gücüne daha fazla bağlanıyoruz.

Bir Kabalist, hayvan bedenine bir araştırmacı olarak bakar. Hayvanda alma kuvveti, egoizm ifşa olur, ancak bir Kabalist ihsan etme gücünün kendisinde ifşa olmasını ister. Kendini tamamen tarafsız bir araştırmacı olarak hisseder, almaya ya da ihsan etmeye ait değil.

Twitter’da Düşüncelerim / 18 Kasım 2020

Yaradan’ın ifşasına ulaşan bir onluda olacak kadar şanslı olan bir kişi, O’na haz verir. Onlu Yaradan’ın ifşasını herkese ileten bir kanaldır. Onludaki dostlar Yaradan’a bağlanmak ve O’nun ifşasını tüm yaradılışa aktarmak ister.

Kişi kendi başına bir düşüşten çıkamaz – ancak başkaları bir örnek oluşturup onu uyandırırsa çıkar. Bu doğru yükseliş olacaktır, egoizm dolayısıyla değil. Bir dost yükselmeme yardım ediyor ve ben de dosta ediyorum, yani birliğin kuvvetlerinin işlediği grupta çalışıyorum. Bu manevi bir eylem olacaktır.

Ben aşağıdayım ve dostlar yukarıda. Bir iple birbirine bağlanmış dağcılar gibi birbirimizi böyle yukarı kaldırıyoruz. Onlunun önünde kendimi iptal ediyorum, herkesten daha küçük olduğumu hissetmeye çalışıyorum ve bu sayede ondan kuvvetler alıyorum. Dostlardan aldığım bu kuvvetlerle onlara yardım ediyorum.

Derse bilgi biriktirmek için değil, yeni, ek birliği edinmek için geliyoruz. Ders, “Şiur”; “ölçü” anlamına gelir – birbirimizle daha da güçlü bir şekilde bağ kurabileceğimiz ölçüde.

Kendimi gruba iptal ederek, ondan beni etkileyen ve uyandıran üst gücü alırım.. Ben herkesin altındaydım, ama şimdi gruptan aldığım güçle diğer herkesi etkiliyor, onlar için Yaradan gibi oluyorum. Önce Malhut olarak dostlarımdan aldım ve şimdi onlara Keter olarak ihsan ediyorum.

Egoda hoş olarak hissedilmeyen safha, ne kadar zor olursa o kadar iyidir. Bu, eylemde herhangi bir ego motivasyonum olmadığı ve egoizme karşı çalıştığım anlamına gelir. Ardından, egoizmimin direnişine rağmen Yaradan’ın O’na yaklaşma talimatını gerçekten yerine getiririm.

Yaradan’ın ifşası, en alt safhadan “toz” dan gelir, yazıldığı gibi: “Sen tozdan geldin ve toza döneceksin.” Maneviyata olan tüm ilgimizi, tüm arzu ve tatlarımızı kaybederek daima toz safhasına düşeriz. Ve bu tozdan yükselmeliyiz “Bir kişi dostuna yardım edecek”

Haz alma arzusuna karşı bir eylemde bulunabildiğimde, bir emrin sevinci daha büyüktür. Küçük bir başarı olabilir ama en önemlisi, birlik açısından yapılacak olmasıdır. Tek ihtiyacım olan dostlarla birlik ve ders: bunlar Yaradan’a yaklaşmanın iki aracı.

Pistonun ilk yuvarlanmasında, onluda boğulurum ve oradan arkadaşların arzularını çekerim. İkinci yuvarlamada bu arzuları Yaradan’a yükseltirim. Bu yükseliş MAN’dır, herkes için talep ederim ve yukarıdan bir güç alırım. Bu güçle aşağı inerim ve dostlara iletirim – onlardan yeni bir arzu alırım ve MAN’ı yükseltirim.

Her insan onlunun en küçüğü ve en büyüğü olmalıdır. Ondaki herkes bu şekilde çalışırsa, on silindirli bir motor alacağız – bunun ne kadar güçlü olduğunu bir düşünün! Tüm pistonlar, biz ölçüyü aşırı doldurana ve Yaradan içeride ifşa olana kadar ortak hacmimizi pompalar.

Ben her zaman yükseliyorum ve düşüyorum: MAN – MAD. Grupta her biri, silindirimizin her onlusu böyle çalışıyor. Dostların arzularını absorbe ederek onları Yaradan’a yaklaştırmak istiyorum. O’ndan güçler, dolumlar, ifşalar alıyorum ve bunu dostlara iletiyorum.

 

Bir Dünya Devriminin Eşiğinde

Kişi özünde sadece haz veya acıya çok duyarlı bir alma arzusudurBu nedenle, Yaradan bir anda tüm insanlığı mutlak erdemli olmaya mecbur edebilirdi.

Ancak O, buna anlayış ve farkındalık yoluyla gelmemizi istedi, böylelikle kendimiz O’ndan bizi ihsan etmeve bağa getirmesini talep edebilirdik, biz kendimiz karşılıklı garanti ister ve kendimiz Yaradan’a benzer olmaya çalışırdık.

Bu yüzden bu, çok zaman alır ve çok farklı koşullar gerektirir. Tüm insanlığı yetmiş parçaya, dünyanın yetmiş ulusuna, farklı zamanlara ve her türlü koşula bölmek gerekiyordu. Her şey, her arzu üzerine onun üstünde olan bir his inşa etmek içindir, yani ihsan etme uğruna, alma arzusunun ve ihsan etme arzusunun ne zaman ve ne ölçüde kullanılabileceğini hesaplayabilen bir zihin.

Bu şekilde, kişi, Yaradan’dan ne kadar almanın mümkün olduğunu ayarlayabilir, öyle ki bu sadece ihsan etmek için olan arzuyu ıslah etmek için yeterlidir, bir damla daha fazlasını değil.

Görünen o ki bizler alma arzusunu programlamalıyız böylelikle doğasına aykırı çalışmasına izin veren tüm bu bilgeliği, bilgiyi ve yetenekleri emer ve Yaradan’ın doğasını üst nitelik olarak takdir etmeyi, onu kendi üzerine koymayı, etkilenmeyi ve O’nun gibi davranmayı öğretir.

Yaratılış, ancak çok karmaşık bir süreç yoluyla Yaradan ile denkliğe getirilebilir. Sonuçta, başlangıçta bundan son derece uzaktır, ona tamamen tersidir. Yaradan, alma arzusunu, ihsan etme arzusuna zıt olsun diye yarattı, sonra onu kırdı ve bu arzunun içine minik ihsan kıvılcımları serpiştirdi.

Bu kıvılcımlar da egoizmin kontrolü altındadır. Bu nedenle, kişi tüm egoist arzusunu ve tüm ihsan etme kıvılcımlarını kullanır ve bu sayede başkalarıyla bağ kurar, farklı toplumlar, işler kurar ve birbirinden kar elde etmek ister. Tüm bunlar alma arzusunun içine düşen kıvılcımlar sayesindedir; aksi takdirde arzular izole kalır ve birbirleriyle bağlantı kuramazdı.

Bağlanmaya ve birbirimizden kazanmaya başladığımızda, bunun ne kadar karlı olduğunu anlarız ve daha fazla bağlantı ekleriz. Sonra birdenbire her şey bozulur çünkü böyle devam etmek imkansızdır ve feci bir düşüş yaşanır. Bu kriz yirminci yüzyıl boyunca büyümektedir ve bugün öyle bir noktaya ulaştı ki ekonomik bir düşüşten evrensel bir düşüşe dönüştü.

Bugün, ışığın kıvılcımlarından gelmesi gerçeğine rağmen, bağın kötü olabileceğini anlamaya başlıyoruz. Şimdi işimiz bu bağı iyi bir bağa dönüştürmek. Bu özel bir süreçtir çünkü sadece komşumuzun yararına bağ kurmamızı gerektirir. Bunu yapmak için, üst ışığın kıvılcımlarını alma arzumuzun üzerine çıkarmamız gerekir.

Ortak ruhun parçalanmasından sonra, bugüne kadar, bu kıvılcımlar daha da egoist bir şekilde alma arzusunu oluşturmamıza yardımcı oldu. Ancak şimdi, ışığı çekmek ve alma arzusu yerine ihsan etme arzusunu büyütmek için, bu alma arzusunu alıp kıvılcımların hizmetine sunmalıyız. İhsan etme niyeti, alma olanın üzerinde yükselmelidir bu da mantığın üzerinde inançla çalışmak anlamına gelir. İhsan etme gücü, Bina, bizim tarafımızdan alma gücünün üzerinde değerlenecektir.

Bu, ihsan etme niyetinin egoizmin gücünden daha büyük olması için gerçekleştirmemiz gereken büyük devrimdir ve kırılma sırasında arzuya düşen kıvılcımlar, onlardan kar elde etmek için kıvılcımların başkalarıyla bağ kurmak için kullanıldığı, gelişimi kontrol eden egoizm yerine, gelişimimizi belirlemeye başlayacaktır.

Twitter’da Düşüncelerim / 16 Kasım 2020

Sanki bizler Yaradan’ın yanlış yaptığı şeyi düzeltmek istiyoruz. Yaradan, dünyada adaletsizliği kurmuş gibi görünüyor – dünyanın en başından beri yozlaştığını görüyoruz. İçeriden düzeltmek yerine ıslahı dışarıdan, insanın dışından gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bütün mesele bu.

Yaradan ile aramızdaki birliğe ulaşmalıyız, birliğin gücünü ifşa etmeliyiz ki böylece her bir kişi tüm kalbiyle ve ruhuyla ihsan etmeye hazır olsun. Hakikat derecesine bu şekilde ulaşacağız. Kimin daha çok yaptığını ve kimin daha azını yaptığını saymayacağız- her biri% 100 ihsan edecek ve sonra hakikat hüküm sürecek.

İki koşul vardır: her biri sahip olduğu her şeyi, tüm yeteneklerini ortak birlik için kullanarak ihsan eder. Bir karınca tepesindeki karıncalar gibi birbirimizi tamamlarız. Hakikatin ifşa olması, evreni bir küreye dönüştürür: herkes birbirine dahil olur – ve ihsan etme gücü içlerinde mükemmellik ifşa olur.

Islahla ilgili safhamızın bir sonucu olarak neler olduğunu hepimiz değerlendirmek zorundayız. Koronavirüs, doğanın talepleriyle bağlantılı ıslah olmamış safhamızın bir sonucudur.

Doğruya yaklaşır yaklaşmaz, birbirimizle aşırı çatışmaya gireriz. Kimse kendi doğrusundan, egosundan, fikirlerinden vazgeçmek istemez …

Hiç kimse gerçek doğrunun nerede olduğunu hissetmiyor. Her biri haklı olduğunu düşünüyor, ancak bunun gerçek olduğuna dair hiçbir kanıt yok, bu herkes için aynı.

İnsanlar hakikat yerine şunları kullanır: merhamet, adalet ve barış. Hakikat gizlidir, biz onu saklarız. Hiç kimse hakikati, ortak ruh Adam HaRishon’un integral sistemini sağlamak için herkese ne kadar borçlu olduğumu görmek istemiyor.

Bu, beni sadece başkalarının yararına çalışmaya zorlayacak

Hakikat tam ıslah ile tespit edilebilir. Bu arada, mantık üstü inanca hala ulaşmadık. Dünyada hiçbir anlaşma olmayacak, çünkü sadece hakikat ilkesi doğru dengeye ulaşmamıza izin veriyor …

Dünyamızda Yaradan’ı ifşa etmeden barış duygusuna ulaşamayacağız. Birbirinden nefret eden iki karşıt yarıya bölünmüş bir bölünme, bir dünya savaşına dönüşene kadar daha da kötüleşecek …Sonra dünya, ıslahı edinmek için tarihe yeniden başlayacak.

Hakikate sahip olmadığımızı fakat bunun hayati derecede gerekli olduğunu asıl hakikate ulaştığımız zaman anlayacağız. Hiçbir uzlaşmanın mümkün olmadığını anladığımızda, o zaman toplumdaki bölünmenin, doğanın iki gücünün üzerine, üçüncü güce, mantık üstü inanca yükselmekten başka yapacak hiçbir şeyimiz kalmayacaktır. Bu her iki gücü de birleştirir ve Yaradan budur.

Bedende her parça bir başkasıyla ilgilenir – buna sevgi denir. Bizim için sevgi, kendimizi tatmin etmekten haz almaktır.