Category Archives: Kabala

“Kabalistler Söylentilerle Nasıl Başa Çıkıyor” (Linkedin)

 

Bir öğrenci bana Kabalistlerin kendileriyle ilgili söylentileri ve asılsız ithamları nasıl ele aldıklarını sordu: Onları tamamen görmezden mi geliyorlar yoksa başka bir şekilde mi ele alıyorlar?

Bu ilginç bir sorudur çünkü Kabala’nın başlangıcından bu yana, “Kabala bilgeliği” olarak adlandırılmadan çok önce, Kabalistler iftira ve aşağılanma ve hatta bazen onlara yönelik saldırganlık ve şiddetle uğraşmak zorunda kaldılar. Kabalistler ne kadar tatsız olsa da, nereden geldiğini bildikleri için, bu olguya her zaman sabır ve anlayışla yaklaşmışlardır.

İnsanlık tek, ancak bozuk bir sistemdir. Bozuk derken, bağlarımızı hissetmediğimizi ve bu nedenle birbirimize yabancı ya da düşman muamelesi yaptığımızı, böyle yaparken farkında olmadığımızı kastediyorum, tıpkı otoimmün hastalıklarda olduğu gibi, bağışıklık sistemi vücuttaki unsurları yabancılar olarak yanlış yorumladığında ve onlara saldırdığında,  böylece tüm vücuda zarar verdiği gibi, biz de kendimize zarar veriyoruz.

Kabala bilgeliğinin tüm amacı, bize bağlılığımızı ve karşılıklı bağımlılığımızı ifşa etmek ve birbirimize zarar vermemizi engellemektir. Bu yolla Kabala, her bir kişiyi ve tüm toplumu aynı anda iyileştirmeye çalışır. Bununla birlikte, bağlılığımızı hissetmediğimiz için, Kabalistlerin ve Kabala bilgeliğinin, bizi birleştirme çabalarını, bilinçaltımızda varoluşumuza bir tehdit olarak, sanki baş düşmanımıza yakın oturmaya zorlanıyormuşuz gibi yorumluyoruz. Sonuç olarak, bundan uzak dururuz ve başkalarını da aynısını yapması için uyarırız. Bu süreç, bilinçaltımızın derinliklerinde gerçekleşmesine rağmen, dünyamızdaki tezahürleri çok gerçektir.

İnsanlık, daha basit seviyelerde geliştiği ve esas olarak yiyecek, seks, aile, zenginlik, güç ve bilgi gibi temel ihtiyaçlara yönelik arzuları tatmin etmeye çalıştığı sürece, Kabala bilgeliğine ihtiyacımız yoktu. Yani, bağımızın farkına varmaya ihtiyacımız yoktu. Bu yüzden, Kabala’yı tanıtma/öğretme girişimleri şiddetli bir şekilde reddedildi.

Ancak günümüzde, yavaş yavaş yeni arzular geliştiriyoruz – yaşamın anlamını, kökenini ve amacını bilmek gibi. Hepimizin birbirimize bağlı olduğu gerçeğini kavrayamadığımız sürece, hayatı anlamak imkânsızdır,  elbette onun amacını da. Tıpkı insan vücudunu tek bir hücreyi, hatta tek bir organı inceleyerek anlayamayacağınız, ancak tüm vücudu, tüm hücreleri, organları ve (esas olarak) aralarındaki bağlantıları ve etkileşimleri inceleyerek anlayabileceğiniz gibi, tüm insanlar arasındaki bağlantıları anlamadan hayatı anlamak ve elbette insanlığı anlamak imkansızdır. Bu yüzden, bu günlerde dünyanın her yerinden binlerce insan Kabala öğrenmeye geliyor: Onlar her şeyin birlikte nasıl çalıştığını bilmek istiyorlar.

İnsanlık tarihine bakarsanız, Kabala, nispeten yeni bir fikirdir çünkü gelişimimizin son aşamasıdır. İlk Kabalist, yaklaşık 6.000 yıl önce yaşamış olan Adem’di. Bilgi ve algılarını kendi öğrencilerine aktaran bazı öğrencilere sahip olmasına rağmen açık bir öğretim yöntemi, kişinin izleyebileceği ilkeler yoktu ve dolayısıyla insanlığın içsel birliği fikrini devreden/sirküle eden bir sistem yoktu.

Kabala’yı insanlık için bir çare olarak gören ilk kişi İbrahim’di. Bu, aynı zamanda, bağ hakkında bir şeyler duymayı reddeden çağdaşlarının direnişiyle ilk karşılaşan kişi olmasının nedenidir. Direnişe rağmen binlerce kişi İbrahim’in sözleriyle ilgilendi ve onun öğrencisi oldu. Onlara birliği öğretti ve kendi aralarında uygulamaya başladılar. İbrahim’in öğrencilerinin benzersizliği, başlangıçta yabancı ve genellikle düşman olan klanlardan ve kabilelerden gelmeleriydi, ancak İbrahim’in öğrencilerine katıldıklarında birbirlerine çok yakınlaştılar.

İbrahim, grubunu kan bağlarından ziyade sadece birliğe dayalı olarak oluşturarak, birliğin erdemlerini kanıtlamıştı. Bir bakıma, grubu diğerlerine göre büyük bir avantaj elde etti çünkü onlar bütün bir organizma haline geldiler, geri kalanı ise ayrı hücreler veya organlar olarak kaldılar.

İbrahim’in grubunun yaşadığı nefret ve özellikle İbrahim’in kendisi, şimdi “antisemitizm” olarak adlandırdığımız nefretin kaynağıdır. Bu, en derin seviyesinde, egonun kendi kimliğini kaybetme korkusuyla herhangi biriyle veya herhangi bir şeyle birleşmeye direnmesidir. Birliğin, yaşamanın en iyi yolu olduğuna dair derin his, egonun onu kabul etme ve egemenliğini bırakma itirazıyla birleştiğinde, insanlar için başa çıkması çok zor olan bir uyumsuzluk yaratır. Sonuç olarak, birlik fikrinin elçilerinden (İbrahim’in grubunun torunları), Yahudilerden nefret ediyorlar.

İbrahim’in grubu, İsrail halkına dönüştü. Yüzyıllar boyunca, İbrahim’in buyurduğu ilkelere göre yaşadılar, yani bu birlik, Yahudi halkının tüm kurallarının üzerine inşa edildiği temel ilkedir. Bu nedenle bilgelerimiz “Komşunu kendin gibi sev” in Tora’nın büyük kuralı olduğunu söylediler. Bununla birlikte, sonunda Yahudiler de içlerindeki aşırı egolarına yenik düştüler ve herkes gibi bencil ve İbrahim’in grubuyla yaptığı gibi, Yahudiliğin temeli olarak birlik ilkesinden ve onların birliğe örnek olma yükümlülüğünden habersiz hale geldiler.

Yahudilerin birlik ilkesini terk etmelerinin sonucu Kabala’ya direniş oldu. Aslında, ulusların Yahudilere karşı antisemitizmi, Yahudilerin Kabala’ya itiraz etmesine neden olan, aynı korkudan kaynaklanıyor – ne kadar inkar etmeye çalışsak da, egonun, birleşme gerekliliğine, hepimizin bağlı olduğu gerçeğine direnci.

Egolarımızın tüm çabalarına rağmen, realite hepimizin birbirimize bağlı olduğunu kanıtlıyor. Geçen her günle birlikte, bizi birbirine bağlayan daha fazla yol ve daha fazla yapı keşfediyoruz. Ve bağlılığımızı ne kadar çok keşfedersek, Kabala bilgeliğinin çevremizdeki dünyayı anlamamız için zorunlu olduğunu o kadar çok anlarız. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda, basit halktan dünya liderlerine kadar herkes, bağlarımızın inceliklerini anlamadan, hayatlarını yönetemeyeceklerini ve kesinlikle ulusları yönetemeyeceklerini keşfedecekler. Kabala bilgeliği kendini, dünyayı anlamak ve insanlığın birbirine bağlı gerçekliği ve tüm gerçeklikle eşleşen insanlar arasında bağ kurmak için kullanılan yöntem olarak göstermek zorunda kalacaktır.

Materyalizm Değerini Kaybettiğinde

Soru: Bir yıldan biraz fazla bir süredir Kabala bilgeliğini çalışıyorum. Moskova’daki Kabala Bilgeliği Akademisi’nden (MAK) mezun oldum. Son zamanlarda paranın, pozisyonumun ve işimin bana daha az değerli göründüğünü fark ettim. Neler olduğunu anlamama yardım edebilir misiniz?

Cevap: Kendinizle, ayrıca işinizle, ailenizle ve var olan her şeyle, ciddi bir şekilde ilişki kurmanız gerekir ama yalnızca mekanik olarak. Enerjinizin geri kalanını maneviyatınıza yatırmanız gerekir. Ancak biri diğerine karışmamalıdır. Maddesel özünüzle,  aileniz ve kendiniz  vb. için hassas bir şekilde çalışmanız gerekir, ruhunuzla ise bizimle olmalısınız.

Bunların hepsi kasıtlı olarak bu şekilde programlandı. Aksine, kişinin iki kanalda düzgün bir şekilde gelişmesi için gereklidir ki bu, amacına ulaşmasının tek yoludur.

“Manevi Olgunluğa Nasıl Ulaşabiliriz?” (Quora)

Manevi olarak olgun bir kişi, kendini yönelik hazzın peşinden gitmeyi bırakan ve onun yerine başkalarına karşı sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı arayan kişidir.

Benzer şekilde, fiziksel hayatlarımızda, çocukken, tek bildiğimiz, kendimize yönelik hazzı nasıl alacağımızdır ve birbiri ardına eğlenceli şeylerin peşinden koşarız. Daha sonra, bedensel olgunluğun belirli bir aşamasında, yetişkin olduğumuzda, toplumda daha verici ve sorumlu bir rol üstlenmek, çalışmak ve çeşitli şekillerde sosyal olarak katkıda bulunmak zorundayız. Ancak, dünyamızda çalışan ve topluma katkıda bulunan bir yetişkin bile, kendine yönelik temel bir alma arzusuna göre hareket eder.

Manevi olgunluğa ulaşmak, arzularımıza yönelik hedefi “kendi yararımıza” dan “başkalarının yararına” çevirmemiz anlamına gelir.

Bunu yaparak, maddesel dünyamız ile manevi dünya arasındaki bir engeli aşarız. Böylece hazzımızın özü de değişir: Yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi arzuları arasında kendine yönelik bir zevkten diğerine geçerek haz almak yerine, hayatımızın amacına ve kaynağına – mutlak sonsuz mükemmellikte var olan sevginin, ihsan etmenin ve bağın manevi gücü ile bağlantılı olmaktan haz alırız. Başka bir deyişle, manevi olgunluk, bize getirdiği zevk uğruna değil, hayatımızın kaynağıyla bağ kurmak uğruna sevgi içinde yaşamak, ihsan etmek ve başkalarıyla pozitif bağ kurmak anlamına gelir.

Bu nedenle, manevi olgunluk, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi gücüne bir bağlantı ve bir derece benzerlik oluşturduktan sonra gelir. Bunu yaparak, egoist hazlar aradığımız yaşamımızın maddesel seviyesinin üzerine yükseliriz.

İnsanlık olarak, böyle bir manevi olgunlukla şu anda nerede olduğumuzu görmek için, insan evriminin bir anlık görüntüsünü alırsak, eskiden yaptığımız gibi maddesel zevklerden artık aynı şekilde zevk alamadığımız, yeni bir çağa geçiş sürecinde olduğumuzu görebiliriz. Artık önümüzde pembe bir tablo da görmüyoruz. Geçmişte, mevcut sistemlerimizi değiştirmek için farklı sistemlere başvurabildik. Denediğimiz yönlerin başarısızlığını şimdiden öngörebildiğimizden, bugün artık durum böyle değil. Artık hayatın içinde herhangi özel, yeni hazların alınmasını beklemiyoruz.

Böyle bir durum, doğal evrimimizin bir parçasıdır: maddesel gelişimimizde bir sınıra ulaştık ve yeni bir manevi paradigmaya geçiş zamanı geldi. Açıkçası bu, gelecek çağımızda gerçek doyumun, tüm hazzın kaynağının (sevgi, ihsan etme ve bağın manevil gücü) peşinde koşmak olduğunu anlamak için, her zaman zevklerin peşinden koşmaktan gittikçe daha az tatmin bulduğumuz anlamına gelir. Dahası, kendi irademizden dolayı bu geçişe kendimizi vermekte başarısız olursak o zaman, manevi olarak olgunlaşma ihtiyacının farkına varmaya sevk etmek için, giderek daha fazla olumsuz duygular (tatminsizlik, boşluk, depresyon, yalnızlık, stres, kaygı ve diğer ıstırap türleri) deneyimleyeceğiz. Herhangi bir şeyden basitçe zevk alabilmekten mahrum kalacağız ve daha sonra hayatımızla ilgili “Bu neden oluyor?”, “Bütün bunların anlamı ne?”, “Bu hayat ne için?”, “Bu dünyada neden bu kadar çok acı var?” ve “Bununla ilgili ne yapabilirim?” gibi temel soruları sormaya başlayacağız.

Başka bir deyişle, hazların kendileri hakkında değil, kaynakları hakkında sorular sormaya başlayacağız. Bu tür soruları ne kadar çok sorarsak, o zaman, şimdiye kadar uğraştıklarımıza karşın – manevi olarak olgunlaşmamıza yardımcı olacak yeni ve farklı ortamlar aramaya o kadar çok yönlendiriliriz.

Bu dünyada haz aldığımız sürece, hazzın kaynağı hakkında soru sormayız. Ancak, hayattan zevk almayı bırakır bırakmaz ve ayrıca önümüzde bizleri değerli bir hedefe doğru ilerleterek, haz almaya yönelten hiçbir gelecek hedefi görmezsek, o zaman kendimizi ciddi bir varoluşsal problemin içinde hissetmeye başlarız. Daha sonra hayatın amacı ve anlamı hakkında temel sorular sormaya başlarız, sadece buradayken nasıl haz alacağımızı değil.

Böyle bir safhada, hayattan zevk almak istiyorsak, o zaman hayatın kaynağına yaklaşmamız gerektiğini anlamaya başlarız, bu da “kendi yararımız için” haz alma niyetini, “başkalarının yararına” olarak, tersine çevirmek anlamına gelir.

Yaradan’a Doğru Manevi Yönlendirme

Baal HaSulam, Shamati #70, “Güçlü Bir El ve Taşkın Bir Gazapla”:

O der ki: Sadakatle O’na tutunmak ve Kral’ın sarayına girmek için Yaradan’ın hizmetine girmek isteyenlerin hepsinin kabul edilmediğini bilmemiz gerek. Aksine kişi sınanır; eğer başka hiçbir arzusu yoksa ve yalnız Dvekut (bir olmak, bağlanmak) istiyorsa kişi kabul edilir.

Peki, kişinin yalnız tek bir arzusu olduğu nasıl sınanır? Kişiye engeller verilir. Bu demektir ki; böylece bu yolu bıraksın ve tüm halkın yolunu izlesin diye, kişiye yabancı düşünceler ve yabancı haberciler yollanır.

Yaradan’a doğru hareket ederken, O’na doğru, doğru yönü elde etmeliyim. Ama ben bunu görmem.  Yaradan, sadece çabamın sonunda keşfedilir. Yolun her adımında karanlıkta yürürüm ve doğru yönlendirmem sonucunda yavaş yavaş O’nu keşfederim.  Ama bunu doğru şekilde nasıl yapacağız? Bunu yapmak için, bir tüfek görüşünde yaptığım gibi, üçüncü bir noktayı vurmak için iki nokta arasından bakmalıyım.

Tek bir niyetle bakıyorsam, bu yeterli değildir, onunla, ikinci bir niyeti birleştirmeliyim ve o zaman hedefi vurabilirim.

Bu nedenle, manevi yolda bazı yol gösterici noktalara ihtiyacım vardır. Eğer şu üç bileşene sahipsem: kendim, bir grup (“Onlu”) ve bir öğretmen (“Rav”), o zaman Yaradan’la “karşılaşacağım” konusunda emin olabilirim.

Bunu yapabilmek için, gruba tam olarak entegre  olmalıyım ki böylece onlum tek bir birlik haline gelecektir. Bu yolla,  tüm grubun öğretmenden aldığı aynı yöntem, bana rehberlik eder ve Yaradan hakkında hiçbir şey bilmesek de, O’nu hedeflediğimizden emin olabiliriz.

Soru: Benim fiziksel gözüm (ego), benimkinin zıddı olan özellikler aracılığıyla, manevi yönü nasıl hissedebilir ve görebilir?

Cevap: Bu, fiziksel bir göz değil ama kalp ve akıldır, hedefe olan ilgimdir.

Tıpkı fiziksel bir hedefle karşılaşmak istediğimizde bilerek baktığımız gibi, kendimiz aracılığıyla manevi bir hedefle karşılaşmak isteriz. Kendimi özellikle bu niteliklerin zıtlığı sayesinde Yaradan’a yönlendiririm ve yavaş yavaş kendimi öyle bir şekilde değiştiririm ki, niteliklerin eşitliğine göre O’nu keşfetmeye başlarım. Bu benim yararıma çalışıyor ve niteliklerimi değiştiriyor.

Manevi Vizyon

Baal HaSulam, TES, Cilt 1, Histaklut Pnimit: Gerçekten de Cennetin görüntüsüne gözleri açılmamış ve bu dünyanın dallarının Üst Dünyalardaki kökleriyle bağlantısındaki yeterliği edinmemiş kişiler duvarları kazıyan körler gibidirler. Onlar tek bir kelimenin bile gerçek anlamını anlamayacaklardır zira her kelime köküyle bağlantılı olan bir dalın ismidir.

Sadece bu kelimeyi konuşma dilinde açıklamaya uygun gerçek bir bilgeden çeviri alırlarsa ki bu bir dilden diğerine, dalların dilinden konuşma diline çevirmektir, o zaman kişi manevi kelimeyi olduğu gibi açıklayabilir.

Soru: Kabala’da manevi vizyon nedir ve kim kör olarak tanımlanır?

Cevap: Kabala’da kör bir kişi, yansıyan ışığa sahip olmayan, Ari’nin yazdığı gibi, gözlerinden ışık gelmeyen kişidir.

Hayatımızda bile, arkamızda biri baksa, onu hissederiz çünkü kişinin gözünden gelen bir bakışta güç vardır ve bir başkası tarafından hissedilir. Kör, ondan gelen bu güce sahip olmayan biridir.

Soru: Kişinin kendisi, kör olduğunu ve birine tutunması gerektiğini anlar mı?

Cevap: Hayır, henüz hiç bir şey yapamaz çünkü ondan gelen, ihsan etmek isteyen hiçbir manevi enerji yoktur.

“Maneviyatınızın, Hayatınızın Bir Parçası Olduğunu Nasıl Anlarsınız?” (Quora)

Manevi yoldaki insanlar, günlük yaşamlarının, yaşadıkları her şeyin bu yola uyduğunu hissederler.

Örneğin, bir ofiste günde sekiz ila on saat çalışıyorsanız, bunun manevi çalışmanızın bir parçası olduğunu anlarsınız. Çalışırken, manevi olarak ilerleme ihtiyacını taşıyorsanız, her hareketinizle manevi enerjinin sizden geçmesine izin verirsiniz. Manevi ıslahlara yani doğuştan gelen alma arzusunun üzerinde, sevgi ve ihsan etme niyetine ulaşmak için böyle bir yaklaşım gereklidir.

Bu dünyanın sayısız etkileşimi, birbirimizi manevi enerji ile etkilememiz için bize verilir. Bu nedenle, günlük yaşamlarımıza, bir bakıma manevi çalışmalarımızdan manevi bir tatmin aldığımız yer olarak yaklaşırsak, o zaman maneviyata ilgisi olmayan birkaç kişi arasında, işyerlerinde ve diğer günlük faaliyetlerde etkileşimde bulunarak, sonrasında manevi içeriği toplum aracılığıyla büyük ölçüde insanlığa kanalize eden “manevi gizli ajanlar” haline geliriz. Onlar, ne hissettiklerini ve nereden geldiğini tam olarak belirleyememelerine rağmen bu işten olumlu bir etki hissederler.

Bu şekilde hareket ederek, birbirimize bağlanır ve dünyaya maneviyat aşılamış oluruz. Dahası, manen ilerlemek isteyen insanlar için bunu yapmak bir zorunluluk haline gelir.

Bizim dünyamız; ailelerimiz, ilişkilerimiz, işimiz ve diğer sosyal etkileşimlerimiz olacak şekilde yaratılmıştır – bu tür ilişkilerden çekinmemiz için değil, ancak bu şekilde, toplumla tam temas yoluyla, herkesi uyumlu bir şekilde olumlu olarak bağlama niyetimizi ekleriz ve bunu yaparak, kendimizi maneviyata yakınlaştırırız. Bu nedenle Kabala bilgeliği, maneviyata ulaşmak isteyen herkesin, kendisini topluma bağlaması, çalışma yoluyla çekilen manevi güçlerin, genel olarak topluma yayılmasına meydan verdiği için bir aile kurması ve çalışması gerektiğini belirtir. Manevi olarak ne kadar ilerlersek, maneviyatın olumlu insan bağlarında var olduğunu o kadar çok anlarız.

Bu nedenle, günlük yaşamınızda sevgi ve ihsan etme tutumuyla, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurma niyetini dener ve uygularsanız, başarıyı göreceksiniz;  dostlarınız ve iş arkadaşlarınız sizinle farklı şekilde ilişki kuracak ve bunu yaparken manevi başarılara da ulaşacaksınız.

İnsanlıkla olan bağımızın, manevi farkındalığımız için potansiyele sahip olduğunu görmemiz gerekir. Bu nedenle, manevi çemberlerimizle olduğu kadar ailelerimiz, arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız ve diğerleriyle, manevi çevremiz aracılığıyla, sevginin ve ihsan etmenin manevi güçleriyle içsel bağımızı güçlendirmeye çalışmalıyız ve bu güçleri insanlığa aktarmalıyız.

İnançtan Daha Güçlü Bir Şey Yoktur

“Mantık öte inanç” kavramını düşünürsek, bilginin, duyularımızda anladığımız şey olduğunu söyleyebiliriz. Ve inanç, hem bilginin hem de tüm etkilerin üzerimize geldiği köktür, kaynaktır.

Bu, inançtan daha güçlü bir şey olmadığı zaman çok açık bir anlayıştır. Bilgi, inancın altındadır. Hissettiğim şey bile bana hiçbir şey söylemez. Asıl mesele, inancın seviyesine yükselmem ve bilgi içinde hissettiklerimin kaynağını duyularımda görmemdir.

Soru: Yani Kabala’da inanç duygusu, beş maddesel duyumla bugün hissettiğimden çok daha mı nettir?

Cevap: Elbette. Duygularınızın kaynağını anlamaya başlıyorsunuz: sizi harekete geçiren nedir, tam olarak ne hissediyorsunuz? Bu dünyayı beş duyunuzun içinde hissedersiniz ve bu dünyayı sizin için inşa eden kaynak bunu size sunar. Bu nedenle sizin için önemlidir.

Soru: Kaynak, Büyük Patlama’dan önce olan şey mi?

Cevap: Büyük Patlama’dan önce ve genel olan, yani her şeyi kontrol eden, her şeyi kendi içinde tutan tek üst güçtür.

Yorum: O, sadece kontrol etmek için olduğu gibi kalır.

Cevabım: Bu yavaş yavaş oluyor ve biz ona doğru ilerliyoruz.

“Ben Mükemmelim! Berbat Olan, Diğer Herkes” (Linkedin)

Başlığa bakın; hepimizin düşündüğü bu değil mi? Dünya çok kötü durumda; sadece bu yıl ne olduğuna bakın: İnsanlar kaba, düşmanca, güvensiz ve kavgacı bir hale geldi. Başkanlık seçiminde neler olduğuna bakın; Covid-19 ile neler olduğuna bakın; sokaklarda, Siyahlar ve Beyazlar, süper zenginler ve diğer herkes arasında,  polis ve siviller arasında, işsizlik ve teşvik paketleri ile neler olduğuna bakın ve bu liste sonsuzdur. Nereye bakarsanız bakın, iyi bir şey bulamazsınız. Elbette tek istisna benim. İnsanlar berbat, ama ben? Bende yanlış bir şey yok. Hepimizin düşündüğü bu değil mi? Ve eğer hepimiz böyle düşünüyorsak, belki çok azı hariç, dünyamızın olduğu gibi olması bir mucize midir?

Kabala bilgeliğinde, olaylara oldukça farklı bakarız: Mişna’da (Sanhedrin 4: 5) şöyle yazılmıştır, “Her bir kişi ‘Dünya benim için yaratıldı’ demelidir.” Likutei Moharan kitabına göre, “Bütün dünya benim için yaratıldıysa, her zaman dünyanın ıslahına bakmalı ve derinlemesine araştırmalı, dünyanın ihtiyaçlarını karşılamalı ve onlar için dua etmeliyim.”

Başka bir deyişle, dünyanın kötü olduğu gerçeği, diğer insanların kötü olması ve iyi olan tek kişi benim olmamdan dolayı değildir. Aksine,  kötüdür çünkü ben “Dünyanın ıslahına her zaman bakmak ve derinlemesine araştırmak, dünyanın ihtiyaçlarını karşılamak ve onlar için dua etmek” görevimde ihmalkar davranmışımdır. Yani, kötüdür çünkü görevimi yapmıyorum; insanların acı çekmesi benim hatamdır.

Ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için yapmamız gereken çalışmanın türüne baktığınızda, tek işimizin bağlılığımızı güçlendirmek olduğunu göreceksiniz. Birbirimizle ve bir bütün olarak doğayla ilişki kurma şeklimiz dışında, dünyada başka hiçbir şey yanlış değildir. Kabala bilgeliği, her bir kişiyi dünyanın durumuna karşı, tamamen sorumlu olarak görür, hiç kimseyi hariç tutmaz. Neden dünya hakkında hiçbir şey yapamadığımız, güçlü insanların veya ülkelerin bağ kurmamızı engellediği veya onların dünyanın gerçek yıkıcıları oldukları hakkında, kendimize milyonlarca hikaye anlatabiliriz. Bu hikayeler doğru olabilir, ancak yine de kendimize, bir fark yaratabileceğimiz bir yerde elimizden gelenin en iyisini yapıp yapmadığımızı sormalıyız. Çünkü eğer yapmadıysak, o zaman dünyanın kötü durumunun suçlusu biz oluruz. Hepimiz bu önermeye göre hareket etseydik, dünya kesinlikle harika bir yer olurdu ve hiçbir iş adamı veya medya patronu onu daha kötüye doğru değiştiremezdi. Dünyamızın gelişmesi için gereken tek şey, bunu yapma kararlılığımızdır.

Yeni Yılınız kutlu olsun.

Sonsuz Haz

Yaradan mutlaktır. Kendisini ifade etmek ister. Sevgisini göstermek ve Kendisini ifade etmek için ihsan etme ve sevgiden başka niyeti yoktur. Bu nedenle, O, her şeyi verebileceği varlığı yaratmıştır.

Ancak yaratılan varlıklarda ortaya çıkan arzu sınırlıdır; her şeyi alamaz ve Yaradan’ın sevgisinden haz alamaz. Sorun da budur. Nihayetinde, yaratılan, Yaradan’ın tutumunu kabul etmeye ve kendini hazla doldurmaya başlar başlamaz, arzu yavaş yavaş yok olur.

Bu genellikle yemek sırasında olur: Ne kadar çok yersem, yemeğe duyduğum iştah ve yemekten aldığım haz o kadar az olur. Arzum artık yemek istemeyeceğim noktaya kadar azalır, yemeği uzağa iterim ve hatta ona karşı tiksinti duyarım.

Yaradan, yarattıklarındaki hazzı nasıl sonsuz kılabilir? Bu O’nun işidir.

Ve işte çözüm geliyor: Yaratılan varlıktaki alımın, kendi iyiliği için olmayacağı şekilde yapılması gerekir. Yaradan’dan aldıklarından değil, Yaradan’ı hoşnut etmekten haz alacağı şekilde.

Bir çocuk gibi, örneğin, çocuk sırf kendini tatmin etmek için yemek yediğinde, bu kişisel bir şeydir ama annesinin hatırına yemek yediğinde, bu tamamen farklı bir hazdır. Sonra ayağa kalkar, annesinin ona karşı tutumunu anlar ve ikisi de birbirlerinden haz alırlar, ikisi de hazla doludur. Yaratılışın amacı budur.

Bu nedenle yaratılış özel bir şekilde yaratılır. Yaradan’ın yaratılanı doldurmaktan hoşlandığı gibi, yaratılan da Yaradan uğruna haz almaya hazır olana kadar, özel bir dizi dönüşümden geçer. Böylelikle onlar, benzer hale gelirler, birleşirler ve birbirlerini severler.

Hayatın Anlamını Bilme İhtiyacı Nasıl Ortaya Çıkıyor?

Soru: Şu anda bilim adamları arasında “yaşam” kavramı konusunda bir fikir birliği yok. Yalnızca birleştikleri bazı kriterler var. Birincisi, hayat her zaman düzenli bir organizasyondur, oldukça düzenlenmiş bir yapıdır. İkincisi, metabolizma veya enerjinin varlığı, bu düzeni korur. Üçüncüsü, büyüme, gelişme, halden hale geçme, uyum sağlama ve bazı dış etkilere tepki verme yeteneği mevcuttur. Dördüncüsü, üreme ve bazı kalıcı bilgi bileşenlerinin varlığıdır. Ve başka bir kriter, doğumdan ölüme kadar olan dönemin yaşam olarak adlandırılabileceğini söyler.

Ancak yaşamı bu şekilde belirleyen tüm bu kriterlerin, bir amacı olmalıdır. Ama kişi, hayatın amacını hissetmez. Kişi buna nasıl ulaşır?

Cevap: Soru, kişinin bu amaca ihtiyacı olup olmadığıdır. Sonuçta, listelediğiniz parametrelerde daha yüksek bir amaca gerek yoktur. Onlar, “A” dan “Z” ye, dünyevi yaşamımızın sınırları içindedirler, neye odaklandığımız, bize neyin rehberlik ettiği, ne için çabaladığımızdır. Bunlar, hayvansal varlığımızın her anında olabildiğince rahat hissetmek için, çözmeye çalıştığımız, karşılaştığımız olağan egoist problemlerdir. Bu, insan fiziksel bedeninin yaşamının anlamıdır.

Soru: Hayatın anlamını bilmeye ihtiyaç neden kişiden gizlidir?

Cevap: Çünkü bize açık bir şekilde verilmemiştir. Bir insanın içinde böyle bir sorunun ortaya çıkması, yaşamın anlamı hissiyatının eksikliğine bağlıdır. Ve insan bunu, dünyamızın çerçevesi içinde: meslek, servet, şöhret, bilgi ve diğerlerinde aramaz. Bunlarla ilgilenmez, burada kavrayabileceğinin dışında, hayatımızın kapsamının ötesinde olan daha yüksek içerikle ilgilenir.

Kişinin bu dünyanın üzerinde bir şeye ihtiyacı vardır. Şöhret, zenginlik ve bilgiyle bile ilgilenmez, hiçbir şeyle ilgilenmez! Kişi yaşamın ve ölümün ötesinde olanla temasa geçmek ister. Aynı zamanda ölümden korkmaz, üst kökle bir bağa ihtiyacı vardır. Kişi bunun kendisini çeken varoluş aşaması olduğunu kendi kendine öğrendikten sonra, elbette bizim dünyamızda yapacağı bir şey yoktur.

O zaman kişinin üst kök ile bağ kurması gerekir. Bunu dinlerde, bilimde, başka bir şeylerde arayan ve bulamayan insanlar var.

Benim gözümde bunu sadece Kabala incelemektedir. Bu insana öyle bir gelişme verir ki, üst dünyayı, varoluşunun anlamını bu dünyada yaşarken bile hissetmeye başlar. Ama bunu yapmak için, doğasını egoist alma arzusundan özgecil vermeye değiştirmelidir. Özgecilik, dünyamızın tanımları içinde yoktur, bugün içinde var olduğumuz şeyin üzerindedir.

Prensip olarak Kabala, tüm dünyanın, tüm insanlığın kaçınılmaz olarak bu duruma geleceğini söyler. Ama vakti, zaman meselesidir.