Category Archives: Kabala

İki Güç: Mordehay ve Haman

Soru: “Ester Parşömeni”nde iki güç tanımlanmıştır: Mordehay ve Haman. Onlar neyi temsil ediyorlar?

Cevap: Mordehay, ihsan etme, sevgi ve bağın niteliği olan Bina’nın gücüdür. Haman, bencil bir güçtür, ayırma ve yok etme niteliğidir. Ancak hiçbir kuvvet diğeri olmadan hareket edemez.

Onların doğru kombinasyonu,  bir yandan tüm bencil güçler korkunç formlarında var olurken, diğer yandan bağın gücü, sevginin gücü tarafından yönetilirken, tüm insanlığı eksiksiz, ideal durumuna getirmek için gereklidir.

O zaman negatif ve pozitif her iki kuvvet de, bir motorda veya bir tür makinede olan artı ve eksi elektrik kuvvetleri gibi, tüm insanlık için birlikte çalışır.

Bu nedenle, nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlamamız gerekir.

Soru: Yani, her kuvvetin kendi işlevi vardır.

Peki o halde parşömen neden Haman’ın gücünün yok edildiğini söylüyor?

Cevap: Gerçek şu ki, burada hala birçok nüans var. Yok edilen güç değil, gücün nasıl doğru kullanılacağına dair egoist niyettir.

Soru: Haman, kişinin kendisi için alma arzusu değil, kendisi için alma niyeti midir?

Cevap: Kendi iyiliğin için niyettir. Alma arzusu nötrdür, doğanın kendisidir.

Bağ Kurmak Doğanın Ana Yasasıdır

Soru: İsrail topraklarına ulaşmak için karşılıklı garanti şartını kabul etmek zorunda mısınız?

Cevap: Toprak terimi, manevi temeli ifade eder. İsrail toprağı, Filistin veya İsrail Devleti değil, insanların karşılıklı sevgi koşulunda olduğu manevi bir niteliktir.

Yorum: Kabala, toprağın yani Eretz’in bir arzu olduğunu ve İsrail’in, Yaradan için, ihsan etme niteliği için çabalayanlar olduğunu açıklar.

Tora, halk Sina Dağı’na geldiği zaman, aralarında kin doğduğunda, onlara bir koşul verildiğini anlatır: Ya birleşeceksiniz ya da burası mezarınız olacaktır.

Cevabım: Birleşme doğanın ana yasasıdır ve bizler bunu gerçekleştirmeliyiz. Mesele şu ki, Büyük Patlama’dan sonra arzumuz çok sayıda arzuya bölündü ve onları birleştirmemiz gerekiyor.

Tüm doğa, kendi yasalarına göre ancak çok yavaş, kademeli olarak birleşmeye çalışıyor. Aramızda kendi seviyemizde, insan seviyesinde yani doğanın en yüksek seviyesinde birleşmemiz gerekiyor.

Sorun burada ortaya çıkıyor: Farkında değiliz, anlamıyoruz ve uygulamak istemiyoruz. Ama yine de bu görevi ya iyi niyetle ya da dedikleri gibi sopayla, mutluluğa tamamlamalıyız.

Ruhun İç Haritası

Soru: İsrail Toprağı cansız seviyede bir arzuya karşılık gelir ve insan seviyesinde de bir arzu vardır. Biri diğeriyle açıkça örtüşmeli mi?

Cevap: İdeal olarak, evet. Ve gelecekte de öyle olacak. Niyet arzuyla örtüşür, onu şekillendirir ve arzu böylece dünyanın belli bir kısmına denk hale gelir. Bu, kişide ikamet yerini değiştirme veya başka değişiklikler yapma ihtiyacı yaratır.

Soru: Kişi manevi gelişimle meşgul olduğunda, içindeki tüm yerleri içeren bu İsrail haritasını keşfeder mi? Bu böyle mi olur?

Cevap: Ruhun türüne göre değişir ve her insan tarafından hissedilmez. Ama genel olarak, insanlar evrende nereye ait olduklarını, manevi köklerinin nerede olduğunu hissedeceklerdir.

Soru: Dünyamızda az çok bilgi sahibi olan insanlar var. Hiçbir şey bilmeyenler de var. Maneviyatta da durum aynı mı?

Cevap: Evet, bunu hissetmeye başlayacağımız ve manevi niteliklere göre hareket etmemiz gerektiğini anlayacağımız zaman gelecek.

Gel, Hisset ve Başar

Yorum: Tüm Kabalistik kaynaklarda, her zaman iki güç düşünülür, örneğin, Haman ve Mordecai, Musa ve Firavun, vb.

Cevabım: Doğada artı ve eksiden başka bir şey yoktur.

Soru: Prensipte, bunu basitçe iki kuvvetin etkileşimi olarak tanımlayabilir miyiz?

Cevap: Hayır, onu iki fiziksel kuvvet olarak tanımlayamazsınız. Aralarında birçok olası eylem, ifşa edilemeyen koşullar vardır ve bu nedenle dünyamızın imgelerinde alegorik olmaktan başka bir şekilde tanımlanamazlar. Artı ve eksiyi alıp, “Birbirlerine şöyle yaklaşıyorlar, böyle uzaklaşıyorlar…” diyemezsiniz.

Bu nedenle, Kabala, insanlara ıslahımızın tüm sorunlarını açıklamak için dünyamızın dilini kullanır. Kişi kendini ıslah etmeye başladığında bu nitelikleri hisseder ama ona “Ne hissediyorsun?” diye sormaya çalışır—söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Çünkü kişi güçleri hisseder ve onları ancak bizim dünyamızdaki somut örnekleriyle açıklayabilir. Sorun budur.

Önemli olan bunu yaşamamız, bunu hissetmemiz ve bunu başarmamızdır.

Atzmuto—Var Olan Her Şeyin Kökü

Soru: Atzmuto’nun sonsuzluk dünyasından daha yüksek olduğunu anlamakta haklı mıyım? Eğer öyleyse, Kabala Tora’nın hangi sırlarından bahsediyor?

Cevap: Gerçek şu ki, Yaradan’ın isimleri dahil, edindiğim her şeyi, bilinmeyen bir şeye benzerliğim ölçüsünde edinirim.

Ama aynı zamanda Atzmuto denilen, edinemediğim bir şey vardır ve bu beni etkileyen her şeyin köküdür. Sonsuzluk dünyasını ortaya çıkarmamızın nedeni budur ancak onun üstünde olanı değil.

Kabala’da, ışığın yukarıdan indiğini ve 0 safhası olan Keter’i yarattığını öğrenmekteyiz. Ardından, zaten bir kap olan 1. safha Hohma gelir. Sonra sonsuzluk dünyasının Bina, Zeir Anpin ve Malhut safhaları vardır.

Kabalistler tüm bu aşamaları edinirler ama ışığın indiği asıl kaynağı edinemezler. Onlar, ışığın 0 sahasını, Keter’i oluşturduğunu söylüyorlar. Ama nereden geldiği, doğasının ne olduğu hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.

Biz sadece “Seni yaptıklarından biliriz” diye biliyoruz.

Bu nedenle, Atzmuto, O’nun Kendisi, ulaşılamaz. Tek kelimeyle – edinilemez.

Soru: O halde Tora’nın sırları nelerdir?

Cevap: Tora’nın sırları, Atzilut dünyasının başında edindiğimiz şeylerdir.

“Maneviyatı Aramak Ne Demektir?” (Quora)

Bu, günlük hayatın sunduğundan daha fazla veya farklı bir şey istemekle başlar. Kabala ilminde buna, “kalpteki nokta” olarak adlandırılan maneviyat arzusunun ortaya çıkması denir. Bu arzu ortaya çıktığında hayatın anlamı ile ilgili soruya cevap alma ihtiyacı hissederiz.

Böyle bir arzuya nasıl geliriz?

Bu, önce hayvanlar gibi olduğumuz, yalnızca yemek, aile, cinsellik ve barınma arzularıyla birkaç yaşam boyunca geliştikten sonra gelir ve daha sonra para, onur, kontrol ve bilgi arzularıyla gelişiriz.

Gelişimimizin ilk aşamasında sadece yemek, aile, cinsellik ve barınma arzularımız vardı. Toplumdan tamamen tecrit edilmiş olsak bile hala bu tür arzularımız vardır. Gelişimimizin sonraki aşamaları – para, onur, kontrol ve bilgi arzuları – toplumla ilgili olarak ortaya çıkan arzularla karakterize edilir.

Daha sonra, bilgi için arzu ortaya çıkar. Her şeyin nereden geldiğini ve köklerimizi keşfetmek için yola çıktığımızda, bilimler filizlendi. Ancak bilgi için böyle bir arzu, hala sadece dünyamızın çerçevesi içinde yer almaktadır.

Arzumuzun gelişiminin ancak sonraki aşamasında gerçek kaynağımızı, özümüzü ve amacımızı, yani hayatın anlamını bilmek isteriz. Daha sonra kökenimiz, geleceğimiz ve gerçekte kim ve ne olduğumuzla ilgili sorulardan rahatsız olmaya başlarız.

Bizler, doğamız gereği egoistiz. Tüm arzularımızın ortak noktası, ben merkezli olmaları ve yerine getirilmeyi istemeleridir. Onlar bize baskı yapar ve kelimenin tam anlamıyla her hareketimizi kontrol ederler. Dünyamızdaki egonun sınırı, bizim ötemizde bir şey hakkında bilgiyle dolma arzusudur.

Acı çekmek, arzularımızın merkezinde yer alır. Acının etkisi altında bir tür arzudan diğerine geçeriz. Dengeli bir durumdaysak, kendimizi huzurlu hissederiz. Yeni bir arzu ortaya çıktığında, bir şeylerin eksikliğini hisseder ve yeni bir şey deneyimlemek veya almak istiyor gibi hissederiz, bu yüzden arzumuzun taleplerini yerine getirmeye çalışmaya başlarız… ve bu süreç hayatımız boyunca tekrar eder. Kısacası, her zaman doyuma doğru ilerleriz ve acıdan uzaklaşırız.

Hayatlarımızı sayısız arzularımızı yerine getirmeye çalışarak yaşarız. Birkaç yaşamdan sonra, geriye tek bir arzunun kaldığı bir duruma geliriz: kaynağımıza, yaşamın anlamına ulaşma arzusu.

Bu son arzu ortaya çıktığında, diğer her şey anlamını yitiriyor gibi görünür. Daha sonra hiçbir şey mutluluk getiremeyecekmiş gibi duygusal ve ruhsal olarak boş hissederek depresyona gireriz.

Hayatın anlamsız ve asılsız olduğu hissi, çağımızda yüzeye çıkmaya başlayan yeni bir arzunun, maneviyat arzusunun ifadesidir. Esasen bu, biz onu bu şekilde dile getirmesek bile, hayatın anlamını ve amacını -“Hayatın anlamı nedir?” diye soran bir arzudur. Bu, bizi bir tür anlam ve cevap bulmak için çeşitli öğretiler üzerinden arayışa iter.

Kabala bilgeliği özellikle bu arzuyu yerine getirmek için oluşturulmuştur. Bu, yaşamın anlamının keşfine -daha yüksek gerçekliğe ulaşılmasına- yol açan ve onu araştırmak isteyen herkesin incelemesine açık olan deneysel bir yöntemdir.

İhsan Edebilecek Miyim?

Soru: Bizim dünyamızda, düşüşler esas olarak kişi tatminsiz kalacağından korktuğunda hissedilir. Bu nitelikle ilgili olarak maneviyatta hangi korkular ortaya çıkıyor?

Cevap: Korku: İhsan edebilecek miyim? Sevebilecek miyim? Her zaman egoizmimin üzerinde olabilecek miyim? Firavun’un (egoizmin) kontrolünde olan Mısır’dan çıkabilecek miyim?

Soru: Oturup “Yaradan’a ihsan edebilecek miyim, edemeyecek miyim?” diye düşündüğümü hayal etmek çok zor. Yani, hayvansal bedenim için yaşadığım korkunun aynısını mı yaşıyorum? Benzer mi?

Cevap: Az çok. Ancak prensipte, kıyaslama yoluyla bunu söyleyebiliriz.

Kişi sadece buna girmeli, bunu hayatının bir parçası yapmaya çalışmalı ve o zaman her şey yoluna girecektir.

Kişi, dünyamıza ek olarak, düşüşlerimize, yükselişlerimize ve bedensel varoluş hislerimize ek olarak, başka bir varoluş, başka bir dünya olduğunu ve onda aynı şeyin sadece başka kategorilerde gerçekleştiğini anlamaya başlayacaktır.

Tüm Dünya Arkamızda

Yorum: İsrail’e yeni geldim ve İsrail’in iç savaşın eşiğinde olduğunu, bu toplumda tüm çelişkilerin birleştiğini her zamankinden daha fazla fark ettim: hem sosyo-ekonomik hem de politik çünkü sol ve sağ birbirinden gerçekten nefret ediyor, ayrıca dini ve etnik sorunlar var.

Görünen o ki, bir ülke içinde birbirini duymayan ve anlamayan beş ya da altı farklı ülke ve beş ya da altı farklı insan grubu var.

Cevabım: Evet. Bu nedenle burada İsrail’de bu sorunları çözersek, dünyanın her yerinde bu sorunları çözmek için harekete geçeceğiz.

Soru: Açıkçası, bu mümkün. Geceleri merkezinizden yayınlanan dersleri izleyip ekranda farklı milletlerin, farklı etnik grupların, farklı dinlerin temsilcilerini görmek beni hayrete düşürüyor! Başka ülkelerden öğrenciler, Müslümanlar, Budistler, Katolikler ve Protestanlar dersleri dinlerken, prensipte bunun mümkün olduğunu anlıyorum. Sürekli bundan bahsediyorsunuz, toplumu sürekli teşvik ediyorsunuz.

Ama pratikte ne olmalı? İsrail’deki insanların birbirlerini duymaya ve görmeye başlaması için ne yapmamız gerekiyor?

Cevap: Bir cevabım olup olmadığını bilmiyorum. Resmi bir cevap verebilirim, ama bu gerçekten etkili mi, sürdürülebilir mi, var olmaya ve uygulanmaya hakkı var mı bilmiyorum. Kabalistik kaynaklara göre hareket etmeye çalışıyorum, onları anladığım kadarıyla. İsrail’de veya dünyada bu sorunu çözmeye çalışan bir Kabalist görmüyorum.

Bence yine de, her şeyden önce bizler kendimiz, küçük topluluğumuzla (içinde binlerce insan olduğu için o kadar da küçük değil) çok ciddi bir etkileşime girdiğimizde, birlik olmanın gereğinin farkına vardığımız bir koşula ulaşmayı,  tüm dünyanın arkamızda olduğunun ve onun neyin ilerlediği ve neyin önünde olduğu konusunda hiçbir fikri olmadığının anlayışına gelmeyi hedeflemeliyiz. Sadece birleşmek ve en önemlisi dağıtım için çabalarımızı sürdürmemiz gerekiyor.

Manevi Yolda Düşüşler ve Yükselişler

Soru: Yaradan’ın düşüşler ve yükselişlerle bağlantılı olduğunu hissetmeye çalışmak nasıldır?

Cevap: Bizim dünyamızda alma arzusu otomatik olarak içimizde sürekli olarak çalışır ve ben dünyamızı aşağı yukarı onunla bağlantılı olarak hissederim. Manevi dünyada, benim doğal arzum ihsan etme arzusudur ve durumlarımı onun içimde dalgalanmasına göre hissederim.

Yani, Yaradan’ın (ihsan etme niteliği) daha büyük bir hissiyatı bir yükseliştir, daha küçük olanı ise bir düşüştür.

Doğal olarak, manevi dünyadaki düşüşler ve yükselişler, dünyamızdaki düşüşlerden ve yükselişlerden tamamen farklıdır, çünkü maneviyatta hepsi bizim çabalarımızdan gelir. Maddi dünyada, özel çabalara ihtiyacımız yoktur, çünkü alma niteliği olan egoizmde otomatik olarak var oluruz. Manevi dünyada ise, onun içinde minimum düzeyde bile var olabilmek için, sürekli olarak egoizmin üzerine çıkarak bir sonraki niteliğe, ihsan etme niteliğine yükselmek için çaba göstermeliyiz.

Bunlar bilinçli olarak üst ışığı çektiğimde ve o bende yeni bir özellik düzenlediğinde meydana gelen özel, içsel çabalardır. Ben ihsan etmenin içinde otomatik olarak var olamam, çünkü o zaman yeniden temel doğal özelliğimiz olan egoizmin içine düşerim.

Sanki yerin üstünde olmak istiyormuşsunuz gibi, bunu yapmak için biraz çaba sarf etmeniz gerekir. Ve çaba ortadan kalkar kalkmaz, tekrar yere düşersiniz.

Yorum: Ancak Kabalistler, bir kişi Mahsom adı verilen iki dünya arasındaki potansiyel engeli aştıysa, o zaman bir daha asla bedenselliğe düşmeyeceğini yazar.

Cevabım: Yine de sürekli anti-egoist çabalar sarf etmesi gerekir.

Soru: Manevi dünyada var olmak zor mudur?

Cevap: Hayır, zor değildir. Her şey Yaradan’ın yüceliğine, ihsan etme niteliğinin büyüklüğüne ne kadar önem verdiğimize bağlıdır. Kendimizi bu güce, onun önemine, büyüklüğüne adarsak, o zaman zor değildir ve kalıcı olabilir.

Ancak bu, çaba göstermeye başladığımızda kalıcı olacaktır. Yani bu çabanın uygulanması bizim kalıcı durumumuza dönüşebilir. Ve bu hoş bir çabadır. Kişi Yaradan’ın yüceliğini hissettiği ölçüde bu, hoş hale gelir.

Aramızdaki Bağ İçin Karşılıklı Garanti

Soru: Ben onlara kefil olmazsam, insanlar daha yüksek bir gücü ifşa edemeyecekler. Benim garantim nedir?

Cevap: Yaşça daha büyük olarak, daha deneyimli bir insan olarak, kendinizle ve tüm dünyayla bağ kurmak için tüm koşulları, tüm olasılıkları üstlenmeniz gerçeğindedir.

Burada birbirimize bağlıyız. Bu karşılıklı garanti, kendimizi içinde bulduğumuz bütünleyici sistemden gelir. Yani, evrenin tüm durumu, dünyalar yalnızca tek bir bütünsel sistemdir.

Ve her birimiz ağ ören bir örümcek gibi bu ağda bulunduğumuz noktadan hareket ederiz. Her birimiz, tüm ağın düzgün işleyişinin bağlı olduğu küçük bir örümceğiz. Ben kendi açımdan hareket ediyorum, siz kendinizinkinden, o da onunkinden vb. Hepimiz doğru bir şekilde etkileşime girersek, ağ maksimum, mükemmel durumuna ulaşır.

Soru: Bu, farklı organların birbirine kefil gibi göründüğü vücudumuzla karşılaştırılabilir.

Cevap: Evet. Kesinlikle aynı sistem üzerine kuruludur.

Soru: Vücutta bu, programlandığı gibi bilinçsizce mi olur? Bizler bilinçli olarak mı yapmalıyız?

Cevap: Bu bozuk sistemi bilinçli olarak, hepimizin karşılıklı olarak birbirimize kefil olduğumuz, birbirimizi tamamladığımız doğru duruma getirmeliyiz.

Soru: Bu kadar önemli bir bilgiyi kimsenin bilmemesinin sebebi nedir? Neden program tarafından bu şekilde ortaya konmuştur?

Cevap: Bu dünyada doğduğumuzda, onun hakkında hiçbir şey bilmeyiz. Bize öğreten ebeveynlerimiz, eğitimcilerimiz ve öğretmenlerimiz vardır. Yaşarız, var oluruz, bir şekilde gelişiriz ve ancak o zaman 15 ila 20 yaşından itibaren yaratıcı bir şekilde, belki de pratik olarak dünyayla ilişki kurmaya başlarız.

Aynı şey burada da geçerli, hem özel manevi yaşamda, bir kişi Kabala’ya gelip onunla meşgul olmaya başladığında, hem de binlerce yıllık gelişiminin içinden geçen tüm insanlıkta.

Ve ancak bizim zamanımızda, 20. yüzyıldan itibaren, bu sistemi, var olduğu yasaları zaten ortaya koyabildiğimiz ve bu sistemi tam dengeye getirmek için nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlamaya başladığımız bir duruma giriyoruz. Ondan önce çocuklar gibiydik, bilinçsizce geliştik.

Soru: Karşılıklı garanti yasasının canlı bir organizmanın varlığının yasası olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Evet.