Monthly Archives: Mart 2022

“Purim Nedir? Neden Önemlidir?” (Quora)

Purim, insanlığın doğa ile mükemmel uyumlu bir bağlantı içinde birleştiği “ıslahın sonu” olarak adlandırılan bir durumu temsil eder.

Islahın sonundaki Kli (kab), ıslahın sonunun ışığıyla -Ein Sof’un (sonsuzluk) Kli’si ve Eyn Sof’un ışığıyla- birleşir; burada sonsuzluk ve mükemmelliği hissederiz ve tüm sorunlarımızı ve kederlerimizi geride bırakırız ve ışıkla, neşeyle dolu sınırsız bir dünyaya gireriz. Bu nedenle günün şarap ve diğer alkollü içeceklerle dolu olması gerektiği söylenir.

Bu önemlidir çünkü çatışmaların ve problemlerin olmadığı, gerçekliği dolduran tek bir ışığın olduğu, mükemmel ebedi dünyada var olma hissini ne kadar çok taklit edersek, o zaman o mükemmel bağlantı durumunu, kendi aramızda var olacak ve bizi dolduracak şekilde çekeceğiz.

“Neden Senkronize Çalışamıyoruz?” (Medium)

Nereye bakarsanız bakın, insan toplumunda büyüyen boşluklar ve artan istikrarsızlık var, Ukrayna’daki savaş, dünyanın Rusya’ya etkili bir şekilde yaptırım uygulayamaması, ilaçların dengesiz dağıtımı, servetin, temel gıdaların, eğitimin dengesiz dağılımı vb.gibi. Şimdi doğaya bakalım. Doğada her şey dengeli ve uyumlu, en ince ayrıntısına kadar senkronizedir.

En yakındaki bedenlerin kendi hareketlerini senkronize etmesine neden olan “doğal senkronizasyon” adı verilen mükemmel bir doğa olayı vardır. Örneğin metronomlar, kasıtlı olarak farklı zamanlarda başlatsanız bile vuruşlarını kendiliğinden senkronize eder.

Ancak doğal senkronizasyon sadece kalp pilleri için geçerli değil; gerçekliğin tüm seviyeleri için geçerlidir. Cornell Üniversitesi’nde ödüllü Uygulamalı Matematik Profesörü Steven Strogatz bu olguyu şöyle açıklıyor (Dk. 10:09–10:37): “Bu konuda en çekici bulduğum şeylerden biri, atomaltından kozmik olana kadar doğanın her ölçeğinde ortaya çıkmasından ötürü ne kadar evrensel olduğudur. Yerçekimi etkileşimlerinden, elektriksel etkileşimlerden, kimyasal, mekanik, yani adını siz koyun, doğanın şimdiye kadar tasarladığı her iletişim kanalını kullanır. Her nasılsa, iki şey birbirini etkileyebilir, doğa, işleri senkronize etmek için bunu kullanır.”

Öyle görünüyor ki, gerçeklikte doğal senkronizasyondan “kaçan” tek unsur insanlıktır. Sanki tüm doğa için geçerli olan kurallar bizim için geçerli değilmiş gibi.

Bir dereceye kadar, bu doğrudur. Canlı yaşam düzeyine ait olmanın yanı sıra, bizler de hissedebilen varlıklarız ve eylemlerimiz kasıtlı kararlarla belirlenir. Eylemlerimizi senkronize etmek için, bunun olmasını istememiz gerekir.

Aksi takdirde, karar vermeyi doğaya bırakırsak, doğası gereği benmerkezci olan insan doğası, geri kalan gerçekliğin sistem merkezli doğasını geçersiz kılacaktır ve bizler son derece uyumsuz ve sonuç olarak birbirimize ciddi olarak düşman kalacağız.

Son birkaç yılda birbirimize yabancılaşma seviyemiz, başka bir dünya savaşı olasılığını gerçekçi bir senaryo haline getiren bir seviyeye yükseldi. Bundan kaçınmanın tek yolu, bilinçli ve isteyerek aramızdaki eşzamanlılığı benimsemektir. Doğanın kendiliğinden yaptığını, biz bilinçli ve gönüllü olarak yapmalıyız.

Bunun için iyi bir sebep var. Belirli bir yolu izlemeyi seçtiğimizde, bunu lehte ve aleyhteki tüm seçenekleri inceleyip değerlendirdikten sonra yaparız. Sadece içgüdülerimizi takip ettiğimiz için belirli bir şekilde davransaydık, insan değil hayvan olurduk. Bizimle hayvanlar arasındaki fark, sonunda karar verene kadar düşünmemiz, tartışmamız ve sorgulamamızdır. Sonuç olarak, gördüğümüz resim, doğadaki herhangi bir varlıktan daha eksiksiz ve daha derindir.

Yine de, duyarlı olmak için ödediğimiz bedel genellikle çok yüksektir. İnsanların bilge ve nazik olduğu barışçıl bir dünyada yaşamak istiyorsak, bunu gerçekleştirmeliyiz. Sürtüşme ve anlaşmazlık yerine senkronize olmayı ve uyumu seçmeliyiz. Bunu yapmak için, tüm insanlıkta senkronize olmanın önemini bilinçli olarak yükseltmeliyiz.

Uyum ve senkronizasyon bizi aynı, hatta benzer yapmaz. Aksine, onlar bizi uyumlu ve tamamlayıcı yapacaklar. Becerilerimizi ve yeteneklerimizi daha iyiye katkıda bulunmaktan haz almamızı sağlayacaklar ve birlikte, üyeleri güvenli, sağlıklı ve her şeyden önce mutlu olan güçlü ve sağlam bir toplum inşa edeceğiz.

“Acı Nedir?” (Quora)

Acı, bir organizmanın, yaşadığı bir soruna verdiği tepkidir. Organizmanın, bir şeylerin yanlış olduğunu bildirme şeklidir; bir tehlike uyarı sinyali gönderir ve bizi zarardan veya yaralanmadan korur. Örneğin, elimiz ateşe değerse, acı bizi hemen ateşten uzaklaştırır ve böylece elimizi korur.

Acı hareketlerimizi acı veren bir şeyden uzaklaşmaya ve keyifli bir şeye doğru gitmeye zorlar. Bu nedenle bizi niteliklerimizi değiştirmeye, yeni görüşleri kabul etmeye, acının amacını anlamaya, sonuçlar çıkarmaya ve yeni varoluş durumlarına ilerlemeye zorlar.

Acı, insan egosunu etkileyebilecek bir güçtür. Bizi arkadan iter, ilerlememizi ve gelişmemizi sağlıyor. Acının bir türü, içimizdeki boşluk hissidir. Bizi, tamamlamaya doğru iterler. Duygularımız çatışmalardan, temastan ve baskıdan ya da başka bir deyişle acıdan gelir. Zevk, yerine getirilmemiş bir arzunun, ıstırabın veya beklentinin acı verici hissinden önce geldiğinde zevk alırız.

Bununla birlikte, başkaları ve doğa ile pozitif bir bağ kurmak için insan egosundan çıktığımızda, hayatımızı boş duygulara göre yaşamak yerine, tam tatmin temelinde yaşayabileceğimizi fark etmeye başlarız. Başka bir deyişle, dürtülerimizin temelindeki acı yerine, motivasyonlarımıza sevgiden başlayabiliriz.

Tamamen farklı bir varoluş şekli, kendimize, toplumumuza, dünyamıza ve doğaya alternatif bir tutumdur. Böyle bir tutuma ulaştığımızda, insan egosu tarafından engellenmeyen doğanın tam bir resmini keşfederiz çünkü o zaman doğanın kendisi gibi mükemmel oluruz.

Başkaları Olmasaydı?

Soru: Bir insan neden birini sever ve bir başkasından nefret eder? Herkese eşit davranmak daha iyi olmaz mıydı? Neden böyle zıt kutuplar var?

Cevap: O zaman neden herkese ihtiyacım var? Bir kişi bana yeterdi. Ve böylece birçok farklı insan olduğu gerçeğinden yola çıkarak kendimi geliştirebilir, kendimi başkalarına yansıtabilir ve kendimi inceleyebilirim. Sonuçta, eğer başkaları olmasaydı, kendimi tanıyamazdım.

Soru: İnsana neden nefret verilir? Nefret olmasaydı her şey çok daha kolay olurdu.

Cevap: Hiç de değil. Nefret, sahip olduğumuz en büyük kazanımdır çünkü inşa edilebilecek her şey, nefreti reddederek ve iyiyi inşa ederek; sevgiyi inşa ederek tam olarak nefretin üzerine inşa edilebilir.

Soru:  Nefret duygusu kişinin gelişimine yardımcı mı oluyor?

Cevap: Evet, bu yukarıdan gelen bir yardımdır. Bu nedenle, insanın kötü eğilimi hakkında bunun “size karşı bir yardım” olduğu söylenir. Kötülüğe, sizin karşınızda duruyormuş gibi bakarsanız, size yardımcı olacaktır.

Dünya İçin Dua

Dünyadaki durum her geçen gün daha patlamaya hazır hale geliyor. Tüm dünya, Ukrayna’daki olayların hızlı gelişimini titizlikle takip ediyor. Ancak Kabalistler siyaset ve coğrafi sınırlarla ilgilenmezler.

Kabalistler tek bir şey isterler: mümkün olan her yerde sevgiyi eklemek ya da en azından nefreti azaltmak ve insanlar arasındaki çatışmayı azaltmaktır ve biz bunu yapmak için yardım etmeliyiz.

Bu nedenle, ana araç duadır. Duanın yardımıyla insanlar arasında daha büyük bir bağ kurmayı başarırsak, bu insanlığın yararına olacak ve Yaradan’ı memnun edecektir. Yaradan, Kendisinin karşısında, kırılmış yaratılanlar yaratmak zorundaydı ki, insanlık nefret ve reddetmenin ötesinde bağ kurmayı istesin. O zaman birliğin ne anlama geldiğini anlayacak, hissedecek ve keşfedeceğiz.

Ana şey, bağ kurmanın gücünü ortaya çıkarmaktır. Biri olmadan diğeri olamaz. Bu nedenle Yaradan herkesten daha fazla acı çekiyor ama başka seçeneği yok, doğayı bu formda yaratması gerekiyordu. Bizim görevimiz, duamız, arzumuz ve talebimizle, O’nu her şeyi ıslah etmeye zorlamaya çalışmaktır. O, bizim ıslah talebimizi bekliyor ve O her şeyi hemen yapacak. Bizim arzumuzdan başka bir şeye ihtiyacı yok.

Yaratılışta, başlangıçta eksik olan tek şey, Yaradan’ın iyi gücüne eşdeğer olma arzumuzdur. Yaradan, yaratılmışların arzusuna ihtiyaç duyar, bu yüzden bütün yaratılanları eksiklik içinde yaratmıştır. Ve bizim bu eksikliği ifşa etmemiz gerekiyor.

Bu nedenle, bizler barış, bütünlük, mükemmellik, sevgi ve bağ istemedikçe bu gerçekleşmeyecektir. Tam anlamıyla her seviyede bağ kurmayı istememiz gerekiyor. Bununla, tüm doğa, tüm dünyalar, hepimizin bağlı olduğu tamamen ıslah edilmiş duruma geri dönecek ve hepimiz, sonsuz ve mükemmel olan bağın gücünü ifşa edeceğiz.

Mesih, bir insan değil arzumuza göre ortaya çıkan ve kaybolan bir güç, bir ruhtur. Birbirimize yaklaşmak istediğimizde gelir, istemediğimizde gider. Mesih, bizi egoizmimizden ihsan etmeye, sevgiye ve bağlantıya çeken (Moşeh) bir güçtür.

Dolayısıyla bizi kötüden iyiye, ayrılıktan bağa, nefretten sevgiye çekecek bu güce ihtiyacımız olduğunu anlıyorsak, Mesih’e sesleniyoruz. Hadi bunu hep beraber yapalım.

Temel sorun, doğamızda var olan kayıtsızlıktır. Bazen belirli bir olay veya yaralı bir hayvan, kalbimize ülkeler arasındaki bir savaştan daha çok dokunur. Bu arada bizler, ıslah olmamış egoist nitelikler içinde var oluruz.

Bu yüzden kalbimize yakın olan şeyleri önemsiyoruz. Kendi evinizdeki küçük bir arıza, dünyadaki olaylardan, süpernova yıldız patlamalarından veya Dünya’nın diğer tarafındaki bir kasırgadan daha fazla endişelendiriyor. Egoizmimiz gerçeği bize böyle gösteriyor.

Ancak, tüm gücümüzle, birlikte Yaradan’dan onlu gruplar içinde kendimizden çıkmanın ne anlama geldiğini ve aramızda işleyen gücü hissetmemize izin vermesini istersek, o zaman aramızda bulunan üst gücü ifşa etmeye başlayacağız. O zaman bu dünya, bireysel egoizmimiz için değil, Yaradan için daha önemli olan şeyleri fark etmeye başlayacağız.

Bir Çocuğa, Her İnsanın Küresel Sistemde Önemli Bir Unsur Olduğunu Öğretin

Soru: Egoist gelişimin son neslinden bir geçiş aşamasında olduğumuzu ve tüm eğitim sisteminin bu şekilde inşa edildiğini defalarca söylediniz. Kabalistik eğitim sistemini nasıl görüyorsunuz?

Cevap: Kabala’nın öğrettiği her şey: kişiyi değiştirme metodu, gerçeklik algısı, irade özgürlüğü, evrenin sistemi, insanların birbirleriyle etkileşimi ve bağı, iletişimimizin iç sistemi vb., Kabalistik eğitimcilerin bulunduğu ciddi dünya merkezlerinden, internet üzerinden aktarılmalıdır. Kabala, tüm evrenin yapısal mekaniği ile ilgilenir.

Ayrıca uzmanlar, evrenin küresel sisteminin açığa çıkarılmasına dayalı olarak öğretilen doğa bilimleriyle ilgili her şeyi, çocuklara doğru bir şekilde öğretmelidir.

Kişiye sürekli olarak tek bir dünya gibi, dünyaların bütün resminin genel bir vizyonu verilir: yeri nerededir, amacı nedir. Ve bu çocuğa açıklandığında, onu hissetmeye ve doğanın güçleriyle ve toplumla birlikte çalışmaya başlar.

Küçük bir adam (ruhun yaşı yoktur), küresel sistemde ne kadar önemli bir unsur olduğunu, örnek alacağı birilerinin olduğunu ve kendisinin idrakini görmeye başlar.

Küçük yaşta, beş, altı ya da on yaşında, her şeyin kendisine anlatılması onu gerçekten büyüler. Herhangi bir ceza veya ödül sistemi yoktur. Kendimizi içinde bulduğumuz, gerçek dünyanın ifşası herkesi büyüler. Bizler böyle inşa edildik. Ve bu nedenle, sistem genel, küresel ve iyi hale gelir.

Umarım yakın zamanda böyle bir ihtiyaca gelir ve bunu yaparız.

Hayatta Yön Eksikliği

Soru: Vladimir Zhikarencev’in Özgürlüğe Giden Yol adlı kitabında, tüm hastalıkların şu soru üzerine yansımaların sonucu olduğunu yazıyor: “Bütün bunlar ne için?” ve bu tür düşünceleri kendinizden uzaklaştırmalısınız. Onları uzaklaştırmak gerçekten gerekli mi?

Cevap: Sorun şu ki, insanlık sürekli bu düşüncelerden kurtulmaya çalışıyor ama çok kötü yollarla ve bununla giderek daha çok batıyor. Ne de olsa, esasen bu düşünceler bize onların üzerine çıkmamız için gelir ve bizim için daha büyük bir gelişme elde edeceğimiz bir kaldıraç olabilir.

Günümüzde, dünyada pek çok kişi şöyle diyor: “Neden sanayi ve teknolojik gelişmeye ihtiyacımız var ki? Bakın ne hale geldik, çevreyi çöpe çevirip öldürüyoruz ve kendimizi yok ediyoruz. Bu ne için?”

Ama doğayı ve insanı durduramayız. Sadece her şeyi doğru kullanmayı bilmek zorundayız.

Bu nedenle, içimizde yeni boşluklar, bazı yeni arzular ortaya çıkarsa ve onları nasıl karşılayacağımızı bilmiyorsak, burada olanlar bize yetmez; daha fazlasını isteriz ama ne olduğunu ve ne zaman olacağını kendimiz de bilmeyiz, “daha fazlası” bizim için parlamaz ve önümüzü görmeyiz, o zaman depresyona gireriz, bir tür problemlerin içine gireriz.

Orada yaşam yönergelerinin eksikliği vardır.

Onlu Vasıtası İle Daha Fazla İnsana

Soru: Her birimizin ihtiyaç duyduğu sosyal bağlantı sayısı 10 ila 20 kişi, yani en yakın çevre. Ve sonrasında mesafenin durumuna göre 150’ye kadar çıkıyor. Peki, insan geliştikçe böyle fizyolojik değişiklikler yine de olacak mı?

Cevap: Evet. Bu, sosyal varlıklar olduğumuz ve toplumun bir parçası gibi hissetmemiz gerektiği için olabilir. Aksi takdirde tamamen hayvanların seviyesine ineceğiz.

Bir toplum içinde, bir şehirde yaşamak, bize benzer başkaları tarafından çevrelenmiş, onlarla etkileşim içinde olmak, genel olarak bozulan yani gerektiği gibi gelişmesine izin vermeyen bedensel dünyanın seviyesinin üzerinde olmasa da kişiyi şekillendirir. Öyle anlaşılıyor ki gelişirken kendimizi sınırlıyoruz ve bunu hayatımızda fark ediyoruz.

Bu nedenle, daha yüksek bir seviyeye yükselmeye çalışmamız gerekiyor. Ama tüm bunlar birbirimizle doğru etkileşimimiz tarafından belirlenir. Bu nedenle, sosyal ağlarda veya başka bir yerde 150 arkadaşım olsa da olmasa da, fazlası veya azı fark etmez, Her şeyden önce onludaki görevlerimi yerine getirmem ve sonrasında bunun aracılığıyla daha geniş bir insan çevresi, toplum ve doğa güçleri ile bağlantı kurmam gerekiyor. Ama bütün bunlar, birlikte geliştiğim o 10 manevi dostumun içindedir.

Soru: Yani bu, artan sayıda insan için, onlu aracılığıyla kurulan yeni bir iletişim seviyesi mi?

Cevap: Evet. Doğada her şey bu şekilde çalışır.

Sonsuz Parçanızı Hissedin

Yorum: Bir insanın, ancak ruhuna ne yaptığının perspektifinden görerek düzeltilebileceğini söylüyorsunuz. Yani, bir suç işlerken, neden-sonuç ilişkisinin bütün resmini hayatın kısa bir döneminde değil, genel kapsamı içinde ortaya koyduğumda, ebedi tarafıma ne yaptığımı görüyorum.

Cevabım: İnsan kısa bir yaşam süresi içinde bile her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu hissedebilir, ortak bir sisteme bağlı olduğunu anlayabilir ve diğer tüm insanların kendisinin bir parçası olduğunu, hayatın kısa olduğunu anlamaya başlayabilir, çok geçmeden de – ya bu yaşamda ya da sonrakinde – başkalarına zarar vermekle temelde kendisine zarar verdiğini keşfedecektir.

Üstelik bu, kendisine verdiği en doğrudan zarardır çünkü gerçekte hepimiz bir bütünü temsil ediyoruz. Biz sadece bu sistemi görmüyoruz çünkü o, bedenimizden ayrıldığımızda bize ifşa olur.

Kişi, ona bir şekilde hissetme fırsatı verirseniz, bu yaşam sırasında veya beden öldükten sonra bedeni terk etme özelliklerine hakim olmaya başlar.

Ancak bu mümkündür. Kabala’nın meşgul olduğu şey budur – tek bir bütün olduğumuz hissine hakim olmak için bir metot. Ancak bu durumda kişi, kendisine karşı olduğu gibi başkalarına karşı da farklı bir tutuma sahip olacaktır. Bu yüzden şöyle yazılmıştır: “Komşunu kendin gibi sev” çünkü bu şekilde evrende gerçekten var olan ve sadece bizden saklı olan tek doğru koşula geliriz.

Gizli dünya -hissedemediğimiz dünya- hepimizi tek bir bedenin hücreleri gibi, tek bir bütün olarak içine dahil eder.

Yeni Bir Derecenin Eşiğinde

Soru: Bir sonraki dereceye geçmemiz gerektiğini söylediniz. Kendimizi hedefleyebilmemiz için bunu tarif edebilir misiniz?

Cevap: Bir sonraki derecenin tarifi çok basittir: Aramızdaki iyi ilişkilerde Yaradan’ın niteliklerinin ifşasıdır. Sonuçta, uğruna çabaladığımız şey – bağ niteliği, sıcaklık ve destek- mevcuttur.

Yaradan gizlenmişti ve şimdi biz bu niteliği kendi aramızda yaratabildiğimiz ve edinebildiğimiz ölçüde O, içimizde ifşa oluyor. O, form benzerliği yasasına göre ifşa olur.

Bu nedenle, burada beklenmedik bir şey yok. Belki de beklenmedik olan budur, ancak genel olarak her zaman kendimizi Yaradan’ı algılamak üzere ayarlamamızla sonuçlanır, bu da O’nu edinmemiz sonucunu doğurur. Bu yüzden, “Oğullarım beni yendi” denilir. O’nu içimizde ifşa olmaya zorlarız.