Daily Archives: Mart 15, 2022

Dil Antlaşması

Soru: Dil antlaşması ne anlama gelir? Bu, hakkında konuşmamıza izin verilmeyen şey midir?

Cevap: Dünyamızda dört manevi antlaşmanın tamamı çok karmaşık ve özel yasalardır.

Dil antlaşması, kişinin sözleriyle, ilk üç yasadaki gibi düşüncelerle değil, tam olarak sözlerle, kendini ifade ederken hiçbir yaratılana zarar vermemeye dikkat etmesi gerektiği anlamına gelir.

Kişi ihsan etme ve bağ için çalıştığında, tüm dünyayı sadece dostlarına göre değil, diğer insanlara ve hatta hayvanlara karşı da mükemmel olarak algılamalıdır. Bu nedenle, kimse hakkında eleştirel açıklamalar yapmayız. Tüm dünyayı Yaradan’ın bir eylemi olarak algılar ve O’nun yarattıklarından herhangi birine sözlü veya zihinsel zarar vermekten kaçınırsınız.

“Annelik İçgüdünüzü Kaybedebilir Misiniz?” (Quora)

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, annelerin akıllı telefonlar ve dergilerle etkileşiminin anne-çocuk iletişimine zarar verdiğini ve bunun geri dönüşünün de çocuğun gelişimine zarar verdiğini gösteriyor. Araştırmada, sosyal medya ile etkileşim kurmak için telefonlarını kullanan anneler ve ayrıca dergi okuyan anneler, yeni yürümeye başlayan çocuklarıyla (iki ila üç yaş arası), telefonlarında veya dergilerinde olmadıkları zamana göre dört kata kadar daha az zaman harcadılar. Üstelik elinde telefon ve dergi olan anneler, çocuklarının isteklerine daha az yanıt verdiler, sosyal medyalarında olmadıkları zamanlara göre daha düşük kalitede yanıt verdiler ve hatta bazen çocuklarını tamamen görmezden geldiler.

Bağlılığın, sevginin ve ilginin sembolü olan annelerin, küçük çocuklarından çok telefonlarına ve dergilerine daha fazla ilgi gösterdiğini görmek ne anlama geliyor?

Bu, insan egosu büyüdükçe annelik içgüdüsünün nasıl azaldığının ve anne ile çocuk arasındaki doğal bağın nasıl zayıfladığının günümüzden bir örneğidir. Telefonlar ve dergiler bu duruma katkıda bulunuyor, ancak aynı zamanda, anneleri çocuklarından ayırma noktasına gelecek kadar bizi giderek birbirimizden ayıran insan egosunun sürekli büyümesi olan doğal gelişimimizle birlikte ortaya çıkıyor.

Egoist gelişimimizin bir sonucu olarak, günümüzde giderek daha az insan çocuk veya torun sahibi olmak istiyor ve giderek daha fazla insan yalnızca kendi bireysel yaşamlarıyla ilgilenmeye başlıyor. Böylesi bir gelişmenin, birbirimizden giderek artan kopukluk dolu bir yaşamda, hiçbir geçim kaynağı veya tatmin hissetmeyeceğimiz bir çaresizlik ve umutsuzluk durumuna ulaşana kadar ortaya çıkması gerekir.

Ancak, artan çaresizlik ile birlikte, birbirimize karşı artan uzaklığımızın temel nedenini (her birimizin içinde bulunan aşırı şişmiş insan egosu) doğru bir şekilde teşhis etme ve egoist dürtülerimizi “kendimiz” veya bizim “ben” imiz olarak tanımlamayı bırakma fırsatı geliyor. Başka bir deyişle, annelerin annelik içgüdülerini kaybetme noktasına kadar birbirimizden artarak kopmamızın ardındaki egoyu fark ederek, onun taleplerini dinlemeyi ve onunla bizim bir parçamız olarak ilişki kurmayı bırakmalıyız. Ancak o zaman bunu ıslah etmeye başlayabilirdik.

Ego, her an kendi arzularımızın yerine getirilmesini, herkesinkinden daha öncelikli hale getirir. Ego ne kadar büyürse, kendimizi ailelerimizden bile daha fazla düşünmeye sevk eder. Başka bir deyişle, ego kendini sevmektir ve bizi kendi çocuklarımızı, eşlerimizi ve ebeveynlerimizi sevdiğimiz kadar sadece kendimizi sevmeye yönlendirir, öyle ki başka hiç kimseye karşı hiç bir sevgi hissetmediğimiz bir noktaya kadar.

Büyüyen egoyu, hayatımızda bir dizi soruna neden olan bağımsızlığın artmasının temel nedeni olarak teşhis ettikten sonra, herkesle olan ilişkilerimizi sevgi dolu ve ilgili gösteren tutumlarla ilişki kuracak şekilde düzenlemeliyiz. Başka bir deyişle, bağlarımızı daha fazla sevgi, saygı, destek ve teşvikle zenginleştirme ihtiyacının farkındalığını artırarak, toplum üzerine kurduğumuz daha geniş pozitif bağlantı ağı, sevgiyi aile düzeyinde yeniden canlandırmak için bizi olumlu yönde etkilemeye hizmet edecektir. O zaman anneler, yepyeni bir seviyede de olsa, annelik içgüdülerinde bir canlanma yaşayacaklardır: bunlar yalnızca “içgüdüler” olmayacak, annelerin çocuklarına, ailelerine ve akrabalarına daha yakın olmaya yönelik bu yeni dürtüsü, doğada barınan pozitif sevgi ve ihsan etme gücü ile bağ gibi, daha yüksek bilinç düzeyinden bir annelik duygusu edinmesinden ortaya çıkacaktır.

Tuz Antlaşması

Soru: Tuz antlaşması ne anlama gelir?

Cevap: Tuz bozulmayan bir maddedir. Aksine, içine konan her şeyi korur.

Bu nedenle, kendi aramızda ve Yaradan ile yaptığımız antlaşma, sonsuz bir antlaşma anlamına gelir. Dünyamızdaki tuz, antlaşmanın tam olarak bu niteliğini temsil eder.

“Eğitim — Daha İyi Bir Şekilde Yeniden İnşa Etmemiz Gerekli” (Medium)

Geçtiğimiz iki yıl çocuklar, ebeveynler ve tüm eğitim sistemi için sinir bozucuydu. Tekrarlayan karantinalar ve sokağa çıkma yasakları sadece çocukların sosyal ilişkilerini etkilemekle kalmadı, aynı zamanda herkesi gelecek konusunda da belirsiz bıraktı. Gelecek on yılın başına kadar her şeyin eskisi gibi olmayacağı açık ama neye benzeyeceği belli değil. Her iki durumda da, fiziksel ve sanal bağlar arasında gidip gelmek kaderimiz olduğu için, her iki ortamda da anlamlı bağlar kurmayı öğrenebiliriz.

Mevcut durum, bizi bağlarla ilgili daha önceki zihniyetimizden çoktan uzaklaştırdı, ancak henüz içimizde yenilerini oluşturmadı. Makine olmadığımız için, yeni bağ kurma şeklimizin nasıl olacağını görmek hala zor; yeni bir çalışma moduna dönüşmek zaman alır.

Ancak, doğa asla geriye değil, daima ileriye gittiğine göre, net olan şudur: geçmişte olan şey asla geri dönmeyecek.

Sonunda hangi biçimi alırsak alalım, bu yalnızca yeni yollarla değil, aynı zamanda eskisinden daha olumlu bir şekilde bağ kurduğumuz bir yer olacak. Doğanın evrimi her zaman artan karmaşıklığa ve entegrasyona doğru ilerler. Her şey, daha az değil, daha çok birbirine bağımlı hale geliyor ve bu insanlık için de geçerlidir.

Ancak diğer tüm türler, doğanın emirlerini sorgusuz sualsiz kabul ederken, insan, doğadan kopmuş ve kendi arzularına sahiptir. Doğa bizi hala kendi yoluna gitmeye zorluyor ama aynı zamanda bize ters yönde büyüyen kendi arzularımızı da veriyor: Doğa bizi bütünleşmeye iterken, biz ayrılmak için çabalıyoruz. Bu yüzden hayvanlar doğanın onlara verdiğini kabul edip, uyum sağlarken biz acı çeker ve direniriz, ama boşuna.

Hissettiğimiz ıztırap, hayvanlar aleminin geri kalanına kıyasla açık bir dezavantajdır, ancak insanların başka hiçbir canlının sahip olmadığı bir avantajı vardır: Bağlanmaya zorlanmak yerine, onu düşünebilir, ayrılıkla karşılaştırabilir ve sonunda onu seçebiliriz. Her ne kadar nihayetinde bağı seçmekten başka seçeneğimiz olmasa da, tüm yaratılışın gidişatı bu olduğundan, onu kendi irademizle seçmek istersek, bunun arkasındaki mantığı, “yaratılış düşüncesini” anladığımız anlamına gelir.

Bir şeyi içgüdüsel olarak yapmak yerine, onu yapmayı seçtiğimizde yaşadığımız haz ve derinlik arasında hiçbir kıyaslama yoktur. Bu bizim eşsiz avantajımız, insanın diğer tüm varlıklar üzerindeki değeridir.

Zamanın başlangıcından bu yana acı çektiğimiz tüm darbeler, bizi avcı-toplayıcılardan klanlara, kasabalara, ülkelere, imparatorluklara ve sonunda küresel bir köye dönüşmeye yöneltti. Artan işbirliği, her zaman irademize karşı ve sayısız hayat ve tarif edilemez ıztırap pahasına gerçekleşir, ancak bu şekilde olması gerekmiyor. Nereye gittiğimizi ve yolun sonunda ne elde etmeye mahkum olduğumuzu anlarsak, oraya isteyerek gidebilir ve bilinçli ve birleşik bir insanlık oluşturmak için, bireyselliğimizi aşmak için birbirimize yardım edebiliriz.

Eğitim sistemlerimiz bu bilinci bizim içimizde aşılamaya odaklanmalıdır. Bu eğitim her yaş, ülke ve kültür için geçerli olmalıdır. Birlik olmayı birinci önceliğimiz yaparsak, aramızdaki farklılıkları hoş bir çeşitlilik, farklı bakış açılarımızı bilgimizi zenginleştiren şeyler olarak görmeye başlayacağız. Acı çekmeyi bırakmak ve bulunduğumuz yolun tadını çıkarmak istiyorsak, eğitim sistemimizi tüm doğayla eşzamanlı olarak yeniden inşa etmeliyiz: bağ, uyum ve entegrasyona doğru.