Monthly Archives: Nisan 2022

Ruha Uygun Dil

Zohar Kitabı’nın dili, kişinin, onun ne dediğini anlamamasına rağmen, ruh için uyarlanmıştır. Örneğin, bir parfüm mağazasına giren bir kişi gibi, oradan hiçbir şey almasa bile, yine de hoş kokularını içine çeker (Moshe Chaim Ephraim, Degel Machaneh Ephraim).

Alma yerine ihsan etme niteliğine, egoizm yerine özgeciliğe doğru ilerlemeye başladığımız an, Zohar Kitabı’nın neden bahsettiğini ve bizi ne yapmaya teşvik ettiğini anlamaya başlarız. Bu nedenle, tavsiyelerini kolayca takip eder ve Zohar Kitabı’nın ruhu ıslah etmek ve doldurmak için bir talimat olduğunu anlarız.

Soru: Birçok bilge, Zohar Kitabı’nı çalışan bir kişinin hiçbir şey anlamadığını, ancak onu okuyarak kendisini değiştiren bir aydınlanmayı davet ettiğini yazar. Neden bir insanın okuyup anlamadığı şekilde düzenlenmiştir?

Cevap: Bir çocuğa yetişkin kitapları okumayı deneyin, karmaşık olanları bile değil, en temel, basit ve günlük olanları, o da ne hakkında olduğunu anlamayacak çünkü kelimelerinin anlamını bilmiyor.

Metot, Zohar Kitabı’nı açarak ve okumaya başlayarak, dostlarınızla ve onlar aracılığıyla, söylenenlere göre Yaradan ile daha büyük bir bağ kurmayı arzulamanızdır, çünkü neyin nereye gittiğini bilmiyorsunuzdur.

Ama tüm bu eğilimler, Zohar Kitabı ile birlikte içinizdeki dünyanın içsel sistemini ifşa etmeye başlar. Aynı zamanda, sizi ıslah eden üst ışığın bir tür aydınlatmasını elde edersiniz. Ve bu şekilde ilerlemiş olursunuz.

Soru: Yani Zohar Kitabı’nı tek başına okumayı önermiyor musunuz? Birlikte mi okumamız gerekiyor?

Cevap: Tercihen en az iki veya üç kişi ile birlikte.

Doğa Nasıl Dengeye Geri Dönmeye Çalışır?

Ne kadar gelişirsek, doğanın bizimle küresel bir bağ kurduğu ve esasında bizi başka bir varoluş düzeyine yükselmeye davet ettiği ana, o kadar yaklaşırız. Küresel bir sistemde birbirimizi önemsemek dışında var olamayız.

Ama neden sürekli tsunamiler, depremler, savaşlar, salgınlar gibi büyük darbeler alıyoruz? Çünkü doğa kendini tekrar dengeye getirmeye çalışıyor.

Gerçek şu ki, bir şekilde insanlığın bir tür ahlaki, ruhsal ıslahını üretmek gerekiyorsa, o zaman doğanın en basit ve en doğrudan eylemi, acı çekmenin etkisidir.

Acı ile bir insanı etkilediğiniz anda, ihtiyaçları hemen azalır. Acı çekmemek için daha azıyla yetinmeye hazırdır. Bu nedenle, bir savaş sırasında neler olduğuna bakın. İnsanlar azla yetinip daha fazlasını istemezler, birleşmeye ve birbirlerine yardım etmeye hazırlardır.

Acı çekmek insanı hemen saflaştırır, bencilliğini düşürür, daha azıyla yetinir ve güven ve bir tür destek kazanmak için başkalarıyla bağ kurar.

Manevi Köklerin Maddesellikte Tezahürü

Soru: İnsan, herkesin bir millet olarak yaşadığı Babil Kulesi’nin inşasından önce olduğu gibi, bir ahenkle manevi yoluna başlar. Sonra arzuları büyümeye başlar, bu da onu her şeyin karıştığı ve hiçbir uyumun olmadığı Babil denen duruma götürür. Daha sonra egosunu küçülttüğünde Kenan (Ahnaa – Azalma kelimesinden) denilen duruma gelir.

Bunu, önce kendi içinde ifşa ettiği anlaşılıyor ve sonra insanın gerçekten tarihsel olarak bir yere gittiğini de görüyoruz.

Manevi kökün maddesel dünyada en az bir kez kendini göstermesi ne tür bir yasadır?

Cevap: Tüm evrenin yapısı olan dünyevi yapımızın maddi ve manevi bir biçimde paralel olarak kendini ifade etmesi gerektiğinden, herhangi bir kökün insanda yavaş yavaş büyümesi ve manevi bir duruma ulaşması gerektiği söylenir.

O bu yüzden böyledir: bir zamanlar fiziksel fetih ve fiziksel ıslah vardı ve şimdi buna sadece içsel, psikolojik, manevi ıslahımızı eklememiz gerekiyor.

Bilgeler, bir insan ruhunun gelişiminin manevi aşamalarını tarif ederken, onları bu dünyanın çeşitli sembolleri ve sözleriyle kodladılar. Örneğin, Kenan topraklarına girmek, azalan egoizm demektir. Kişi egosunun üzerine çıkıp ihsan etmek için çalışmaya başladığında, işte bu toprak (arzu) İsrail olarak adlandırılır.

“Savaşın Açlık Oyunları” (Medium)

Ukrayna’da bir aylık savaşın ardından, benzeri görülmemiş bir dünya gıda krizi bekleniyor. Rusya ve Ukrayna’nın toplam buğday ihracatı, küresel üretimin yaklaşık yüzde 30’unu oluştururken, Rusya dünyanın ana gübre ihracatçısı. Bu nedenle, çatışma, küresel tarımda gıda mevcudiyetini ve fiyatlarını etkileyen “kusursuz bir fırtınayı” hızla serbest bırakmakla tehdit ediyor. Bunun kökünde, yaklaşmakta olan açlığın yiyecek eksikliğinin değil, aşırı insan egoizminin bir sonucu olduğunu anlamamız gerekir.

Dünyada yaklaşık 45 milyon insanın zaten kıtlığın eşiğinde olduğunu ve 81 ülkede yaklaşık 283 milyon insanın gıda yetersizliği açısından yüksek risk altında olduğunu düşünürsek (Dünya Gıda Programı tahminlerine göre), gelecek için tahminler umut verici değil. Enerji krizi ve doğal gaz fiyatlarındaki hızla yükselen artışlar, gıda üretimi ve nakliye maliyetlerine ciddi darbe vurdu.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, COVID-19 pandemisi nedeniyle yaşanan aksaklıklar ve maliyet artışlarına ek olarak, önümüzdeki aylarda gıda fiyatlarında en az yüzde 20’lik bir artış öngörüyor. Durumun küresel gıda güvenliğini keskin bir şekilde kötüleştirmesi ve toplumsal huzursuzluk ve istikrarsızlık yaratması bekleniyor.

Dünya gıda güvenliği sorununa doğru yaklaşmış olsaydı, erzakları tehlikeye atarak milyonlarca insanı açlık tehlikesiyle karşı karşıya bırakabilecek bir krize girilmezdi. Duruma sağlıklı bir şekilde yaklaşabilir ve neye sahip olduğumuzu, ne kadar ihtiyaç duyulduğunu, kimlerin eksik olduğunu ve bir ailede olduğu gibi kaynaklarımızı en iyi şekilde nasıl dağıtabileceğimizi değerlendirebilirdik.

Sorun şu ki, dünya giderek birbirine bağımlı hale gelirken, aynı zamanda giderek daha da kopuk hale geldi. Kimse gerçekten başkalarının iyiliğini düşünmüyor. Bazı yerlerde, fiyatları yüksek tutmak için tüketim için temel tahıllar bile yakılmış olacak ve diğer yerlerde insanların kelimenin tam anlamıyla açlıktan ölmesine neden olacak. Dolayısıyla karşı karşıya olduğumuz gıda krizi, sınırlı erzak meselesi değil, aramızdaki karşılıklı endişe ve sorumluluk eksikliğidir.

Bu, dünyanın karşılaştığı ilk gıda krizi değil ve sonuncusu da olmayacak. Uluslararası kuruluşların açlıkla mücadele için aldığı milyarlarca dolar, tüm dünyayı birkaç kez besleyebilirdi, ancak sorun çözülmüyor çünkü çözüm bulma konusunda gerçek bir ilgi yok. Açlık kârlı bir iştir ve bir egemenlik biçimidir. Bundan nakit para kazananlar, açlığı sürdürmekten mutlu olacaklardır. Diğerleri, soğukkanlı bir analizle, 8 milyarlık küresel nüfusa bakıyor ve bu sayının yarısıyla başa çıkmanın genel olarak daha kolay ve daha avantajlı olacağını bile düşünüyorlar, yüz yıl önce daha az doğal kaynak olduğunda olduğu gibi.

Bana göre, sorunun özünü yani insan doğasındaki egoizm ve kişisel çıkar ile ortak çıkar arasındaki savaş sorununu çözmedikçe, dertlerimize çare bulamayacağız. Seçeneklerimiz tükendi. Sadece ortak çıkar için bencil çıkarların üzerine çıkmak, insanlığı daha uzun yıllar gereksiz bir işkenceden kurtarabilir.

Karşılaştığımız gıda krizi, bizi küresel sorunlarla nasıl başa çıkacağımız konusundaki önceliklerimizi yeniden değerlendirmeye zorlamalı. Ancak toplumdaki herkesin birbirine bağımlı olduğunu ve dünyanın, herhangi bir organındaki ağır bir hastalığın tüm sistemi çökme noktasına gelene kadar etkilediği tek bir beden gibi olduğunu kavradığımızda, değişmeye başlayacağız. O zaman, toplum ve yetkililer tarafından kurulan, karşılıklı önem ve destek sistemlerini ve herkesin karşılıklı sorumluluk sahibi olduğu yeni bir toplumun ortaya çıktığını görmeye başlayacağız. İnsanlığın basitçe başka seçeneği yok, hayatta kalmanın başka yolu yok.

“Yargıç” Bir İnsan Niteliğidir

Halkının arasında ne yargıca lanet edeceksin, ne de bir hükümdara lanet edeceksin (Tora).

Soru: Yargıçlara saygı nereden geliyor? Ne de olsa sıradan bir insan, yargıcın ne seviyede olduğunu ya da egosundan ne kadar uzak olduğunu bilemez.

Cevap: Mesele şu ki, yargıç bir kişi değil, kişinin kendini yargılamasına izin veren belirli bir içsel niteliktir. Bu niteliğin başlangıcı her insanın içindedir ve herkes bunu kendi içinde geliştirmelidir. Bu olmadan, manevi dereceye yükselmeyi düşünmenin bile bir anlamı yoktur.

Ayrıca şöyle denilir: Tanrınız Rabb’in size verdiği bütün şehirlerinizde kendinize yargıçlar ve kanun uygulayıcılar kuracaksınız… (Tora).

Bu, eğer Mısır’dan çıkmak, yani egomun hapishanesinden çıkmak istiyorsam, egoist arzuları özgecil olanlardan ayıran Kızıldeniz’i (Yam Suf – Son Deniz) geçmem ve kendi içimde özgecil arzular geliştirmeye başlamam gerektiği anlamına gelir.

Ancak bunları, önceki egoist niteliklerime kıyasla kendimde bulduğum yönlendirmeler, hesaplar ve nitelikler doğrultusunda geliştirmeli ve egonun üzerine çıkmalı ve böylece tekrar tekrar nasıl yükseleceğim konusunda kendimi sürekli yargılamalıyım. Benim geçtiğim bütün bu koşullar “yargıçlar dönemi”dir.

Soru: Yargıçların ve kanun uygulayıcıların kurulduğu şehirler nedir?

Cevap: Üst dünyaya, ihsan etme, bağ ve sevgi niteliğine ego güçleri tarafından değil, ancak ıslah edilmiş egoist niteliklerden aldığınız sevgi ve ihsan etme güçleri tarafından kontrol edilme koşulunu yerine getirirseniz girebilirsiniz.

Sonra tamamen farklı, yeni bir dünya önünüzde açılır. Onu siz inşa ediyor ve yaratıyorsunuz.

Sonsuzlukla İlgili Bir Soru

Soru: İnsan, hayatın anlamı hakkında bir soru sorduğunda ve kendisine “Buna neden ihtiyacın var? Neden bunu düşünüyorsun?”” denildiğinde çevresini dinlemeli midir?

Cevap: İnsanlar, hayatın anlamı hakkında soru soran kişinin daha yüksek bir gelişim seviyesinde olduğunu ve o kişide onlardan daha büyük boşlukların ortaya çıktığını anlamıyorlar. Onlar, küçük boşluklarını bir şekilde restoranlar, meslekler, ödüller ve madalyalarla doldurabilirler. Ama bu kişi yapamaz.

Bugün, yaşamın anlamı hakkındaki soru, milyarlarca kişi arasında gizlice ortaya çıkıyor, ancak çoğu kendilerine ne olduğunu anlamıyor. Bunu küçük bir sorun, sağlıksızlık, işte ya da evde memnuniyetsizlik olarak yansıtıyorlar. İnsanlar bunun sonsuzlukla bağlantılı daha derin bir mesele olduğunu anlamıyorlar. Bütün sorun bu.

Soru: Peki bu sorunun bir insanın içinde açığa çıkması, onun daha yüksek bir gelişim seviyesinde olduğunu ve dolayısıyla başkalarının onu anlayamadığını mı gösterir?

Cevap: Elbette. Bu soruyla, doğanın içlerinde kendiliğinden ortaya çıkan ve onların da yerine getirdiği seviyelerine göre düşünmeden yaşayan hayvanların seviyesinden yükseliriz. “Ne için?” diye düşünmeye başlarız. Bu zaten sonsuzlukla, Yaradan’ın seviyesiyle ilgili bir sorudur. Burada O’nun derecesine ulaşmalıyız çünkü artık hayvan kalamayız.

Bu seviyede, sadece çevremdeki dünyada doğru bir şekilde çalışmaya başlamam, aynı zamanda neden var olduğumu da araştırmak zorundayım.  Beni kimin başlattığını ve O’nun bunu neden yaptığını anlamalıyım. Onun gibi olmak isterim. Başıma gelen her şeyin anlamını anlamak isterim. Ancak o zaman bir şeyler yapabilirim, yoksa güce sahip olamam.

Yani, Yaradan’ı ifşa etmeliyim. Yaradan, bizi kontrol eden bir sonraki derecedir, doğanın genel gücüdür.

“Hayatta En Önemli Olan Şey Sevgi Mi Yoksa Para Mı?” (Quora)

FTX kurucu ortağı Sam Bankman-Fried, cömert bir milyarder olarak bilinir hale geldi. 30 yaşına gelmeden 22,5 milyar dolar kazandı ama mütevazı yaşıyor, giyiniyor ve hayır kurumlarına çok para bağışlıyor. Böyle bir örnek şu soruyu gündeme getiriyor: Para vermek ve çeşitli hayır kurumlarına bağış yapmak gerçekten dünyaya yardım ediyor mu?

Bugün bir insan dünyaya ne kadar dolar saçarsa saçsın, dünya bunun bir kuruşunun dahi tadını çıkarmıyor. Dünyanın paraya ihtiyacı yok. Bugün dünyanın ihtiyacı olan şey sevgidir.

Maddi bir bolluk dünyasında yaşıyoruz ancak sevgi söz konusu olduğunda aynı dünya, bir çöl.

Yakın gelecekte insanların hayatta neyin önemli olduğuna dair farklı bir tavır keşfedeceklerini umuyorum. Artık sadece hayatta kalmak, hatta zengin olmak için bütün hayatımız boyunca mücadele etmemiz gereken zamanlarda yaşamıyoruz. Bugün, bize daha derin ve daha içsel bir bütünlüğü keşfetme fırsatı sunan farklı koşullara sahibiz. Üstelik gerçek mutluluk, bu tür bir bütünlüğü keşfetmeye bağlıdır.

Ve bu bütünlük, sevgidir. Sevgi, paradan çok daha güçlüdür çünkü onun tatmini kapsayıcıdır ve ona ulaştığımızda bizi tamamen doldurur. Bu nedenle, gerçekten ihtiyacımız olan şey sevgidir.

Yaradan’ın Eylemlerini Yargılamak

Soru: Bu, Yaradan’ı yargılama kavramı nedir? Kişi Yaradan’ı nasıl yargılayabilir ki?

Cevap: Yaşamımızı, kendimizi, O’nun yarattığı her şeyi, bize yaptıklarını ve bizi nasıl yönettiğini yargılayarak, Yaradan’ı her zaman yargılarız.

Yaradan’ı objektif bir şekilde yargılamak için, doğanızın üzerine çıkmak ve hem kendinizden hem de Yaradan’dan bağımsız olmak için önce bağımsızlık seviyesine ulaşmalısınız.

Bu nedenle, kişi egoist niyetlerinden özgürleşene kadar, Yaradan’ın kendisi ve diğerleri ile ilgili eylemlerini objektif bir şekilde yargılayamaz.

Tüm Dünya Sürgünden Çıkacak

Sürgün halinde olduğumuz zaten apaçık ortadadır; buna Pesah (Geçmek) denir çünkü manevi dünyaya girmek ve Yaradan’ı hissetmediğimiz yani sürgün olan durumdan çıkmak için bunun içinden geçmemiz (Pasah) gerekir. Önceleri sürgünde olduğumuzu ve maneviyattan, ihsan etmekten ve sevgiden yoksun olduğumuzu hiç hissetmiyorduk. Biz sadece hayattaki olağan maddesel faydalardan daha fazlasını istedik.

Ancak sürgüne girdiğimizde, bağa ulaşma ihtiyacı ve ihsan etme niteliği içimizde gelişir. Egoizmimizi tanımaya başlarız; bizi Mısır’dan çıkmaktan alıkoyan nitelikleri ortaya çıkarmaya çalışırız ve manevi niteliklere: İsrail topraklarına, ihsan etme niyetine gelmek için onlardan kurtuluruz.

Bu, kişinin egoist arzusunu keşfettiği ve Yaradan’a, ihsan etme ve sevginin gücüne daha yakın olmak için bu dünyadan yükselmesine izin vermediği için onun kötü olduğuna karar verdiği zamandır. Bu hayatta Yaradan duygusundan yoksun olduğunun farkına varmaya başlar.

Bu koşullar, kişide idrakine bağlı olarak yavaş yavaş ortaya çıkar. Bazen kendisini almayla, sonra ihsan etmeyle ilişkilendirir; bazen başkalarıyla bir olmak ister, sonra onlardan uzaklaşır. İlişkilerimize önem vermek için tüm bunları yaşamamız ve hissetmemiz gerekir: kendimizi ne kadar birbirimize yakın yani Mısır’dan çıkmaya hazır olduğumuzu veya ne kadar ayrılmış yani sürgünde ve kurtuluştan uzak olduğumuzu hissederiz.

Ya da belki de henüz sürgüne bile girmedik çünkü ayrılığımız nedeniyle acı çektiğimizi hissetmiyoruz.

İnsanlığın şu anda içinden geçtiği durumları görüyoruz: savaşlar, nefret, destekleme ve birleşme ile reddetme arasındaki yüzleşme. Nefret ve sevgi arasında bu şekilde yaşıyoruz ve nereye gitmek istediğimizi seçmeliyiz. Kişinin kendisini her gün Mısır’dan çıkarken görmesi yani bencillikten çıkış konusundaki tutumunu, Mısır’da olup olmadığını veya kurtuluşa yakın olup olmadığını kontrol etmesi gerektiği söylenir.

Bağ kurmadan ya da en azından bunun içsel bağımıza bağlı olduğunu ve hepimizin yaşamak için tek bir amacımız olduğunu anlamadan, Mısır’dan çıkmak imkansızdır. Eğer biz küresel Kabalistik grubumuzda bağa ulaşmayı başarırsak, o zaman bu tüm insanlığa yayılacaktır.

Birbirimizden ne kadar uzak olduğumuzu hissetmemiz şart, fakat bizi birleştiren tek Yarada’ın önünde durmak için kendimizi tek bir ortak arzuda, tek bir niyette ve özlemde hissetmek, daha da yakınlaşmak istiyoruz. Yaradan ile bağ kurmak istiyorsak, önce birbirimizle bağ kurmalıyız. Bu tek, bir olan kökümüze ne kadar bağlanabileceğimiz bizim ne kadar bağ kurabileceğimize bağlıdır.

Bu çalışmayı bitirmeden sürgünden çıkamayacağız. Hepimizin bir an önce birbirimizle ve Yaradan ile bağ kurmamız gerekiyor. Bu konuda herkes birbirine yardım etmelidir çünkü hepimiz birbirimize bağlıyız. İçsel yakınlaşmamız ölçüsünde, kurtuluşa yaklaşırız. “Kefaret (Geula)” ve “sürgün (Galut)” kelimeleri arasındaki tek fark, yalnızca Yaradan’ın (dünyadaki ilk) adını simgeleyen ek bir “Alef” harfindedir.

Sürgüne sadece bir koşul eklersek, aramızdaki tüm boşlukları ve kopmuş bağları aydınlatacak ve dolduracak olan Yaradan’ın bağımızdaki varlığını, o zaman O’nu ortaya çıkaracak ve üst dünyaya – maneviyata, ulaşacağız. Buna sürgünden çıkış, Yaradan’ı hissedememekten O’nun ifşasına, ayrılığımızdan bağa çıkış denilecek.

Aramızdaki bağ Kli‘dir ve onda ifşa edilen tamamlanma Yaradan, ışıktır.

“Savaş Doğal Mıdır?” (Quora)

Doğa kanunlarıyla denge ve uyum yaşayacağımız bir durum olan, dünyanın tam ıslahına ulaşana kadar, savaş durumların en doğalıdır.

Doğa; veren ve alan, artı ve eksi, gündüz ve gece, ışık ve karanlık vb. iki zıt kuvvetten oluşur ve bu kuvvetler belirli bir dengede bulunur. Bununla birlikte, böyle bir denge, sürekli bozulmalar ve kısmi yenilemeler sürecinden geçer. Buna “hayat” denir.

Milyonlarca yıl boyunca, olumlu ve olumsuz güçler belirli bir dengeye ulaşana kadar dönüşümlü olarak birbirlerine egemen oldular ve bildiğimiz şekliyle Dünya gezegenini oluşturdular. Kabalist Yehuda Aşlag (Baal HaSulam) bu süreci “Çözüm” makalesinde şöyle anlatır:

Birincisi, [Dünya] sis benzeri bir gaz topundan başka bir şey değildi. İçindeki yerçekimi gücü sayesinde, içerisindeki atomları belirli bir süre boyunca daha yakın bir daireye yoğunlaştırdı. Sonuç olarak, gaz topu sıvı bir ateş topuna dönüştü.

Yeryüzündeki iki güç arasında, pozitif ve negatif, çağlar boyu süren korkunç savaşlar sonucunda, içindeki dondurucu güç sıvı ateşin gücüne karşı galip geldi ve Dünya’nın etrafındaki ince bir kabuğu soğutup orada sertleştirdi.

Bununla birlikte gezegen, kuvvetler arasındaki bu savaştan henüz büyümemişti ve bir süre sonra sıvı ateş gücü bastırdı ve soğuk sert kabuğu parçalara ayırarak ve yükselerek, gezegeni bir kez daha sıvı bir ateş topuna dönüştürerek, Dünya’nın içinden büyük bir gürültüyle patladı. Ardından, soğuk güç, ateşin gücünü bir kez daha yenene kadar yeni bir savaş dönemi başladı ve topun etrafında, topun ortasından çıkan sıvılara karşı daha sert, daha kalın ve daha dayanıklı ikinci bir kabuk soğutuldu.

Bu sefer daha uzun sürdü ama sonunda sıvı güçler bir kez daha üstün geldi ve Dünya’nın içinden fırlayarak kabuğu parçalara ayırdı. Bir kez daha her şey mahvoldu ve sıvı bir top haline geldi.

Böylece çağlar değişti ve soğutma kuvveti her galip geldiğinde, yaptığı kabuk daha kalınlaştı. Sonunda pozitif güçler negatif güçleri yendi ve tam bir uyum sağladılar: Sıvılar Yerküre’nin karnındaki yerini aldı ve etraflarındaki soğuk kabuk, bugünkü organik yaşamın oluşmasına olanak verecek kadar kalınlaştı.

Tüm organik cisimler aynı sırayla gelişir. Ekildikleri andan olgunlaşmanın sonuna kadar, Dünya ile ilgili tarif edildiği gibi, pozitif ve negatif iki kuvvet ve birbirlerine karşı olan bu savaşları nedeniyle, birkaç yüz defa bu durumlara maruz kalırlar.

Dolayısıyla savaş gerçekten de kesinlikle doğaldır ve barış aslında doğal değildir. Biz sürekli olarak karşıt güçlerin itip-çekmesiyle gelişirken barış yoktur. Barışı ancak iki karşıt güç arasında dengeye, karşılıklı bağa ve tamamlayıcılığa ulaşarak elde edebiliriz.