Category Archives: Birlik

“Koronavirüsün Dünyaya Yayılmasını Nasıl Durdurabiliriz?” (Quora)

Koronavirüsün yayılmasını durdurmak için öncelikle hastalığın kendisini doğru bir şekilde teşhis etmemiz gerekiyor. Yani, daha iyi ve daha sağlıklı bir duruma doğru ilerlememiz, mevcut durumumuzun doğru teşhisine bağlıdır.

Dahası, hastalığın doğru teşhisine ek olarak, hastalığın basitçe ortadan kalkmasını veya harika bir ilacın ortaya çıkmasını ve sonra her şeyin yoluna girmesini beklemeyi bırakmamız akıllıca olacaktır.

Doğanın nedensel düzeylerinde nasıl işlediğini daha derinlemesine inceleyebilseydik, bu salgın aracılığıyla bize nasıl davrandığını ve bizden ne istediğini görebilirdik.

Bu virüsün insanlığa verdiği acı, ıstırap ve uzun süreli rahatsızlık, hastalığın nedeninin insan ilişkileri seviyesinde keşfedilmesine uyanabilmemiz içindir – virüsün arkasında bizim birbirimizden kopuşumuz ve yabancılaşmamız vardır.

Birbirimize karşı bölücü tutumlarımızın Koronavirüs de dahil olmak üzere yaşadığımız her ızdırabı meydana getirdiğini ne kadar erken anlarsak, o zaman görüşümüzü bu tür tutumları düzeltmeye o kadar çabuk odaklayabiliriz.

Yine de, pandemiden hiçbir şey öğrenmediğimizi görüyorum: çözümün bir aşı yoluyla gelmesini beklemeye devam ediyoruz ve ayrıca kKoronavirüs öncesi egoist-tüketici yaşam tarzlarımızı yeniden canlandırmaya çalışıyoruz, maddi refahın dar bireysel vizyonları için, devam eden bir yarışmada kendimizi birbirimizle karşı karşıya getiriyoruz.

Bununla birlikte, birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzu gözden geçirmeyi ne kadar uzun süre başaramazsak, o zaman Koronavirüs (veya ondan sonra sıraya giren diğer virüsler) bizi o kadar çok endişelendirecektir. Salgın devam edecek çünkü bugün doğa bizi birbirimize karşı tutumumuzu iyileştirmeye zorluyor.

Bu nedenle, Koronavirüsün yayılmasını durdurmak, öncelikle birbirimize olan nefretimizin esas nedeni olduğunu anlamayı gerektirir. Bununla böyle bir ilişki kurduğumuzda, bir hastalığın tedavisinin yarısı onun doğru teşhisinde olduğundan, hastalığı tedavi etmek için zaten önemli bir adım atmış oluruz.

Bu nedenle, doğa hakkında daha derin bir anlayışa sahip olanlar, bu mesajı insanlığa açıklamak için çok çaba sarf etmekteler çünkü onlar, insanlığın bu mesajı ne kadar çok duyarlarsa, salgından o kadar çabuk iyileşebileceğini ve daha uyumlu ilişkilerle daha iyi bir dünyaya ilerleyebileceğini bilmekteler.

Koronavirüs aşılarına ihtiyacımız yok. Ayrıca Koronavirüs aşısını ilk çıkaranlar olma yarışındaki ülkelerin ve uzmanların arkasındaki niyetlere de bakarsak, o zaman insanlığı iyileştirmek için saf bir niyet değil, servet, gurur ve güç için egoist güdülerle dolu bir niyet buluruz. Bu nedenle, aşılar da dahil olmak üzere bu tür egoist nedenlerle yapılan herhangi bir şeyden olumlu bir ilerleme ortaya çıkmasını bekleyemeyiz.

Vücudumuza enjekte edilecek bir aşı aramak için milyonlarca dolar ve yüzlerce saat harcamak yerine, içimizde zaten var olan aşıyı aramak daha akıllıca olur – eğer birbirimizle olumlu, iyi ve sevgi dolu ilişkiler gerçekleştirirsek, o zaman Koronavirüsün yayılmasını ve bugün hayatımızı bozan sayısız diğer hastalıkları ve sorunları durduracağız.

Kalplerimizde böyle bir “aşı”ya sahibiz ve bizlere her an onu birbirimize enjekte etme fırsatı verilmiştir. Ya bölücü tutumlarımızın istemsizce bizim aracılığımızla hareket etmesine ve birbirimize zehir enjekte etmesine izin veririz ya da her birimiz karşılıklı sorumluluğumuzu kabul eder ve böylelikle bölücü tutumlarımızın üstünde, birbirimizi önemsemeyi ve sevmeyi hedefleyerek virüse karşı panzehiri birbirimize enjekte ederiz.

Bölünmenin üzerinde, sevgi, birleşme ve birliktelik tüm hastalıkların panzehiridir. Bu çözümü, aşılar için klinik deneyler oluşturmamıza benzer şekilde test edebiliriz, örneğin, birbirlerine yabancı olan insanları, virüse karşı nasıl bağışıklık kazanacaklarını görmek amacıyla yeni bir içsel yakınlığa ve içten bağlara yönlendirmeye odaklanan laboratuvarlar oluşturarak.

Daha sıkı karşılıklı bağımlılık ve birbirine bağlılık dönemi olan, yeni bir çağa ne ölçüde girdiğimizi henüz içselleştirmedik ve birbirimize karşı tutumlarımızın dışında hiçbir tedavi, bu çağda herhangi bir şeyi düzeltmeye yaramaz.

Bugünden itibaren, değişmesi gereken içimizdeki bu noktayı – birbirimize karşı tutumumuzu – tam olarak aydınlatmak için daha fazla darbe deneyimleyeceğiz.

Bu nedenle Koronavirüsün yayılmasını durdurmak, birbirimize karşı egoist tutumlarımızda virüsün nedenini teşhis etmeyi gerektirir ve bu olumlu tutumlar, virüs ve hayatımızdaki diğer tüm sorunların çaresini elinde tutmaktadır.

Böyle bir bilgi zaten bizi iyileştirmek için hareket eder.

Olumlu ilişkiler, hayatımızdaki olumlu olan her şeyin kaynağıdır ve bu tür ilişkilerin eksikliği, hayatımızdaki olumsuz olan her şeyin kaynağıdır. Aynı şekilde Koronavirüs de bize bu prensibi öğretmek için ortaya çıkmış bir olgudur.

Hemfikir olsak da olmasak da, içimizde zaten var olduğu için onu denemenin hiçbir maliyeti yoktur. Virüsün tedavisini denemek ve bulmak için ellerimizle veya bacaklarımızla herhangi bir şey yapmak için para veya çaba harcamamıza gerek yok. Eminim ki, birbirimize karşı tutumumuzu iyileştirdiğimiz an, Koronavirüsün yayılmasının durma noktasına geldiğini göreceğiz.

 

Hayattaki Önemli Dokuz Kural

Yorum: İnsanlar toplum için bir takım evrensel kural geliştirdiler. Onlar, Kabalistik bakış açısından mı kaynaklanıyor? Kendimizi ayarlamız ve onları takip etmemiz mi gerekiyor?

İlk kural şudur ki: “Hayatınızı ve sevdiklerinizin hayatlarını sevgiyle doldurmaya çalışın. Bu şekilde uygun koşulları ve refahı çekersiniz. Bununla birlikte, herhangi bir biçimde saldırganlık sergilemek, yaşam kalitesinde sürekli bir bozulma ve genel olarak başarısızlıkla kendini gösterecektir.”

Cevabım: Bu kısmen doğrudur. Ancak şunu söylemek daha iyidir: sadece sevdiklerinize değil, hayatınız boyunca başkalarına da sevgi gösterin. O zaman hayatınız, tamamen yeni bir üst anlamla dolacaktır.

Yorum: “Hayatta kesinlikle tesadüfi hiçbir şey yoktur. Düşüncelerinizle, sözlerinizle, eylemlerinizle ve davranışlarınızla mevcut gerçekliğinizi ve geleceğinizi şekillendiriyorsunuz. ”

Cevabım: Bu doğru.  Ama sadece doğru şeyi nasıl yapacağımızı anlarsak. Aksi takdirde, doğru şeyi yaptığımızı düşünebiliriz ve hayat aniden hata yapmamıza neden olur.

Doğru şeyi yapmak demek, arzuladığımız ya da düşündüğümüz gibi değil, aslında doğanın programına karşılık geldiği şekilde, yaratılışın amacına açıkça ilerlemek demektir.

Yorum: Sıradaki kural, bir öncekiyle bağlantılı: “Düşüncelerimiz, her birimizin aksiyonlarını ve gerçekliğini şekillendirir. Olumlu düşünmeyi öğrenin, o zaman sizi tatmin edecek bir gerçeklik yaratırsınız. Ve bunun tersi de geçerlidir: hırs, öfke, nefret, kıskançlık ve gurur başarısızlıkları ve kötü şansı çeker. ”

Cevabım: Hayallerimle hayatımı yaratamam. Bunu, başkalarına doğru bir şekilde bağlanarak, başkalarıyla doğru bağ kurarak yapmak zorundayım: Ben onlarlayım, onlar da benimle. Hayatımı bu iyi bağdan yaratırsam, o zaman gerçekten iyi olur.

Soru: Birçok insan Tanrı’ya inanıyor. Bugünlerde ateistler bile bizi kontrol eden bir şey olduğu sonucuna varıyorlar. Kişi üst evrene bağlı olabilir mi? Nasıl doğru bir şekilde bağlanabiliriz?

Cevap: Bizi kontrol eden kimse yok. Tanrı yok.

Uymamız gereken tek bir doğa kanunu vardır. O zaman, ona erişmeye başlayacağız ve onunla iyi bir bağ kurarak gerçekten kendi kaderimizin efendisi olacağız. Bu üst güce, ihsan etme ve sevginin niteliğine tamamen benzemek koşuluyla, Tanrılar haline geleceğiz.

Yorum: Başka bir kural: “Suçlarınız ne kadar ciddi olursa olsun, evren hala her birinizi seviyor. Bununla birlikte, bize tam da şu anda ihtiyacımız olanı verdiğini unutmayın, ki bu sadece onun bildiğidir. ”

Cevabım: Evet, bu doğru. Öyle diyebilirsiniz.

Yorum: Ana evrensel yasalardan biri, form eşitliği yasasıdır. Kendinizi sevmezseniz, başkaları sizi sevmeyecek veya ilgi göstermeyecektir.

Cevabım: Başkalarını, sadece başkalarını sevmem gerekiyor. Sadece onların iyiliği için ve sadece onlar için. Bu tek doğru kuraldır.

Soru: Bunun bir örneğini nerede bulabilirim?

Cevap: Aslında, şimdi kendinizi egoist olarak seviyorsunuz. Başkalarını da aynı şekilde sevmeniz gerektiğini hayal edin.

Yorum: “Bir insanın içinde kesinlikle her şey vardır: güç, ün, onur, para ve güzellik. İş, tüm bolluğu çevrenizdeki gerçekliğe yaymaktır. ”

Cevap: Gerçekten, kişi sahip olduğu her şeyi başkalarına verirse, en mutlu, en bilge, en ıslah olmuş kişi olacaktır ve her şey onun için iyi olacaktır.

Soru: “Sahip olduğu her şeyi başkalarına vermek” ne anlama geliyor?

Cevap: Onları, kendi arzuladıklarına göre değil, en rahat, en iyi, en mükemmel duruma, doğanın üstünde gerçekte var olana getmiş olacak. Tıpkı bir çocuğu eğitmek isteyen bir anne gibi: O çocuğun istediği her şeyi yapmaz ama en mükemmel duruma ulaşması için, onun için mümkün olanın en iyisini yapar.

Yorum: “Çevrenizdeki insanları iyi ve kötü olarak sınıflandırmayın.” İnsanların değerlendirilebileceği doğru bir ölçüt var mı?

Cevabım: Elbette. Her şeyi toplumun yararı için yapan bir insan iyidir ve bunun tam tersi.

Yorum: “Evren için günah ya da ceza vb. kavramlar yoktur. “Tüm bunlara ne için ihtiyacım var?” diye sormamak önemlidir. Ancak, “Tüm bunlara neden ihtiyacım var?”

Cevabım: Bu ıslahtır.

Soru: Evrende günah ya da ceza gibi kavramlar var mı?

Cevap: İyileşme. Islah. Bu, kişiyi herkese tamamen ihsan etme ihtiyacına yönlendirmektir.

Soru: Evrenin en önemli kuralı nedir?

Cevap: Sevgi.

Soru: İnsan sevmeyi nasıl öğrenebilir?

Cevap: Bunu öğrenemezsiniz. Bunu kendinize öğretmek zorundasınız. Kabala yöntemine göre, sürekli olarak, bir grup içinde, kendi cinsinizle bağ kurarak. Bu tam olarak Kabala yönteminin doğru uygulanmasının sonucudur.

Twitter’da Düşüncelerim / 29 Eylül 2020

Geçmişte doğa bizi ileriye iterek geliştirdi. Bugün doğa bizimle buluşmak için açığa çıkıyor, gelişimimizi engelleyerek, bizi daha yüksek boyuta iterek.

Protestoları düzenleyenler arasında sevgiyi örgütlemek yerine karşılıklı nefret gördüğümde, onların eli kulağında yıkım için sıraya girdiğini anlıyorum…

Doğanın yasası, bizi tüm çelişkilerin üzerinde karşılıklı garantiye mecbur eder. Tüm sıkışmaların üzerinde başarmalı ve sevgiyi inşa etmeliyiz.

Sonuçta ulusumuz, dünyadaki tüm ulusların mini versiyonudur, bu yüzden aramızda barışı sağlamalıyız!

Bnei Baruch protestolara karşı çıkmaz. Biz insanlar arasında karşılıklı nefretin büyümesine karşı çıkıyoruz. Çünkü milletimize özel bir görev verilmiştir: insanlığa karşılıklı düşmanlığın ötesinde nasıl birleşeceğini göstermek.

Tüm acılardan ve incelemelerden sonra, iyi bir karşılıklı bağın (karşılıklı güvence) tüm sıkıntılardan kaçmanın tek yolu olduğunu keşfedeceğiz. Kendimize rağmen, “Komşunu kendin gibi sev” ilkesinin bir yaşamın bir şartı olduğunu keşfedeceğiz. Birbirimize vereceğimiz örnek budur!

YomKipur’da kişi düşüncelerini toplamalı ve egosunun, önyargılarının ve alışkanlıklarının biraz üzerine çıkmalı ve iyi bağlarla başkalarıyla bağlantısı olmadığını, kendisini, başkalarına karşı kayıtsız olduğunu, yarını düşünmediğini ve bunu kendisi ve diğerleri için görmezden geldiğini objektif olarak yargılamaya çalışmalıdır.

Bu YomKipur, yargı gününde, nasıl hareket edeceğimize karar vermeliyiz. Dünya birliğe şiddetle ihtiyaç duyuyor. Bu Yom Kipur’da gönlümüzün birbirine açılmasını diliyorum. Daha fazla mesafe yerine daha yakınlaşmak için. Tek yürek, tek bir bütün halinde birleşmek için.

Ve bunun bizim Yargı Günümüz olması için!

Bir Annenin Kalbi

Bir annenin kalbi, hem fiziksel hem demanevil olarak tüm evrenin merkezi noktasında yer alır. Sonuçta, manevi ve bedensel doğum tam da bu noktadan meydana gelmektedir.  Bir annenin kalbinden daha güçlü hiçbir şey yoktur; gerçekliğin en hassas, en önemli noktasıdır. Yaradan, bir annenin kalbinin temeli olan, bir arzu yarattı.

Dolayısıyla kadınlar birlik hakkında en azından biraz düşünmeye başlarlarsa, tüm insanlığın, ortak ruhun doğumunun başladığı yerden, tüm evrenin bu merkezi noktasına zaten dokunacaklar. Dünya ancak bir kadın sayesinde ıslaha gelecektir.

Bir kadın, doğuran, gelişen ve organize eden muazzam bir güce sahiptir. Ve tam tersi, bir kadın bu ıslaha katılmazsa o zaman o, bir çekişme nedenine, yabancılaşma ve kötülük alanına dönüşür. Bu nedenle gerçekten  kadınların birleşip insanlığa barış, huzur ve birlik getirmesini umuyorum.

Talebimiz Bağışlanma Değil Islahtır

Haber raporları, dünyanın uçuruma doğru ilerlediğini, her gün daha da aşağı battığını ve acilen gerçek bir tedaviye ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.  Ancak böyle bir aşının bir laboratuvarda yapılamayacağına şüphe yok ve maalesef salgın daha da şiddetlenecek. Henüz Dünyanın iyi bir yönde değiştiği  belli değil.

Bizler realitenin tamamından sorumlu hissetmeliyiz ve tam olarak da bunun için Yaradan’dan af dilemeliyiz. Sonuçta, her şeyin bize bağlı olduğunu anlıyoruz. Yaradan bizi Kendisine yakınlaştırdı ve O’ndan, yüce hükümdar olarak tüm dünyayı talep etmemizi bekliyor. Işığın Kendisi ile tüm dünya arasında akacağı bir kanal olmamızı istiyor, ama biz yine de O’ndan bunu isteyemiyoruz.

Bu yüzden bunun için af diliyoruz çünkü bugün zaten onu uygulama yükümlülüğümüz var. Geçmiş suçlar için değil, dünyanın durumundan sorumlu olduğumuzu bildiğimizden, şimdi yapmamız gereken şey için af diliyoruz. Bu nedenle, dünyayı bugünkü böylesine korkunç bir duruma getirdiğimiz için Yaradan’ın önünde tövbe etmemiz gereken şeye sahibiz.

Tüm bu sorunlardan, Koronavirüs pandemisinden önce bile doğru bir şekilde davranmış olsaydık, dünyaya iyi güçler çekerdik ve dünya iyi bir yöne dönmüş olurdu.

Görevimizi, Yaradan ile bağımızı ihmal ettiğimiz için özür dileriz. Biz af dilemiyoruz; daha ziyade ıslah edilmek istiyoruz: Bırakın Yaradan bize bilgelik, hisler versin ve dünyayı düzeltebilmemiz için bizi O’na yakınlaştırsın. Dendiği gibi: “Yaratılan sevgisinden, Yaradan sevgisine.”

Roş HaŞanah — Yeni Bir Hayatın Başlangıcı

İnsan, egoizminin üzerine yükselerek “Mısır’dan Göç” ten çıkar. Egoizminden çıkana kadar, egoist doğasının kudreti altında olduğundan henüz bir insan olarak kabul edilmez. Egoizmin üzerine yükselerek, kişi en azından biraz Yaradan’a benzer hale gelir ve Adem olarak adlandırılır.

Bu nedenle, insan derecesi, Pesah ile başlar. Ama sonra, alma arzusundan ihsan etme arzusuna geçiş esnasındaki Sefirot sayısına göre, yedi aylık bir dönemden geçmemiz gerekiyor. Pesah Bayramı’ndan sonraki yedinci ayda Roş HaŞanah (yeni yıl) başlar; gerçekten yeni bir manevi derece inşa etmeye başladığımız, yeni bir başlangıç.

Ancak bundan önce dürüst bir hesaplama yapmak gerekiyor: Ben neyim, nereden gelmekteyim, neyi inşa etmeliyim, neyden uzaklaşmalıyım ve neye yakınlaşmalıyım? Bu nedenle Slichot (pişmanlık) olarak adlandırılan, yeni yıl öncesinde sorgulama yaptığım bir dönem vardır: nereden geliyorum, hangi nitelikten geliyorum ve hangi niteliğe ulaşmak istiyorum? Almaktan ihsan etmeye, hayvansal akıldan mantık ötesi inanca yani manevi akla, Yaradan’ın düşüncesine geçmek isterim.

Dünyayı hayvansal gözlerle görmek, hissetmek ve algılamak yerine, yeni bir gerçeklik algısına gelmek ve her şeyi ihsanın gözünden, inancın gücüyle görmek isterim. O zaman bu dünya yerine gelecek bir dünya göreceğim. Tüm bunlar Roş HaŞanah’ı – yeni değişikliklerin başlangıcını simgeler.

Bu yıl çok özel çünkü tüm insanlıkta büyük değişiklikler oluyor. İlk defa, tüm insanlık böyle radikal bir değişim yaşıyor; bu gerçekten Rosh HaŞanah’dır – yeni bir yılın başlangıcı, herkes için yeni değişikliklerdir.

Bunu, Yaradan’ın vaadinin gerçekleşmesi olarak görebilirsiniz. Bunu anlamaya çalışanlar ve insanlığın bunu doğru, hızlı, herkese sevgiyle ve Yaradan’a sevgiyle yapmasına yardımcı olanlar, Yaradan’a doğru (Yaşar El) anlamına gelen, İsrail olarak adlandırılırlar.

Bu koşula, ancak Adam HaRişon’un parçalanmış ruhunun ıslahıyla ulaşılabilir. Yaradan onu kasıtlı olarak kırdı, böylece onu, tıpkı çocukların LEGO bloklarını bir araya getirmesi gibi, şimdi bir araya getirebiliriz ve ve bundan da ulaşmamız gereken manevi hayatı daha iyi anlayabiliriz.

Bu nedenle her gün egoist doğamızın kötülüğünü açığa çıkarmak ve iyiyi tanımak yani sadece iyi bir bağın insanlığı kurtarabileceğini anlamak için, büyük adımlar attığımızdan dolayı memnunuz.  Koronavirüsün tek tedavisi budur.

Bu yüzden, değişimlerin başlangıcı olan Rosh HaŞanah’ın bu özel bayramını memnuniyetle karşılıyoruz.

Öyleyse neden bu bayramdan önce af dilemek gelenekseldir? Yaradan’ın bizim tövbemize ihtiyacı yoktur. Bağışlanmayı dilediğim bütün koşulları yaratan O’dur. Onlara doğru bir şekilde tepki verirsem, bu, Yaradan’ın benim üzerimdeki çalışmasını doğru bir şekilde anladığım ve O’nun ortağı olarak O’nunla çalıştığım anlamına gelir. Bu ortaklıkta birçok derece vardır: bir hizmetçi, bir günahkar, bir dost, sevilen biri ve diğer birçoğu.

Yaradan’ın bizim tövbe ve ıslahımıza ihtiyacı yoktur. Cehaletten, yanlış anlamadan ve bilgiye duyarsızlıktan çıkmak ve Yaradan’ın programını anlamak için, üst sistem ve onun işleyişi ile birlik için onlara ihtiyaç duyan bizleriz.

Bu programı sadece anlamıyoruz, aynı zamanda kontrol etmeye başlıyoruz. Bu, dünyadaki ilk ürkek adımlarını atan, içinde yaşamayı öğrenen ve sonunda büyüyüp onu kontrol etmeye başlayan çocuklara benzer.

Aynı şekilde, Yaradan’ın anlayışına ve O’nunla birliğe ulaşana kadar yavaş yavaş manevi gerçekliğe dahil oluruz ve hatta kontrolün dizginlerini O’ndan alırız, “Oğullarım Beni yendi.” diye yazılmış olduğu gibi. Aslında, sadece biz kötü eğilimi kontrol edebilir ve onu iyi bir eğilim haline getirebiliriz.

Sadece bize neyin bağlı olduğunu sorabiliriz yani Yaradan’dan, bize bıraktığı doğru eylemleri gerçekleştirmemiz için bize güç, sebep, hissiyatlar ve yetenek vermesini isteyebiliriz. Bu şekilde, Yaradan’ın yarattığı dünyaya dahil oluyoruz ve onun son ıslahına doğru ilerliyoruz.

Dünyanın son ıslah aşamasındayız. Şimdiye kadar, dünya seçici olarak, küçük parçalar halinde düzeltildi, sanki bir arabada birbiri ardına parçalar değiştirilmiş gibi: motor, vites kutusu, şanzıman vb. Ama sonra tüm düzeltmeleri bir araya getirip tüm sistemi başlatırız.

Bu zamana kadar, geçmişin tüm Kabalistleri, Adam HaRişon’un ortak ruhunun sisteminde kişisel, kısmi ıslahlar yapıyor, parça parça ıslah oluyorlardı. Ancak şimdi, en önemli işin zamanı geldi: parçalar arasında iletişim kurmak ve tüm sistemi birlikte başlatmak.

Bu farklı bir iş. Çok özel. Sonuçta, ne olması gerektiğini anladığımız için tüm parçalar arasında bir bağ kurmamız gerekiyor. Bu nedenle bu ancak hafiften ağıra, içeriden dışarıya karşılıklı bağımızla mümkündür. Ama sonunda tüm sistemi başlatmak zorundayız.

Yaradan’dan, Kendisini ifşa etmesini istemiyoruz ama bizler Kli’mizi bir araya getirerek, O’nu ifşa etmek istiyoruz. Kli, Yaradan ile aynı şekilde çalışacaktır ve bu çalışmadan Yaradan’ı anlayacağız. Bu, arzuladığımız üst gücün ifşasıdır.

Bu sanki sadece hikayeleriyle değil, hayatımı onları anlayıp hissedecek şekilde organize ederek, babam ve annem gibi olmak istemem gibidir. Hayattan, onlara gerçekten ne olduğunu ve benimle nasıl ilgilendiklerini ve benim için her şeyi yaptıklarını anlayacağım. Buna “Seni Eylemlerinden biliriz” denir ve yeni bir dönemi, yeni bir yılı tanımlar. Dünya böyle bir ıslaha doğru ilerliyor.

“Biz, Bizim İçin Değilsek, Kim Bizim İçin”

Dr. Michael Laitman Facebook Sayfamdan  28.08.2020

Öğretmenim derdi ki, eğer biri ağır bir çantanın yanında durursa ve insanlardan onu kaldırıp omzuna koymasına yardım etmelerini isterse, kimse ona yardım etmez. Ama çantayı alır, omzuna koyarsa ve çanta tek başına taşıyamayacağı kadar ağır olduğu için adeta kayıyorsa, etrafındaki herkes yardımına koşacaktır. Hikayenin kıssadan hissesi basittir: Yardım istemeden önce kendinize yardım etmek için çaba gösterin. O zaman, yardıma ihtiyacınız olursa, o kesin gelecektir.

Günümüzde, sadece kendimize yardım edebileceğimiz her zamankinden daha fazla nettir. Devlet görevlilerinin bizim için işimizi yapmasını beklersek, sonsuza kadar bekleyebiliriz. Ancak karşılıklı sorumluluk yoluyla elde edebileceklerimizin sınırı yoktur.

Covid-19 pandemisinden öğrenebileceğimiz pek çok ders var ama bence en önemli çıkarım, bizler tek bir sistemiz ve sistemin refahı, onun parçaları arasındaki bağların kalitesine bağlıdır. İnanılmaz bulaşma kolaylığıyla virüs bize şunu öğretti: herhangi bir yerde bir enfeksiyon, her yerde enfeksiyon demektir. İrademize karşı, o bizi birbirimizin sağlığından sorumlu yaptı, ancak bunu yaparken zaten bildiğimiz bir gerçeği vurguladı: Tamamen birbirimize bağımlıyız.

Birbirimizden sorumlu olduğumuzun farkına varmak, sadece birbirimize hastalık bulaştırmamamız gerektiğini öğretmekten ibaret değildir. Bu bizlere, eğer gezegende iyi bir yaşam sürdürmek istiyorsak, kalplerimizi birbirine bağlamamız gerektiğini, aksi takdirde birbirimize fiziksel olarak yardım etmek için yapmamız gerekeni yapma motivasyonumuz olmayacağını gösterdi.

Başka bir deyişle, salgınla birlikte yaşadığımız sağlık krizi her şeyden önce bir toplumsal krizdir, toplumsal parçalanmanın bir belirtisidir. Aslında, toplumsal parçalanmadan muzdarip olmasaydık, şu anda yaşadığımız krizlerin çoğu asla gerçekleşmezdi. New York ve Chicago’daki silahlı şiddet dalgası, toplumsal parçalanmanın bir belirtisi değil mi? Reçeteye tabi olan ilaçlara ve hatta her yıl on binlerce Amerikalıyı öldüren reçetesiz satılan ilaçlara bağımlılık krizi, bu toplumsal parçalanmadan kaynaklanmıyor mu? Ya aile içi şiddet, polis şiddeti, ırkçılık, fanatizm, cinsel taciz, sözlü ve fiziksel taciz, depresyon, obezite, boykot kültürü, bunların hepsi toplumsal parçalanmanın sonuçları değil mi?

Açıkçası, bugün ihtiyacımız olan gerçek çare birbirimizle ilgilenmek ya da en azından birbirimizden sorumlu olmaktır. Ama bunu bizler yapmazsak- toplumdan topluma, şehirden şehire, devletten devlete ve ülkenin her yerinde olmak üzere- kimse bizim için toplumsal sorumluluk inşa edemez.

Covid-19 bir meydan okumadır. Ve meydan okumaya başkaldırmak, zorluğun bizi öncekinden daha yüksek bir seviyeye çıkarması gerektiği anlamına gelir. Yoksa neden ilk sırada meydan okuma geldi ki? Bu Koronavirüs durumunda, açıkça bizi izolasyonun en düşük noktasından bağın zirvesine yükseltmek için geldi. Bu, bugün, mutluluğa giden yolumuzdur.

Aşı Zaten Her Kalpte Var

Koronavirüs ile mücadelede esas olan, hastalığın kendisini anlamaktır. Hangi durumda olduğumuzu anlayana kadar, iyileşmeye doğru bir sonraki aşamaya geçemeyeceğiz. Sonuçta doğa bize virüsü sona erdirmemize ve onu unutmamıza izin verecek mucize bir tedavi vermeyecek.

Doğanın amacı bize hastalık boyunca rehberlik etmek ve bizi iyileştirmek değildir. Doğa, virüsten acı çekmenin, bizi onun içindeki insan faktörünü yani kopukluğumuzu ve birbirimizle kötü ilişkilerimizi açığa çıkarmaya zorlamasını istiyor.

Ve sonra başkalarının ne düşündüğü ve hissettiği hakkında endişelenmeye başlamak için, birinin diğerine karşı tavrını düzelteceğiz, kalplerinde ne olduğunu anlayacağız. Böyle bir ilişki kurmazsak, Koronavirüs veya ardındaki diğer virüslerden uzun bir süre acı çekmeye devam edeceğiz. Yeni bir çağda olduğumuz ve insanların başkalarına karşı tavırlarını düzeltmek zorunda olduğumuz için salgın bitmeyecek.

Her kötü durum, birbirimize duyduğumuz nefretin sonucudur. Bunun tam olarak farkına varılması, zaten tedavinin başlangıcı olarak hizmet eder. İnsanlık bu mesajı duyarsa, bu zaten tedavinin yarısıdır. Tüm bu aşılara ihtiyacımız yok. Şimdi her ülke insanlığı iyileştirmek için değil, ondan para kazanmak için Koronavirüse karşı ilk aşıyı yapan ülke olmaya çalışıyor.

Bu tam olarak tersi eylemdir. Her ülke bir aşı satmak istemekte. Tüm insanlığı kurtarabileceği gerçeğiyle gurur duymazlar, herkese : “Aşımızı alın ve tedavi olun!” diye teklif etmezler. Hayır, “Bunu satın alın” derler. Yani burada, bu darbenin bizi nasıl yönlendirdiğinin tam tersi davranıyoruz. Ve bu yüzden aşı herhangi bir gelişme getirmeyecektir.

Ancak Koronavirüs için zaten bir tedavimiz var, bir aşımız var. Ve bu çok basit: Birbirine karşı iyi bir tutum tüm virüsleri etkisiz hale getirir. Aşı mı istediniz? Ona sahipsiniz! Herkes kalplerinde virus için bir tedaviye sahiptir. Kullanın onu! Bundan başka hiçbir şeye gerek yok.

Kalpteki bu antivirüs, sevgi, birlik ve kalbin yakınlığıdır. Tüm virüsleri yok eden en güvenilir ilaçtır. Şu anda test edilen deneme aşıları gibi klinik denemeler yapalım. İnsanların gerçekten yakınlaşmaya başladığı bir grup kurup, Koronavirüsten etkilenmemelerini sağlayacağız.

Ve bunda annesinin kalbi olan bir kadının özel bir rolü vardır. Kadınlar gerçekten Koronavirüsten  kurtulmak isteseler ve ortak çabalarıyla bunun mümkün olduğunu anlasalar bunu yaparlardı.

Aksi takdirde salgın büyüyecek çünkü yaz bitti ve çocuklar okula dönüyor. Ve sonra tatiller, bayram toplantıları ve dualar için zaman gelecek. Her şeyi olduğu gibi bırakırsak darbelerin sonu gelmez. Doğa boyun eğmeyecek.

Bizler “son nesil” denen yeni bir çağdayız ve komşumuzu kendimiz gibi sevmeye başlamalıyız. Sadece bu, şu anda insanlığı her şekilde bekleyen tüm hastalıkların tedavisi olabilir. Nereden darbe bekleyeceğimizi bile bilmiyoruz ama gelecekler.

Dünyanın her yerindeki kadınların bizi duyacağını ve her insanın, özellikle de kadınların kalbinde herkesi kurtarabilecek bir güç olduğunu anlayacağını umuyoruz. Görünüşe göre insanlar arasındaki ilişkinin virüsle, kimyayla ve biyoloji ile bir bağlantısı yok ama aslında öyle. İlişkimiz en yüksek gizli güce sahiptir ve bu nedenle, yalnızca onları düzelterek virüslerle baş edebiliriz. Aksi takdirde, hepimiz acı çekeceğiz, özellikle de kadınlar.

Virüsün aramızdaki egoist bir bağın sonucu olarak ortaya çıktığını ve iyi ilişkilerin virüsü yok ettiğini ve bir ilaç görevi gördüğünü anlamak – bu bilgi bile bizi iyileştirmeye başlayacak. İyi ilişkiler tüm iyiliklerin kaynağıdır ve böyle bir bağın olmaması tüm kötülüklerin kaynağıdır ve Koronavirüs bunu bize kanıtlamak içindir.

Bir anne olarak kadın, tüm aileyi başkalarına iyi davranmaya yönlendirmelidir. Annemizin bizi okula gönderirken ya da bahçede yürürken bize nasıl talimat verdiğini hatırlıyor musunuz: “İyi bir çocuk olun, kavga etmeyin, o zaman onlar da size zarar vermez. Caddeyi sadece uygun geçitten geçin. Başkalarıyla ilgilenin, onlara yardım edin, o zaman onlar da size yardım edecekler “.  Buna “iyi çocuk” olmak denir. Öyleyse hepimiz iyi çocuklar olalım. Ve kadınlar, anneler bunu bize anlatmalı. Sonuçta, bununla hiçbir şey kaybetmeyiz!

Neden çocuklara sokakta iyi davranmayı öğretiyoruz ve bunun onlara iyi geleceği konusunda kendimize güveniyoruz? Çünkü iyiliğin karşılığında iyiliği uyandırdığını biliyoruz. Ve burada da durum aynıdır, birbirimize karşı daha iyi olalım ve bunun nasıl yardımcı olduğunu görelim. Bu da eğer birdenbire Koronavirüsü yok etmezse, o zaman bize pek çok sıkıntı getiren bencilliğimizi biraz sınırlandırarak ne kaybederiz ki?

Zaten içimizde olan ilacı denemeye değer. O zaten var, hiçbir şey icat etmemize gerek yok. Ve eminim ki kalbimizdeki bu ilacı kullanırsak tüm virüsleri yeneceğiz.

“Egoizmden Yana Yanlış Bir Şey Yoktur (Eğer Doğru Kullanılırsa)” (Medium)

Egoizmin, bizim neslimizin belası olduğundan bahsettiğimizde, bunun ne anlama geldiğini anlamamız gerekir. Sonuçta, onsuz nerede olurduk? Sanayimiz, modern tıbbımız veya iletişimimiz olmazdı. Atalarımıza kıyasla seyahat edemez, keşfedemez, keyifli ve kolay bir hayat süremezdik. Üstelik ego, insanın yarattığı şey değildir; o doğamızın özünde vardır. Öyleyse doğayı övdüğümüzde, doğanın kendi yarattığı egoyu nasıl kınayabiliriz?

Sorun ego ile ilgili değil; onu nasıl, ne kadar ve ne zaman kullandığımızla ilgilidir. Atomların şeklini koruyan ve parçalanmalarına izin vermeyen şey budur. Bununla birlikte atomlar gelişmek için, elektronlarından bir veya daha fazlasının münhasırlığından “vazgeçerler” ve kendi gelişimlerinin bir sonraki aşaması olan moleküller oluşturmak için onları diğer atomlarla “paylaşırlar”. Moleküller, münhasırlıklarının bir kısmınından “vazgeçtikçe” ve kendi parçalarını diğer moleküllerle “paylaştıkça”, sonunda hücre haline gelen, bölünmeye ve çoğalmaya başlayan moleküler yapılar oluştururlar ve siz farkına bile varmadan hayata sahip olursunuz.

Başka bir deyişle hayat, kendi parçalarının münhasırlığından “vazgeçen” ve bunları diğer unsurlarla paylaşan “bencil” unsurlardan oluşur. Ancak böyle yaparak atomlar, moleküller ve hücreler kendi kendilerini ortadan kaldırmazlar tersine, hayatta kalmalarını garanti ederler çünkü artık varlıkları, kendilerinden başka biri için hayati önem taşımaktadır. Dahası, daha karmaşık bir sistemin gelişimine katılarak kendileri de gelişirler. Tüm yaratılış aynı evrim ilkesini takip eder ve evrenimiz, içinde insanlıkla birlikte, böyle inşa edildi.

Bizler de aynı gelişim yasalarına tabiyiz. Toplumsal olarak klanlardan köylere, köylerden kasabalara, kasabalardan illere, illerden ülkelere ve şimdi de küresel bir köye evrildik. Ama toplumlarımız gelişirken, ruhlarımız ihmal edildi; şimdi onların sırası. Onlar, yaratılışta dokunulmamış son unsurdur
ve şimdi onların sırası.

Gerçek bir bağ oluşturmak için kendi parçalarımızdan vazgeçmeyi ve bunları başkalarıyla paylaşmayı öğreneceğimiz bir çağın şafağındayız. Sadece bireylerden oluşan toplulukları olarak değil, tek bir varlık haline geleceğiz, aynı zamanda insanlar birbirlerini kendi parçaları olarak hissedecekler. Bu, hiç deneyimlemediğimiz, egolarımızın da bunun onların sonu olacağını düşünmekten korktuğu bir bağ seviyesidir.

Nitekim, gelişimin bu son aşamasının önünde duran tek şey egomuzdur. Bedeli ne olursa olsun hiçbir şeyden vazgeçmek istememektedir. Kanser gibi, kimseyle hiçbir şey paylaşmadığı sürece, ev sahibiyle birlikte ölmeye razıdır. Ancak doğa, Tüm gerçekliği, tüm parçaların birbirini hem paylaştığı hem de sürdürdüğü en yüksek gelişme düzeyine getirene kadar gelişmeyi bırakmayacaktır ve böylece tüm varoluş sistemini kapsayacak şekilde bilinçlerini genişletecektir.

Sürece direnenler yol boyunca acı çekecekler ama onlar da ona ulaşacaklardır. Bugün ego kültürünü diğer ülkelerden daha fazla yetiştiren Amerika, doğanın çekişine direnmenin acısıyla sarsılıyor. Ama şükürler olsun ki acı çekmeye gerek yok. Egolarımızı öldürmemiz gerekmediğini, sadece onları doğru kullanmamız, başkalarıyla paylaşmamız ve topluluklarımızı güçlendirmemiz gerektiğini anlarsak, biz de gelişeceğiz, hayatlarımız güvende olacak ve bilincimiz tüm insanlığı ve tüm gerçekliği kapsayacaktır.

Hayatın Anlamı Hakkındaki Ebedi Soru

İnsanlar neden intihar ederler?  Melankoli ve boşluk hissine dayanamazlar. Ne de olsa kendilerini doldurmak istediler ama televizyon ve radyomuz, binlerce farklı kanal ve programımız olmasına rağmen kendimi dolduramıyorum. İçimde ortaya çıkan noksanlık, içsel tatminsizlik ve boşluk, çevremdeki tüm kaynaklardan alabileceğimden çok daha fazlasıdır.

Hayatın anlamına ihtiyacım var! Hayatımın bir anlamı, yaşamaya değer bir amacı var mı? Bu soruya cevap bulamıyorum. Hayatın beni doğru hedefe, kendim ve diğerleri için daha iyi olacağı iyi bir sonuca götürdüğünü ve sonsuza dek devam eden yaşam akışının özel bir sürecinde olduğumu bilmem gerekiyor.

Büyük olasılıkla, kişi gerçekliğin nasıl düzenlendiğini, hangi doğa programı içinde var olduğumuzu ve doğanın bizi nasıl kontrol ettiğini öğrenirse intiharı düşünmeyi bırakacaktır. Sürekli olarak bir programdan diğerine geçiyoruz, yeni bir “yükseltme” alıyoruz ve bu nedenle yaratılışı hem bu hayatta hem de onun üzerinde bütünüyle anlıyoruz.

Gelişim süreci bizi çok değerli ve yüce bir hedefe götürür. Kişi, sonsuzluktan sonsuzluğa akan yaşam akışını hissetmelidir. Ben bu sonsuz akıntı içindeyim ve ben de sonsuzum.  Kendimi etrafımdaki yaşamın gücünün algısına açmam ve böylece daha da gelişmem gerekiyor.

Bu okulda, üniversitede, evde ya da ailede öğretilmiyor. Bu nedenle, şimdi, umutsuzluk bu kadar büyüdüğünde ve büyümeye devam ettiğinde, kişi sonunda bu yaşamın anlamı sorusunu çözmeye zorlanacaktır.

Herkesi,  bunun ne kadar iyi ve samimi olduğunu görmeleri için, Kabalistik topluluğumuza  davet ediyorum; o yaşamın anlamını ve bu dünyasal varoluşla bitmeyen amacını bulmaya yardımcı olur. İnsan, her an yaşamaya değer olan huzur, sonsuz ve harika bir yaşam duygusu kazanır.