Category Archives: Birlik

Tarihi Bireysellikten Kolektif Akla

Soru: Kolektif akıl ve grup etkileri unutulmuş bilgeliktir. Bir zamanlar atalarımız bu bilgiyi kullandı ve sonra yıllarca unutuldu. Bugün bilim, yeterince tuhaf bir şekilde toplulukların bilgeliğe sahip olduğunu ve kolektif aklın, bireylerinkinden çok daha büyük olabileceğini ortaya koyuyor.

Bu bilgelik neden unutuldu ve onu ancak bugün keşfetmeye ve kullanmaya başlıyoruz?

Cevap: Önceden insanlığın kolektiviteye ihtiyacı yoktu. İlk önce bireyselliğe, bireyin egoist izolasyonuna ve de bireyin ve kolektifin karşıtlığına doğru gelişti.

Bu gibi durumlarda, bireysel kişilik her zaman kazanır, çünkü toplumu nasıl yöneteceğini, ifade etmeyi, kazanmayı, öne geçmeyi ve liderlik etmeyi bilen güçlü insanlardır. Bu nedenle, toplum onlara uzanır, onların önünde eğilmeye hazırdır, çünkü kolektifin bu şekilde var olması daha kolaydır.

İnsanların bencillik düzeyleri farklıdır. Bu nedenle, en bencil olan ileri atılır. İnsan toplumunun gelişiminde “bireyin tarihteki rolü” çok önemlidir. Nitekim, bu eğilimin düşüşüne doğru evrimleşmeden önce binlerce yıl geçti. Bireyin rolü ortadan kalkmaya ve kolektif onun yerini almaya başlıyor.

Bunu her yerde görüyoruz: işletmelerde, sporda, gruplarda. Birleşme gücünü taşıyan bir grubun birçok insandan oluşmasına rağmen bir kişi olduğu sonucuna vardık. Yeni bir şeyler yaratabilen ve ileriye atılabilen bir gruptur.

Yorum: İnsanlık, insanların bir ateşin etrafında oturup her şeye birlikte karar verdikleri ilkel komünal sistemden beri gelişiyor. Sonra 500 ila 600 yıl önce, Rönesans döneminde kişilik gelişiminde bir artış oldu. Ve bugün, bireysellik zamanının geçtiğini ve kolektif gelişimin başladığını söylüyorsunuz.

Yorumum: Ekip tek bir birey gibidir.

Twitter’da Düşüncelerim / 26 Kasım 2020

Maneviyat yolunda, yardım talep etmeyi ya da almayı istemeyerek ölü bir insan gibi olurum.

Haz alma arzusu ile çalışmak iki aşamada gerçekleşir. 1. Onun üstesinden gelerek ve ihsan etme eylemlerini gerçekleştirerek haz alma arzumla savaşırım, . 2. Maneviyat arzusu için savaşırım, çünkü o kaybolur.

Egoist arzuyu eşmek ve içindeki boşluğu ifşa etmek istiyorum ki böylece bu dünyadan cennete, manevi dünyaya ulaşabileyim.

Maneviyat için arzu, Yaradan’ı edinme ve O’na yapışma arzusunu, ihsan etme ihtiyacını edinmek istiyorum. Önümde manevi bir alana dönüştürmek istediğim “düz toprak” yatıyor.

İnsan, arzusundan kendisi için olan niyeti çıkarmalıdır. Yaradan, arzularımıza bilerek egoist bir niyet yerleştirdi

Dinlerde olduğu gibi, hiçbir zaman mantığımızı iptal edip onun altında ilerlemiyoruz ama daima mantık ötesinde ilerliyoruz. Mantık ötesi inanç mantığa dönüşür ve bizler bir kez daha onun üzerine çıkmalıyız – manevi derecelerde bu şekilde yükseliriz.

Yaradan’a yaklaşmak ve O’nu hissetmek için ihsan etme niteliğine ihtiyacım var. Yaradan tek adam, tek ruh yarattı ve onu birçok parçaya böldü ki böylece bu pikseller kendi başlarına birbirine bağlansın. Tek bir adamda yeniden bağlandıklarında Yaradan’ı daha çok hissederiz.

Dünyamız, Yaradan tarafından yaratılan ve her seferinde yükselmemiz gereken temeldir. Bu dünya, tüm kırık kapların bir deposudur. Bu dünyaya daha alçak, kırık bir arzu aşılanmak için düşüyoruz ve onu düzeltmek ve doldurmak için yükseliyoruz. “Yükselmek ve düşmek” manevi yoldur.

İçimizde maneviyata direnen ve manevi çalışmayı bozan ne kadar çok soru, niyet ve düşünce keşfedersek, mumumuzun fitili o kadar kalın ve güçlü hale gelir. Direncin üstesinden geliriz – ve fitil daha fazla yağ emer. Işık yukarıdan gelir ve mumumuzu yakar.

Maneviyattan reddedilme, başkalarına ve Yaradan’a karşı nefret, hissedilmeli ve kavranmalıdır. Maddesellik ve maneviyat arasındaki bağ, maneviyattan reddedilerek, reddedilmenin üstesinden gelerek ve Yaradan’a bağlanarak olur. Bu, bu dünyayla manevi dünyayı birbirine bağlayan, sımsıkı sarıldığımız iptir.

Arzum dışında hiçbir şeyim yoktur. Hayatım boyunca rasyonel mantığı takip ettim ve aniden ona karşı mı çıkacağım? Kabala bilgeliği bizi akıl ve mantık olmadan ilerlemeye zorlamaz, bize onların üzerine çıkmayı öğretir. Akıl ve mantık kalır – onları göz ardı etmeyiz ancak onların üzerine yükseliriz ve tam tersini yaparız.

Bir kişinin aklı ve mantığı ne kadar gelişirse, mantık ötesi inançla hareket etmede o kadar yükseğe erişir, fiziksel dünyada da daha akıllı hale gelerek ve manevi dünyada daha da ilerleyerek. Kişi her zaman büyüyor: mantıkta ve sonra mantık üstünde.

İçimizde kalbimizdeki noktayı – yukarıdan kutsallığın bir parçasını, ihsan etme filizini ifşa etmek istiyorsak, bu amaçla birçok kuvvet uygulamalı ve grup içinde birbirimize yardım etmeliyiz. Ruh denilen tam ölçüye ulaşana kadar, içimize yerleştirilen bir damla semen gibi içimizdeki ihsan etme gücünü geliştiriyoruz.

Dua kalpte çalışmaktır, çünkü mantık ona direnir ve kişi mantığa karşı gelmelidir. Yaradan’dan doğamın direndiği şeyi istiyorum. Her dua, kalpte özel bir çalışma gerektirir. Yaradan için çalışmam gerektiğini mantığımla anlamak istemiyorum, mantık ötesi inançla çalışmak istiyorum.

İçimdeki her şeyin direnişini hissediyorum: Birliği, çalışmaları, özgecil eylemleri, dağıtımı, dostlarla bağı istemiyorum. Beni Yaradan’a yaklaştıran araçlardan yararlanmak istemiyorum. İçimdeki direnci görüyorum – bu benim egomun içinde ama dışarıda tam tersini yapıyorum.

Hiçbir şey ve hiç kimse beni buna zorlamaz, mantık üstünde ihsan etmek uğruna her şeyi yapacak kuvvetleri bulmaya çalışan benim. Mantıktan mantık üstüne, arzunun üstüne geçiş bu şekilde gerçekleşir. Bu fiziksel dünyadan manevi olana geçiştir. Manevi dünya mantığın üzerine, benim olağan arzumun üzerine inşa edilmiştir.

Bir ego-bedenin içinde olduğum için onu nasıl Yaradan gibi olmaya, egonun üstündeki ihsan etme niteliğinde dönüştürdüğümü hayal edebiliyorum. Bu nedenle, kendimi her seferinde daha büyük bir egoist kabukta hissetmekten ve ve ondan Yaradan’ı arzulamaktan mutluyum.

Kendi menfaatim için değil, başkalarının menfaati için hareket edersem, onlardan izole edilmem için hiçbir neden olmaz. Bana zarar veremezler. Aksine, uzay giysisinin sınırlarının ötesinde orada bulunan her şeyi herkesin yararına kullanabilirim.

“İnsan İlişkilerinin ve İletişiminin Özü Nedir?” (Quora)

İnsan ilişkilerinin ve iletişiminin özü, karşılıklı uyumlu bir bağ halinin tezahüründedir.

Uyumlu bir şekilde bağ kurmadan önce, her birimiz birbirimizle ilişkilerimizde ortaya çıkan sayısız olumlu ve olumsuz hisler yaşarız. Sonuçta bu değişim, yeni ve uyumlu bir bağ türünün oluşumuna yol açar.

Bununla birlikte, ilişkilerimizin ve iletişimimizin bizi uyumlu bir bağa götüreceğinden nasıl emin olabiliriz?

Bu bizim hazırlığımıza, yani aldığımız eğitime, sosyo-kültürel etkilere ve yetiştirilme şeklimize bağlıdır.

Kendi içimizdeki ilişkilerimiz ve iletişimlerimiz hakkında endişelenmemize gerek yoktur. Bunun yerine, kendimizi en iyi şekilde nasıl hazırlayacağımızla yani uyumlu bir şekilde bağ kurmak için kendimizi çevreleyen eğitimsel, sosyal ve kültürel etkilerle ilgilenmeliyiz. Bu, çocuklarını okula veya başka bir toplantıya göndermeden önce başkalarına nasıl davranmaları gerektiğini öğütleyen bir anneye benzer.

Kendimizi uyumlu bir şekilde bağlanmaya hazırlayarak, yani kendimizi olumlu insan ilişkilerini ve iletişimini öğreten ve örnekleyen bir çevre ile çevreleyerek, sonrasında kendimizi yepyeni bir hissin açığa çıkmasına yakınlaştırabiliriz: başkalarının düşüncelerini, arzularını ve ihtiyaçlarını kendimizmiş gibi hissetmek. Böylesine paylaşılan bir algı ve his, insan ilişkilerinin ve iletişiminin özüdür.

İnsanlar Neden Motivasyonlarını Kaybeder?

Bizler arzularımızla hareket ediyoruz ve zamanımızda bu arzularımız bireysel doğrusal gelişimine son veriyor ve yeni bir kolektif ve bütünsel gelişim aşamasına giriyorlar.

Başka bir deyişle arzularımız, bireysel arzular olan gıda, seks, aile ve barınmadan, sosyal arzular olan para, şeref, kontrol ve bilgiye doğru, nesiller boyunca artmıştır ve bizim çağımızda, geçmişteki arzularımız gibi doğrudan yerine getirilemeyen yeni bir arzu ortaya çıkmıştır.

Bu yeni arzu ancak diğer insanlarla uyumlu bir bağ ile yerine getirilebilir. Bu binlerce yıldır nasıl geliştiğimize dair temelde yeni ve farklı bir gelişmedir ve bu yeni arzunun ortaya çıkmasından sonra hayatlarımıza nasıl yön vereceğimizi henüz kavrayamadık.

Çağımızda ortaya çıkan küresel bağlantılı teknolojiler ve ekonomiler gibi olaylar, bu yeni arzunun yüzeysel bir ifadesidir. Başka bir deyişle, bizi giderek daha fazla birbirine bağlayan sistemler yarattık, ancak henüz tutumumuzu olumlu bir şekilde birbirimize bağlamadık. Teknolojik ve ekonomik yollarla yüzeysel olarak bağlanmak, nihayetinde bizi tatmin etmekte başarısız oluyor çünkü zihinsel ve duygusal düzeyde pozitif bir şekilde bağlanmamız gerekiyor. Bunu yapmak, hayatlarımızda yepyeni bir tür tatmin ortaya çıkaracaktır.

İçsel olarak bağımsız kalarak, dışsal olarak ne kadar çok bağ kurarsak ve kendimizi geçmiş yöntemlere göre yerine getirmeye ne kadar devam edersek, o zaman bedensel/maddesel çeşitliliğimizde ortaya konan zevklerin: yemek, seks, aile, para, şeref, kontrol ve bilgi peşinden koşarken motive kalmayı o kadar zor buluruz. Bununla birlikte, aynı şekilde içimizde ortaya çıkan bu yeni arzunun, nihayetinde ne istediğini ve onu nasıl yerine getireceğimizi henüz daha kabullenemedik.

Motivasyonumuzu ve yaşama sevincimizi yepyeni bir düzeyde tazelemek için yeni bir yönteme, yeni eğitime ve yeni ortaya çıkan bu arzu ile tanışmamıza,  bireyci-doğrusal bir paradigmadan bütünsel-analog bir paradigmaya önemli bir geçiş çağında nasıl yaşayacağımıza ve yeni bulduğumuz karşılıklı bağımlılığımızı ve birbirine bağlılığımızı uyumlu bir şekilde nasıl gerçekleştirebileceğimize rehberlik edecek etkilere ihtiyacımız var.

Günümüzde pek çok insan motivasyonunu kaybediyor çünkü artık bireyci kendi kendine hizmet yollarıyla kendilerini memnun edebileceklerini hissetmiyorlar. Bu nedenle, kendimizi tamamlama/memnun etme şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor: Başkalarını tamamlamak için samimi bir niyet inşa etmemiz ve birbirimizi tamamlamayı hedeflediğimizde, mükemmel bir yaşamdan daha azını keşfetmeyeceğiz.

Dahası, karşılıklı sorumluluk ve birbirine bağlılık kanunları olan doğa kanunları, bu gelişmenin arkasında durmaktadır. Doğa kanunları, birbirimizle gittikçe daha fazla bağ kurmamıza rehberlik ediyor. Dolayısıyla, artan bağımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirmek için ne kadar aktif adımlar atarsak, doğanın yasalarına o kadar çok uyum sağlar ve buna bağlı olarak, yeni kurulan bağımıza girmek için doğada ikamet eden olumlu güçleri uyandırırız. Bu gerçekleştiğinde, şu anda bildiğimiz ve hissettiğimiz her şeyin dışında, sınırsız yaşamın tadına varacağız ve bizi egoist benliğimizden çıkıp başkalarıyla uyumlu bir şekilde bağ kurmaya teşvik eden bir atmosferden kaynaklanan yepyeni bir motivasyon dalgası hissedeceğiz.

Nefret Dedektörü

Pandeminin bir sonraki aşaması Koronavirüsün bizi ona doğru götürdüğü, kötülüğün ifşasıdır. İçsel ayrılığımıza uygun olarak birbirimizden uzak durmamız gerektiğini anlayacağız. Yavaş yavaş, maddi ve manevi dünya arasındaki bağlantı tezahür etmeye başlayacak.

Bu nedenle salgının sona ereceğini düşünmüyorum.  İlaçlar ortaya çıkacak, ancak yardımcı olmayacaklar ve eğer bir virüs için yardım ederlerse, bu sadece bir başkasını, daha da tehlikeli olanı ortaya çıkarmak için olacaktır.

Koronavirüs bize dış parametrelerde birbirimizle olan içsel ilişkimizi göstermektedir: Birinden “iki metre kadar” ve birinden “yirmi metre kadar” nefret ediyorum. Karantina mesafesi aramızdaki nefreti yansıtmaktadır. Eğer onlara iyi davranmazsam birine yaklaşmam yasaktır. Belki birisine çok yaklaştığınızda vızıldamaya başlayan bir detektör bile icat ederler.

Buna kötülüğün ifşası denir çünkü insanlara ne kadar kötü davrandığımı ve tavrımı düzeltmem gerektiğini anlarım. Bu Koronavirüsün tedavisi olacaktır.

Manevi alanda yakınlığımız, niteliklerin benzerliği yasası tarafından belirlenir. İşte bu yüzden bu dünyada başımıza böyle olaylar geliyor. Yeni bir gerçeklik algısı kazanıyoruz çünkü sizin hakkınızda nasıl düşündüğüme (iyi veya kötü) bağlı olarak size yakınlaşabilir veya uzaklaşabilirim. Eğer gerçekten sizin için en iyisini istiyorsam, daha da yakınlaşabilirim. Ama sadece belirli bir sınıra kadar, bundan fazlası değil! Aramızdaki sınırı hissederim.

Manevi bir alandaki yüklü parçacıklar gibiyiz, gelişigüzel yakınlaşamayan veya uzaklaşamayan, ancak her zaman aralarında bir denge sağlayan. Böylece niteliklerimizin eşitliği ya da farklılıkları ölçüsünde birbirimize doğru yüzdüğümüzü hissetmeye başlarız. Tutum değiştikçe mesafe değişecek ve her şey o kadar net hale gelecek ki, kendimizi hızla ıslah etmemize ve tek kalp tek bir adam gibi olmamıza izin verecektir.

Aramızda hiçbir fark olmayacak – sadece tek bir ortak arzu. Hastalıklar ve virüsler olmayacak. Virüs, bizi bu duruma, ortak kucaklaşmaya getirdiği için yararlı olacaktır.

Asıl mesele, doğada saklı olan üst gücün yardımına ihtiyacımız olduğunu bulmaktır. Bu güç yaşamın kaynağıdır ve bu nedenle tüm yaratılış parçacıklarını yaratır ve yaşam duygusuna ulaşıncaya kadar onları geliştirir. Bu nedenle, tüm seviyelerde artı ile eksiyi birleştirebilen bu kuvvete ihtiyacımız var, böylece o, insan seviyemizde bize yardımcı olabilir.

İnsan seviyesinde bu güç, bizim çağrımız olmadan kendiliğinden gelmeyecektir; bize özgür seçim bırakmaktadır: o, bizlere sadece negatif bir güç olarak görünerek bizi uyandırır, böylece aramızda olumlu davranmayı talep ederiz, söylendiği gibi: “Karı ve koca – aralarında Shechina.” Bu hep birlikte istememiz, talep etmemiz ve dua etmemiz gereken şeydir.

Tek bir çıkış yolumuz var: kendimizi düzeltmek ve o zaman aramızdaki iyi bağ, virüsün kendini göstermesine izin vermeyecek. Bunu anlayana kadar Koronavirüs yok olmayacak.  Çeşitli değişimlerle yeniden doğacak ve hayatımızı zehirleyecek ta ki sadece birbirimizle ilişkilerimizi geliştirerek virüsü etkisiz hale getireceğimizi anlayana kadar.

Aksi takdirde virüs, insandan hayvanlara, hayvanlardan böceklere, savaşması imkansız olan çok daha küçük olanlara geçecektir. Virüs her yerde olacak! Böcekler, sinekler ve kuşlar tarafından taşınacak ve bizi her sivrisinekten korkmaya zorlayacak. Ve en önemlisi, ürünlere virüs bulaşacaktır.

Kendimi bir eve kilitleyip, onu kaleye çevirebilirim ama bu kalenin içinde erzaklara ihtiyacım vardır. Ve tüm ürünler virüslü olacaktır, herhangi bir domates, salatalık veya su şişesinde her yerde virüs olabilir. Sonuçta, herkes egoizme sahiptir, bu da hepimizin acı çekeceği anlamına gelir. Evden çıkamayabilirim ama nefes almam gerekir ve hava ile birlikte virüsleri soluyacağım.

Başka nasıl şöyle demeye itilebiliriz: “Yeter! Düzelme uğruna her şeyi yapmaya hazırız.”

En Önemli Şey Birbirine Bağlı Kalmaktır

Yaradan için özlem duyarsak, bizi düzelten, yakınlaştıran ve organize eden ıslah eden ışığı çekeriz. Gün geçtikçe bize yeni düşünceler ve yeni arzular geldiğini hissederiz. Onlar tesadüfen hiç yoktan ortaya çıkmazlar; tüm bunlar, içinde var olduğumuz tek sistemin unsurları gibi, bilinçli olarak gerçekleşir.

Tesadüfî hiçbir şey yoktur. Bu yüzden dünkü kadar keskin olmadığım için kendimi suçlamamalıyım. Dün daha ciddi düşünüyordum ve daha derin hissediyordum ama bugün birdenbire bunu yapamıyorum. Oysa tüm bunlar benim koşuldan koşula doğru ilerlemem için yukarıdan organize edilmiştir.

İhtiyacımız olan en önemli şey birbirine bağlı kalmaktır. Yapmamız gereken tek çaba budur. Ve diğer her şey yukarıdan ayarlanacaktır.

Görünürde Bir Aşı Olmadan Tek Tedavi Önleyici Tedbirdir

Facebook Sayfamdan, Michael Laitman 23/10/20

Birleşik Krallık Hükümeti Baş Bilim Danışmanı Patrick Vallance, geçtiğimiz günlerde Londra’daki Ulusal Güvenlik Strateji Komitesine “enfeksiyonu tamamen durduran gerçekten virüsten arındıran bir aşı yapma olasılığımızın düşük olduğunu” söyledi. Bu tahmin ne kadar ürkütücü olsa da, Vallance’ın virüsün etkisini küçümseme ihtimali var. Daha olası senaryo, virüsün insanlardan hayvanlar alemine, bitkilere ve oradan tekrar insanlara yayılacak olmasıdır. Düzenli yöntemler kullanarak onu yenmek imkansız olacaktır. Tek seçeneğimiz yaşam tarzımızda devrim yapmaktır.

Halihazırda, Ulusal Bilimler Akademisi Bildirilerinde yer alan bir raporda, kedi ve köpeklerin yeni Koronavirüs tarafından enfekte olabileceğini ve bunu evcil hayvanlara bulaştıranların insanlar olduğunu doğruluyor. Gerçi şimdiye kadar hayvanların insanları enfekte ettiğine dair hiçbir kanıt olmamasına rağmen, deneyimler Koronavirüsün her zaman değiştiğini ve yarın evcil hayvanlar aracılığıyla bulaşmayacağından emin olamayız.

Daha da endişe verici olan, Çin’deki Qingdao Sağlık ve Güvenlik Komisyonu, Qingdao limanında pozitif deniz ürünü örneklerinin tespit edildiğini ve mevcut kargoyu boşaltan iki işçinin enfekte olduğunu bildirdi. Evcil hayvanlarımız ve yiyeceklerimiz yoluyla bile bize bulaşabilecek bir virüs için aşı olmadan kendimizi nasıl koruyacağız? Kendimizi virüsten koruyamayız, ancak ortaya çıkmasının nedenini ortadan kaldırabiliriz ve bu da virüsü ortadan kaldıracaktır.

Geçtiğimiz birkaç on yıl içinde, hayvanlar aleminden insanlara bir dizi virüs geçti. HIV AIDS, Ebola ve SARS sadece birkaç örnektir ve bilim adamları, hayvanların yaşam alanlarını mahvettiğimiz ve onları bize yaklaştırdığımız için, daha pek çoğunun “tüpte” olduğu konusunda uyarıyorlar. Aynı zamanda, yozlaşmış yaşam tarzımızla bağışıklık sistemimizi zayıflatarak bizleri, tanıdık olmayan patojenlere karşı daha savunmasız hale getirdik.

Sağlıklı bir gelecek istiyorsak, yaşam tarzımızı değiştirmeliyiz. İnsanlar, milletler, ırklar ve inançlar arasında sömürü, acımasız rekabet, nefret ve yabancılaşma tavrını sürdüremeyiz. Bu nefret, birbirimize ve dünyaya kötü davranmamızın sebebidir. Hakimiyet mücadelelerimizle, aramızdaki savaşları yaşadığımız dünyaya aktarıyor ve gezegenimizi yok ediyoruz.

Suçlarımızın hiçbir sonucu yokmuş gibi davranamayacak kadar güçlendik. Birbirimizden karşılıklı olarak sorumluyuz. İstesek de istemesek de birbirimize bağımlıyız. Yaptığımız her şey tüm insanlığı etkiliyor. Birbirimiz için düşünmeyi ve endişeyi seçersek, bu tüm dünyayı kurtaracaktır. Nefreti sürdürmeyi seçersek, kendimizi ve herkesi yok ederiz.  Batmak veya yüzme durumundayız ve hepimiz farkında olmadığımız iplerle birbirimize bağlıyız. Başkalarını boğarsak, bu ipler bizi onlarla birlikte aşağı çeker.

Bir Dünya Devriminin Eşiğinde

Kişi özünde sadece haz veya acıya çok duyarlı bir alma arzusudurBu nedenle, Yaradan bir anda tüm insanlığı mutlak erdemli olmaya mecbur edebilirdi.

Ancak O, buna anlayış ve farkındalık yoluyla gelmemizi istedi, böylelikle kendimiz O’ndan bizi ihsan etmeve bağa getirmesini talep edebilirdik, biz kendimiz karşılıklı garanti ister ve kendimiz Yaradan’a benzer olmaya çalışırdık.

Bu yüzden bu, çok zaman alır ve çok farklı koşullar gerektirir. Tüm insanlığı yetmiş parçaya, dünyanın yetmiş ulusuna, farklı zamanlara ve her türlü koşula bölmek gerekiyordu. Her şey, her arzu üzerine onun üstünde olan bir his inşa etmek içindir, yani ihsan etme uğruna, alma arzusunun ve ihsan etme arzusunun ne zaman ve ne ölçüde kullanılabileceğini hesaplayabilen bir zihin.

Bu şekilde, kişi, Yaradan’dan ne kadar almanın mümkün olduğunu ayarlayabilir, öyle ki bu sadece ihsan etmek için olan arzuyu ıslah etmek için yeterlidir, bir damla daha fazlasını değil.

Görünen o ki bizler alma arzusunu programlamalıyız böylelikle doğasına aykırı çalışmasına izin veren tüm bu bilgeliği, bilgiyi ve yetenekleri emer ve Yaradan’ın doğasını üst nitelik olarak takdir etmeyi, onu kendi üzerine koymayı, etkilenmeyi ve O’nun gibi davranmayı öğretir.

Yaratılış, ancak çok karmaşık bir süreç yoluyla Yaradan ile denkliğe getirilebilir. Sonuçta, başlangıçta bundan son derece uzaktır, ona tamamen tersidir. Yaradan, alma arzusunu, ihsan etme arzusuna zıt olsun diye yarattı, sonra onu kırdı ve bu arzunun içine minik ihsan kıvılcımları serpiştirdi.

Bu kıvılcımlar da egoizmin kontrolü altındadır. Bu nedenle, kişi tüm egoist arzusunu ve tüm ihsan etme kıvılcımlarını kullanır ve bu sayede başkalarıyla bağ kurar, farklı toplumlar, işler kurar ve birbirinden kar elde etmek ister. Tüm bunlar alma arzusunun içine düşen kıvılcımlar sayesindedir; aksi takdirde arzular izole kalır ve birbirleriyle bağlantı kuramazdı.

Bağlanmaya ve birbirimizden kazanmaya başladığımızda, bunun ne kadar karlı olduğunu anlarız ve daha fazla bağlantı ekleriz. Sonra birdenbire her şey bozulur çünkü böyle devam etmek imkansızdır ve feci bir düşüş yaşanır. Bu kriz yirminci yüzyıl boyunca büyümektedir ve bugün öyle bir noktaya ulaştı ki ekonomik bir düşüşten evrensel bir düşüşe dönüştü.

Bugün, ışığın kıvılcımlarından gelmesi gerçeğine rağmen, bağın kötü olabileceğini anlamaya başlıyoruz. Şimdi işimiz bu bağı iyi bir bağa dönüştürmek. Bu özel bir süreçtir çünkü sadece komşumuzun yararına bağ kurmamızı gerektirir. Bunu yapmak için, üst ışığın kıvılcımlarını alma arzumuzun üzerine çıkarmamız gerekir.

Ortak ruhun parçalanmasından sonra, bugüne kadar, bu kıvılcımlar daha da egoist bir şekilde alma arzusunu oluşturmamıza yardımcı oldu. Ancak şimdi, ışığı çekmek ve alma arzusu yerine ihsan etme arzusunu büyütmek için, bu alma arzusunu alıp kıvılcımların hizmetine sunmalıyız. İhsan etme niyeti, alma olanın üzerinde yükselmelidir bu da mantığın üzerinde inançla çalışmak anlamına gelir. İhsan etme gücü, Bina, bizim tarafımızdan alma gücünün üzerinde değerlenecektir.

Bu, ihsan etme niyetinin egoizmin gücünden daha büyük olması için gerçekleştirmemiz gereken büyük devrimdir ve kırılma sırasında arzuya düşen kıvılcımlar, onlardan kar elde etmek için kıvılcımların başkalarıyla bağ kurmak için kullanıldığı, gelişimi kontrol eden egoizm yerine, gelişimimizi belirlemeye başlayacaktır.

“Hayatın Acı Gerçeği Nedir?” (Quora)

Gerçek, doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi anladığımız anda sürekli parmaklarımızın arasından kayıp gider.

Gerçek olduğunu düşündüğümüz şeye ulaşmak için çok çaba sarf edebiliriz ve onun yönünde bir hamle yapar yapmaz, daha önce hissettiğimiz gerçeklerdeki tutarsızlıklara dayalı ek derinlik keşfederiz. Böylelikle gerçeği tekrar tekrar aramaya devam ederiz.

İnsani gelişim, sürekli olarak “gerçek” dediğimiz şeye nihai erişime doğru ilerliyor.

Bu gerçek nedir?

Genel olarak ifade etmek gerekirse, hakikat, yaratılışın başlangıç noktasıdır, aramızda herhangi bir ayrım olmaksızın hepimizin bütünüyle doğaya bağlı kaldığı bir durumdur. Dahası, yalnızca o noktayla temas kurarak gerçeğe ulaşırız.

Bu nihai hakikat noktasına ulaşma yolunda birçok aşama vardır ama hepsi eksik ve tamamlanmamıştır.  Bu nedenle, mutlak gerçeğe ulaşabilsek bile, o bizden hala çok uzaktır.

Bu durumda doğa, kişisel çıkar gözetmeksizin, doğanın özgecil sevgi ve ihsan etme niteliği anlamına gelmektedir. Bizler, “insan doğası” dediğimiz, öncelikle kendi çıkarımızı düşündüğümüz, zıt bir egoist alma niteliği içinde doğarız. Bu nedenle, nihai hakikat  noktasına ulaşma yolundaki aşamalar, defalarca egoist niteliğimizin üzerine, daha şefkatli, veren ve seven birine yükselme ve  her seferinde elde ettiğimiz şeyin, sanki bir kara deliğin içine çekilmiş gibi egoizmimizde kaybolduğunu tekrar tekrar  keşfetme aşamalarıdır.

Ayrıca, çevremizi yani bizi etkileyen her şeyi güçlendirmeye devam edersek, egoizmimizin üzerine çıkmanın ve daha iyi bağ kurmanın, doğanın niteliği gibi daha anlayışlı ve özgecil olmanın olumlu örneklerini vermeyi sürdürürsek, o zaman kendimizi, o uyumlu nihai hakikat noktasına çok daha hızlı, daha zevkli ve çok daha az ıstırapla “çekmek” için arzumuzu uygulamaya devam ederiz. Bunun yerine çevremizi bizi olumlu yönde etkileyecek şekilde güçlendiremezsek, o zaman hayatımızın yönünü değiştirme ihtiyacını ve orada yolumuza devam etmek için yarattığımız çevreyi uyandırmak için sadece bizi kışkırtmaya yarayan evrimin ağır ezici gücünün, sayısız kriziyle bizi ezip geçmesine izin veririz.

Birbirimizi Duymuyoruz

Soru: Herkesin dinleyebilmesi gerekiyor. Ebeveynler çocuklarını dinlemeli. Çocuklar, kendilerine ödev veren öğretmenlerini dinlemeli. Bir yöneticinin astlarını dinlemesi gerekir, vb.

Çoğu insan kendisini çok iyi dinleyici olarak görür. İnsanların yalnızca% 10’unun başkalarını dinleme yeteneğine sahip olduğunu gösteren bir araştırma okudum. Nedeni nedir? İnsanlar neden dinleyebileceklerini sanıyorlar ama biz tam tersini görüyoruz?

Cevap: Çünkü kişi egosuyla birlikte hareket eder, herkesin onun ne kadar arkadaş canlısı, özenli ve duyarlı olduğunu görmesini ister. Aslında sadece kendini dinlemek, sadece kendini görmek ve sadece kendini haklı çıkarmak ister. Bu nedenle birbirimizle iyi iletişim kurmamız çok zordur. Birbirimizi duyamıyoruz.

Bugün her türlü video ve ses bağlantısı yöntemi olması gerçeğine rağmen, sadece birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu kontrol etmeliyiz. Bundan sonra sosyalleşmeyeceğiz. Oturup bizi birbirimize bağlayan çeşitli programları dinleyebiliriz, ancak kendimizden başka kimseyi duyamayız veya göremeyiz.

Soru: Bir mesajın anlamının net bir şekilde anlaşılamayacağını söyleyen kişilerarası ilişkilerin temel bir kuralı vardır. Fizyolojik seviyede, bizler bu mesajı anlayamıyoruz.

Okuduğum bir araştırmada, ses algımızın sadece % 25 etkili olduğu tespit edilmiş. Arkadaşlarla yapılan,  resmi olmayan görüşmelerde bile bilgilerin yalnızca % 60 ila % 70’i absorbe edilmekte.

Bu boşluğun sebebi nedir? Egoizmin açık olduğu şeyler vardır.

Cevap: Egonun neye açık olduğu ya da olmadığı önemli değildir. Herkes kendini sevgiye kaptırdığından ve sadece kendini hissetmek istediğinden, bize ulaşan her şey hala yanlış yorumlanır ve bu nedenle havada bir yerlerde kalır.