Category Archives: Birlik

“2020- Sıradışı Ama Harika Bir Yıl” (Linkedin)

Bir Kabalist olarak, 2020’nin hatırladığım tüm yılların en iyi yılı olduğunu düşünüyorum. İnsanlığın eski yaşamında sahip olduğu (paranın peşinden koşmak, aşırı vurdumduymazlık ve tek düşüncemizin almak ilgili olduğu diğer alma biçimleri, başkada bir şey değil) her şeyden sıyrılıp kurtulmaya başladığı yıldır. Bu yıl içinde, doğa geldi ve bize tokat attı, durmamızı emretti ve eve gidip kendimizi karantinaya almaktan başka seçeneğimiz yoktu. Salgın bizleri yaşam hakkında düşünmeye ya da en azından önceki yaşamdan kurtulmaya zorladı ve bu yüzden bu kadar iyi oldu.

İnsanlık için, 2020’nin sıra dışı bir yıl, “darbenin yılı” olarak hatırlanacağını düşünüyorum. İnsanların işe gittikleri, kendilerini eğlendirdikleri, seyahat ettikleri vb. gibi normal hayatlarını durduran bir yıl. Sanırım insanlar, aniden bu darbenin geldiğini, evden çıkmalarını, istedikleri yerde dolaşmalarını yasaklayan, sinema salonlarını, hatta parkları, bazen restoranları ve barları kapattıran bu özel virüsü hatırlayacaklar.  Başka bir deyişle, virüs, bizi başkalarına bakıp aynı şeyi yapmak istemeye zorlayan anlamsız yarışı durdurdu.

Barlara, sinemaya, seyahate ve benzeri yerlere gitme dürtüsü bizim doğamızda yoktur. İçimizdeki doğada olan şey, herkes gibi olma dürtüsüdür. Başkalarının bir şey yaptığını görürsem ve bana bunun iyi olduğunu söylerlerse, ben de aynısını yapmaya mecburum. Bizler, bir sürüyüz.

Ama çoban kim? Çobanlar,  bizi sinema salonlarına, barlara ve restoranlara gitmeye, seyahat etmeye ve kendileri için kazançlı ve onlara güç veren çeşitli faaliyetlerde bulunmaya yönlendirmek isteyen parası ve gücü olan insanlardır. Neyse ki bu yaşam tarzı sona erdi. Eskisi gibi olmayacağız. İnsanların önceki yaşam tarzına dönmeye çalıştığını görsek bile, bu işe yaramayacaktır. Aynı olmayacak, aynı hissetmeyeceğiz ve seyahat etsek, dışarıda yemek yesek ve daha önce yaptığımız her şeyi yapsak bile, daha önceki gibi bundan zevk alamayacağız. Acınası, boş, sıkıcı gelecektir.

Doğa bize yaşamlarımızla, doğal hazinelerle ve insan toplumuyla ilişkimizi değiştirmeyi öğretiyor. Yavaş yavaş Covid-19 pandemisinin bizi değiştirdiğini göreceğiz. 2020 yılı gerçekten çok özel bir yıldır; yeni insanlığın doğum yılıdır.

“Daha İyi Bir Dünya Hayal Edin, Gerçek Olabilir” (Linkedin)

Kırk yıl önce bugün öldürülen John Lennon, sınırları olmayan, açgözlülüğün ve açlığın olmadığı ortak bir dünya, hepsi sevgi olan tek bir dünya hayal etti – ve onun mesajı kitlelerin kalbine hitap etti. Daha hoşgörülü, eşitlikçi ve kucaklayıcı bir dünya fikri bugün hala yankılanmaktadır.

Herkesin içinde küresel bir sevgi hayali yaşıyor, bu yüzden zorlu ve yabancılaşmış bir dünyada, her şeyin ticari amaçlarla sömürüldüğü bu dönemde bile, hala sevginin hüküm sürdüğü filmleri izlemeyi ve çoğunlukla aşk şarkılarını dinlemeyi tercih ediyoruz. Dünyanın her yerinde tüm kültürler sevgi teması etrafında döner, ve zaman zaman nefret ortaya çıkarsa, sevginin güzelliği ile tezat oluşturmak için, çirkin bir kontrpuan olarak gelir. Bu doğaldır. Her insanın sevgi bağından daha fazla içsel arzusu yoktur. İçinde yaşadığımız zamanın ve çevrenin tüm materyalist katmanları yüzünden, onu çok istememize neden olur.

Yani Lennon’ın hayal ettiği dünya ütopik değildir. Sevgiyle dolu bir dünya güzeldir ve iyi bir hedeftir ve ilk önce bunu hedeflersek,  aramızda yerini bulmalıdır. Saça örülmüş çiçeklerin ve cıvıldayan kuşların sevgisi değil. Onlarda yanlış bir şey yok ama daha derin ve gerçekçi bir sevi deneyimi, insanın temel malzemesi ile inşa edilir. Buna “nefret” denir. Dünya böyle yaratıldı, aynı madalyonun iki yüzü, sevgi ve nefret, dengeye ulaşana kadar sürekli etkileşim halindedir.

Sevgi, iki insanın birbirini reddettiği hatta nefret ettiği bir durumla başlar ve farklılıkları silmeden, boşlukları görmezden gelmeden, görüş ayrılıklarının üzerine karşılıklı bir anlaşma inşa ederler. Bu, doğada var olan ve “Sevgi tüm günahları örter” adı verilen bir yöntemdir. Doğanın yaptığı gibi, karşılığında hiçbir şey beklemeden bu şekilde sevmeyi başaran biri, her zaman yaşam sevinci dolu yanan bir kalbe sahip olacaktır.

Bir gün başkalarının bizi sevmeye başlamasını beklemek zorunda değiliz, her şey tamamen kişiye bağlıdır. Kayıtsız şartsız sevgi dolu olmak istiyorsak, kendimizden çıkıp başkalarının içine nasıl gireceğimizi öğrenirsek, o zaman tüm hayal gücümüzün ötesinde, bizler için sınırları olmayan, açgözlülüğün ve açlığın olmadığı bir dünya keşfedeceğiz. Böyle bir kişi, dünyayı ayakta tutan ve her şeyi Bire bağlayan içsel gücü bulacaktır.

Aramızdaki Bağda Köprüler Kurmak

Bizi rahatsız etmesi gereken ana soru, içine giren egoizm tarafından parçalanmış ruhun genel kabını nasıl restore edip, yeniden inşa edeceğimizdir. Tıpkı dağlık bir alandan suyun akıp dağlar arasındaki vadileri doldurduğu gibi, ortaya çıkan egoizm de aramızdaki bağdaki boşlukları doldurarak bizi bölmeye ve bizi birbirimizden uzaklaştırmaya başladı. O zamandan beri, egoizmimizin üzerinde nasıl köprü kurabileceğimiz sorunu ortaya çıktı.

Egoizm ortadan kalkmayacak. Onunla savaşmak imkansızdır ve buna gerek de yoktur. O, bizi yöneten Yaradan tarafından yaratılmış bir güçtür. Onunla bir şey yapmak, onu herhangi bir şekilde silmek veya yok etmek imkansızdır. Yapabileceğimiz tek şey onu dengelemektir.

Egoizmin bizi böldüğü gerçeğinden dolayı, onun üzerine daha fazla yükselmeye başlayacağız ve bizi ayıran “vadileri” birbirine bağlamamızı sağlayacak büyük köprüler inşa edeceğiz, böylece su, deniz, okyanus, aşağıda kalacak ve ikinci bir kat yapabileceğiz.

Bu köprüleri birbirimize bağlanmak için suyun üzerinde inşa ettiğimizde, birbirimizde tamamen yeni bir bütünleşme hissedeceğiz. Egoizmimizi de hesaba katmamız gerekecek çünkü bir yandan bu köprüleri onsuz inşa edemeyeceğiz, diğer yandan da aramızdaki bağı bir sonraki seviyeye yükseltmemiz gerekecek.

Bu çok ilginç bir seviyedir. Hepimiz farklı ve birbirimize zıtız. Birbirimizi anlamıyoruz ve birbirimizle uzlaşamadığımız ve birbirimize katılamadığımız için birbirimizden uzaklaşır ve giderek daha fazla yabancı oluruz.

Bugün gençlerin artık evlenmek, birlikte çocuk yetiştirmek ve bir yuva sahibi olmak için nasıl bağ kuramadıklarına bakın. Sonuç olarak, dünyadaki birçok kurumun temelleri yıkılıyor: köyler, gelenekler, her neyse, aslında parçalanıyor ve dağılıyor.

Egoizm sürekli büyüyor ve aramızdaki mesafeler gittikçe daha fazla su ile doluyor ve bizi bu dünyada, özellikle günümüzde artık var olamayacağımız bir duruma getiriyor.

Artık herkesin, en azından egoist güçlerle bir dereceye kadar birbirine bağlı olduğu küresel, bütünsel bir dünya yok. 20. yüzyıl, bankacılık, ticaret, siyaset ve uluslararası ilişkiler alanlarında karşılıklı kazanımlara ulaşmak için insanlar arasındaki birlikle şekillendi. Ama bu dönem geçti ve yabancılaşma hali yine burada.

Bu, aramızdaki doğru köprüleri, bugün hissettiğimiz bölücülüğün üzerinde, önceki durumların üzerine kurmayı öğrenmek zorunda olmamızın nedenidir: dendiği gibi “Sevgi tüm günahları örter ” bu da başkalarına karşı niyet anlamına gelir ve bu nedenle sevgi köprüleri inşa etmeliyiz.

Bunu nasıl yapabileceğimizi kavramamız ve anlamamız gerekecek. Her kişi kendi görüşüne bağlı kalırsa aramızda ne tür bağ olabilir? Her kişi kendi görüşünü bir başkasının görüşüne çevirebilirse, o zaman ne olacak? Bir diktatör ortaya çıkacak ve herkes ona itaat etmeye mi başlayacak? Bu da olamaz.

Genel olarak, dünyanın ıslah edilmesi, doğru bir şekilde birleşebilmemiz için her bir kişinin sahip olduğu tüm boşlukları ve nitelikleri hesaba katmakla ilgilidir. Ama her birimizin farklı bir görüşü varsa bu nasıl mümkün olabilir? Dahası, ne kadar gelişmişsek, farklı görüşlerimiz, arzularımız, anlayışımız ve fikirlerimiz arasındaki kutuplaşma da o kadar büyük olur.

Öte yandan Kabala bilgeliği bizi niteliklerimizin, anlayışımızın ve fikirlerimizin üzerinde bağ kurmaya çağırır. İki bireyin ihtiyaçlarını, hedeflerini yerine getirmesi ve karşılıklı anlayış içinde hareket etmesi nasıl mümkün olabilir? Bu da bir problemdir.

Bununla ilgili yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Aynı anda iki zıt boyutta işleyen dünyayı anlayamayız.

Daha alt düzeyde, her birimiz kendi içimizdeyiz ve birbirimizle yalnızca uzak ve harici bir şeyin üzerinde temas kurabileceğimizi anlıyoruz, örneğin “sen benim için ve ben senin için” ilişkisini sürdüren ve bundan daha fazlası olmayan farklı ülkeler gibi. Ancak yaratılış planı bizi mutlak bağa doğru iter.

Burada, ne pahasına olursa olsun bizi birbirine bağlamak isteyen ve böylece bizi egoist bir şekilde birbirimize doğru iten Yaradan ile giderek artan bir karşıtlık içindeyiz. Ama birbirimize ne kadar yakınlaşırsak, o kadar çok ezeli düşman gibi hissederiz ve yaklaşamayız. Bu, Yaradan’ın sürekli olarak aramızdaki savaşları, çatışmaları, rekabetçiliği, muhalefeti vb. başlattığı ve davet ettiği anlamına gelir.

Görüyoruz ki çocukluğumuzda ve gençliğimizde, hatta yetişkinler olarak ve yaşlılıkta bile hiçbir seviyede anlaşmaya varamıyoruz. Egoizm büyür ve birbirimize giderek zıt hale geliriz. Dünya milletleri bile bugün bu yabancılaşmayı hissediyor ve her yöne dağılıyor.

Kişi, kendi ulusu arasında, devletinde, topraklarında yaşamak zorunda olduğunu hissetmez, çünkü egosuna kıyasla milleti, devleti ve toprağı daha düşük seviyelerdedir. Böylece kendi egosu üstün gelir.

İstatistiksel olarak, bugün kitleler, yaşayacakları yeni yerler aramak için göç ediyor. Dil engeli çok büyük olmadığı sürece, anavatanlarında yaşayıp yaşamadıkları umurlarında değil ve bu yüzden ellerinden geldiğince evlerini değiştirmeye çalışıyorlar.

Ancak, bizleri ne olursa olsun bir arada tutan ve bir çekim gücüyle bizi birbirimize daha da yaklaştıran doğanın genel gücü Yaradan’ın etkisi altındayız. Bu, giderek daha kötü hissetmemizin ve birbirimizle olmaktan korkmamızın nedenidir.

Elbette bizi başka bir patlamaya götüreceğinden bu seviyede bağ kuramayız. Ne yapabiliriz? Kabala bilgeliğine göre aramızda başka bir köprü seviyesi inşa etmeliyiz, ancak onları nasıl inşa edeceğimizi de bilmemiz gerekir.

Bu, dünyamızda var olmayan Bina’nın bir özelliğidir. Bu nedenle, ikinci katta, ikinci seviyede aramızdaki bağı inşa etmek için onlular oluşturmaya başlamalıyız.

Twitter’da Düşüncelerim / 10 Aralık 2020

Ancak tüm ulus ve tüm dünya olarak birleşme çabasındaki içsel çabalarımız dünyaya barış getirebilir. Aksi takdirde her yerde patlayan hususlar ve baş gösteren savaş olacaktır. Ulusu birleştirme çabalarımızdan daha önemli bir şey yoktur.

Sorun, herkesin yalnızca kendisinin haklı olduğunu düşünmesidir.

Günahlar sevgiyi inşa etmeye yardımcı olur. Tüm farklılıkları sevgiyle örtmeliyiz. Birbirimize bu şekilde davranırsak, insanlar ve partiler arasında herhangi bir çatışma, saldırı veya düşmanlık olmayacaktır.

Doğruluğumuzun ve başkalarının hatalarının sorumluluğunu alarak ve tüm bunları, üzerinde sevgiyle örterek birlikte inşa edeceğiz.

Eğer her taraf ve her insan, diğerlerine karşı olumsuz, eleştirel duygularının karşıtlığına dayanan sevgi formunu inşa etmeye başlarsa, içeride nefret ve dışarıda sevgi olduğunda, o zaman tüm dünyanın ıslah olduğunu ve en iyi safhada olduğumuzu göreceğiz.

İnsanlar kötü olan her şeyi yok etmek ve hayatlarında sadece iyi şeylere sahip olmak ister. Bu yanlış yaklaşım. Kabala, tüm karşıtların nasıl bir araya getirileceğini öğretir. Biri diğerini bastırmaz.

Doğru kombinasyon ve entegrasyon ile birbirleri olmadan yapamayacaklarını anlarlar ve mükemmelliğe ulaşırlar.

“Ebedi Gençlik Pınarı” (Medium)

Yüzyıllar boyunca insanlar, yaşlanmayla bağlantılı olarak derin fizyolojik, psikolojik ve sosyal değişimler yaşarken, yaşlanma sürecini durdurduğunu veya azalttığını iddia eden sayısız yöntem ve tedavi yaratıldı. İsrailli bilim adamları, sonsuza kadar genç görünmenin ve genç kalmanın sırrını bulduklarını iddia ediyorlar. Bunun mümkün olduğu ortaya çıksa bile, konuyu daha derin bir seviyeden keşfetmeden, en önemli olan “Ne için yaşıyorum?” sorusunu cevaplamadan bu hiçbir şey ifade etmez.

Tel Aviv Üniversitesi ve İsrail’deki Shamir Tıp Merkezi’nden yapılan bilimsel araştırmalarda, 64 yaşındaki sağlıklı bir grup insanı hiperbarik odalara yerleştirildi ve onlara üç ay boyunca yüksek seviyelerde oksijen seansları sağlandı. Deneyden sorumlu bilim adamları, terapinin yaşlanma sürecini geciktirdiğini, “tersine çevirdiğini” ve bu bireylerin performansını 25 yaş küçük insanlara benzer seviyelere dönüştürdüğünü iddia ediyor.

Yaşlanma, insanlığın çoğunu korkutur ve canını sıkar. Doğal yaşlanma süreci insanı durmaksızın yaşamın sonuna ve bilinmeyene yaklaştırdığından, ızdırap da içerebilir. Yaşlılık ve ölüm, mutlaka hoş bir şey değildir fakat doğada olan her şeyin, bizim farkına varamayabileceğimiz, kesin bir amacı ve faydası vardır. Bu nedenle, herhangi bir doğal durumu kurcalamak veya değiştirmeye çalışmak tavsiye edilmez.

Yaşlanmanın doğal olgusu ile yapay olarak savaşmak yerine, doğal yaşlanma süreciyle el ele gitmemiz ve durumumuza rahatça uyum sağlamayı öğrenmemiz çok daha akıllıcadır. İnsanlar yaşlanır; bu doğal olarak gerçekleşmektedir. Soru, toplum olarak tüm yaşam döngüsü boyunca insanlarla doğru bir şekilde davranıp davranmadığımızdır.  “Yaşlılar meşgul mü ve toplumun onlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorlar mı?” diye iyice incelemeliyiz.  Gerçekten de sağlıklı bir toplum onların katkılarını önemli olarak görmelidir!

Günlük eğitim programım olmasaydı, mutlu bir şekilde dışarı çıkar ve sokağı temizlerdim. Mahallemde yaşayan arkadaşlarımı toplar ve binaların etrafını benimle temizlemelerini teklif ederdim. Neden olmasın? Dışarı çıkmak, temiz hava solumak, fiziksel efor sarf etmek ve bu süreçte başkalarıyla birlikte olmak sağlıklıdır. Bu ortak faaliyeti bitirdikten sonra arkadaşlarımla mahallenin bankında oturur ve kahve içerdim. Kendine saygı duyan herhangi bir toplum lideri, böyle bir sosyal girişim ve diğer pek çok şeyi yaşlı sakinlerine önerebilir.  Yaşlı vatandaşlarımız, akıl hocaları olarak, paylaşmak ve yollarına yeni başlayanlara yardım etmek için hayat tecrübesine ve bilgeliğe sahiptir.

Ve temizlik örneği, kişiye, layık değilmiş gibi veya onurlu görünmüyorsa, sorun kişinin kendi içindedir. Çevreye özen göstermesi ve topluma hizmet etmesi için toplumun tüm üyelerini eğitmek önemlidir. Bu prensipten, yaşlılığa saygı duymak ve onu takdir etmek, ona bir yer vermek, düşünceyi ona adamak için toplumun uygun şekilde eğitilmesi gerektiği daha açıktır. Toplumun doğru tutumu, yaşlı vatandaşlarına ne kadar ihtiyaç duyduğunu keşfetmek olmalıdır. Çocuklara sorun, onlar bunu iyi anlıyorlar çünkü bu önerme, doğal olarak onların içinde inşa edilmiştir.

Büyükanne ve büyükbabalar, ebeveynler ve çocuklar, kuşaktan kuşağa devreden ve aile içinde yaşlılar içinde bir gençlik ruhu doğuran ilişki bağlarını sürdürmelidir. Yaşlılar, kişinin yaşamı olduğu gibi kabul etmesi gerektiğini zaten anlarlar ve her şeyden önce, tüm endişelerin ötesinde olmak için nasıl çaba gösterileceğini ve bu tür tavırları torunlara nasıl yansıtılacağını öğrendiler. En küçük olanlar, büyükanne ve büyükbabalardan çok sayıda paha biçilmez armağanlar alırlar; bu, hesapsız, koşulsuz, sade bir sıcaklık olan sevginin örneğidir.

Özetle, yaşlanma korkutucu bir durum olmamalıdır. Katkıda bulunacak başka bir şeyimiz olmadığını düşünmek yerine, altın yıllar, zengin ve anlamlı bir yaşamın en önemli yönünün insan ilişkilerinde bulunduğunu fark ettiğimizde, yeni edinimler için bolca fırsat açmalıdır. “Hayatın anlamı nedir?” ve “Neden yaşıyorum?” soruları, kesinlikle sınırsız bir şekilde daha iyi bir dünyaya açılan kapılardır.

Bu soruların yanıtlarının, insan ilişkilerimizde, bağımızın içinde ve başkalarına kalıcı faydası olan eylemlerde bulunabileceğinin bilgisiyle, bedensel yaşamımızı aşarız. Hayatımızı ve dünyamızı çevreleyen, geçici fiziksel bedenimizde varoluşu aşan, muazzam bir mekanizma olduğunu anlarız. Bu değerlendirme, bizi geniş, ebedi dünyaya, zaman ve mekanın sınırlarının ötesinde daha yüksek bir varoluş seviyesine girmeye, büyük bir derinlikle hazırlar.

“Negatif Düşünceden Nasıl Kurtulabilirsiniz?” (Quora)

Olumsuz düşünceden ve ondan kaynaklanan tüm sorun ve krizlerden kurtulmak için, tüm düşüncelerimizin önünde ve ötesinde var olan temel düşünceye (doğayı: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerinde yöneten düşünce) bağlanmalıyız.

Her şeyi kapsayan bu yüce düşünceye nasıl erişebiliriz?

Aramızda doğru bir bağ kurma yöntemiyle.

Mevcut durumumuzda, tüm arzularımız üzerinde egoist bir niyet barındırarak olumsuz düşünceler ve etkiler yayarız. Bu egoist niyet, kar, statü ve kontrol için başkalarını sömüren sayısız “virüs” olarak ifade edilir. Egoist bir çalışma tarzına göre ne kadar çok düşünür ve hareket edersek, bu virüsleri başkalarına o kadar çok yayarız ve sonuç olarak, dünyamızda giderek daha fazla olumsuz fenomen bulunur.

Egoizmimiz toplumu etkiler, toplumda mutasyona uğrar ve sonra bize çok daha büyük bir güçle geri döner. Çok geçmeden, egoist bağlarımızın giderek daha olumsuz ve nefret dolu hale geldiği, bozulmuş yaşam koşullarına acı verici bir şekilde katlanırız.

Günümüzde, nefretin, acımasız rekabetçiliğin, kıskançlığın, şehvetin, gururun, kontrolün ve kişisel tatminimize hizmet eden herhangi bir şeyi ve herhangi birini sömürmeye yönelik sürekli artan bir dürtü gibi çeşitli mutasyonları deneyimliyoruz.

Bu kadar çok olumsuz düşünceyle ilgili sorun, daha tatmin olmuş hale gelme hedeflerimizin bizi gittikçe daha fazla atlatmasıdır ve bu koşullar altında ne bizim ne de başkalarının gerçekten zevk alamadığını görürüz.

Egolarımız, başkalarının pahasına kişisel olarak fayda sağlamaya devam edersek, kimsenin kazanmayacağı ve kendimizi giderek daha çaresiz bulacağımız sonucuna varmamız için gelişir.

O halde olumsuz düşünme biçimlerimizi nasıl değiştirebiliriz ve farklı bir olumlu gelişme biçimini nasıl teşvik edebiliriz?

“Nefret ettiğinizi başkalarına yapmayın” ve “Komşunu kendin gibi sev” ilkelerine uygun olarak, böyle bir sisteme dönüştürmenin yollarını aramalıyız. Başka bir deyişle, birbirleriyle olumlu bağ kurarak ve üyelerini egoist dürtülerin üzerinde olumlu düşünmeye ve davranmaya destekleyen, teşvik eden ve yükselten bir toplum yaratmaya yatırım yaparak, o zaman düşüncemizi olumlu bir şekilde dönüştüreceğiz. Dünyaya ve başkalarına iyilik yapma örneklerine değer vererek ve bunlara saygı duyarak, başkalarını nasıl olumlu etkileyeceğine dair düşünceler toplumda yayılmaya başlayacak, sonrasında bireysel ve materyalist hedeflere değer vermekten ve bunlara saygı duymaktan kaynaklanan olumsuz düşüncelerin yerini alacaktır.

Birbirimize yaydığımız “virüsler” daha sonra pozitif hale gelecektir. Birbirimize aktardığımız düşünceler, virüs olarak kabul edilir çünkü farkında olmadan bize nüfuz ederler. Bu sanki diğer insanlara iyi niyetlere odaklanarak rehberlik etmemiz ve bu niyetlerin de onları olumlu yönde etkilemeye hizmet etmesi gibidir. Bizler o zaman dünyayı daha iyi ve sağlıklı bir yer haline getiririz.

Her birimiz evrenin belirli bir kıvılcımına ev sahipliği yapmaktayız ve bu kıvılcımın sorumluluğunu alma ve uyumlu insan bağlarını teşvik eden ve destekleyen bir toplum yaratarak onu etkileme fırsatına sahibiz.

Fiziksel Temasın Yerini Alma

Soru: Sanal toplulukların fiziksel temasın yerini alabileceğini düşünüyor musunuz?

Cevap: Hiç şüphesiz. Her şey, her bir kişinin bir modeme, bir bilgisayara bağlanacağı ve böylece iletişim kaynakları aracılığıyla tüm insanlığa bağlanacağı bir yönde ilerliyor.

Soru: Bu, fiziksel dünyaya olan ihtiyacın ortadan kalkmaya başlayacağı anlamına mı geliyor?

Cevap: Elbette. Neden başka birine bakmam gerekiyor? Ondan birkaç metre uzakta veya birkaç kilometre uzakta oturmam benim için ne fark eder? Bu beni nasıl sınırlandırır? Sınırlandırmaz.

Duygular, kalpler, akıllar ve ortak hedeflerle bağlı olmamız gerektiğini anlarsam ve bunu birbirimize sağlarsak ve doğru bir şekilde ifade edip aktarırsak, o zaman internet dahil tüm mekanik iletişim türleri değerini kaybeder.

Kendin İçin Dua

Yorum: Kabala, bir kişi kendisi için (prensipte, bu sıradan bir insan için doğaldır) dua ettiğinde, bunun bir günah olduğunu söyler.

Cevabım: Kişi kendisi hakkında düşünürse, kendini diğerlerinden ayırır ve onlara yaklaşmaz. Doğal olarak bu, onu Yaradan’dan uzaklaştırır çünkü Yaradan hepimizi, ayrı bireylere bölünmeden önce olduğumuz gibi, tek bir ortak bütünde birleşmiş olarak görür.

Soru: Yaradan Kendisini düşünmez mi? Böyle düşünceleri yok mu?

Cevap: Birincisi, O, Kendisi hakkında düşünmez. İkincisi, her bir kişiyi düşünmez çünkü bizi bir bütün olarak hisseder.

Soru: Diyelim ki bir kişiye bakıyorum. O milyarlarca hücreden oluşmaktadır. Bir hücreye hitap etmiyorum, bir surete hitap ediyorum. Bunun gibi, Yaradan bizi bireysel olarak görmüyor mu?

Cevap: Hiçbir şekilde! Tek bir kişi ile en ufak bir hesap bile yapmaz. O, bizleri, kendimizi birbirimizden ayrı, Kendisine zıt olarak var olduğumuzu hissettiğimiz egoist bir nitelik içinde yarattı.

Soru: Peki, bundan ne anlamalıyım? Yaradan’ın beni hiç dikkate almadığını mı? Varlığımı bile bilmiyor mu?

Cevap: O’nun bilip bilmemesi tamamen başka bir konudur. O, diğerlerine yakınlaşarak O’na yakınlaşma eylemi dışında, kişisel eylemlerinizi hesaba katmaz.

Ruhun Müziği

İlerleme ancak onlu içinde mümkündür. Her şeyi egoizmim aracılığıyla görürüm ve bu nedenle her şey onu nasıl ıslah edeceğime bağlıdır. Bu yüzden Yaradan, Adam HaRishon’un ortak ruhunu parçalara ayırdı, böylece egoizmime rağmen çalışıp dostlarıma yakınlaşabilir ve algımı düzeltebilirim.

Dostlar kalbime girecek ve ben her birinin arkasında Yaradan olduğunu göreceğim. Onlar önümde ıslah olmuş niteliklerim olarak görünürler, ama egoizmim içinde onları bozuk olarak görürüm. Onları tam olarak kalbime getirmeye çalışırsam, kendimi ıslah edeceğim.

Kendimi, onluya, dünyaya, tüm gerçekliğe ve bunun aracılığıyla Yaradan’a karşı olan tutumumu ıslah etmesi gereken tek kişi benim.

Yaradan bana dostları verir ve şöyle der: “Onları seç, bu senin iyi kaderin, onlar aracılığıyla ruhunu ifşa edeceksin.” Ve ben bu kaderi kabul etmeli ve dostlarımı kalbimde ve aklımda birleştirmeliyim. Bu, iyi kaderi seçtiğim ve bir ruh edindiğim anlamına gelecektir.

Kendimi dostlarıma ve onlar aracılığıyla Yaradan’a karşı iyi olacak şekilde ayarlarsam, o zaman kendimi bir müzik aleti gibi ayarlarım, tıpkı gitar telleri gibi, seslerinde tam bir uyum elde ederim. Bu, grupla uyum içinde olmak için kendimi nasıl ayarlamam ve ortak bir arzu, tek bir ruh olarak, onlar ile çalmaya başlamam gerektiğidir.

Bu şekilde, tüm İsrail halkının arzularını birleştirerek ilahilerini yazan Kral Davut gibi, ortak duamızı bir araya getirebileceğiz. Bizler, dışsal eylemlerden değil, içsel bağdan bahsediyoruz. Dışsal eylemler yalnızca dikkatimizi dağıtır ve ıslahımızı yavaşlatır.

Covid Aşıları Neden Bana İç Rahatlığı Vermiyor?

Yılın başından beri insanlar, 2019 Koronavirüs hastalığına (Covid-19) neden olan, şiddetli akut solunum sendromu Koronavirüs 2’den (SARS-CoV-2) insanlığı iyileştirecek bir aşı beklentisiyle, önceki yaşamlarına tutunmaya çalışıyorlar. Şimdi aşı, birden çok biçimde ve birden çok şirketten gelmiş gibi görünüyor. Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayınlanan bir makaleye göre, “Bir aşının geliştirilmesi genellikle 10 yıldan fazla sürmektedir.” Covid-19 söz konusu olduğunda, birkaç şirketin onu geliştirmesi yaklaşık on ay sürdü. Birkaç şirket, ortalama süreden 12 kat daha hızlı bir sürede, aşıyı nasıl geliştirdi? En azından bu, kafa karıştırıcıdır.

Ancak buradaki en büyük sorun bu değildir. Beni en çok rahatsız eden şey, Covid virüsünden kurtularak dertlerimizden kurtulacağımıza ve ilk etapta virüsü bize veren önceki yaşam tarzımıza döneceğimize dair sanrısal düşüncemizdir.

Koronavirüsün, insanlığın üzerine giderek artan bir sıklıkta inecek olan bir dizi sefaletin yalnızca ilki olduğuna hiç şüphem yok ve önceki yazılarda alıntı yaptığım sayısız bilim insanının da yok. Covid’den kurtulmak, yalnızca bir sonraki ve daha acı verici darbenin gelişini hızlandıracaktır. Doğayı ve insanları sömürmemizin bittiğini anlamalıyız. Eğer bunu anlarsak ve kendimizi bu gerçekliğe adapte edersek, onarım aşamasından nispeten daha kolay geçeceğiz. Eğer inatçıysak, doğanın bize kimin gerçekten patron olduğunu gösterecek daha birçok numarası vardır ve bunların hiçbiri hoş değildir.

Doğaya, sanki o cansızmış gibi, istediğimiz her şeyi yapabilirmişiz gibi, küçümseyebileceğimiz ve reddedebileceğimiz bir şeymiş gibi davranıyoruz. Covid bize bunun tersini öğretmeye geldi. Onun aracılığıyla doğa bizimle konuşmakta. Bize onun dilini, davranışını öğretmekte ve yavaş yavaş bize sırlarını açıklamaktadır.

Doğanın bizi öldürme hırsı yoktur. Eğer olsaydı, bunu yapmanın Covid-19’dan çok daha hızlı yolları var. Doğaya “Doğa Ana” diyoruz çünkü tam olarak olduğu şey budur. Sevgi dolu bir anne gibi, bize öğretmesi gereken şeyi, bize en az acı ve çabayla öğretmek ister. Bize nasıl çalıştığını, nasıl düşündüğünü, ne istediğini ve neden istediğini göstermek ister. Bir annenin bebeğinin önünde davrandığı gibi bizim önümüzde hareket eder: güler ve şarkı söyler, bebeğiyle konuşur, yüzünü gözünü tuhaf şekillere sokar ve diğer nesneleri ve insanları gösterir. Bütün bunları neden yapar? Sonuçta, bebeği onu anlamaz, öyleyse ne anlamı vardır? Mesele şu ki, bebek öğrenmek ister ve “gösteri sergileyen” anneye bakarak büyümek için öğrenmesi gereken her şeyi öğrenir.

Doğa bize aynı o anne gibi davranıyor. O bebek gibi biz de anlamıyoruz ve o bebek gibi, buna ihtiyacımız yok. Tek ihtiyacımız olan şey, tıpkı o bebek gibi istemektir ve şimdiye kadar doğmuş her bebeğe geldiği gibi bu anlayış bize de gelecektir.

Doğa bizi her şeyi bilen, bilge ve sevgi dolu yapmak ister. Bize her şeyin nasıl bağlı olduğunu, neden bağlı olduğunu ve bu bağdaki yerimizi ve rolümüzü göstermek istiyor. Bunu rolümüzü üstlenmeden önce bilmemize gerek yok; sadece dinlememiz gerekiyor. Tıpkı bir bebeğin önce öğrenmek istemesi, sonra öğrenmesi ve sonunda performans göstermesi gibi, insanlıkta önce öğrenmek istemeli, sonra öğrenmeli ve ancak ondan sonra icra etmelidir.

Eğer bu tutumu benimsersek, herhangi bir virüse, doğal afete veya başka herhangi bir korkuya ihtiyacımız olmayacak. Bunlar, dikkatimizi çekmekten vazgeçtiğinde, doğanın son çareleridir. Eğer inatçıysak ve öğrenmek, doğaya dikkat etmek ve onun dilini anlamak istemiyorsak, o zaman doğanın, işe yarayan tek yolla- bize zarar vererek, dikkatimizi çekmekten başka seçeneği yoktur. İsteseydi bize çok daha fazla zarar verebilirdi ama istemiyor. Doğa çok daha ciddi bir “çare” uygulayabileceğinden, Covid’in sadece kötü bir grip olduğunu söylemekten çok daha akıllı olmalıyız.

Anlamayı reddettiğimiz şey, bir aşı geliştirmemiz gerekmediğidir; biz buna zaten sahibiz-bu, birbirimizle olan olumlu ilişkimizdir. Çok azı benimserse işe yaramayabilir, ama bütün toplum tavrını birbirine karşı değiştirirse, yabancılaşma ve zulümden ziyade dayanışma ve özenle yönetilen bir toplum olursak, herkesin özgür ve güvende olduğu sağlıklı ve müreffeh bir toplum haline geleceğiz.