Monthly Archives: Mart 2021

“(İçsel) Mesafenin Silinmesi” (Linkedin)

Dünyanın dört bir yanındaki Yahudiler, eski İsrailoğulları’nın Mısır’daki kölelikten çıkışının kutlandığı Pesah için hazırlanırken, sanki tüm dünya bir şekilde “küresel bir Mısır” yaşıyor gibi görünüyor.  Covid bizi tam olarak köleleştirmese de bizi kesinlikle kısıtladı.  Ama daha da önemlisi, Covid’den kaçmanın yolu, İbranilerin Mısır’dan kaçmasıyla aynı yol.

Hem İbranilerin lideri hem de Firavun’un genel valisi olan Yusuf,  Mısır’da öldükten sonra, Yahudilerin durumu sürekli olarak kötüleşti.  Dağılmış ve parçalanmış hale geldiler ve Mısırlılar arasında kaynaşmak istediler.  “Mısırlılar gibi olalım” dediler (Midraş Rabbah, Shemot).  O zamana kadar İbranilere çok düşkün olan Mısırlılar da onlara karşı giderek düşmanlaştılar.  Midraş metinleri bize bundan bahsetmeye devam ediyor: “[Dağılmaları] yüzünden, Rab sevgiyi, Mısırlıların onlara olan sevgisini nefrete dönüştürdü.”

Sonunda İsrailoğulları kendilerini ayrılmış, nefret edilmiş ve daha önceden dost olan ev sahipleri tarafından istismar edilmiş halde buldular.  Hem İbrani hem de Mısır’ın prensi olan ve Firavun’un evlatlık torunu olarak büyüyen Musa, İbrani köklerine dönüp halkı için savaşmaya başlayana kadar bu şekilde kaldılar.  Mücadelesi zordu.  Sadece Firavun’a karşı değil, liderliği altında birleşmek istemeyen kendi halkına karşı da savaşmak zorunda kaldı.

Ancak birlikleri üzerinde çalışmaya başladıklarında Mısır’dan kurtuldular, çöle kaçtılar ve sonunda bağlarını o kadar sağlamlaştırdılar ki, eşi görülmemiş bir birlik seviyesine ulaştılar, bu da onları,  Raşhinin 11. yüzyıldaki büyük yorumunda dediği gibi  “tek kalp tek adam” haline getirdi.

Bugün insanlık da benzer bir durumda.  Mısır hikâyesi bizim için bir alegori görevi görmeli.  İnsanlık, eski İbranilerin yaptığı aynı aracı yani birliği seçerse, bizler de Covid’in zincirlerinden ve aslında son yüzyılda üzerimize düşen ve birliği seçmezsek üzerimize inecek olan tüm olumsuzluklardan kurtarılacağız.

Dünyamız gittikçe birbirine bağlı hale gelirken, kalplerimiz giderek birbirlerinden kopmuştur.  Yabancılaşma ve narsisizm bizi ayırıyor ve ilişkilerimizi, fosil yakıtların gezegeni kirletmesinden çok daha fazla kirletiyor.  Sadece kendimizle ilgilenmemiz, o kadar zararlı ve o kadar anti-sosyal hale geldi ki, bizi birbirimizden tamamen ayırmak gerekli hale geldi.  Bu, Covid dünyamıza girdiğinde, tüm insanlığı küresel olarak kapatmaya zorladı, ancak esas olarak dünyanın en gelişmiş, en bencil bölgeleri olan ABD, Batı Avrupa ve Çin’i kapadı.

İsrailoğulları’nın kendi toplumsal parçalanmalarının bir sonucu olarak acı çektiklerinde, Mısır’da yaptıklarına benzer şekilde, aşırı tüketim, sömürü ve karşılıklı istismardan arta kalan süreyi kalplerimizi yakınlaştırmak için kullanmalıydık.  Bunu yapmadık.  Bunun yerine, aşıların geliştirilmesini bekledik ve toksik yaşamımıza devam edebileceğimiz anları özledik.  Şimdi aşılarımız var ama Covid öncesi günlerimize devam edemeyeceğiz.  Kalplerimizi yakınlaştırmak için çalışmadığımızdan dolayı kalplerimiz sadece daha da uzaklaştı.  Eski yaşam tarzımıza devam etmeye çalıştığımızda, artık bundan zevk almadığımızı keşfedeceğiz.

Hayatta zevklerin yokluğunda, insanların depresyonu şiddetlenecek ve aşırılık pek çok şekilde gelişecektir. İnsanlık, “Yeter!” diyene ve herkes arasındaki içsel mesafeyi silmeye ve birleşik bir insanlık inşa edene kadar, insan doğasının en kötüsünü ifşa edecektir.

Tıpkı eski İsrailoğulları’nın birliği üzerinde çalışma rızası, onları Mısır’dan kurtarmak için yeterliyse, insanlığın tüm insanlar arasında birlik üzerinde çalışma rızası, bizi Covid’den ve şu anda bizi etkileyen herhangi bir sıkıntıdan kurtarmaya yetiyor.  Birlik yolunda kaldığımız ve onu geliştirmeye devam ettiğimiz sürece, büyük bir başarıya imza atacağız.  Yabancılaşmaya dönersek, felaketler geri dönecektir.

Tarihte ilk kez, net bir çalışma planımız var, tüm insanlık için sefaletten bir çıkış yolu: Bağ kurmaya çalışın ve başaracaksınız.  Bağınızı keserseniz, acı çekeceksiniz.  Kalbimizdeki mesafeyi silmek için çalışmaya başlarsak, keşfedeceğimiz şey budur.

Uzun Zamandır Beklenen Yolculuk

Soru: Dünyanın dört bir yanında konaklama rezervasyonu yapan bir şirket olan Airbnb, 2021 seyahat pazarı için tahminler içeren bir rapor yayınladı. İş seyahatlerinin geri dönmeyeceğine inanıyorlar. İnsanlar sık sık araba ile seyahat edecekler ve evlerinden çok uzak olmayacaklar. Yüzde elli ikisi telefonlarını evde bırakmayı tercih ediyor. Kimse onlarla bağlantı kurmasın diye turistler, fotoğraflara zaman harcamak ve onları sosyal ağlarda yayınlamak istemiyorlar, bununla ilgilenmiyorlar.

Aynı zamanda, turistlerin çoğu tekrardan yeni gezilere hazır ve % 54’ü ya çoktan bilet rezervasyonu yaptı ya da bugün bir tur planlıyor.

İlk soru şudur: Bulaş tehdidi altında olsanız bile seyahat etme arzunuz nasıl açıklanabilir? Koronavirüs’ün derslerini almadık mı?

Cevap: Gerçek şu ki, sadece güneş altında yatan ve güneşlenen kediler gibi var olduğumuz için yaşamıyoruz. Hala tatmin olmak ile yaşıyoruz.

Ve sonra bir yere, belki uzak olmayan bir yere ama yurtdışında, yeni, değişik bir yere bilet alıyorum, ve farklı hissediyorum, ve seyahat ediyorum.

Soru: Ve hiçbir Koronavirüs bunu durduramaz mı? O bir insanın içinde mi yaşıyor?

Cevap: Kişinin içinde yaşıyor. Bence insanlar her şeye rağmen seyahat etmeye başlayacak. Belli ülkelere ve belki de hepsine seyahat etmek mümkün olacak. Ve bu durumdan çıkacaklar.

Seyahat etmeden, yenilenmenin bir yolu yoktur. Bilmediğiniz bir ortama girdiğinizde çocuk gibi olursunuz. Ve bu umursamazlık, sürpriz ve keşif hali, bir insan için çok önemlidir. Üstelik eğer zaten yaşlıysa (küçük bir çocuk gibi yetişkin), o zaman bu onun için çok önemli, yenileniyor.

Soru: Seyahat ederken çocuk gibi misiniz?

Cevap: Elbette. Bugün oraya gideceğiz, sonra buraya gideceğiz ve başka bir şey yapacağız! İçimizde uyanan bu çocukluk, bir tür kaygısız duygu, tam da bizi çeken şeydir.

Soru:  Peki eğer iç dünyamıza seyahat edebilirsek, orada parlak bir dünya görecek miyiz?

Cevap: Bunun içinde her şeyi göreceğiz! En önemli şeyi göreceğiz: Olan her şeyin nedenini ve sonucunu. Ben oldukça iyimserim. Bu olacak ve çok çabuk olacak ve bunu tüm insanlıkla birlikte göreceğim.

Doğanın tüm derinliğini gerçek haliyle keşfetmeye geleceğiz. Tüm nedenleri ve sonuçları, olan her şeyi, doğada ürettiğimiz her şeyi, hangi tepkileri neden uyandırdığımızı göreceğiz. Genel olarak, her şeyi önümüzde göreceğiz, tüm dünyalar – kocaman, çok büyük ve bunların hepsi bizim edinimimizde olacak.

Bu tam olarak kişinin içsel tatminidir, bunun üzerinde hiçbir şey yoktur, bundan daha eksiksiz bir şey yoktur ve bu, insanı o kadar içine alır ki artık hiçbir şeye ihtiyacı kalmaz. Bu bir kısıtlama ya da yolda bir durak değil, bu gerçekten bir insanın yaratıldığı her şeydir.

“Mısır’dan Çıkış Ve Pandemiden Çıkış” (Linkedin)

Pesah gecesi, geleneksel olarak herkes sevdikleriyle birlikte şenlikli bir masada oturur ve özgürlük, kölelik ve belaların acıları ve kurtuluş arzusu hakkında bir şeyler okur. ABD’de ve dünyadaki çoğu toplulukta art arda ikinci bir yıl boyunca pek çok kişi, salgın henüz geride kalmadığı için sanal olarak kutlama yapacak. Öyleyse kendimize “Ma nishtana?” (Ne değişti?) diye sorduğumuzda; bu geceyi diğerlerinden farklı kılan şeyin içsel bir yansıması olarak, neden hala acı verici durumlara katlandığımızı ve onlardan bir kez ve sonsuza kadar nasıl kurtulabileceğimizi incelememiz gerekebilir.

Geçmek, İbranice “Pesah” kelimesinden pasaj, geçiş anlamına gelir. Pozitif sosyal bağlantı için yeni bir arzu ortaya çıktığında, Firavun’un egemenliğinden, egoizmimizden, başkalarının kendi iyiliğimiz için sömürülmesinden, sevgi ve ihsan etme durumuna geçişi sembolize eder. Bu arzuya “moşe” (çeken) kelimesinden gelen “Musa” denir, çünkü İsrail’i sürgünden yani onu kontrol eden egodan çeken odur. Aslında Pesah bayramı, bölünmenin yoğunlaştığı dönemin sonunda, başkaları için tamamen farklı bir düşünme yaklaşımına yol açana kadar, birbirleriyle etkileşime giren çelişkili güçlerin içsel bir sürecini anlatır.

COVID-19 salgını, böylesine eleştirel bir şekilde düşündürücü bir dönem başlattı. Kendimize bakmamız ve birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzu ve arzu edilen karşılıklı önemseme durumuna ne kadar zıt olduğumuzu keşfetmemiz için bir ayna gibi belirdi. Bu, gidecek hiçbir yerimizin olmadığını gösterir, bu yüzden oturup bize yakın olanlarla – fiziksel bir yakınlıkta olmasalar bile – ve toplum içinde ilişkilerimizi geliştirmekten başka bir şey yapmamamız daha iyi olur.

Bu neden bu kadar önemli? Bu çok önemlidir çünkü her sorunun temel nedeni, başkalarını tamamen göz ardı ederek, yalnızca kendimiz için haz alan egoist arzumuzdur. Ve başkalarını önemsiyorsam, sadece benimle ilgili olduğu ölçüde onlara bağlıyımdır. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, bu kadar uzun bir sürenin ardından, pandemiden kurtulmak için gerekli koşulları oluşturamadık.

Geleneksel Seder sofrasında okuduğumuz Haggadah, Firavun’un “kölesiydik” ve tek başımıza kaçamadık, ifadesini içerir. Bugün, aramızdaki anlaşmazlıkları ateşleyen ve doğanın her seviyesinde denge eksikliği yaratan, hastalıklara, umutsuzluğa ve ıstıraplara neden olan kötü eğilimimizin köleleştirilmiş haliyiz. Böyle bir durumdan kurtuluş, Mısır’dan gerçek çıkış, egoist arzularımızın kontrolünden çıkıştır.

Ne zaman özgür kalacağız? Nefretten kurtulduğumuzda ve sağlığımızın ve iyi geleceğimizin aramızdaki olumlu ilişkilere bağlı olduğunu hissetmeye başladığımızda. Başkalarının iyiliğini düşünmeye, onları kucaklamaya ve onlara fayda sağlamayı arzulamaya başladığımızda. Üst güçten, Yaradan’dan, bizi güçlü ama şefkatli bir el ile Mısır’dan çekmesini, modern toplumdaki bölücülük, umursamazlık ve soğukluk durumundan sevgi, sıcaklık ve işbirliği durumuna geçmemizi istersek, bu hedefe ulaşmak mümkündür.

Hepinize mutlu bir Pesah diliyorum!

İyi İle Kötü Arasında

Atom altı seviyeden en gelişmiş insan toplumlarına kadar her şey iki temel, ancak zıt unsurdan oluşur. Birini pozitif, diğerini negatif olarak tanımlıyoruz. Örneğin, bir protondaki elektrik yükünü pozitif, elektrondaki elektrik yükünü negatif olarak tanımlarız. Işığı pozitif, karanlığı negatif, büyümeyi pozitif ve zayıflamayı/yaşlanmayı negatif, doğumu pozitif ve ölümü negatif olarak tanımlıyoruz ve sevgiyi pozitif, nefreti negatif olarak tanımlıyoruz. Tanımlarımıza da değer atfediyoruz: Pozitif olanı iyi, negatif olanı kötü olarak değerlendiriyoruz.

Ama hayat durağan durumlardan değil, döngülerden oluşur. Oluşum ve bozunum iç içe geçmiştir ve biri olmadan diğerine sahip olamazdık. Bu nedenle ikisi de ne iyidir ne de kötü. Nefrete sahip olmasaydık sevgiye sahip olmazdık, öyleyse hangisi iyi, hangisi kötü? Bir döngüde, tıpkı bir çarkta olduğu gibi, her şey olası tüm konumlardan geçer; hiçbir şeyin mutlak, değişmeyen bir değeri yoktur; hepsi döngüdeki konumuna bağlıdır.

Şimdi, bir çift karşıt öğeden, bir öğeyi çıkarırsak ne olacağını hayal edin. Gece olmasaydı gündüze ne olurdu? Ölüm olmasaydı hayata ne olurdu? Ancak her ikisine de sahip olduğumuzda eksiksiz ve işleyen bir sisteme sahibiz. Dengeli sayıda proton ve elektronumuz varsa, tam bir atomumuz olur. Bir bölgede dengeli sayıda hayvanımız varsa, istikrarlı ve sağlıklı bir ekosisteme sahibizdir.

İşler geliştikçe, bir yöne doğru eğilir ve yönelir ve her seferinde, zıt unsurun lehine vazgeçene kadar farklı bir yön idareyi ele alır. Az çok istikrarlı bir dengeye ulaştıklarında, bu, sistemin yapımını tamamladığının ve bunun üzerine yeni bir sistemin gelişmeye başladığının bir işaretidir. Evrimin basitten karmaşığa gitmesinin ve insan toplumunun daha küçük ve basit toplumlardan daha büyük ve daha karmaşık olanlara doğru evrimleşmesinin nedeni budur.

Aynı model tüm yaratılışın içine nüfuz eder; pozitiften negatife olan eğilim, gerçekliğin motorudur. Asla durmaz; istikrara ulaştığında, yeni seviye bir kez daha uyum ve istikrara ulaşana kadar, ancak sadece başka bir seviyeyi, daha da yükseğe çıkarmak için eğilim sürecinin baştan başladığı yeni bir seviyeyi ortaya çıkarır.

İnsan toplumları, gerçekliğin geri kalanıyla aynı süreçten geçer. Geçen yüzyıl, insanlığın ulaşabileceği aşırılıkları gösterdi. Bu konuda 1950’lerin başlarında yazan, öğretmenimin babası Baal HaSulam, “İnsanlık kendisini zaten Almanya’da olduğu gibi aşırı sağa ya da Rusya’da olduğu gibi aşırı sola attı, ancak kendileri için durumu kolaylaştırmadılar, hastalığı ve ıstırabı daha da kötüleştirdiler.” diye zaten belirtmişti. Tüm realite gibi, insan toplumu da aşırılıklardan geçmek zorundaydı, ama aynı zamanda, aşırılıkların karşılıklı destek içinde var olduğu ve bir sonraki gelişim seviyesine geçildiği yerde, o dengesini bulmak zorundadır.

Bu bizim zaman içinde mevcut meselemizdir. En fanatik aşırılıkları yapmak için elimizden gelenin en iyisini denedik, ama hepsi (olması gerektiği gibi) karşıtlarına boyun eğdiler ve bunlar da çöktü. Şimdi, eşzamanlı olarak var olan tüm uç noktalara sahibiz ve atomlar, mevsimler ve tüm hayvanlar gibi birbirlerini tamamlama zamanı.

Bununla birlikte, insanoğlunun benzersizliği burada devreye girer: Tüm doğada, eğilim ve sonrasında gelen uyum, doğanın içsel güçleri aracılığıyla kendi başlarına gerçekleşir. İnsanlık farklıdır. Zaten eşzamanlı olarak var olmaktayız, ancak bu fikre direniyoruz ve hala birbirimizi etkisiz hale getirmeye çalışıyoruz. Gelişimin bir sonraki aşamasını ortaya çıkarabilecek sağlıklı dengeyi yaratmak için, sürecin farkında olmalı, karşıtımızla bir arada yaşamayı kabul etmeli, karşılıklı bağımlılığımızı ve diğer taraf olmadan gelişemeyeceğimizi kabul etmeliyiz.

Üstelik bunu her düzeyde kabul etmeliyiz. Cinsiyet, ırk, kültür, görüşler ve insan varoluşuyla ilgili her şeyde bu farkındalık sürecinden geçmeliyiz. Örneğin, toplumda hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin olduğunu kabul etmezsek, asla siyasi uçurumun üzerine çıkamayız. Her iki görüşü de içeren daha yüksek ve daha gelişmiş bir gerçeklik üretmek yerine, kan dökülene kadar pislik çukuruna batacağız.

Daha da kötüsü, ne kadar kan akıttığımız önemli değil, tıpkı bizi yarattığı gibi, doğa onu da yarattığı için karşı tarafı ortadan kaldıramayacağız. Şans eseri bir taraf diğerini yok ederse, “kazanan” taraf da ortadan kalkacaktır, çünkü karşı tarafı artık olmayacaktır. İlerlemeyi bırakacağız, doğa bu durumu yeniden yaratacak ve nihayetinde her iki tarafın da var olması ve birbirini tamamlaması gerektiğini kabul etmek zorunda kalacağız.

Ancak o zaman daha yüksek seviye ortaya çıkacaktır. Her iki karşıtın da zorunlu olduğunu kabul ettiğimizde, bir sonraki gelişim seviyesine yükseleceğiz. Bu evrimin sırrıdır.

Kabalistin Koşulları

Soru: Dostlarımızda bu tür değişiklikler görürken, öğretmenin dışsal davranışında neden yükseliş ve düşüş durumlarında herhangi bir değişiklik görmüyoruz? Başkaları yükseliş ve düşüş durumundayken, her zaman bu kadar enerji dolu olmayı nasıl başarıyorsunuz?

Cevap:  İçinde bulunduğunuz koşullardan ben zaten geçtim. Uzun zaman önce, bu durumların geçici olduğunu ve karanlığı izleyen gecenin geldiğini, geceden sonra sabah ve ardından gündüzün geldiğini ve onların hepsinin yardımcı durumlar olduğunu kabul ettim.

Başımı eğip beklemem gerektiğini ve hatta şafağın zamanını, manevi ışığı hızlandırabileceğimi anladım. Her zaman, bir şeyler yaparak kendimi meşgul edebileceğim bir durumda olmamın nedeni budur.

Düşünmeme yardımcı olan politik veya sosyal bir TV programını izlemem gereken durumlar var, böylece gerekli kelime dağarcığını ve terminolojiyi oluşturabilir ve dünyada neler olup bittiğini vb.daha iyi anlayabilirim.

Bunun dışında Twitter’da yazılar yazıyorum, haftada birkaç kez basına yazı yazan yazarlarla toplantılar yapıyorum. Kabala Bilgeliği, psikoloji vb. ile ilgili çeşitli konularda programların çekim seanslarına katılıyorum ve Zohar Kitabı hakkında akşam dersleri veriyorum . Yani, her zaman çalıştığımı görebilirsiniz.

Sizinle bir sır paylaşmak istiyorum: İçinde bulunduğum duruma göre, Kabala Bilgeliğinin farklı kısımlarıyla meşgul olurum. Örneğin, “Kabala Bilgeliğinin Önsöz” veya On Sefirot’un Çalışması’nı incelemek için özel hassasiyete gerek yoktur. Bu yüzden duygularım uyuştuğunda ve bir kütük gibi olduğumda, bu kısımlara dönüyorum. Öte yandan duygularım canlandığında, Şamati’deki  makaleleri veya Rabaş’ın makalelerini inceliyorum.

Her gün ertesi günün dersine hazırlanmam gerekiyor. Ders saat üçte başlarsa, dersten iki saat önce uyanır, sıcak bir duş alır, kendimi ısıtır ve uyumayacağımdan emin olurum. Kırk yılı aşkın süredir bu programa göre yaşıyorum ve bu nedenle bu alışkanlığı geliştirdim.

İşimi çok ciddiye alıyorum. Materyali bilmeme rağmen, konuya girmek, öğrencilerle bağ kurabileceğim duruma girmek ve onlarla temasa hazır olmak, onları hissetmek böylece onlar da beni hissedebilsinler diye, dersten önce üzerinden geçiyorum.

Her dersin başında on-on beş dakika konuyu onlara tanıtıyorum ve onlara yeni bir şekilde sunmaya çalışıyorum. Bu, sürekli zihinsel çaba gerektiren son derece yaratıcı bir çalışma olduğu anlamına gelir, bu yüzden uyurken bile bu düşünceler beni terk etmiyor ve hepsini içimde yaşıyorum.

Öğrenciler benim sahip olduğum en önemli şey. Onlarla büyük bir huşu içinde ilişki kuruyorum. Hayatımın temeli onlar.

Bence derse fiziksel olarak gelenler ya da onları izleyenler bunu hissediyorlar ve bir günden diğerine ilerliyorlar.

Onlar her gün manevi bilginin bir kısmını, duygularını ve yeni bir bakış açısını, vb. alırlar. Dahası, bu sadece bir olay ya da olgu değil, gerçek içsel yenilenme, gerçek bir çalışmadır.

“İnsanlık Bir Sonraki Nükleer Felakete Hazır Mı?” (Linkedin)

On yıl önce, Japonya’da kaydedilen en güçlü deprem, Fukushima’nın nükleer santralini vuran bir tsunamiyi tetikledi, 18.000’den fazla insanı öldürdü ve radyasyon sızıntısı nedeniyle tüm kasabaları harap etti. Bugün dünya, gelecekteki felaketlerden kaçınmak için ondan hangi derslerin çıkarıldığını sorguluyor. Maalesef hiç. Potansiyel riskleri azaltmak yerine dünya, ileri görüşlü ve tehlikeli bir vizyonla savaşını artırıyor. Küresel çatışma yerine, barış ve güvenlik için en güçlü silah olarak acilen insani bağı inşa etmemiz gerekiyor.

Fukushima, Çernobil’den bu yana en kötü nükleer felaketti, ancak bu felaketin dünya bilincinde özel bir iz bırakmadığı görülüyor. Fakat, doğa güçlerine karşı ne yapılabilir diye sorabiliriz? Ve nihayetinde Japonlar, şiddetli yenilgilere maruz kalmalarına ve onları başarılı bir şekilde aşmalarına rağmen, zahmetli bir şekilde refah bir ülke inşa eden özel insanlardır. Bu darbeden de iyileşeceklerine hiç şüphe yoktu.

Öte yandan, dünyanın belirli yerlerinde ortaya çıkan olayları, bizi de etkileyebilecek bir şey olarak görmüyoruz. Ama sonunda, Dünya gezegeni yuvarlak olduğundan ve karmaşık bir bağımlılıklar, ilişkiler ve etkileşimler sistemi olarak işlediğinden, bu olacaktır. Aslında, birbirimize bağlı olduğumuzun farkında olsaydık, insanlığın çektiği zor olaylardan öğrenir ve karşılıklı destek için bencil tavırlarımızı ve eylemlerimizi değiştirmeye hazır olurduk.

Bununla birlikte, insanlık genel olarak geçmiş felaketleri veya çatışmaları öğrenme deneyimleri olarak görmez. Dünya çok sayıda nükleer kaza ve iki dünya savaşıyla mağlup oldu, ancak hiçbir şey değişmedi. Fukushima nükleer felaketinin üzerinden on yıl geçti ve hala 32 ülkede 414’ün üzerinde nükleer enerji reaktörü çalışıyor. Dünyanın elektriğinin onda birini sağlıyorlar, ancak ülkelerin tehlikeleri ve tehditleri önlemek ve hafifletmek için nükleer reaktörlerden kurtulmaya yönelik gerçek bir niyet olsaydı, zaten alternatif arayacaklardı.

Nükleer teknoloji tartışmalıdır ancak kötü olarak sınıflandırılamaz veya iyi olarak övülemez, çünkü asıl soru nasıl kullanıldığı, dozajı ve arkasındaki niyetle ilgilidir. Küresel bir tahmin bize açıklıyor ki, uzun vadede bizi etkileyen acil kar uğruna mevcut doğal kaynakların pervasızca sömürülmesine ihtiyacımız olmadığını ortaya çıkaracaktır. Bunun farkında olsaydık, üretim sistemlerimizi yalnızca varlığımız için gerekli olanla sınırlardık.

Karar vermeden, geleceğe yönelik geniş bir vizyon olmadan ve aldatıcı davranışlarımız konusunda farkındalık yaratacak uluslararası bir eğitim programı uygulamadan başarılı olamayacağız. Ve dünya her zamanki gibi işine devam ederken, bir sonraki darbe kaçınılmaz olarak gelecek ve insanlığı içsel bir gözlem yapmaya zorlayacak.

Birçok ülke tarafından önerilen “Yeşil Yeni Anlaşmalar” sosyal adaleti ve çevresel eşitliği teşvik etmektedir. Ancak bu önerilerin arkasında bazı olumlu önlemler olsa da bizi odak noktasından, asıl sorundan uzaklaştırıyorlar. İnsan, doğadaki en zararlı güçtür, hatta bir nükleer bombadan çok daha fazla, bu yüzden ıslah etmemiz gereken şey kesin olarak insan doğasıdır.

Karşılıklı nefret, toplumlar içinde, insanlar ve ülkeler arasında her düzeyde taşmaktadır. İnsanlık, dengeli ve uyumlu olan doğanın tersi yönünde hareket etmektedir. Bunun yerine, birbirimizden uzaklaşarak karşılıklı yıkım için sofistike araçlar geliştiriyoruz. İnsanlık içindeki bu bölünmenin üstel etkisi, savaşlara ve küresel krizlere neden olan şeydir.

Ben merkezli odağımızda bir değişiklik uygulayamazsak, uzun süreli bir ıstırap yolunda ilerlemeye devam edeceğiz. Bu nedenle, birbirimizle bozulmuş ilişki kurma şeklimizin farkına varmalı ve toplum içinde barış içinde bir arada yaşamanın yeni, olumlu ilişkilerini inşa etmeliyiz. Mevcut küresel senaryo, bizi daha medeni, hoş ve bilge bir yola, dünya üzerindeki en güçlü şekilde bunu tüm dünyayı yayacak karşılıklı destek ve ilgi için bir yol seçmeye çağırıyor.

Son Denizin Diğer Yakasında

Pesah, insanın tüm manevi gelişiminin altında yatan son derece önemli bir bayramdır. Pesah bir geçiş anlamına gelir, yani bir yerden ayrılır ve diğerine gireriz; kendi iyiliğimiz için alma arzusundan ihsan etmek için olan alma arzusuna geçiş yaparız.

Bu arzunun yönü değişir: kişinin komşusuna ihsan etmesi ve onun aracılığıyla Yaradan’a ihsan etmesine doğru.

Pesah’ın bizim için bu kadar önemli olmasının nedeni budur. Manevi bir kişinin tüm temelini oluşturur. Kişinin bu bayram hakkında daha fazla bilgi edinmeye çekilmesi gerçeğiyle, onun içinde güçlü bir manevi temel hissedebilirsiniz.

Yaradan gibi olma arzusu, O’ndan egoist arzumuzu düzeltmesi talebiyle ifade edilir: onun kısıtlanması için, arzuyu kendi iyiliğimiz için kullanmamıza izin vermeyen perde için ve onun yavaş yavaş ihsan etme arzusuna geçişi için.

Bütün bunlar Pesah Işığı denen ıslah eden ışığın yardımıyla olur. Bunlar bize gelen üst güçlerdir ve tıpkı bir yetişkinin bir çocuğun elinden tutup ona yol göstermesi gibi, ışık bizi egoist arzumuzdan ihsan etme arzusuna götürür. Bu geçişe Mısır’dan göç (çıkış) denir.

Manevi gelişimde Mısır’dan çıkmaktan daha önemli bir şey yoktur. Bu nedenle, sonraki tüm ihsan etme eylemleri Mısır’dan ayrılmanın anısına dayanmaktadır yani onlar egoizmden, ihsan etmeye bu geçişi yaptığımız için mümkün hale gelmişlerdir.

Bu eylem, bizi daha çok etkileyen ve içimizde ihsan etme arzusunu büyüten, ıslah eden ışığın, yani Yaradan’ın yukarıdan verdiği özel bir aydınlatmasından kaynaklanır. Egoist tatmin için her şeye sahip olduğumuzu görmemize rağmen, bu dünyada kendimizi önemsiz hissetmeye başlarız. Ama bundan da fazlasını isteriz.

Henüz neyi kaçırdığımızı bilmeden, ihsan etme arzusuna yaklaşırız. Bu şekilde, Yaradan bizi uzaktan, egoizmimizin içinden O’na yaklaştırır. O, ihsan etme arzusunun filizini, bir form diğer formun içinde olacak şekilde büyütür.

Sonra, ıslah eden ışığı çekmeyi öğreneceğiz ve eylemini kendimizde göreceğiz: Onun egoist arzuyu nasıl alt üst ettiğini, onu kısıtladığını ve sonra onu ihsan etmeye yönlendirdiğini. O şimdi özgecil bir şekilde doldurulmak istediğimiz, egoist tatmin aradığımız yerlerde, arzulardadır.

Bu büyüyen bir çocuk gibidir. Küçükken her şeyi kapıp kendine çeker. Ancak büyüdüğünde, başkalarıyla bağlantı kurarak kendini daha fazla tatmin edebileceğini ve sevdiği birine vererek kendini tatmin edebileceğini anlar. Bu dünyada bile ihsan etme eylemlerinden zevk almanın mümkün olduğunu görürüz. Böylece, kişi yavaş yavaş hayvan seviyesinden insan seviyesine doğru büyür.

Egoizmden ihsan etme arzusuna doğru, Mısır’dan çıkmak, insanın gerçek manevi gelişiminin başlangıcıdır. Dolayısıyla bu çok zor ve uzun bir süreçtir ve bir kişi, ruhunun köküne göre kendisine verilen tüm detaylarda onun üzerinden geçene kadar Mısır’dan ayrılmaya layık olmayacaktır.

Esasen, tüm insanlık bu gelişim aşamalarından geçer. Bizler bu yüzden bu dünyadayız. Ancak hayatın kökenini, manevi kökü bilmeye ihtiyaç duyan insanlar vardır. Bu nedenle, sadece, maneviyata olan bu çıkışı gerçekleştirmeliyiz: Mısır’daki tüm gelişme sürecini egoist arzumuzla bitirmek, ondan nefret etmek yani onun kötülüğünü idrak etmek ve Yaradan’a dua etmek için.

O zaman Yaradan özel bir ışıkla, bizi egoizmden çıkarıp ihsan etmeye getiren bir güçle üzerimize etki edecek. Ve tek bir ulus, tek bir grup olmak için birleşirsek, egoist niyetimizden çıkacağız ve ihsan etme gücüne yükseldiğimizi hissedeceğiz. Sonra Mısır’ın ötesinde, Son Deniz’in sularının ötesinde manevi dünyayı deneyimlemeye başlayacağız.

Doğanın Programına Uyum

Yorum: Gençler okuldan ayrılırlar, yeni bir dünyaya girerler ve kendilerine verilenleri istemezler, kendilerine başka bir şey de teklif edilmez.

Cevabım: Dünyamız egoizm dünyasıdır. İnsanlar birbirleri üzerinde bencil bir güce sahiptir ve bu güç, zorla çalışmayı tercih eder. Burada hiçbir şey yapamazsınız. Güç, iyi mi yoksa kötü mü diye sormaz, mümkün olup olmadığını sorar. Kazanabilirse, hemen farkına varır.

Elbette, gençlerin dünyayı başkaları için görme arzularındaki çok yönlü yönelmesini anlıyorum. Ancak, her şeyden önce bunun, kendilerini buna ne kadar hazırlayabileceklerine bağlı olduğunun farkına varmaları gerekir.

Nitekim, örneğin İran’daki yaşamı değiştirmek ya da Çinliler için iyi bir kitap yazmak veya dünyanın herhangi bir ülkesinde başka bir şey yapmak için, doğanın temel yasasının ne olduğunu ve biz ona karşı hareket edemeyeceğimiz için, doğanın bizi nereye götürdüğünü anlamalıdırlar.

İnsanoğlunun, sözde iyi ve doğru bir yol olduğuna inanarak, kendi icat ettiği yolu binlerce ve binlerce yıldır nasıl izlemeye çalıştığını görüyoruz. Aslında bu daima yanlıştı. Yeni bir yol seçmek yanlış olur, başka bir yeni yol, yine yanlış olur. Kocaman bir ormandaki bir grup küçük insan gibi. Bugüne kadar böyle şartlar içindeydik.

Ama şimdi, dünyanın gelişim yasalarını, programını ve gelişim amacını açıklayan Kabala bilgeliği bize ifşa ediyor. Bu nedenle, önce tüm bunları çalışmalıyız ve sonra bu programı daha fazla anlamak için kendimizi ona adapte etmeliyiz, o bize değil, biz ona! Çünkü bu doğanın programıdır, doğayı yenemeyiz. O gerekirse bizi yıkar.

Bu programa hâkim olduktan ve anladıktan sonra, bir şekilde ona uyum sağlamalıyız, böylece içinde yaşayabilir, buna bağlı olarak gelişebiliriz. O zaman doğaya yakınlaşacağız ve hangi yaşam tarzına yerleştirildiğimizi ve bizi nasıl değiştirmek istediğini gerçekten görecek ve hissedeceğiz.

Doğanın bizi etkilediği yönde hareket etmek, bizim en rahat ve doğru koşulumuz olacaktır. Bu öğretilmelidir.

“Koronavirüs Neden Tüm Dünyaya Geldi? Bu Virüs Neden Aktif? ” (Quora)

Salgından etkilendiğimiz kadar, onun bizler üzerindeki gerçek etkisinin hala farkında değiliz.

Pandemi bizi çok derinden etkiledi. O, yeni bir insanlık yaratmak, birbirimizle ve doğayla daha olumlu, düşünceli, şefkatli ve yapıcı bir şekilde ilişki kurabilmemiz için, tavırlarımızı iyileştirmek amacıyla ortaya çıktı.

Bir yıl önce kendimize bakarsak ve bundan bir yıl sonra kendimizi görebilseydik, tamamen farklı insanlar görürdük. Pandemiden önce olduğumuz türden insanlara geri dönemeyiz. Bir yandan, salgın bizi birbirimizden gitgide daha fazla izole etti, ayırdı ve uzaklaştırdı ama bunu yaparak bizlere, kim olduğumuzu, nerede olduğumuzu, neden burada olduğumuzu ve ayrıca birbirimize ve genel olarak dünyaya karşı ne tür tavırlarımız olduğunu düşünmemiz için alan verdi.

Doğa bizi, çok hızlı bir şekilde tamamen yeni, olumlu bir şekilde birbirine bağlanmış bir insan toplumuna geçiş yapabileceğimiz, yeni bir gelişim düzeyine yerleştirdi.

Sanki çok bulaşıcı bir viral hastalığa yakalanmış gibiyiz, ancak doğanın amacını ve planını anladığımızda, bu durumun tam olarak birbirimize karşı tutumumuzu iyileştirmek için bir araç olarak nasıl ortaya çıktığını anlarız: pandemiye yol açan egoist-tüketici değerlerimizden kopmak ve yaratılış amacını, gerçekte kim olduğumuzu ve ne olduğumuzu ve bu dünyada neden yaşadığımızı keşfetmeye doğru, daha rafine bir şekilde gelişmemize izin vermek için

“Ebeveynlerin Çocuklarına Vermeleri Gereken En Önemli Örnek Nedir?” (Quora)

Ebeveynlerin çocuklarına vermesi gereken en önemli örnek, topluma karşı doğru tutumdur yani başkalarıyla olumlu ilişki kurmak, başkalarının ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmak, insanlara nasıl fayda sağlayacağını düşünmek ve genel olarak, iyi bağlantılı bir toplumun yaratılmasına katılmak.

Bu amaçla, ebeveynlerin çocuklarını etkileyen her şeyi eleştirel bir şekilde incelemeleri gerekir. Özellikle bu, çocukların internette, televizyonda, kitaplarda ve her türlü medyada karşılaştıkları materyalleri titizlikle incelemek anlamına gelir.

Çocukların çeşitli medyaları izlemesini ve öğrenmesini kısıtlama arzumuz yok, ancak mutlu, kendine güvenen, başarılı, güvenli ve destekleyici insanlardan oluşan bir toplum yaratmayı teşvik etmemiz için, onların etkilerini eğitim perspektifinden incelemeliyiz. :

Karşılaştıkları materyal, onları birbirlerine ne ölçüde olumlu bir şekilde bağlarlar?

Ne kadar bağ kurma ilmini içerir ve insan toplumu için daha iyi ve daha uyumlu bir geleceğe giden yolu açar?

Çocukların kullandığı materyalden tüm şiddet, korku ve işkenceyi ortadan kaldırmak gerekir. Çocuklar taklit ve örneklerden öğrenirler ve bu tür materyaller onlara çok kötü örnekler verir ve çocuklara zihinsel ve duygusal gelişimlerinde ve ayrıca diğer insanlarla ilişkilerinde uzun süreli olumsuz etkileri olabilecek her türlü bozukluğu ekler.

Çocuk yetiştirmenin ve genel olarak eğitimin temel amacı, kelimenin tam anlamıyla insan yaratmak olmalıdır: tüm bölünme biçimlerinin üzerinde pozitif olarak bağ kurmayı amaçlayan ve diğer insanlarla ve doğayla yapıcı bir şekilde ilişki kuran bir toplum.

Bu nedenle, tek endişemiz, çocukları pozitif bir şekilde birbirine, destekleyici ve barışçıl bir toplum inşa etmeleri için yönlendirerek mutlu, kendine güvenen, başarılı ve güvenli insanlar olmaları için yetiştiren yeni bir tür eğitim sistemi oluşturmak olmalıdır.