Category Archives: Birlik

Tüm Dünya Arkamızda

Yorum: İsrail’e yeni geldim ve İsrail’in iç savaşın eşiğinde olduğunu, bu toplumda tüm çelişkilerin birleştiğini her zamankinden daha fazla fark ettim: hem sosyo-ekonomik hem de politik çünkü sol ve sağ birbirinden gerçekten nefret ediyor, ayrıca dini ve etnik sorunlar var.

Görünen o ki, bir ülke içinde birbirini duymayan ve anlamayan beş ya da altı farklı ülke ve beş ya da altı farklı insan grubu var.

Cevabım: Evet. Bu nedenle burada İsrail’de bu sorunları çözersek, dünyanın her yerinde bu sorunları çözmek için harekete geçeceğiz.

Soru: Açıkçası, bu mümkün. Geceleri merkezinizden yayınlanan dersleri izleyip ekranda farklı milletlerin, farklı etnik grupların, farklı dinlerin temsilcilerini görmek beni hayrete düşürüyor! Başka ülkelerden öğrenciler, Müslümanlar, Budistler, Katolikler ve Protestanlar dersleri dinlerken, prensipte bunun mümkün olduğunu anlıyorum. Sürekli bundan bahsediyorsunuz, toplumu sürekli teşvik ediyorsunuz.

Ama pratikte ne olmalı? İsrail’deki insanların birbirlerini duymaya ve görmeye başlaması için ne yapmamız gerekiyor?

Cevap: Bir cevabım olup olmadığını bilmiyorum. Resmi bir cevap verebilirim, ama bu gerçekten etkili mi, sürdürülebilir mi, var olmaya ve uygulanmaya hakkı var mı bilmiyorum. Kabalistik kaynaklara göre hareket etmeye çalışıyorum, onları anladığım kadarıyla. İsrail’de veya dünyada bu sorunu çözmeye çalışan bir Kabalist görmüyorum.

Bence yine de, her şeyden önce bizler kendimiz, küçük topluluğumuzla (içinde binlerce insan olduğu için o kadar da küçük değil) çok ciddi bir etkileşime girdiğimizde, birlik olmanın gereğinin farkına vardığımız bir koşula ulaşmayı,  tüm dünyanın arkamızda olduğunun ve onun neyin ilerlediği ve neyin önünde olduğu konusunda hiçbir fikri olmadığının anlayışına gelmeyi hedeflemeliyiz. Sadece birleşmek ve en önemlisi dağıtım için çabalarımızı sürdürmemiz gerekiyor.

“Tüm Çalışanlar Nereye Gitti?” (Linkedin)

Gittikçe daha fazla insan aşılandıkça, birçok ülkede ekonomiler yeniden açılıyor olsa da, iş piyasasının önemli bir kısmı hala yeniden başlama mücadelesi veriyor: çalışanlar. Müşteriler orada; işletmeler açık, işverenler işe alım yapıyor, ancak çalışanlar evde kalmaktan rahat görünüyor. Bazı ülkelerde ve bazı mesleklerde durum o kadar vahim ki iş başvurusunda bulunanlar, potansiyel işverenlerle tam tersi bir şekilde mülakata giriyorlar. İşverenlerin başvuru sahiplerine sırf iş görüşmesine gelmeleri için para ödediği tuhaf durumlar bile var!

Covid-19 yeni başladığında, insanlık pandeminin diğer ucundan çıktığında, farklı bir insanlık olacağını yazmıştım. Bunun ortaya çıktığını görüyor gibiyiz. Bazıları, insanların Covid yardımı olarak çok fazla para aldığını söylüyor ama bence bu konu bundan çok daha derine iniyor: İnsanlar, sadece çalışmak istemiyor. İşlerinin bir tür kölelik olduğunun farkına vardılar ve vazgeçtiler. Olan şey budur.

Bence bunun olması herkes için daha iyi. Daha az kirlilik, insanların, hayvanların ve doğal kaynakların daha az sömürülmesi var ve milyarlarca dolar biriktirmeye devam etmek isteyen kodamanlar dışında herkes kazanıyor ama ne amaçla?

Mesleklerimiz ve hatta daha çok kariyer işleri, bizim öz saygımızı belirlerdi. Ancak birçok insan artık bunu umursamıyor. İnsanların ne düşündüğü umurlarında değil; dinlenmek ve zamanlarını huzur içinde geçirmek istiyorlar ve yaptıkları herkes için, özellikle de zavallı gezegenimiz için daha iyi.

Ne kadar boştaysak, doğayla o kadar az çelişiriz. Herhangi bir hayvanı ele alın, yiyecek, barınak aramadığı veya yavrularına bakmadığı zaman huzur içinde yattığını göreceksiniz. Şimdiye kadar hayvanlar gibi değildik. Her anı daha çok çalışarak, daha çok para kazanarak ya da paramızı harcayarak ve diğer insanları daha çok çalıştırarak geçirdik. Sonuç olarak, gezegenimizi kirlettik ve neredeyse mahvettik. İnsanlar hayvanlar gibi yaşasaydı, sadece ihtiyaç duyduklarında çalışsaydı, kendimiz için yarattığımız tüm sorunları yaratmazdık, yorulmazdık, strese girmezdik.

Tembel olmak bizim menfaatimizedir ve mümkün olduğunca sıkı çalışmamız da iş adamlarının menfaatinedir. Bu yüzden bize iş unvanımızın kim olduğumuzu tanımladığı fikrini satıyorlar. Ama insanların kim olduğumuz hakkında ne düşündüklerini gerçekten umursamadığımızda, o zaman onları süslü iş unvanlarıyla etkilemek için hiçbir nedenimiz yok. Sonunda dinlenebiliriz!

Artık daha fazla boş zamanımız olduğuna göre, zamanla yapacak daha anlamlı şeyler bulacağız. Neden burada olduğumuzu soracağız ve buradaki varlığımızın dünyadaki tüm diğer insanların varlığıyla ve etrafımızdaki dünyayla nasıl ilişkili olduğunu keşfedeceğiz. Dünyanın tek bir sistem olduğunu göreceğiz; içinde kendi yerimizi bulacağız; ve mutlu ve huzurlu olacağız. Bu nedenle bu yeni, gereksiz yere çalışmama trendinden memnunum.

Nesil Değişiminin Amacı

Soru: Egoizmi ıslah çalışması açısından nesilsel değişimin amacı nedir?

Cevap: Nesil değişiminin amacı, bu büyük yükü birçok insan arasında küçük parçalara bölmektir. Bu Zohar Kitabı’nda yazılmıştır. Parasını bir yerden başka bir yere taşımaya karar veren büyük bir kral hakkında bir benzetme anlatır. Ancak kraliyet hazinesini nasıl nakledebilirdi ki? Saldırıya uğramaları durumunda bunu bir adama veya orduya bırakamazdı.

Sonra birçok vatandaşına bir madeni para vermeye karar verdi. Herkes ona bu parayı geri getirecekti çünkü kişinin kralın güvenini kötüye kullanması ve küçük bir bozuk para yüzünden kendisini lekelemesi buna değmezdi. Böylece, tebaası büyük hazineyi yeni bir yere taşıdı.

Bu,  Zohar’ın, her zaman nesilden nesile ilerleyen bir çizgi gibi, tüm çalışmayı milyarlarca insan arasında neden böldüğümüz hakkında metaforik olarak anlatım şeklidir. Bizler bu şekilde çalışıyoruz.

Bu durumda yapmamız gereken muazzam iş, o kadar da korkutucu değildir. Elbette her insan için zordur, ancak üstesinden gelinebilir. Bununla birlikte, Yaradan’ın yarattığı tüm egoizmin üstesinden gelebileceğimizi, onun üzerine çıkabileceğimizi ve üst güçle onun gerçek manevi düzeyinde bağ kurabileceğimizi hayal etsek, o zaman her birimiz bunu tek başına yapamazdık.

“Birlik, COVID-19’la Savaşmamıza Nasıl Yardımcı Olabilir?” (Quora)

Bunu yazarken, Koronavirüs pandemisinin dünyayı vurmasının üzerinden bir yıldan fazla bir süre geçti, etkileri hala çok güçlü hissediliyor ve insanlık virüsü henüz kontrol altına almış değil. Almanya başka bir tecrit yolunda, Fransa kilit altında ve Hindistan’da durum aşırılıklara ulaştı, Brezilya’da ise ölü sayısı sürekli artıyor.

Koronavirüsü belli bir süre insanlığın ortak sorunu olarak hissettik. Ancak şimdi, her ülkenin ayrı ayrı ele alması gerektiği hissiyatı var. BM Genel Sekreteri aşının küresel dağılımındaki eşitsizlikten şikayet ediyor ve bizler de pandeminin ne zaman ve nasıl biteceği sorusuyla baş başa kalıyoruz.

Birlik (ve tüm insanlığı kapsayan küresel birlikten başka bir şey değil), COVID-19 salgınını çözmenin anahtarıdır. Dünya çapında birleşip bu sorunla küresel olarak ilgilenmeye başlayana kadar, kendimizi önemsediğimiz gibi dünya çapında herkesi önemsediğimiz duruma gelene kadar, pandemi bize saldırmaya devam edecek. Bu salgından çıkmak istiyorsak birlik, karşılıklı önemseme ve karşılıklı destek gereklidir.

İnsanlığın, örneğin bazı ülkeleri karşılayabildiği için halkını aşıladığını, bazılarının ise bunu karşılayamadıkları için yapmadığını görmek yerine, tek bir aile olarak birlikte rıza ile çalıştığını görmemiz gerekiyor.

Doğa bu darbeyle hepimize aynı şekilde davranır. Bu nedenle, doğadan bizimle nasıl ilişkili olduğunu öğrenmeli ve kendimizle – tüm insanlığı tek bir varlık olarak – aynı şekilde ilişkilendirme yolunda adımlar atmalıyız. Bu nedenle, pandemiyi yenmenin anahtarı, mümkün olduğunca ilk ihtiyaç duyulan yerde yardım sunabilmektir. Bu, bireysel ve ulusal kaygılarımızın ötesinde küresel ilgi ve onay gerektirir.

“Neden Dünya’yı Koruyalım?” (Linkedin)

İklim krizi tırmanırken ve aşırı hava durumu giderek artarken, uzmanlar geri dönüşü olmayan noktaya ne kadar yakın olduğumuza ciddi şekilde kafa yoruyorlar. CBS News, 26 Nisan’da bir rapor yayınladı, iklim krizinde küresel bir lider olan Profesör Timothy Lenton’a göre, “Batı Antarktika buz tabakasının bir devrilme noktasını çoktan geçmiş olabileceğini” bildirdi. CBS News ayrıca diğer uzmanlarla da konuştu ve “Mesaj oybirliğiyle verildi: Değişiklikler beklenenden daha hızlı gerçekleşiyor ve iklim sistemindeki devrilme noktalarına ulaşma şansı, sadece on yıl önce uzak ve çok uzak görünüyordu, ama şimdi çok daha olası ve daha acil görünüyor. Lenton, “Bu yüzden tehlikeye dikkat çekiyordum,” dedi. “Sadece on yıl içinde risk seviyesi belirgin bir şekilde yükseldi – ki bu da acil eylemi tetiklemeli.””

Benim görüşüme göre, soru, yıkım noktasına vurup vurmadığımız veya bu noktaya ulaşmaya yakın olup olmadığımız değil. Sormamız gerekenin, Dünya’nın buna mahkûm olup olmadığı ve bizim buna mahkûm olup olmadığımız değil, daha ziyade neden şimdi biz buradayız sorusu olduğuna inanıyorum. İçinde yaşadığımız evren yaklaşık on dört milyar yıldır burada. Dünya yaklaşık 4,5 milyar yıldır varlığını sürdürmekte ve Dünya üzerindeki yaşam, Dünya’nın oluşmasından birkaç yüz milyon yıl sonra başlamıştır. Atomlardan moleküllere, moleküllerden tek hücreli yaratıklara ve tek hücreli yaratıklardan Dünya’daki suda, karada ve gökyüzünde sayısız yaşam biçimine evrimleştik. Sonunda, son birkaç yüz bin yılda insanlık ortaya çıktı. Yavaş yavaş, gezegenin yöneticileri haline geldik, toprağını, florasını ve faunasını sömürerek, havayı, toprağı ve suyu kirletiyor ve güç ve zenginlik kazanmak için elimizden geldiğince hızlı bir şekilde Dünya’nın kaynaklarını tüketiyoruz. Bu yüzden mi buradayız, tüm bu zararı vermek için mi? Belki de cevabı bilseydik, her saniye gezegene verdiğimiz bu akıl almaz zararı vermezdik. Bu nedenle, burada olma amacımız, cevaplamamız gereken anahtar sorudur. Eğer cevabını bilirsek tüm sorunlarımızı çözer ve gezegeni kurtarırız.

Geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca, emisyonları azaltmak, kirliliği azaltmak ve gezegeni sömürmemizi azaltmak için sayısız taktik ve girişim denedik. Hiçbiri işe yaramadı. Dahası, sadece gezegenimizi değil, gezegendeki tüm yaşamı sömürüyoruz ve birbirimizi sömürüyoruz. Bizi karakterize eden “başkalarına kötü muamele” tüm alanlarda belirgindir, bu da sorunun, örneğin yenilenebilir enerjiye geçmekten veya ormansızlaşmayı engellemekten çok daha sistematik ve köklü olduğu anlamına geliyor. Tüm sıkıntılarımıza neden olan sorun biziz veya daha doğrusu doğamızdır – insan doğası. Bu gezegendeki diğer varlıkların aksine, birbirimize, tüm canlılara ve yuva dediğimiz gezegene karşı sömürücüyüz, kaba ve tacizciyiz. Aslında o kadar kalpsiziz ki yaptıklarımızın, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini mahvedeceğini bilsek bile açgözlülüğümüzü engelleyemiyoruz. Yaşayacak bir ev yerine, onlara gezegen büyüklüğünde bir çöp yığını veriyoruz. Hangi iyi ebeveyn bunu yapar? Elbette hiç biri, ama biz iyi ebeveynler değiliz.

Yine de her şey bitmiş değil. Koronavirüs salgınının başlangıcında neredeyse tüm dünyada empoze edilen ilk kapanmada, dünyanın dört bir yanından doğanın direncinin birçok örneği, Dünya’nın düşündüğümüzden çok daha güçlü olduğunu ve uzun süreli insan sömürüsünden bile kurtulabileceğini kanıtladı. Bu nedenle, tek sorunumuz olan insan doğasını çözersek, doğanın geri kalanı hızla iyileşecek ve gezegensel denge yeniden sağlanacaktır.

İnsan doğasını değiştirmek, ilk bakışta, kişinin kendini bir bataklıktan kendi saçından tutup çıkarması gibi imkansız görünebilir. Ancak bunu nasıl yapacağımızı doğadan öğrenebiliriz. Doğada işler kendi çevrelerine göre değişir. Adaptasyon, herhangi bir türün hayatta kalmasının anahtarıdır. Eğer bizler bir dostluk, karşılıklı sorumluluk ve şefkat ortamı yaratırsak, doğamız çevresine uyum sağlayacak ve aynı şekilde olacaktır. Kendimizi değiştirmemize gerek yok, sadece yüzeysel davranışımızı değiştirmemiz gerekiyor. O zaman, tüm toplum nazik davranırsa, insanlar gerçekten nazik olacaklar. Nasıl acımasız bir ortamda yaşamak, orada yaşayan herkesi doğası gereği acımasız olmasa bile acımasız olmaya zorlarsa, bunun tersi de geçerlidir.

Bir kez sosyal çevremizi dost canlısı ve saygılı hale getirdiğimizde, kendi doğamız dost canlısı ve saygılı hale gelecektir. Dostça ve saygılı olduğumuzda, sömürücü olmayı bırakacağız. Sömürüden vazgeçtiğimizde, birbirimizi, diğer canlıları ve bir bütün olarak gezegeni kötüye kullanmayı bırakacağız. Görünen o ki kendimizi ve gezegenimizi kurtarmak için tek odak noktamızın sosyal çevremizi düşmanca olmaktan dostça olmaya, istismarcı olmaktan saygılı olmaya dönüştürmek olmalıdır. Diğer her şey hızla takip edecektir.

Dahası, içsel doğamızın kodunu dönüştürmek, bize şu anda tasavvur edemediğimiz alemleri ifşa edecektir. Sadece kendimize konsantre olduğumuz sürece, gördüğümüz tek şey kendimiziz. Ancak burada bulunmamızın amacı, kendimizin çok ötesinde büyümek, tüm gerçekliği kavramak, neden var olduğumuzu, neden yaşam ve ölüm, yaratılış ve yıkım olduğunu ve her şeyin nasıl birbirine bağlı olduğunu en derin düzeyde anlamaktır. Sadece birbirimizi düşünmeye başlarsak kendimizi düşünmeyi bırakırız ve ancak kendimizi düşünmeyi bırakırsak çevremizdeki dünyayı gerçekte olduğu gibi algılamaya başlayabiliriz. Bu yüzden hayatlarımızı, gezegenin refahını ve hatta mutluluğumuzu güvence altına almak için sormamız gereken tek soru “Neden buradayız?”

“Balinalardan Ne Öğrenebiliriz (Ya Da Öğrenemeyiz)” (Linkedin)

Yıllar önce, Leningrad’daki (bugünkü St. Petersburg) Tıp Akademisi’nde üniversite öğrencisiyken, Karadeniz’de akademinin yürüttüğü özel bir proje vardı. Yunuslarla iletişim kurmak ve onların dillerini öğrenmeye çalışmakla ilgiliydi. Proje çok fazla bir sonuca ulaşmadı ve ders alındı.

Birkaç gün önce bir öğrenci bana İsrail’de balinaların dilini ileri teknoloji ekipman, dilbilim ve Yapay Zeka kullanarak öğrenmeye çalışmak için bir projenin başladığını söyledi. Bana bunun hakkında ne düşündüğümü sordu. Ona Leningrad’daki deneyden bahsettim ve bunun da fazla bir anlam ifade etmeyeceği sonucuna vardım.

Doğadan öğrenmek istiyorsak, bu hayvanlarla iletişim kurmak için değil, doğanın matrisini, nasıl işlediğini anlamak, yaratılışın sırlarını ve onu oluşturan yaratıcı gücün mekanizmasını anlamak içindir. Balinaların nasıl iletişim kurduğunu görmenin etkileyici olduğunun farkındayım, ama sonra ne olacak? Bu bizi nereye götürür? Bize birbirimizle nasıl iletişim kuracağımızı öğretecek mi? Hayır, öğretmeyecek. Ve birbirimizle iletişim kuramıyorsak, diğer türlerin ne kadar iyi iletişim kurduğunu görmenin bize ne yararı var?

İletişim çabalarımızı kendi ilişkilerimize, aramızda sağlıklı, dengeli ve düşünceli ilişkiler kurmaya odaklamalıyız. Bu bize yardımcı olacaktır, balinalara da yardımcı olacaktır, balina sesi B’ye kıyasla balina sesi A’nın anlamını öğrenmekten çok daha fazla. Onları değil, kendimizi çalışmamız ve düzeltmemiz gerekiyor!

Tüm doğa, zaten yaşamın ve ölümün, büyümenin ve çürümenin, vermenin ve almanın dengeli ve karşılıklı olarak destekleyici olduğu, denge yasasına göre işlemektedir. Yalnızca insanlar sadece almak, almak, almak ve karşılığında hiçbir şey vermemek isterler. Ve tüm yaratılışta egosantrik ve yıkıcı olan tek varlık biz olduğumuz için, kendi iletişimimize, birbirimizle kendi ilişkilerimize odaklanmamız ve birbirimizi önemsemeyi öğrenmemiz hayati derecede önemlidir!

Bir kez bunu öğrendikten sonra, tüm yaratılışı, diğer türlerle nasıl iletişim kuracağımızı ve Dünya üzerindeki tüm yaşamın gelişmesini nasıl destekleyeceğimizi de anlayacağız. Eğer bizler yüksek benliklerimize, tüm insanlarla kalpten kalbe bağlı olmaya bakarsak, diğer tüm türlere katkıda bulunabileceğiz ve burada Dünya’daki varlığımızın bir anlamı ve amacı olacak ve tüm yaratılanlara fayda sağlayacaktır.

Özünüzü Anlayın

Soru: Kabala’ya göre kişi nedir? Onun özü nedir?

Cevap: Dünyamızın doğası cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelere ayrılmıştır. Şu anki durumumuza göre, bizler hayvansal seviyeye aidiz çünkü herhangi bir hayvan gibi, vücudumuzun, dünyasal yaşamımızın bakımı ile meşgulüz.

Hayvanların kendilerine emir veren ve varoluşlarını sağlamaya zorlayan içgüdülerle kendilerine hizmet etmeleri dışında, bizlere sadece kişisel içgüdüler tarafından değil, esas olarak toplum, çevre tarafından belirlenenler de emredilir.

Esasen, hayvanların da bir ailesi, konaklama alanı, liderleri vardır. Ama yinede bu, içeriden gelen açıkça doğal, içgüdüsel bir kontrole dayanmaktadır. Hiyerarşileri ve mücadeleleri doğrudan ve basit bir şekilde gerçekleştirilirken, insanlarda bu çok zordur.

Birbirimizle ve çevredeki toplumla bağlantılı olarak hangi algoritma ile hareket etmemiz gerektiğini anlamıyoruz. Toplumun bize nasıl komuta ettiği ve gelişimimizi, değerlerimizi ve bize nasıl rehberlik ettiğini bilmiyoruz.

Bu konuda insanın hayvanlara kıyasla basitçe kafası karışmış ve mutsuzdur. Onlar ne istediklerini tam olarak bilirler, ekolojinin izin verdiği ölçüde yavrularını ve çevrelerini net bir şekilde korurlar. Ama insan yapmaz.

Sürekli kendini yok etmeyi hedefler. Sonuçta, bize doğa tarafından verilenler, dünyevi gelişimimize yönelik değildir. Sadece vücudumuza hizmet etme, gereksiz zevkleri, yiyecekleri, seksi, zenginliği vb. kendimize dayatma düzleminde gelişmemeliyiz. Aslında bunun mutluluk ya da tatmin getirmediğini, gerçek fayda getirmediğini, sadece hayatlarımızı kararttığını görürüz.

Tüm eylemlerimizi yanlış yönlendiriyoruz. Sosyal arzularımızı (şöhret, güç, zenginlik, bilgi) bizi daha yüksek bir seviyeye, “insan” durumuna yönlendirmek için doğru bir şekilde kullanabilseydik, o zaman gerçekten “İnsan” seviyesine ulaşırdık.

 

“Kalpteki Noktayı Anlamak” (Linkedin)

İnsanların Kabala çalışmaya ilk geldiklerinde öğrendikleri ilk şeylerden biri, “kalpteki nokta” adı verilen bir kavramdır.  Kabala çalışmaya gelenlerin, özellikle zorluklara ve engellere rağmen bunda ısrarcı olanların, gelişmiş ya da güçlü bir kalpteki noktaya sahip insanlar olduğu söylenir.  Kabalistlerin bize söylediği, buna sahip olanların, öğrenmelerinde başarılı olma ve manevi derecelerde ilerleme olasılığının daha yüksek olduğudur.

Ama gerçek bu nedir?  Rav Yehuda Ashlag, diğer adıyla Baal HaSulam, Zohar Kitabı hakkındaki Sulam [merdiven] yorumunda, kalpteki noktanın gerçekten bir soru olduğunu yazar.  On Sefirot’un Çalışılması’na girişinin başlangıcında, kalpteki noktanın “Tüm dünyanın sorduğu kızgın bir soru yani ‘Hayatımın anlamı nedir?’” diye yazar. Baal HaSulam ayrıca sorar, “Hayatımızın bize çok pahalıya mal olan bu sayılı yılları ve onlar için çektiğimiz sayısız acı ve eziyet …Bunları kim sever?”

Bugünlerde pek çok kişi bu soruyu soruyor, ancak pek çok kişi yanıt aramaya itilmiyor.  Pek çoğu umutsuzluk ve her türden kaçışa yöneliyor.  Birinin kalbindeki noktası yeterince güçlü olduğunda, o kişi pes edip kenarda oturmak yerine arayışa başlar.

Öğrencilerim arasında her ırktan, inançtan, yaştan ve milletten insanlar var.  Bazıları yüksek eğitimlidir ve bazıları ise sıradan insanlardır;  bazıları sofistike ve anlamlı, bazıları ise bir düşünceyi güçlükle ifade edebilmekte.  Yine de, hepsinin ortak noktası kalpteki nokta, hayatın anlamı hakkındaki o yakıcı soru.  Ve bu nokta onları tüm farklılıkların üzerinde birleştirir.

Kalpteki noktası olan insanların aralarında birleşmelerinin iyi bir nedeni vardır.  Kişi otantik Kabala’yı çalışırken, hayatın anlamını yalnızca başkalarıyla kalpten kalbe bağlandığında bulduğunu keşfeder.  Başka bir deyişle, kişisel alanımızla sınırlı kalırsak ve yalnızca kendimizle ilgilenirsek, hiçbir şey keşfedemezdik.  Bu, bizim ilk varoluş durumumuzdur ve eğer bunun ötesinde gelişmezsek, herhangi bir şeyi nasıl keşfedebiliriz ki?  Bu nedenle hayatın anlamını bulanlar, onu başkalarıyla olan bağlarında bulurlar.  Kendi ihtiyaçlarıyla meşgul olmanın ötesine geçip başkalarını düşünmeye başladıklarında, orada olduğunu bilmedikleri yeni dünyalar, yeni varoluş alemlerini keşfederler.  Bu gerçekleştiğinde, hayatın anlamı sorusu, cevabını alır.  İnsanların başardıkları bağ, onları bilge, duyarlı ve tüm yaşamın bilincinde kılar.  Bunu başardıklarında, neden doğduklarını, neden yaşadıklarını, neden bir gün öleceklerini ve hatta sonrasında ne olacağını anlarlar.

Ek olarak, vermekle meşgul olan kişi asla üzülmez, asla moralini yitirmez ve hayata dair her zaman umutlu ve heyecanlıdır.  Böyle bir insan, her zaman başkalarıyla kalpten kalbe bağ kurarak hayatlarının anlamını bulacaklarını paylaşacakları, kalpteki noktaları olan daha fazla insan arar.

Her insanın kalpteki noktaya sahiptir.  Çoğu insanda bu uyku halindedir.  Ancak günümüzde, giderek daha fazla insan hayatın sınavlarına ve sıkıntılarına cevap arıyor.  Bu yüzden Kabalistler, bu bilgeliği herkese açtılar, böylece Baal HaSulam gibi “Hayatımın anlamı nedir?” diye soran herkes cevabı bulacak, huzur ve mutluluğu bulacaktır.

“Karşılığında Bir Şey Beklemeden Vermeyi Nasıl Öğrenebilirim?” (Quora)

Karşılığında hiçbir şey beklemeden birine vermek ve ona yardım etmek gerçekten inanılmaz derecede zor ve hatta imkansızdır.

Yapmakta olduğunuz her şeyi verirken veya yardım ederken, bunu yaparak dünyaya pozitif bir güç kattığınızı düşünüyorsanız, öz saygınız, eyleminizin büyüklüğü artacaktır. Anahtar, dünyaya daha fazla iyilik getirerek dünyayı daha iyi bir yer yapmak istediğinizi düşünmektir.

Ancak, iyiliğinizin karşılığında bir şey kazanacağınızı düşünüyorsanız, “teşekkür ederim” kadar küçük bir şey veya fedakârlığınızı minnetle kabul eden bir gülümseme bile, o zaman aynı zamanda iş yapıyorsunuz demektir. Başka bir deyişle, başardığınız sonuçlardan sonra kendinizi iyi hissedersiniz.

 

Bir kez daha, karşılığında hiçbir şey beklemeden nasıl verileceğini öğrenmenin anahtarı, düşünceleriniz ve eylemleriniz aracılığıyla dünyaya iyiliğin nasıl girmesi gerektiğini, yani dünyanın daha iyi bir yer olmasını istediğiniz düşüncesini uygulamaktır.

Başkalarına nasıl iyi işler yapacağımız ve dünyaya nasıl olumlu ve şefkatli bir enerji getireceğimiz hakkında daha fazla düşünmek için kendimizi organize etmek akıllıca olacaktır.

Doğamız gereği, eylemlerimiz için her zaman kendi amaçlarına yönelik fayda arayan egoistleriz. Bu yüzden dünya için iyilik yaparak egolarımıza nasıl haz vereceğimizi aramalıyız. Dünyaya verdiğiniz için kendinize saygı duymanız olumludur.

Bununla birlikte, başkalarına fayda sağlamaktan çok kendi yararına öncelik veren değerlerle dolu bir toplumda, dünyaya verdiğimizde gerçekten kendimize saygı duyabilmemiz için, kendimizi kalibre edeceğimiz destekleyici bir çevreye ihtiyacımız var.

Kendimizi böyle bir yolla daha fazla verici hale getirmeyi başarırsak, o zaman dünya daha iyiye doğru değişecek. Bugün arttığını gördüğümüz olumsuzluk, nefret ve ayrımcılıkların yerine, dünyada birdenbire pek çok iyilik görmeye başlayacağız. Her şey dünyaya nasıl baktığımıza bağlıdır: Eğer niyetimizi bu dünyada olumlu bir verici güç olmak için ayarlarsak, o zaman başkalarına karşı daha verici ve anlayışlı olmak için ne kadar çok değişirsek, dünya da o kadar çok iyiye doğru değişecektir.

“Manevi Sağlığı Nasıl İyileştiririz?” (Quora)

Manevi sağlık, maneviyata daha fazla yakınlaşmak için birbirimize pozitif olarak bağlandığımız bir durumdur, yani birbirimizi sevmek ve önemsemek ortak niyetiyle birleştiğimiz bir durum.

Bu, bağlantılarımızdaki bu niteliklerle tek bir ruh olarak bağ kurma ortak niyetimiz aracılığıyla, gerçekliği dolduran sevginin, ihsan etmenin ve bağ kurmanın üst gücü ile bağ kurduğumuz bir durumdur.

Bunu yaparak, Kabala bilgeliğinde aramızdaki bağın “ıslah eden ışık” diye adlandırıldığı bir güç olan, sevginin, ihsan etmenin ve bağın üst gücünü uyandırırız ve bu güç ortak bir sevme, özen gösterme ve ihsan etme niyetiyle bizi birbirimize bağlar.

Pek çok insan, bunun mümkün olduğunu varsayarak kendi başlarına manevi sağlık ve esenlik durumuna ulaşmaya çalışır. Ancak manevi bir şeye tek başına ulaşmak imkansızdır.

Manevi sağlık ve esenliğe ulaşmak için, üst gücün, sevginin gücünün, ihsan etmenin ve bağın gücünün alanında olduğumuzu ve bu güce bağlı olduğumuzu hissetmemiz gerekir. Maneviyatla herhangi bir bağ kurmak için bu güce ne ölçüde bağlı olduğumuzu anlarsak, o zaman isteklerimizi, taleplerimizi ve dualarımızı, bir çocuğun ebeveynlerinin gitmesine izin vermediğinde onların elini tutmasına benzer şekilde, bu güce yönelteceğiz. Daha sonra kendimizle ilgili iyileştirmeler ve düzeltmeler yapmak için bu güce döneceğiz, kendimizde manevi olmayan egoist düşünceleri ve arzuları yani başkalarına ve doğaya fayda sağlamaktan ziyade kendi yararına öncelik veren düşünceler ve arzular keşfettiğimizde, o zaman bunu yapacağız. Bu düşüncelerin yönünü, üst gücün ihsan etme yönüne benzer şekilde, sevgi dolu, verici ve pozitif bağ kuracak şekilde değiştirmeyi talep edeceğiz.

Böylece maneviyatı öğrenerek, manevi ilerlememizi destekleyen bir ortama katılarak ve manevi güçlerin etkisini (“ıslah eden ışığı”) çekerek manevi sağlık ve esenlik durumuna doğru ilerleriz. Böyle bir süreç, manevi olarak nerede sağlıksız olduğumuzu keşfedene kadar, yani egoist doğamızın maneviyata nasıl karşı çıktığını ve direndiğini gördüğümüz, Kabala’da “kötülüğün farkındalığı” denen bir duruma ulaşana kadar gerçekleşir. Bu tür durumlar aracılığıyla, yavaş yavaş Kabala’da “ıslah” denen, manevi sağlık ve esenlik için gerçek bir talep geliştiririz yani insanlar arasında bölünmeyi ve nefreti ortaya çıkaran egomuzun, aramızda birlik ve sevgiyi – ruhun niteliklerini – ortaya çıkartan, onun zıttı olan özgeciliğe doğru ıslahıdır.

Manevi olarak sağlıklı olma şeklimiz budur. Kendimizi sevginin, ihsan etmenin ve bağın üst gücünün yerine yerleştiririz ve maneviyatı tamamen keşfedinceye kadar gittikçe bu güce benzer hale geliriz.

Bu nedenle, insanlar arasındaki bağı sevgi, özen gösterme ve verme bağlarıyla nasıl güçlendireceğimizi ve daha olumlu hale getireceğimizi düşünmeliyiz. Daha sonra, nihayetinde, tüm sistemin manevi sağlığını sürdürmek için, onun birbirini tamamlayan hücreleri ve organları gibi olduğumuzu algılayarak, hepimizin parçası olduğumuz büyük tek ruhu keşfedeceğiz.

Şimdilik böyle bir durumdan hala çok uzağız. Karşılıklı bağımlılığımızı ve birbirimize bağlılığımızı olumlu bir şekilde gerçekleştirme sürecine henüz başlamadık, burada hepimiz, diğerlerinin tüm egoist kayıtsızlık, ilgisizlik, bölünme ve nefret biçimlerini sevmeyi, ihsan etmeyi ve olumlu bir şekilde bağlantı kurmayı hedefliyoruz. Bu nedenle manevi sistemi birbirine bağlayan karşılıklı güvence ve karşılıklı sorumluluk yasalarını öğrenmek ve incelemek akıllıca olacaktır, bu da bizi manevi güçleri bağlantılarımıza çekebileceğimiz ve manevi olarak sağlıklı, barışçıl, uyumlu bir ilişki kurabileceğimiz aramızdaki dengeli durumu aktif bir şekilde aramaya yönlendirmelidir.