Category Archives: Birlik

Karanlığı Aydınlatan Kıvılcımlar

Neden kutsallığa, Yaradan’ın ifşasına, birleşmeye, tüm yaratılışın ıslahına giden yolda, saf olmayan arzuları, Klipot’u beslemeliyiz? Bu arzular neden gerekli? Yaradan’ın kırılmayı, egoist arzular ile ihsan etme arzularını karıştırmak için bilerek yaptığını anlamalıyız.

Ve çalıştığımızda, kirliliğin (Klipa) ne anlama geldiğini, kutsallığın ne anlama geldiğini, kutsallığı Klipa’dan nasıl çıkaracağımızı anlayarak, bundan gelişiriz ve Yaradan’ın ne yaptığına, neden ışık ve karanlıktan oluşan bir yaratılışı yarattığına, alma arzusundan ve ihsan etme arzusundan ve birini diğerinden nasıl ayırdığımıza dair akıl, duyarlılık ve anlayış kazanırız.

Tüm hayatımız hayal kırıklığı ve zorluklarla dolu bir arayıştır. Ve tüm bunlar, alma ve verme, ışık ve karanlık arasındaki tüm bu gerilimlerden kıvılcımlar çıkarabilmemiz içindir. Yalnız ışık ya da tek başına karanlık bize yardım edemez, ancak sadece birini diğeriyle çarpıştığımızda, sanki taşı taşa çarpıyormuşuz gibi, kıvılcımlar saçarız.

Bizi dolduran ve maddenin ötesinde böylesine yüksek anlayışlara götüren bu kıvılcımlardır ki, onların içinde Yaradan’ı edinmeye başlarız. Yaratılışın içinde Yaradan’a doğrudan ulaşacak, O’nu anlayacak ve hissedecek hiçbir yetenek yoktur.

Fakat tam da karanlığı aydınlatan kıvılcımları üreten bu sürtünme sayesinde Yaradan’ın bizim için hazırladığı yolu anlamaya başlayabiliriz.

Birçok zor durumdan geçeriz, o zaman aniden zifiri karanlıkta ve anlaşmazlıkların içindeyizdir, Yaradan’ı bilmemizi sağlayan aydınlık parıldar, sonra bir başkası ve bir başkası.

Bu tür birkaç kıvılcım tutuşturduktan sonra, artık Yaradan’ı ve O’nun eylemlerini nasıl tanıyacağımızı hissederiz.

“Kişi Dengeye Nasıl Ulaşır?” (Quora)

Bizler doğada var oluruz ve sıcaklık, basınç, titreşimler, dalgalar, radyoaktivite gibi muazzam miktarda doğal olgu bizi etkilemekte ve onlarla denge içinde yaşamamız gerekir.

Denge ile ilgili fiziksel yasa, çevresiyle denge halinde yaşayan bir organizmanın en rahat durumda olmasıdır. Sıcaklık, basınç veya başka bir parametre biraz artar veya azalırsa, organizma kendini kötü hisseder.

Doğada bu şekilde yaratılırız: doğada belirli sınırlar içinde var olabiliriz ve bu sınırlar içinde kendimizi çevremizdeki doğaya eşit hale getirmemiz gerekir. Örneğin, kışın, doğa ile dengede olmak için sıkı giyinmemiz gerekir ve yaz aylarındaysa tam tersi.

Bu, duyularımızla gördüklerimiz ve hissettiklerimizle ilgili dengedir. Ancak, doğanın algılanamayan başka bir kısmı daha vardır. Onun yasaları arzular düzeyindedir – özgecilik ve bağ kurma yasaları – ve onlarla dengede olmak için bu yasalara uymamız gerekir.

Sorun şu ki, bu yasaları bilmiyoruz. Bağış yaparak, fakirlere yardım ederek, başkalarını rahatsız etmeden, vergilerimizi ödeyip, yaşlılara karşıdan karşıya geçmelerinde yardım ederek ve diğer bazı görünüşte özgecil eylemlerde bulunarak, bu dünyada iyi insanlar olduğumuzu düşünüyoruz. Peki, özgecilik ve bağ kurma yasaları ile denge kurmak için bu tür eylemleri yapmak yeterli değil mi?

Sadece yetersiz değil, aynı zamanda bu tür eylemleri yapmak, özgecilik ve bağ kurma yasasını yerine getirmek ilgili hiçbir şey ifade etmez çünkü bizler yalnızca her daim özgeciliğe zıt hesaplamalarda bulunan egoist aklımızla anladığımız şeyleri yapıyoruz. Doğa ile bütünüyle dengeye ulaşmak için doğayı incelememiz ve ona benzemeye çalışmamız gerekir.

Bu form eşitliği yasası, uymamız gereken tek yasadır. Her gün değişiyoruz, büyüyoruz ve başka biri oluyoruz. Bu yüzden, her gün ve hatta anbean, doğayla olan dengemizi düzeltmemiz ve ayarlamamız gerekir.

Bu bakımdan, doğa ile dengeye girebilmek için önce doğanın bizden ne talep ettiğini öğrenmemiz, sonra bu talepleri karşılayıp karşılamadığımızı kontrol etmemiz gerekiyor. Kabala bilgeliği bunun içindir. Kabala, doğanın ne olduğunu, nasıl çalıştığını, doğanın içinde ne olduğumuzu ve nerede olduğumuzu, doğayla uyum sağlama konusunda eksikliğini duyduğumuz duyu ve parametreleri ve onlarla nasıl dengeyi sağlayabileceğimizi ele alır. Kabala metoduna dahil olarak, kendimizi derece derece değiştirir ve doğayla dengeye geliriz.

Kalbimi Nasıl Açarım?

Soru: Kalbimi nasıl açabilirim?

Cevap: Kalbinizi ancak çevre ile doğru iletişim kurarak açabilirsiniz. Başka yolu yok.

Dostlarınızla doğru iletişim kurmaya başladığınızda, daha yakın olmaya çalıştığınızda ve size iyi veya kötü görünen dış özellikleri ne olursa olsun onları sevmeye başladığınızda, o zaman ne kadar çok çevreye karşı tutumunuzun sadece egoizminiz tarafından belirlendiğini hissedeceksiniz.

Dostlarını sevmek için egoizmin üzerine çıkmak büyük bir iştir. Bizim yaptığımız şey bu. Kalbinizi açmak, egoizmi açmak değil, başkalarına karşı arzunuzu açmak anlamına gelir.

Şimdilik sadece nasıl kalbimizin üzerine yükseleceğimizi, egoizmimizden nasıl çıkacağımızı ve onun üzerinde olan her şeyi hissetmeye başlayacağımızı düşünmeliyiz.

Bunu yapmaya çalışın. Yol sadece çevreden geçer. İyi şanlar!

Toplumsal Bütünlüğün Yıkımı

Soru: Kadın doğal olarak aileye yönelir ve onu korumak ister. Bir erkeğe ve bir aileye ait olma duygusuna ihtiyacı vardır ve bunun için çok şey feda etmeye hazırdır. Modern bir erkek neden bir kadına bu aidiyet duygusunu veremiyor?

Cevap: Ego buna izin vermez: “Kimseyle bağlı olmak istemiyorum!” der.

Yani biriyle bağlanabilirim, ancak yalnızca benim için uygun olduğunda, hoş olduğunda, hizmet edilmek ve tatmin edilmek istediğimde. Ama ihtiyacım olmadığı anda yanımda kadın, aile, hiç kimse olmasın. Egoizm böyle davranır.

Böyle durumlarda, kişi kimseye borçlu kalmamak için bir şeyi yapmaya zorlanmaya tahammül edemediğinde, aileyi ayakta tutmak da mümkün değildir çünkü aile bir ortaklıktır ve her şeyden önce birbirlerine karşı tavizler vardır.

Ve birbirimize boyun eğmek, kendini bunu yapmaya zorlamak demektir. Bunu istemem! Bundan haz alamam, egom buna izin vermez. Ve bu yüzden günümüz ailesinin dağıldığı anlaşılmaktadır. Ve daha da korkunç zamanlar bizi beklemektedir.

İnsanlar bunun için bir çeşit ikame bulmaya çalışacaklar, bir çeşit aslının yerini tutan şey, bir araya gelip ayrılacaklar. Çocuklar ebeveynlerini erken terk edecek ve daha erken bağımsız hale gelecekler. Devlet ve toplum bazı ek işlevler üstlenecektir.

Yani hayvanların bile sahip olmadığı bir şeyin, insanlık biriminin, toplumumuzun en temel biriminin yavaş yavaş yıkıldığını göreceğiz. Bununla birlikte hayvanlarda aile, türün üremesi için gerekli olduğu kadar korunur.

Ve bugün devlet bekar annelere veya bekar babalara yardım sağladığında, aileyi bir arada tutmak için hiçbir neden görmüyorlar.

Bilgenin Gözleri

Dünyanın siyasi haritasına baktığımızda birbirini yok etmeye çalışan iki çizgi görüyoruz sağ çizgi ve sol çizgi. Onlar hâkimiyette değişiyorlar ve mücadeleleri giderek daha vahşi ve yıkıcı hale geliyor. Fakat doğanın geri kalanına baktığımızda orada savaş yok, tamamlayıcılık var. Mücadeleler bile rakip tarafları güçlendiriyor ve onları daha sağlıklı hale getiriyor. Açıkçası bir şeyleri kaçırıyoruz.

Dengeli ilerleme her zaman iki taraf içermelidir: Sağ ve sol. Sağ taraf, yarını bugünle aynı kılmak için istikrar ve gelenek eğilimidir. Sol taraf devrim yapma, yenilik yapma, geleceği sorgulama eğilimidir. İki taraf birbirini tamamladığı zaman toplum daha iyi sonuçlar çıkarabilir, daha doğru kararlar verebilir ve başarılı bir şekilde ilerleyebilir.

Kral Süleyman “Bilgenin gözleri kafasındadır” (Vaiz 2:14) demiş. Diğer bir deyişle doğa bizi her zaman ileriye doğru iterken, biz onu anlamaya eğilimli ve hazır olmalıyız. Hazır olmadığımız zaman, şanssızlıklar bizi şaşırtır ve sıkıntılar bizi korunmak için araştırmaya zorlar. Doğa her zaman evrim geçirdiğinden, yarın istikrarı korumak, geleceğe bugünden hazırlanmamızı gerektirir. Bu sağ çizgi ve sol çizgi arasındaki doğru kombinasyondur ve buna “orta çizgide ilerlemek” denir.

İnsan egosu sürekli değiştiği ve geliştiği için orta çizgiyi korumak zordur. Ne kadar gelişirsek, duyularımız o kadar yeni heyecanlar talep eder ve zevk ve tatmin için daha fazla açlık hissederiz. Aynı zamanda, dünyamız giderek daha fazla bağlantılı hale geliyor ve bir kişinin yaptığı herhangi bir hareket diğer tüm insanları etkiliyor. Birbirimize yabancılaşmamız yoğunlaşırken karşılıklı bağımlı hale geldik.

21.yüzyılda hayatta kalmak için, büyüyen egolarımıza hizmet etmek ile başkalarına karşı düşünceli olmak arasındaki orta çizgiyi bize öğretecek küresel eğitim sistemleri kurmaktan başka seçeneğimiz olmayacak. Yapıcı bir orta yol bulmayı öğrenmedikçe, doğa bizi baskı ve acı yoluyla bunu yapmaya zorlayacaktır.

1930’larda, büyük Kabalist ve düşünür Baal HaSulam, “Dünyada Barış” adlı ilham verici makalesinde şunları yazmıştı: “Bizim neslimizde, dünyadaki tüm ülkeler her insana mutluluğu için yardım ettiğinde, birey, bir makinedeki dişli gibi, farkında olmadan tüm dünyanın kölesi olur. Bu aslında bilinmesine ve hissedilmesine rağmen, dünyadaki insanlar hala onu tam olarak kavrayabilmiş değiller. Neden? Çünkü doğadaki gelişme davranışı böyledir: Eylem anlayıştan önce gelir ve ancak eylemler kanıtlayacak ve insanlığı ileriye itecektir.”

Bu nedenle, kaybedecek zamanımız yok. Yarın iyi bir karşılama istiyorsak, bugün üzerinde çalışmalıyız.

Hatalardan Öğrenme

Kişinin egoist arzusunu yenmesi ve onun üzerine çıkması her zaman mümkün değildir. Bu, onun ihsan etme eğiliminin, büyük alma arzusuna kıyasla hala çok zayıf olduğu anlamına gelir. Bu nedenle, egoizm içindeki çalışmalarının sonuçlarını alamamaktan hayal kırıklığı hisseder.

Yaratılışın programına göre, ruhu zaten ihsan etme arzusuna ilerlemiş ve kendisine yönelik olmak yerine Yaradan’a yönelik olmalı. Dolayısıyla, ona manevi sürecin bir bölümünde hata yaptığı gösterilir. Bir dahaki sefere başarılı olmak için bu hatanın nerede olduğunu kontrol etmesi gerekir. Bu bir sonraki sefer, belki birkaç saniye veya dakika içinde olabilir.

Manevi yolumda başarı görmüyorsam, o zaman buna henüz hazır değilimdir ve bana henüz doğrudan gelişemediğimi, ama sadece hatadan hataya ilerlediğimi gösterdiği için Yaradan’a şükrederim. Okulda da böyle öğrendik: önce yazdık, sonra yapılan hatalar üzerinde çalıştık ve yavaş yavaş ilerledik.

Aynı şey manevi ilerleme için de geçerlidir, ıslahın en sonuna kadar, her zaman hatalarımızı ortaya çıkarır ve onlar üzerinde ilerleriz. Bizim bütün gelişimimiz, hataları ortaya çıkarmamız ve onlardan öğrenmemiz üzerine kuruludur.

Şöyle yazılmıştır: “Erdemli bin kez düşecek ve yeniden yükselecektir.” Sadece düşmenin sonucunda hatamızı ortaya çıkarır, onu düzeltir ve bir sonraki duruma yükseliriz. Bir sonraki durumda, bir şeyler yapmaya çalışırız, hata yapar, düşer, düşüşü, hatayı, başarısızlığın nedenini ortaya çıkartır ve davranışımızı ıslah eder ve yükseliriz.

Bu her seferinde böyle olur, bu nedenle “Erdemli bin kez düşecek ve yeniden yükselecektir.” diye yazılmıştır. Yürüyen merdivendeymiş gibi manevi merdivenin yüksek derecelerine çıkacağınızı düşünmeyin. Neden düştüğünüzü anlamanız ve kendinizi ıslah etmeniz için her zaman önce bir düşüş olacaktır.

Tam olarak düşüşleri ıslah ederek, Reşimot’u dikkatle inceliyoruz. Tıpkı Adam Kadmon dünyasında AB ve SAG Galgalta’dan doğduğunda olduğu gibi.

Partzuf neden gelişir? Çünkü zayıflığını ve ışığı almadaki yetersizliğini hisseder. Bu nedenle düşmeden ilerlemek mümkün değildir. Bir insanda saklı olan daha derin alma arzusunu, daha incelikli ve daha derin nitelikleri ortaya çıkaran ve ilerlemeye yardımcı olan bu düşüştür.

Bu her meslekte aynıdır: önce sorunları ortaya çıkarırız ve onlardan kırılmaya ve düzeltmeye geliriz. Seçenek yoktur, yaratılanlar mükemmele ancak mükemmel olmayandan ulaşabilirler. İlerledikçe, Yaradan’da daha fazla kusur görürüz ve aynı zamanda, eğer ona ıslah olmuş gözlerle bakarsak mükemmelliğin de tam olarak bu olduğunu keşfederiz.

“İnsan Veya Hayvan Haklarıyla Çatışmayan Bir Ekonomik Sistem Nasıl Oluşturulabilir?” (Quora)

Böyle bir ekonomik sistem, her birimizin sadece var olmak için ihtiyaç duyduğumuz kadarını kullandığımız ve diğer her şeyi herkes arasında eşit dağılıma bıraktığımız özgecilik yasasına uygun olmalıdır.

Vücudumuzun hücreleri bu şekilde yaşamayı hak eder, çünkü her biri kendi yaşamını sağlamak için gerekeni alır ve her fazlalığı vücuda verirler. Başka bir deyişle, her hücre en basit ihtiyaçlarla yaşarken, tüm doğası ve faaliyeti vücuda yaşam güçlerini sağlamaktır.

Her birimiz insan toplumunda tek bir ilkeye göre işlev görmeliyiz: Var olmak için ihtiyacımız olan küçük parçayı kullanarak yaşamak ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için her şeyi vermek. Bu şekilde, her insanın ne kadar kullandığına ve ihtiyacına göre ürünleri herkese dağıtacağız. Herkes bunda eşit olacak, geri kalan her şey bir bütün olarak insanlığa geçecek.

Herkes o zaman dengeye ulaşacaktır. Bu, mevcut algımızın ötesinde olsa da, bizi çevreleyen ve insan toplumunda hareket eden doğanın genel özgecil yasasına göre kendimizi bu şekilde dengeleyebiliriz.

İhtiyaçlarımıza göre kendimiz için almak ve yeteneklerimize göre topluma vermek, doğadan olumlu bir yanıt almayı hak etmemizin yoludur. O zaman felaketler, tsunamiler, hastalıklar, salgın hastalıklar veya savaşlar olmayacak. Herkes huzurlu, güvenli ve sağlıklı bir hayat yaşayacak. Doğanın kendisi herkes için harika, eşit ve rahat bir varoluş sağlayacaktır. Oysa genel özgecil doğa yasasına uymazsakk, o zaman kendimizi yok olmaya götüreceğiz

Bizim zamanımızda doğanın özgecil yasasını tam olarak anlamamız gerekiyor. Bu nedenle giderek küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı hale geliyoruz.

“Hayatınızda Sizi En Çok Ne Harekete Geçirir?” (Quora)

Hayatımda, beni eylem yapmaya iten şey genel özgecil doğa yasasının anlaşılması ve insanlığın bu farkındalığa ilerlemesidir.

Doğa, bu yasayı bilmemizi ve buna göre gelişmemizi istiyor. Bu sayede doğanın hayvansal seviyesinden, konuşan yani insan seviyesine yükseliriz. İnsanlığın kurtuluşu yalnızca bu yasayı bilmeye ve onu gerçekleştirmeye bağlı olduğuna göre, dünya giderek daha büyük bir ızıdıraba batmadan önce, bu bilginin dünyaya yayılması gerektiğini düşünüyorum ki insanlık er ya da geç bu yasayı keşfedecektir.

O zaman, benim görevim bu yasanın bilgisini insanlığa aktarmak olur ve bu sayede insanlar ızdırap çekmekten kurtulur ve doğanın bizden ne talep ettiğini ve nedenini anlarlar.

Doğa kanununu uygulayarak, en kısa sürede, mutsuzluk ve ıstırapların olmadığı mutlu bir hayata hızla ulaşacağız.

İşte, beni harekete geçiren ve bu mesajı ilerletmek için aktif kalmaya iten şey budur.

“Dünyanın Geleceği İçin İdeal Vizyonunuz Nedir?” (Quora)

Herhangi bir canlı organizmanın hücreleri, egoist olmalarına rağmen, yine de birbirleriyle çalışarak tek bir mekanizmada, tek bir özgecil sistemde birleşirler, burada her hücre kendini organizmaya bağlar ve sadece organizmayla nasıl bütünleşeceği ile ilgilenmeye odaklanır, bu organizmaya nasıl hayat sağlayacağını ve onun genel işleyişini önemser. Bunları yapmadığı takdirde kendisi hayatını kaybedecektir.

Bu, insan toplumundaki ortak tutum olmalıdır: Eğer hayatta kalmak istiyorsak, o zaman hücrelerin herhangi bir canlı organizmada nasıl işlev gördüğüne dair aynı yasayı kabul etmeli ve herkes diğer herkesi düşünmeli. Geleceğimizi böyle tasavvur etmeliyiz.

Dünyadaki yaşamımız boyunca, egoizm yoluyla gelişiyoruz. Gelişimimiz konusunda giderek daha bencil olmaya başladık ama şimdi egoistik gelişimin sonuna geldik ve tamamen farklı bir boyuttayız. Yeni bir realitenin ve yeni bir sistemin, giderek daha fazla birbirimize bağlı ve bağımlı olduğumuz yeni bir realitenin ve yeni bir sistemin bizlere açıldığını anlamamız gerekiyor. Buna göre parçası olduğumuz bütünsel sistemi aramızdaki hayatın kanunu olarak kabul etmemiz gerekiyor. Dolayısıyla bunu bir gerçek olarak kabul edersek, gelecekteki hayatımızın güzel olacağını göreceğiz.

Umarım göreceğimiz şey tam olarak bu olur.

Tek Bir Mekanizma İçinde

Baal HaSulam, “Dünyada Barış”: Realite; bir başına kalmış bir bireyin, çevresinde ona hizmet edecek ve ihtiyaçlarını sağlamaya yardımcı olacak yeterli sayıda insan olmadan var olma hakkı olmadığını bize gösteriyor. Dolayısıyla, kişi öncelikle sosyal bir hayat sürmek için doğmuştur. Toplumdaki her birey bir makineye yerleştirilmiş birkaç başka çarka bağlı bir çark gibidir. Bu tek çarkın, kendisi dışında hareket etme özgürlüğü yoktur; ancak makineye, genel görevini gerçekleştirmesinde yeterlilik kazandırmak için belli bir yönde ve diğer çarkların ile harekete devam eder.

Etrafımızda çok büyük, tamamen birbirine bağlı bir dünya yaratıldı. Bunun içinde hiç bir şey özgür değil. Bundan dolayı kişi kendisini aniden dünyanın sonunda, yanında hiç kimse olmadan bulsa bile asla özgür olamaz. Hala tamamen diğer insanlarla bağlantılı olacaktır.

Görünüşte herkesten fiziksel olarak kopmuş olduğu bu durumda bile, içsel çarkları aracılığıyla dünyadaki milyarlarca insanla hala bağlantılı olduğunu anlamalıdır. Bunu yakında keşfedeceğiz.

Nerede olursak olalım, her zaman tüm insanlığa nasıl tamamen bağlı olduğumuzu hissetmemiz veya hissetmeye çalışmamız arzu edilir.

Dünyada tamamıyla özgür hissetmek diye bir şey yoktur. Kanepede uzanıp televizyonu açarsam ya da bilgisayar başına oturursam tek başınayım, özgürüm diye düşünüyorum. Özgür değilim! Ne olursa olsun tüm insanlığa bağlı küçücük bir parçacık gibiyim.

Kişi herhangi bir anda bunu hissederse, belirli sinyalleri almaya başlar. Bir yandan, bu şekilde yaşayarak, sürekli herkesi düşünerek, kendimize fazla yükleniyoruz gibi gelir. Yine de bunu yaparsam, onlarla karşılıklı olarak nasıl etkileşim kurduğumu, beni nasıl etkilediklerini çok geçmeden hissetmeye başlarım. Ve onlar aracılığıyla, Yaradan ile bağlantıyı çabucak bulurum.