Category Archives: Birlik

“Ortak Kaynakların Trajedisi Bizim Gerçekliğimizdir” (Linkedin)

“Ortak kaynakların trajedisi” en azından akademide yaygın olarak bilinen bir terimdir. “Ortak” terimi, hava gibi herkesin ücretsiz olarak kullanabileceği bir kaynağı tanımlar. Harvard Hukuk Okulu’nda Hukuk Profesörü Lawrence Lessig  şöyle açıklar; trajedi şudur ki, sınırlı miktarda ortak kaynak olduğunda, insanlar kendi çıkarları için çalıştıkları için bunun üzerindeki rekabet onun tükenmesine neden olur, oysa düşünceli olsalar herkes yeteri kadar sahip olur.

Yakın zamana kadar, atmosfere istediğimiz kadar gazı sonuçları olmayacakmış gibi yayabileceğimizi düşündük. Sonuç olarak, Dünya’nın tüm atmosferini kirlettik. Okyanusları süresiz olarak çöpe atabileceğimizi düşündük ama Dünya’nın tüm okyanuslarını kirlettik. Dünya’nın tatlı su rezervlerini tükettik, topraklarını kirlettik ve tüm gezegenimizi zar zor yaşanabilir bir yere dönüştürdük. Dünya çapında bir ortak kaynak trajedisini kendimize yaşattık ve şimdi bunun bedelini ödüyoruz. Son çaremiz davranışlarımızı değiştirmek için ortak bir çabadır, ancak davranışlarımızı değiştirmek için varlığımızın en temelinden kendimizi değiştirmek zorunda kalacağız.

Ekolojist Garrett Hardin, kamusal mülkiyet trajedisi kavramını “Ortak Kaynaklar Trajedisi: Nüfus sorununun teknik bir çözümü yoktur; bu, ahlakta temel bir gelişme gerektirir.” adlı makalesiyle popülerleştirdi. Lessig, Fikirlerin Geleceği adlı kitabında Hardin’in şu açıklamasını aktarıyor: “’Herkese açık bir mera hayal edin,’ ve o merada dolaşan ‘çobanların’ beklenen davranışlarını düşünün diye yazıyor Hardin. Her çoban, sürüsüne bir hayvan daha ekleyip eklemeyeceğine karar vermelidir. Hardin şöyle yazıyor: Bunu yapmaya karar verirken, çoban bir hayvanın daha faydasını görür ama merada bir tane daha tüketen inek olduğu için herkes zarara uğrar. Ve bu sorunu tanımlar: Başka bir hayvan eklemenin maliyeti ne olursa olsun, bu başkalarının katlandığı maliyetlerdir. Bununla birlikte, faydaları tek bir çobana yarar sağlar. Bu nedenle, her çoban, bir bütün olarak meranın taşıyabileceğinden daha fazla sığır eklemek için bir dürtüye sahiptir… İşte trajedi budur. Her insan, sınırlı bir dünyada, sürüsünü sınırsız olarak arttırmaya zorlayan bir sisteme kilitlenir. Yıkım, ortak kaynak özgürlüğüne inanan bir toplumda, her biri kendi çıkarlarının peşinde koşan tüm insanların koştuğu hedeftir.  Ortak kaynaklarda özgürlük herkese yıkım getirir.”

Ancak Hardin, makalesinde şu sonuca varıyor: “Eğitim, yanlış şeyi yapma doğal eğilimine karşı koyabilir, ancak nesillerin amansız ardıllığı, bu bilginin temelinin sürekli olarak yenilenmesini gerektirir.”

Hardin, makalesini 1968’de, insanlığın pervasız davranışının bedelinin farkına varmanın emekleme dönemindeyken yazdı.  O zamandan beri hiçbir ders almadık. Eğitimimizi yenilemedik, hiç başlamadık bile.

Biz tam tersine inanmak istesek de, dünyanın bedava kaynakları sınırlıdır. ABD’deki ilk beyaz yerleşimcilerle ilgili olarak Hardin, “ortak kaynakları bir çöplük gibi kullanmak, sınır koşulları altında halka zarar vermez çünkü halk yoktur” diye yazıyor. Ancak “bir metropolde aynı davranış tahammül edilemez”

Artık Dünya’nın temiz havasını, tatlı su havuzunu ve besin kaynaklarını tükettiğimize göre kıtlık etkisini göstermeye başlıyor. Alegorik olarak, sahibi yokmuş gibi görünen bir dükkandan borç alıyorduk ama yanıldık ve şimdi sahibi borcu topluyor.

Ancak, ortaya çıkan tüketim felaketini önleyebiliriz. Eğer (nihayetinde) uygulamaya çok ihtiyaç duyduğumuz öz eğitimi uygularsak, herkes için bol miktarda yiyecek, temiz hava ve tatlı su olduğunu göreceğiz. Zaten tükettiğimizden çok daha fazlasını üretiyoruz. Karşılıklı sorumluluk duygusuna sahip olsaydık ve ürünler gerçekten onlara ihtiyacı olan insanlara gitseydi, üretimi o kadar dramatik bir şekilde azaltırdık ki, emisyon kotaları ve diğer sınırlamalar hakkında endişelenmezdik.

Sorunumuzun kökü, Dünya’yı tüketmemiz değil, birbirimizi yok etmeye ya da en azından kontrol etmeye çalışmamızdır. Sonuç olarak, tüm doğaya ve kendimize varoluşsal bir trajedi yaşatıyoruz.

Çalışma şeklimizi, ancak motivasyonumuzu başkalarını yok etmekten, onları geliştirmeye dönüştürürsek değiştirebiliriz. Sadece gelişen bir sosyal ortamda çiçek açabileceğimizi fark ettiğimizde, başkaları hakkında yapıcı ve toplum yanlısı yollarla düşünmeye başlayacağız ve sonra dünyamızı dönüştüreceğiz.

Bu nedenle bugün, hepimizin birbirimize her şekilde bağımlı olduğumuz gerçeğini yerleştirmeye yönelik bir eğitim süreci, depresyondan ormansızlaşmaya kadar her sorunu azaltmayı amaçlayan her bir programın en temel bileşeni, temel taşı olmalıdır.

Herkes Islah Olacak

Soru: Bir dost, çevresinin sonucunun ne olduğunu anlarsa, karmaşık koşulların olduğunu görüp ve bu nedenle işten uzaklaşırsa, ona karşı tutum ne olmalıdır? Ona nasıl yardım edebiliriz?

Cevap: Ona yardım etmek için her şeyi yapmalıyız ancak normal yollarla: onun bizimle olmasını ve ayrılmamasını ne kadar istediğimizi gösterin, birbirimize ne kadar bağlı olduğumuzu ve Yaradan tam olarak her şeyin geldiği ve her şeyin geri dönmesi gereken merkezi nokta olarak birleşmemizde ifşa olduğundan, birliğimiz olmadan O’nu anlayamayacağımızı ve ifşa edemeyeceğimizi gösterin.Bütün bunları onunla birlikte öğrenmeli ve düşüncelerimizle, dualarımızla ve onunla da dahil olmak üzere sohbetlerimizle onu etkilemeliyiz ki grupta kalabilsin. Yine de, birkaç yıl bir yerlere uçsa bile uzağa gitmeyecektir.

Size, Rabaş’ın öğrencilerinin 10 ila 15 yıl onu terk ettikten sonra bir Cumartesi sabahı nasıl geri döndüklerini anlattım. Kapı açıldı ve adam sanki kendine bir fincan kahve doldurmak için dışarı çıkmış gibi içeri girdi. On yıldır uzaktaymış gibi hissetmiyordu! İnsan toplumunda bu nasıl olabilir ki? Ama Kabalistik grupta olabilir. Aynen öyle, yerime geri döndüm. Bu nedenle endişelenmemize gerek yok, herkes gelecek ve ıslahlarından geçecektir. Ama birbirimize yardım etmemiz arzu edilir.

 

“Her Şey Derinin Ötesine Geçtiğinde Ne Olur?” (Linkedin)

Kişiyi derisinin ötesinde göremedikçe, o kişiyi görmezsiniz. İnsanların kim olduğu hakkında endişelenmek yerine, birbirleri hakkında ne hissettiklerini düşünmeleri gerekir.

Günümüz Amerikan toplumuna ve insanların zihnine yerleştirmeye çalıştığı fikirlere baktığınızda, bunda ciddi bir terslik olduğunu anlıyorsunuz. “Liberalizm” adı altında, kişi herhangi bir tıbbi müdahale bile olmadan, “içinde nasıl hissettiğine” göre kendi cinsel kimliği belirleyebilir ve ASÖB’e (Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği) göre, “kamuya hizmet eden devlet kurumları, sizi cinsel kimliğinize uyan tuvalet veya cinsiyete göre ayrılmış diğer tesisleri kullanmaktan alıkoyamaz veya bir tuvaleti veya cinsiyete göre ayrılmış başka bir tesisi kullanmak için cinsiyetinizi kanıtlamak için kimlik sağlamanızı isteyemez”, işler böyle doğru yürümez. Bu basitçe doğal değildir.

Ancak Amerikan toplumunu rahatsız eden sadece cinsel kimlik sorunları değil. Kimlik siyaseti ile ilgili saplantılı meşguliyet, insanların kalplerinde ve zihinlerinde onları yerleştirdiğimiz kategorilerin ardındaki insanları gerçekten görmelerine yer vermiyor.

İnsanların derisi ve kimliğiyle meşguliyet çok uzun zaman önce başladı, ancak son on yılda oldukça hızlandı. Egonun yoğunlaşmasıyla birlikte, toplumun çeşitli çarpıtmaları sağduyuyu ele geçirdi. Örneğin, transseksüellerin kadın sporlarına katılımını ele alalım. Transseksüel hakları adına kadın hakları ezilmekte ve çiğnenmektedir. Bunun nasıl iyi sonuçlanabileceğini kestiremiyorum.

Bu durumu iyileştirecek sihirli bir formülüm yok, ama bana öyle geliyor ki Amerika’nın sorunlarından biri, kelimenin gerçek anlamıyla olmasa da, hiçbir zaman bir devrim yaşamamış olması. 1917 Rusya’sındaki Bolşevik Devrimi gibi bir devrimden bahsetmiyorum. O günlerde, Ruslar bir devrim için tamamen hazırlıksızdı ve sonuçlar dolayısıyla berbattı.

Aksine, bir devrimden söz ettiğimde, tüm ulusun yaşadığı ideolojik bir dönüşümü kastediyorum. Örneğin Fransız Devrimi’ni ya da çeşitli biçimlerde İngiltere ya da Almanya’da gerçekleşen benzer süreçleri ele alın ve ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Derinin ötesine geçemedikçe, size insanların ten rengine takıntıdan başka bir şey kalmaz. Bu tutum daha sonra insanların yaşamlarının her alanına yayılır. Başkalarıyla bağ kurmayı düşünmek yerine, başkaları üzerindeki güce odaklanırlar, bu da onları zenginlik ve güç üzerinde takıntı haline getirir. İşte bu yüzden Amerika’nın Tanrısı dolardır.

Büyümek için, insanların kalpleri özüne kadar sarsılmalıdır. Değerlerine meydan okunmalı ve doğru olduğunu düşündükleri her şeyi yeniden düşünmelidirler. Değişiklikler korkutucu olabilir, ancak olgunlaşmanın ayrılmaz bir parçasıdır.

İnsanlar gerçeği birden fazla açıdan görmeyi öğrendiklerinde, hayata ve özellikle de diğer insanlara karşı daha ciddi ve ılımlı bir tutum geliştirirler. Aksi takdirde, dünya görüşleri değişmeden kalır, tartışmasız kalır ve yüzeysel (ve bölücü) etiketlerden veya güç kazanmak için servet biriktirmekten başka bir şey düşünemezler, ihtiyaçların sağlanmasının ötesinde, daha fazla paranın onları daha mutlu etmeyeceğini fark etmezler.

Sonuçta, aşırı güç insanları yalnızlaştırır ve yalnızlık insanları mutsuz eder. Bu, hayatın amacı olan mutlu olmak ile çelişir.

Bu nedenle, Amerika’nın temellere dönme zamanının geldiğini düşünüyorum. İnsanlar oldukları gibi olmalılar çünkü oldukları gibi iyiler. Kim oldukları hakkında endişelenmek yerine, birbirleri hakkında ne hissettiklerini düşünmeleri gerekir.

Dünya İyi Bir Şekilde Gelişebilir Mi?

Şüphesiz, dünyadaki her şey, sadece amaca doğru ilerleme uğruna olur. Kuşkusuz tüm bu pandemiler ve virüsler, bizleri bu amacı gerçekleştirmeye zorlamak için dünyamıza gelmektedir.

Ve şüphesiz, hareketi, hedefi ve hızlanmayı seçersek, bu hedefe doğru iyi bir şekilde ilerleyebiliriz. Arkamızdan bize çarpmaya hazır olarak gelen sopadan daha hızlı hareket edersek, hızla ilerliyoruz demektir.

Bunu yapabilmek için daha hızlı bağ kurmalı ve aramızdaki manevi duruma daha hızlı hakim olmalı ve böylece onun içindeki Yaradan’ı ifşa etmeliyiz. İnsanlık, birbiriyle bağlı ve birbirine tam bağımlı olduğunu açığa çıkaran modern topluma dönüşene kadar, gelişiminde farklı aşamalardan geçmiştir.

Zamanımızda, bu karşılıklı bağımlılık kendisini çok net ve katı bir şekilde göstermeye devam edecek; birbirimiz olmadan var olamayacağımızı göreceğiz. Bir yerde yeteri kadar petrol ve gaz yok, diğerinde yeterince ekmek yok, üçüncüde elektrik yok vs. Her şey öyle bir şekilde ortaya çıkacak ki, tek bir insan bile başkaları olmadan yaşayamaz.

Baal HaSulam aslında tüm dünyaya ihtiyacımız olduğunu yazıyor. Bu nedenle, önümüzde ilginç keşifler var. İleriye doğru adımlarımızın daha hızlı, daha iyi ve acısız olması için dünyaya birbirimizle ne kadar bağlı olduğumuzu açıklamamız gerekiyor.

“İş Karşıtı Hareket Amaçlı Olmalı” (Linkedin)

2013’te başlayan iş karşıtı hareket, geçtiğimiz yıl ivme kazandı. Geçen yıl, 700.000 kişiden 1.6 milyona yükseldi. Ancak sloganı, “Sadece zenginler için değil, herkes için işsizlik!” daha iyi bir dünya ya da daha mutlu insanlar yaratmayacak.

İnsanların mutlu olduğu bir dünya yaratmak için toplumumuzdaki işin değerini yeniden düşünmemiz gerekiyor. Mutlu olmak için hayatta bir amaca ihtiyacımız var. Çalışmak, bir amaç için araç olabilir, ancak amacın kendisi olmamalıdır. Benlik değeri duygumuzda belirleyici faktörler olarak işlere veya kariyerlere değil, amaca odaklanırsak, yaşamlarımız daha dengeli, çok daha mutlu olacak ve bizler, ailelerimiz, toplumlarımız ve çevre bundan fayda sağlayacaktır.

Birkaç yıl öncesine kadar, kişinin sosyal statüsünü belirlemede baskın unsur kişinin işiydi. İş unvanınızın değeri kadar değerliydiniz. Son yıllarda bir değişim oldu. İnsanlar, o iş son derece iyi ödese bile, bir iş unvanının sizi mutlu edeceği yanılsamasından uzaklaşıyorlar.

Para yardımcı olur ama bir yere kadar. İhtiyaçlarımızı karşılamanın ve geleceğimizi makul ölçüde güvence altına almanın ötesinde, zamanımızı ve emeğimizi servetten çok hayatlarımızda değer yaratmaya ayırmalıyız. Daha fazla zenginlik yaratmak için herhangi bir ek zaman veya çaba mutluluğumuzu artırmaz. Aslında, çoğu zaman onu azaltacaktır.

Sevdiğimiz insanlarla birlikte olarak ve sevdiğimiz şeyleri yaparak değer yaratırız. Bu ikisi işimizle pekâlâ bağlantılı olabilir, ancak bu durumda iş odak noktası değil, yaptığımız işten ve çevremizdeki insanlardan keyif almamızdır.

İşimiz, bizim hayatımız, hayalimiz olmasa bile, işte çalışmaya devam etmeyi değerli kılacak böyle ilişkiler kurmamız gerekiyor. İşyerime karşı olumsuz hislerim varsa, orada olmaktan nefret edeceğim. Bu nedenle, iş arkadaşlarının sadece birbirlerini tanımaları değil, aynı zamanda birbirleri için karşılıklı düşünce ve ilgi geliştirmeleri de hayati önem taşımaktadır. Tek düşündüğüm ne zaman eve gidebileceğimse (ya da evden çalışıyorsam dizüstü bilgisayarımı ne zaman kapatacağımsa), o zaman çalışırken acı çekeceğim. Ancak, hepimizin yani çalışanların ortak hedefimize nasıl ulaşabileceğimizi düşünürsem, o zaman işimin bir amacı olacak ve bu amaç kişisel değil, toplumsal olacaktır. Bu durumda insanlar çalışma saatlerine ve kişisel görevlerine değil birbirlerine odaklanacak ve işlerinden memnun ve doyumlu hissedeceklerdir.

Bu, bugün çalışmayı düşündüğümüzden çok farklı, ancak dünyanın gittiği yer orası. Her şeyin bağlantılı olduğunu zaten biliyoruz. Bilgisayarlarımız dünyanın her yerine bağlı, hatta telefonlarımız bile dünyanın her yerine bağlı. Giysilerimiz, arabalarımız ve hatta bizi hasta eden virüsler gibi yiyeceklerimiz de dünyanın her yerinden geliyor.

Her şey birbirine bağlıdır. Bir boşlukta yaşıyormuş gibi davranırsak kendimize sahte bir kopukluk empoze eder ve kendimizi hayattan koparırız. Bu bizi mutlu edemez. Mutlu olmak için, birbirimizin ayağına basmak gibi mevcut hakim zihniyet yerine, birbirimizi desteklediğimiz olumlu bir şekilde bağ kurmamız gerekiyor.

Bu, başlamış olduğumuz bir eğitim sürecidir. Ben merkezli zihniyetimizi değiştirmek konusunda isteksiz olduğumuz için doğa, Koronavirüsü kullanarak bize kolektif düşünceyi empoze etti. Süreci kendi elimize alırsak doğadan zorunlu “derslere” ihtiyacımız kalmayacaktır.

İhtiyacımız kadar çalıştığımız, geri kalan zamanımızı sosyalleşmeye ve kendimizi geliştirmeye ayırdığımız dengeli bir iş dünyası, bizleri daha mutlu ve dingin yapmanın yanı sıra çevremize de fayda sağlayacaktır. Şu anda rakiplerimizi geride bırakmak ve şirket hissedarlarına iyi raporlar sunmak için her şeyi fazla fazla üretiyoruz. Sadece gerçekten ihtiyacımız olanı yaratsaydık, dünyamızın sınırlı kaynaklarını tüketmez, havayı, suyu ve toprağı kirletmez, kendi geleceğimizi ve çocuklarımızın geleceğini tehlikeye atmazdık.

Eğitim kulağa korkutucu bir kelime gibi gelebilir, ancak bu temel olarak tercihlerimizi değiştirmekle ilgilidir. İş karşıtı hareketin gösterdiği gibi, değerlerimiz ve tercihlerimiz zaten değişiyor, ancak acı çekerek değişmeleri için hiçbir neden yok. Kendimize karşılıklı bağımlılığımızı ve birbirimize mutlu olmamıza nasıl yardımcı olabileceğimizi öğretirsek, bunu gönüllü olarak seçeceğiz çünkü bu daha iyi bir hayatı seçmek olacak ve hepimizin daha iyi bir hayat istediğimize inanıyorum.

“Amaçsız Bir Hayat Artık Hayat Değildir” (Medium)

“Life Overtakes Me” ile En İyi Kısa Belgesel Konusu dalında Oscar’a aday gösterilen John Haptas ve Kristine Samuelson,  4 Şubat 2020, Beverly Hills, California, ABD’deki Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nde bir resepsiyonda poz veriyor.  REUTERS/ Mario Anzuon

 

Bir öğrencim, İsveç’te yasal statülerindeki belirsizlikler nedeniyle “teslimiyet/vazgeçme sendromu” adı verilen, komaya benzeyen bir hastalığa yakalanan mülteci çocukların hikayesini anlatan “Life Overtakes Me” (Hayatın Tutsakları-Türkçe versiyon adı) filmini izlemiş. Öğrenci, ölüm korkusunun en derin, en ilkel duygu olduğu iddia edilse de, çocukların nasıl olup da yaşam yerine ölümü “seçtiklerini” merak etmiş.

Sanırım öğrencimin yanlış anladığı yer burası: En temel korku ölüm korkusu değil, yaşam korkusu ya da daha doğrusu amaçsız yaşam korkusudur!

Yaşamın kendisinden daha yüksek bir yaşama sebebi olmadan yaşadığımız o dakika, yaşamın altında bir duruma ineriz. Hayvanların böyle soruları yoktur; onlar sadece içgüdülerini takip ettikleri için var olurlar. Dolayısıyla onlar için varoluş yaşamdır.

Öte yandan insanlar, yaptıklarını neden yaptıklarını bilmeye ihtiyaç duyarlar. Aksi takdirde harekete geçme motivasyonları kalmaz ve madde bağımlılığından depresyona, teslimiyet/vazgeçme sendromundan intihara kadar her türlü gerileme olgusu ortaya çıkar. İntihar ve diğer kendine zarar verme davranışlarının insanlarda bu kadar yaygın ve hayvanlarda bu kadar ender olmasının nedeni, insanların bir hedefe, hayatta bir amaca ihtiyacı varken hayvanların buna ihtiyacı olmamasıdır. Amaçsız bir yaşam ölümden daha kötüdür, bu yüzden insanlar ölümü amaçsızlığa tercih ederler.

Bununla birlikte, hayatta hiçbir amacımızın olmadığı duygusu güçlü bir motordur. Her şeyi sorgulamamıza neden olur. İnsanlığın en büyük keşifleri, insanlar hayata cevaplar aradığında yapılmıştır.

Bugün insanlar harika bir hayat sürmek için ihtiyaç duydukları her şeye sahip görünüyorlar, ancak yaşamak için hiçbir nedenleri yok. Bu nedenle hayatın ne için olduğunu merak ediyorlar.

Bu soru, insanın sorabileceği en temel sorudur çünkü cevap içimizde değil, aramızdadır. Varlığımızın sebebi, insanlığı kapsayan ağdaki değerimizdir. Her birimiz bu ağın eşsiz birer parçasıyız ve birimiz eksik olduğunda oluşan boşluğu kimse dolduramaz. Bu ağın gücüne katkımız ne kadar büyük olursa, birey olarak değerimiz de o kadar büyük olur.

Bu nedenle bugün sosyologlar ve psikologlar mutluluğun anahtarının sosyal bağlarımızın niteliği olduğunu keşfediyorlar. Yalnızca olumlu sosyal bağlara sahip olduğumuzda, her birimiz tüm insan ekosisteminin yararına kendi potansiyelini fark ettiğinde, ancak o zaman gerçekten mutlu oluruz ve aynı zamanda topluluklarımıza, ülkelerimize ve dünyaya katkıda bulunuruz.

Ancak her birimiz başkalarını önemsediğinde, üyelerinin halinden memnun ve mutlu olduğu, diğer insanları veya çevreyi sömürmeyen dengeli bir toplum kurabiliriz ve mutluluğumuzu, toplumun ve tüm dünyanın yararına kişisel potansiyelimizi gerçekleştirebileceğimiz yer olan, başkalarıyla aramızdaki bağda buluruz.

“İlerlemeyi Yeniden Tanımlamak” (Linkedin)

Bu Cumartesi, NASA çok beklenen yeni nesil uzay teleskopu James Webb Uzay Teleskobu’nu fırlatmayı planlıyor. On yıllardır yapılmakta olan teleskop, şimdiye kadar yapılmış en karmaşık uzay bilimi gözlemevidir. NASA’ya göre, “Webb, 13,5 milyar yıldan fazla bir süre önce ilk ışıklı nesnelerin evrimleştiği kozmik tarihe bakacak. Bu, en eski galaksileri keşfedebilen ilk gözlemevi… Webb ayrıca diğer yıldızların yörüngesindeki gezegenlerin atmosferlerini inceleyecek ve kendi güneş sistemimizdeki ayları, gezegenleri, kuyruklu yıldızları ve diğer nesneleri gözlemleyecek.”

Teknoloji harika bir şey. Bize bol ve ucuz enerji, hayatımızı kolaylaştıran, seyahat etmeyi keyifli ve güvenli hale getiren cihazlar verdi. Teknoloji bize gelişmiş tıp, uzun yaşam, hayallerimizin ötesinde bilgi ve evrenin sınırını görebilen “gözler” verdi.

Evet, yüzyıllardır, umutlarımızı teknolojinin bize vermesi gerekmeyen bir şeyi vermesine bağladık: mutluluk. Hayatı kolaylaştırıp uzatmanın bizi daha mutlu edeceğini düşündük ama yanılmışız. Bu nedenle, taşları birbirine vurarak yaktığımız bir ateşten ışık ve ısı elde ettiğimiz günlerden, güneş enerjisiyle çalışan bir elektrikli cihazı çalıştırdığımız günlere kadar en temel ihtiyacımızı karşılayamadık: mutlu hissetmek.

Mutluluk teknolojiden değil, çevremizdeki insanlarla iyi ilişkilerden gelir. Bizi mutlu etmesi için umutlarımızı teknolojiye bağlamaya devam edersek, kendimizi mutsuz bir hayata mahkum ederiz. Ancak çevremizdeki insanlarla iyi ilişkiler geliştirmeye odaklanırsak, kesinlikle mutlu olacağız.

İyi ilişkiler için sağlam bir temele sahip olduğumuzda ve kendimizi mutlu ve memnun hissettiğimizde, teknoloji harika bir katkı olabilir. Bu durumda, ilişkilerimizi geliştirmek ve güçlendirmek için teknolojiyi nasıl kullanacağımızı bileceğiz ve teknolojinin kendisinin bizi mutlu edebileceği veya etmesi gerektiği düşüncesine kapılmayacağız.

Şu anda ilerleme deyince aklımıza teknolojik ilerleme geliyor. Ancak gerçek ilerleme, ateş enerjisinden güneş enerjisine geçmek değil, aramızda sıcaklık yaratan daha iyi bağlar kurmaktır. Nükleer fisyon veya fosil yakıt üretimi yoluyla daha fazla enerji üretme yeteneğimizden ziyade, ilişkilerimizdeki gelişmeyi yansıtmak için “ilerlemeyi” yeniden tanımlamamız gerekiyor.

Kalbimiz, etrafımızdaki insanlar tarafından aydınlatıldığında, ne tür bir enerji kullanacağımızı, gerçekten ne kadarına ihtiyacımız olduğunu ve teknolojiyi kendimiz ve diğer herkes için en iyi şekilde nasıl kullanacağımızı bileceğiz.

2022 İçin Tahmin: Nereye Gitmeli?

Yorum: Bazı siyaset bilimciler, bilim adamları ve çeşitli uzmanlar yakın zamanda gelecek yıl için aşağıdaki noktaları içeren ekonomik tahminler sağlamak için toplandılar. Avrupa’daki doğalgaz krizi daha da kötüleşecek; Avrupa, çelişkiler nedeniyle tamamen parçalanacak; AB’deki göçmen krizi şiddetlenecek; ABD’de hiperenflasyon artacak; Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki çatışma daha da kötüye gidecek; salgın devam edecek; Suriye, Libya, Donbass, Karabağ’daki askeri çatışmalar ve Tayvan etrafındaki durum çözülemeyecek; Çin ile Amerika çatışması yoğunlaşarak devam edecek. Daha birçok nokta var.

Bütün bunlara bakışınız nedir?

Cevabım: Dünya çapında bir anlaşmazlık var.

Soru: Nereye gitmeli? Neler olduğuna bir bakın!

Cevap: Hiçbir yere gitmeye gerek yok. Hiçbir yere. Başka gezegen yok, kimse sizi bir yerlerde beklemiyor.

Bir gezegeni mahvettiniz ve şimdi başka bir gezegene mi uçacaksınız? Eğer Dünya’yı uzaydan gözlemliyor olsaydınız, en hafif deyimiyle bu Dünya’nın etrafında ne kadar çöp döndüğünü görürdünüz. Dünyanın kendisi tamamen kaplıdır.

Soru: Peki tüm bu tahminler ne olacak? Uzmanlar, siyaset bilimciler, en azından bir şeyler önermeliler.

Cevap: Hiçbir şey teklif edemezler. Bu sonuna kadar devam edecek. Aksine, ellerinde hiçbir şey olmadığını fark etmeye başlıyorlar. akılda, ruhta ve kalpte hiçbir şey yok. Asıl kriz burada başlıyor.

Soru: Peki, onların kalplerinde ve ruhlarında ortaya çıkacağını düşünüyor musunuz?

Cevap: Hayır. Bu büyük karışıklıklar ve büyük acılar gerektirir. Bundan kurtulamazlardı. Atom bombasının altında yatmaya razı olurlardı, hepsi bu.

Yorum: Ama bir şey sunarlardı, daha önce bir şey inşa edilmişti.

Cevabım: O zaman daha saf oldukları içindi. Artık daha akıllılar. Sunacak hiçbir şeyleri olmadığının farkındalar.

Soru: Birdenbire insan aklının artık bütün bunları kavrayamayacağını mı hissediyorlar?

Cevap: İnsan zihni ancak mahvedebilir, bozabilir, kırabilir ve geleceği karanlık, kötü yapabilir.

Soru: Neden aklımıza böyle bir güven duygusu verildi?

Cevap: Böylece kafamız tamamen karışır ve aklımızın kesinlikle hiçbir değeri olmadığını fark ederiz. Sonuçta, insanı diğer tüm yaratılanlardan ayıran nedir? Akıl!

Kulağa çok saygın geliyor! Şimdi kim olduğunuzla gurur duyun. Kafanızda öyle bir mekanizma var ki, kalbinizde öyle büyük hisler var ki ama hepsi egoist, dar ve sıradan, küçük egoizmimize sabitlenmiş durumda. İşte bu yüzden hiçbir şey işe yaramıyor.

Soru: Gerçekten böyle mi? Kişinin fark etmesi gereken tek şey bu mu?

Cevap: Evet. Sadece bu, elinde hiçbir şey olmadığı, ya ölümdür, ya da… ama ölüm de bir seçenek değildir.

Soru: Elimizde ne var o zaman?

Cevap: Sadece aramızdaki ilişkilerde, komşunuzun sizin için kendinizden daha değerli olacağı, öylesine üst ilişkilere ulaşmak için birbirimize yakınlaşmaya doğru gitmek.

Soru: Öyle bir duruma gelelim ki aklımı bir kenara bırakıp sadece hislerle mi ilerleyeyim?

Cevap: Evet. Çünkü bugünkü aklımız bizi ancak daha derin bir egoizme sürükleyebilir ve daha büyük darbelere maruz bırakabilir.

Soru: Bunun akılla değil, kalple ilgili olduğunu mu söylüyorsunuz?

Cevap: Evet. Yazıldığı gibi ”Kalp anlar”. Akıl arzuları takip etmek zorundadır. İnsanın arzuları düzeltildiği ölçüde, bu ölçüye göre aklı onlarla çalışabilir. Ve doğru ortak yaşam bu olacaktır.

Soru: Demek üst akıl bizimle böyle oynuyor?

Cevap: Kesinlikle.

Soru: Aklımız bu üst aklın bir parçası mı değil mi?

Cevap: Bizim aklımız değil. Ama ona geleceğiz, zihnimizi ve duygularımızı üst akılla birleştirmeye geleceğiz.

İyi bir yıl olacak.

Soru: Bunun nasıl yapılacağı konusunda herhangi bir tavsiyeniz var mı?

Cevap: Bu yolu anlamaya çalışırsak rasyonel-maneviyatın veya rasyonel-kalbin olgunlaşmasını hızlandırabiliriz.

Kendimizi bir tür olarak koruyabilmek için karşıt özelliklere geçmekten başka bir yolumuzun olmadığını anlamalıyız. Fark etmemiz gereken şey bu — başka çıkış yolu yok.

“Bu gerçekçi değil, bu imkansız.” diyemeyiz. Neyin mümkün ya da imkansız olduğunun bir önemi yok! Basitçe tek çıkış yolu bu. Bu yüzden mutlak egoistler olduğumuz gerçeğinden mutlak özgeciler olmamız gerektiği gerçeğine, birbirimizden nefret etmekten birbirimizi sevmeye kadar uçurumun üzerinden atlayacağız. Başka hiçbir şeye gerek yok. Ve birbirimize olan bu sevgi niteliğinde, evrenin her şeye ve herkese, tüm maddeye, zamanın ve mekanın üstünde nüfuz eden büyük gücünü hissetmeye başlayacağız. Sonra bambaşka bir seviyeye, farklı bir boyuta gireceğiz.

Bizden tek istenen budur. Bu, kendi güçlerimizle mümkün değildir. Şimdi kendimizi düşündüğümüzde, herkes kendi gücünden bahseder. Oysa yalnızca kolektif güçlerle üstesinden gelebiliriz.

Soru: O zaman, bunu birlikte başaralım mı?

Cevap: Evet!

“2021’in Sıkıntılarının Arkasındaki Ortak Suçlu” (Linkedin)

Yangınlar, seller, salgın hastalıklar, depremler, tayfunlar, kasırgalar, kuraklık, enflasyon, savaş, istismar ve sömürü, hepsini bu yıl yaşadık ve ortak bir suçlu onların arkasında duruyor: insan. İnsan değişirse, dünya değişir. Görev kolay olmayabilir, ancak nedenini ve ne yapmamız gerektiğini bilmek, iyileşmeyi sağlamak adına uzun bir yol kat etmemizi sağlayacaktır.

Bu yıl olan tüm kötü şeyleri düşündüğünüzde, “Neyse kurtulduk!” demek neredeyse içgüdüseldir. Ama bundan daha akıllı olmalıyız. Açılış paragrafında bahsi geçen felaketler, krizlerin dibine inmeye ve kesin olarak çözmeye kararlı olmadıkça, gelecek yıl ve sonraki yıllarda olacaklara kıyasla hafif bir esinti gibi görünecekler.

İnsanlar geçen yılı düşündüklerinde, sadece olan şeyleri düşünürler. Bence bundan daha derine inmeliyiz; bunları neyin tetiklediğine ve diğer olumsuz gelişmelere bakmalıyız.

Dünya’nın ekosisteminde her elementin benzersiz ve yeri doldurulamaz olduğunu zaten biliyoruz. Tek bir öğeyi bile tükettiğinizde, sistemi dengeden çıkarırsınız. Yerel bir ekosistemin dengesini bozduğunuzda, tüm gezegen bozuluncaya kadar komşu sistemlerini etkiler. Tıpkı Kovid-19’un bize herhangi bir suşun hemen dünyaya yayıldığını öğrettiği gibi, yaptığımız, söylediğimiz, hatta düşündüğümüz her şeyde de durum böyledir. Hepimiz aynı sistemin parçalarıyız.

Birbirimize bağımlı olduğumuzu ve tüketici olarak davranış biçimlerimiz, yediklerimiz, seyahat alışkanlıklarımız ve hayatımızın diğer yönleriyle birbirimizi etkilediğimizi zaten kabul ediyoruz. Sorumsuz ve düşüncesiz davranışların ortak kaynakları tükettiğini ve bunun sonucunda herkesin acı çektiğini görüyoruz. BM ve diğer kuruluşlar, gece gündüz bu konuyu tartışan uluslararası paneller ve konferanslar düzenlemektedir.

Yine de değişen pek bir şey yok.  Aslında işler daha da kötüye gidiyor. Şimdiye kadar umursamaz davranışlarımızı gerçekten kontrol altına almayı başaran tek şey Koronavirüs. Bizi karantinaya girmeye zorladığında, hava temizlendi, su temizlendi, hayvanlar daha önce gezemedikleri yerleri gezdi ve insanlar ailelerini yeniden keşfettiler.

Ancak karantina bir yaşam biçimi değildir; acil bir önlemdir. Bu gezegende, tek evimizde, onu yok etmeden ve misilleme olarak o da bizi yok etmeden yaşamaya devam etmemizi sağlayacak sürdürülebilir bir çözüme ihtiyacımız var.

Bunu yapmak için, umursamaz davranışlarımıza neden olan temel unsuru değiştirmeliyiz: bencil insan doğamızı. Gezegenimizi rahatsız eden tüm konulara baktığınızda – doğal afetlerden insan kaynaklı krizlere kadar – hepsinin ortak bir suçlusu var: insan egoizmi. Bu nedenle, insan değişirse, dünya değişir.

En büyük sorunumuz burada yatıyor. Davranışlarımızı değiştirmemiz gerektiği konusunda hemfikiriz. Davranışlarımızın sorunlara neden olduğu da açıktır. Ancak düşüncesiz davranışlarımızın nedenini değiştirmenin çok daha az savunucusu var, çünkü hiç kimse dünyanın sorunları için suçluluk duymayı isteyerek kabul etmiyor. Yine de hepimiz sorumluyuz.

2022’ye girerken insanlığın karşılaştığı en büyük zorluk, gaz emisyonlarını engellemek, plastik kullanımını kısıtlamak veya fosil yakıt kullanımını azaltmak değildir. En büyük zorluğumuz, gezegeni temizleme çabalarımızdaki en inatçı aksaklık, kendi doğamızdır.

Kendi doğamızın en büyük sorunumuz olduğunu kendimize söyleyemiyoruz. Bununla birlikte, herkesin insanlık için yeni bir doğa inşa etmeye katıldığı, dayanışma ve nezaketin beğeni kazandığı, kibir ve narsisizmin uyarıya sebep olduğu bir atmosfer yaratabiliriz.

Eğer birlikte bunu yaparsak, kendimizi hiçbir şeyi inkar ediyormuşuz gibi hissetmeyeceğiz ya da içimizden bir şeyi söküyormuşuz gibi. Bunun yerine, hayatlarımıza iyi bir takviye eklediğimizi, yaşamlarımızı zenginleştiren, onlara yön ve anlam veren bir şey eklediğimizi hissedeceğiz. Yavaş yavaş, narsisizmden daha cömertçe ödüllendirdiği için sosyal zihniyet giderek daha baskın hale gelecektir. Birlikte yaparsak, kolay ve yumuşak bir geçiş olur.

Bu nedenle, nerede olduğumuzu, dünyamızın neden böyle olduğunu ve yollarımızı değiştirmediğimiz sürece karşılaşacağımız kesin olan sıkıntılardan nasıl kurtulacağımızı anlamak hayatta kalmamız için çok önemlidir. Bonus olarak, dayanışma zihniyetini benimseyip sıkıntılarımızın ortak suçlusu olan kendi egoizmimizin üzerine çıkabildiğimizde, olduğuna inanmadığımız harika bir hayat da kazanacağız.

2022 İçin Bir Öngörü

2021 yılı sona eriyor. 2022’nin eşiğindeyiz ve herkes Yeni Yıl’ın ne getireceğini bilmek istiyor. Son zamanlarda başımıza gelen sorunlardan nefes almak için bir aramız olacak mı?

2021 yılı birçok insanın hayatında büyük bir uçurum yarattı, doğada, ekonomide, sağlıkta ve hayatın her alanında korkular, belirsizlikler, felaket değişimler getirdi. Tüm bu değişiklikleri, yeni bir hayat getirecek noktaya nasıl çevirebilirsiniz?

Gelişimin gidişatını değiştirmek ve yeni bir rotaya yönlendirmek istiyorsak, olup biten her şeyi birbirimizle bağ kurma özlemi olarak algılamamız gerektiğini anlamalıyız. Hayatımıza yük olan tüm sorunların ve tüm sıkıntıların üstesinden gelmek, ancak daha fazla birlik olursak mümkündür. Ve sonrasında bunun olası tüm sorunlara evrensel bir çözüm olduğunu göreceğiz.

Kendimizi daha yakın hissedip birbirimize yardım edersek, nefreti ve savaşları durdurursak, tek kalp tek adam olmak için her şeyi yaparsak, o zaman tüm sıkıntılardan ve sorunlardan büyük bir zaferle çıkarız.

Sadece gitmeli ve yapmalısınız. Antik çağlardan günümüze başka bir şey gerektiren tek bir teknik, din ya da inanç bilmiyorum. İnsanlık tarihi boyunca pek çok insanın, peygamberlerin, büyük şahsiyetlerin ve manevi liderlerin neler konuştuğunu anlamamız gerekiyor. Şayet bunu yaparsak, kesinlikle iyi bir hayatımız olacak.

Dünyamızda bolluk var; hiçbir şeyin eksikliği yo, ama topraktan doğal kaynakları, suyu, havayı alıp zehire çeviriyoruz çünkü her şeyi sadece birilerinin çıkarı, silahı ve düşmanlığı için kullanıyoruz. Doğaya, topluma karşı tutumumuzu değiştirmeliyiz. Eğer bunu her birimiz istersek, dünya liderlerini buna mecbur bırakacağız – hatta buna karşı olanları bile.

Bugünün gerçekliği son derece karmaşık görünüyor. 2022’den ne bekleyebilirsiniz? Şayet biz bu durumu değiştirmezsek daha da kötü olacak. Ne yazık ki, henüz başka herhangi bir umut görmüyorum. İnsanoğlu, mühendislik, teknoloji ve modern tıpta her geçen yıl daha akıllı hale gelmesine rağmen, tüm bunları sıradan bir insanın yaşamı için doğru şekilde nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz. Sorun bu.

Ve tüm bunlar, insanlar arasındaki ilişkileri düzeltmememizden kaynaklanıyor. Herkesin kendini bireysel olarak hissettiği, diğerlerinden ayrılmış ve onlara borçlu olmadığı görünüyor. Ve dünya nüfusu birkaç milyar kişiye ulaşmış olsa da, herkes sadece bundan dolayı acı çekiyor.

İlaç şirketi Pfizer, 2024’e kadar Koronavirüs salgınıyla mücadele etmek zorunda kalacağımızı öngörüyor. İklim değişikliği, ekonominin ve dünyadaki yaşamın tüm alanlarının çöküşünden kaynaklanan ek sorunları da hesaba katarsak, 2022’de ne beklenebilir? Tüm bu sorunlar devam edecek: doğal afetler, volkanik patlamalar, depremler ve neden olduğumuz aşırı küresel ısınma.

Bu küresel ısınma, eğer yapabilirsek birçoğuyla savaşmamızın çok zor olacağı her türlü zararlı virüsü yeryüzünden serbest bırakıyor. Bütün bunlar ufukta, ancak tüm bunları geri alabilir ve bu sorunları önleyebiliriz. Ancak çözüm teknoloji, tıp veya ilaç alanında değil, sadece insan ilişkileri alanında yatıyor.

Genel halk ve ülkeler arasındaki ilişkileri düzelterek, hem bilinen hem de henüz bilinmeyen tüm zararlı virüsleri durdurma ve onları şimdi oldukları yerde bırakma, ortaya çıkmalarına, gelişmelerine, çoğalmalarına ve bize nüfuz etmelerine izin vermeme fırsatına sahibiz. Her şey sadece insanlar arasındaki ilişkilere bağlı.

Kişi şu soruyu sorabilir: “Ekonomi, iklim ve insan ilişkileri arasındaki bağ nedir?” Gerçek şu ki, insan doğada var olan her şeyin, tüm seviyelerin en üst seviyesindedir: cansız, bitkisel, hayvan ve insan. Ve insanlık 20. ve 21. yüzyılın sonunda olduğu gibi yüksek bir gelişim düzeyine ulaştığında, daha da yukarı seviyede olacak.

Her şeyi yapabiliriz! Yüksek teknolojilerimiz, güçlü silahlarımız ve modern tıbbımız var. Ama insanlar arası ilişkilerde binlerce yıl önce yaşamış en ilkel insanlardan çok daha kötü durumdayız. Ve bu alanı iyileştirmemiz gerekiyor.