Daily Archives: Şubat 26, 2024

Dünyanın Sınırlı Resminin İçinde

Şu anda sonsuz sayıda imgenin, bağlantının ve her türlü niteliğin bulunduğu bir sonsuzluk dünyasındayız. Ama biz bunu dünyamız olarak algılıyoruz. Bunun içine bir tür “oyuncak” inşa ediyoruz ve bir şeyler yapıyoruz, çünkü ona dair algımızı genişletmek istemiyoruz.

İçinde yaşadığımız bu sonsuz, özel dünyadan kendimizi uzaklaştırdık ve algımızı genişletmek, onun ne olduğunu hissetmek yerine kendimizle oynamakla, konuşmakla, adeta kendimize yalan söylemekle meşgul oluyor ve bu şekilde var oluyoruz.

Bize, hayatımız adı verilen varoluşun bir parçası verildi. Bu çerçevede, bize algımızın sınırlarını, bedensel duyu organlarımızın sınırlarını aşacak kadar genişletme ve etrafımızdaki dünyayı beş duyu organımızla bize gösterilenden farklı algılamaya başlama fırsatı verildi. Görüşümüz ve işitmemiz o kadar sınırlıdır ki, onlar bize dünyamız dediğimiz çok küçük bir resim veriyorlar.

Kabalistler onun var olduğunu hiç düşünmezler. Bunun “hayali bir dünya, uydurma bir dünya” olduğunu söylerler, çünkü aslında bu dünyanın algınızı genişletip gerçek evreni ifşa etmeye başladığınızda ortaya çıkan gerçek resimle hiçbir ilgisi yoktur.

Peki biz ne yapıyoruz? Hayatımız boyunca kendimizi kandırıyoruz. Algıladığımız dünyanın küçük resminin içinde, her türlü oyuncak ve filmle oynamaya başlıyoruz. Ne yazık!

Ancak beş duyumuzla bize gösterilen bu sınırlı dünya resminde, kaçamayacağımız bir yaratılış programı olduğundan, yavaş yavaş şiddetli bir eksiklik hissetmeye başlıyoruz: “Bu yeterli değil. Daha fazlasını istiyoruz. Kendimizi kötü hissediyoruz. Bu durumdan çıkmamız lazım.”

Ama yine de bir şekilde, kendimizi bu durumdan vazgeçirmeye çalışıyoruz, krizi hissetmemek için etrafında dönüp duruyoruz. Aslında bu, evreni algılamamızdaki bir krizdir. Doğa bizi yükselmeye, algımızı genişletmeye ve dışımızda var olan dünyanın sonsuz mükemmel resmini hissetmeye başlamaya itiyor.

Ama biz bunu yapmak istemiyoruz; artık bu tablonun içinde kalmamıza izin vermeyecek acıları yaşayana kadar direnip, acılarımızı algımızın kısıtlılığıyla ilişkilendirmeye başlarız. Öyleyse, kendimizi değiştirmemiz gerekecek.

İnsanlık Olarak, Kum Havuzunda Oyuncaklarla Ve Bebeklerle Oynayan Yetişkinlere Benziyoruz

İnsan gelişimi boyunca, biz egoist bir şekilde evrimleşip kendimiz için alırken, doğa her zaman veriyordu. Bu normaldir çünkü doğanın planı gereği, evrimimizin belirli bir süre boyunca ben-merkezli olması gerekiyordu.

Bu, ebeveynlerinin verdiklerini alarak büyüyen çocukların durumuna benzer. Onlar bundan memnundurlar. Çocuklar büyüdükçe, ebeveynlerin onlara karşı tutumu da değişir: “Buraya kadar, artık tek başınasın. Çalış, hayatının sorumluluğunu üstlen ve yaptığın her hatanın sonuçlarıyla yüzleş.”

Binlerce yıldır, çocuklar gibi büyüdük ama günümüz dünyası bizimle ilgili önemli bir değişimden geçti. Günümüzün dünyası, küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı hale geldi ve aynı şekilde bizden yetişkin tarzında davranışlar talep ediyor, tıpkı birbirimize karşı tutumlarımızın küresel olarak birbirine bağlılığa ve karşılıklı bağımlılığa uygun bir şekilde uyum sağlaması gibi. Tıpkı 20-25 yaşlarındaki bir insanın çalışmaya, bir hayat kurmaya ve dünyayla yeni bir düzeyde ilişki kurmaya başlaması gibi, insanlık da artık yetişkinlik dönemine girmiştir.

Doğamız egoistken, başkalarına ve doğaya fayda sağlamak yerine kişisel çıkarı ön planda tutarken, bu doğadan bağımsız olmamız, bunun üzerine çıkmayı ve doğuştan gelen egoist bağlarımızın ötesinde, kurduğumuz olumlu bağlar üzerine inşa edilmiş yeni bir toplum inşa etmeyi seçmemiz gereken bir aşamaya ulaştık.

Binlerce yıl boyunca bencilce geliştik ve bugün ilişkilerimizde karşılıklı destek, sorumluluk ve anlayış göstererek yeni bir temel üzerinde bağ kurmamız gerekiyor. Tutumlarımızı doğanın bizim için yeni taleplerine göre ayarlama konusunda isteksiz kalırsak, o zaman kişisel, sosyal, küresel ve ekolojik ölçeklerde hayatımıza giren sayısız acı biçimiyle, bunun sonuçlarıyla karşı karşıya kalacağız.

Yetişkinliğe geçtik ama bu geçişe direniyoruz. Çocukken hiçbir yükümlülüğümüz yoktu ama yetişkinler olarak hayatımızın sorumluluğunu alma yüküyle karşı karşıyayız. Ancak yine de çocukluğumuzun oyuncaklarına ve oyunlarına tutunmak istiyoruz ve birbirimize karşı tutumlarımızı geliştirme konusunda hiçbir ilerleme kaydedemiyoruz. Bu durum aslında oldukça rahatsız edici görünüyor; sanki hala kum havuzunda oturup oyuncak kamyonlar ve bebeklerle oynayan yetişkinlermiş gibiyiz.

Üstelik bu sadece sıradan insanlarla sınırlı değil; dünyanın önde gelen ve saygın isimleri de bu evreyi geride bırakma konusunda aynı derecede isteksiz. Oynanacak yeterince şey olduğunu iddia ediyorlar: Hisse senetleri, para, arabalar, şarap ve sinema bunlardan birkaçı: “Oynayacak yeterince oyuncağımız varken, neden karşılıklı sorumlulukla uğraşalım ki?”

Bu büyük bir problem. Günümüzün yeni küresel olarak bağlı ve bağımlı koşullarına uyum sağlama ve birbirimize karşı tutumlarımızı iyileştirme konusundaki isteksizliğimiz nedeniyle, aksini yaparak hafifletebileceğimiz birçok darbeye katlanıyoruz. Bu geçişi görmezden gelmeye devam ettikçe, artan acılar, eninde sonunda kum havuzundan çıkmamız gerekeceğinin sürekli bir hatırlatıcısı olarak hareket edecek. Dileğim bunu en kısa zamanda başarmaktır.

Yaradan’ın Bir Mucizesi

Kişi bu sınırlara sahip olduğunda, düşmanlarının geçemeyeceği bir duvarı olur. Bu, yabancı düşüncelerden uzak durmaktır. Bu sebeple inanca “duvar” denilir. Yunanlılar o duvarı yıktılar ve bir mucize gerçekleşti ve Yaradan onlara yardım etti, şöyle bahsedildiği gibi, “Yaradan’ın yardımı olmasaydı, kişi onu yenemezdi.” (Rabaş Mektubu No 68)

Soru: Her zaman Yaradan’dan gelen düşünce yığını içinde olan insan, bu düşüncenin, bu arzunun O’ndan bir mucize olarak geldiğini anlayacak kadar kendisinde nasıl bir hassasiyet geliştirebilir?

Cevap: Eğer bu arzu, dostlarla bağ kurmak, insanlıkla bağ kurmak, hep birlikte Yaradan’a yakınlaşmayı hedefliyorsa, bunlar doğru düşünce ve eylemlerdir. Onları hoş karşılamalı ve kendimize yaklaştırmalıyız.

Soru: Ancak makale, Yunanlıların zaten duvarları yıktığını yani yabancı düşüncelerin içeri girdiğini söylüyor. Bu düşüş koşulunda, Yaradan’ın bir mucize gerçekleştirmiş olması ne anlama geliyor? O, başka düşünceler mi veriyor?

Cevap: Evet, bu koşulda, kişi düşüşteyken, Yaradan onu Kendisine yakınlaştırır ve Yunanlıları kovar. Ancak burada kişi grubun üyelerinden biri olduğu için, dostlarının yardımına ihtiyacı vardır.

Bizler, onu desteklemeli, kucaklamalı, yükseltmeli, kötü arzu ve niyetlerden uzaklaştırmalıyız ve böylece aramızda ona yer vermeliyiz. Sonuçta bizler onu kaldırmaya başladığımız anda, Yaradan ona yeni düşünceler verir.

Ona yaklaşarak, onunla ortak manevi çalışmaya katılarak, onu ileriye doğru iterek ve ona yardım ederek, onu Yaradan’ın merdiveninde yukarı yükseltiriz. Böylece o da bizimle aynı düşünce ve duyguları almaya başlar.

Sınırlı İnsan Algısı

Soru: İlk manevi edinim esnasında, bizim için görmenin yerini ne alır?

Cevap: Bizim algıladığımız, Hohma ışığı.

Soru: Peki, bu saf ışık algısı mı?

Cevap: Hayır, benim duyularımda algılandığı için, bu saf değil. Tıpkı şu anda her şeyi fiziksel görme ile algıladığım gibi, onu da manevi gözle algılarım.

Anladığım her şeyi, hâlâ kendi içsel bozukluğumda algılarım. Saf ışığı algılamam. Algımda oluşan şeye ışık derim.

Yaratılışta objektif olarak algılanabilecek hiçbir şey yoktur. Böyle bir anlayış yok! Her şeyi, niteliklerimin benim dışındaki bir nesneyle, benim dışındaki bir güçle örtüşmesi ölçüsünde algılayabilirim.

Benim dışımda var olan bir kuvvetin, bir cismin ya da herhangi bir şeyin ne olduğunu bilmiyorum ve asla bilemeyeceğim! Bunu hissedemem. Sadece dışımdaki şeyleri nasıl hissettiğimi algılayabilirim.

Diyelim ki, koku alma duyusu dışında hiçbir şeyi olmayan kör bir köpeğim var. Etrafında görüntülerden, farklı şekillerden, büyük küplerden, heykellerden ve hareket eden, konuşan ve bir şeyler yapan insanlardan oluşan büyük bir dünya var. Köpek duymuyor, görmüyor; sadece koku alıyor. Onun bütün dünyası bu.

Formları, insanların ifadelerini veya dışsal ifadelerini algılamaz. Her şeyi koku yoluyla algılar.

Bütün bir sistemi temsil ettiğimiz için (her birimiz), seni azarladığım zaman bir koku vardır; sevindiğimde farklı bir kokum olur vb. Ve köpeklerin milyonlarca farklı kokudan oluşan bir spektrumu vardır. Köpek bunu yakalar ve kendi dünya resmini oluşturur. Biz de böyleyiz.