Category Archives: Birlik

Nasıl Bir Kli İnşa Edebiliriz?

Mantık ötesi inanç nedir? Manevi dünyaya girmek için neden aklımızı ve duygularımızı iptal etmemiz gerekiyor ve bunun yerine ne alacağız? Bu haklı bir soru çünkü kişi, kendini değiştirmesi ve başka bir şeye dönüşmesi gerektiğini hissetmeye başlıyor.

Dünyevi aklımızı ve daha da önemlisi egoist kalbimizi, manevi dünyada kullanamazsak, geriye ne kalır? Üst dünyayı hissetmek, Yaradan’ı hissetmek için nasıl bir Kli inşa edebiliriz; daha yüksek bir seviyede yeni bir akıl ve duyguları nasıl oluştururuz?

İnsan, hayvan, bitki ve cansız maddelerin farklı düzeylerinin bu dünyada bile birbirinden ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. Her gelişim düzeyi, kendi aklı, duyguları, biçimi, davranışı ve hareket özgürlüğü ile karakterize edilir. Bir canlı ne kadar gelişmişse, zihni, duyguları ve çevresiyle bağ kurma yeteneği o kadar fazladır. Ve maneviyata girdiğimizde, yeni bir ortama, almanın değil, ihsan etmenin hüküm sürdüğü bir alana gireriz.

Dünyamızda ifşa olan dört çeşit alma kuvveti vardır. Üç derece vardır: cansız, bitkisel ve hayvansal ve ayrıca bir sonraki seviyeye geçiş aşaması olan insan, manevi dünyanın ise cansız, bitkisel ve hayvansal dereceleri. Üst dünyanın insanı olan “Adam”, zaten Yaradan ile bir bağlılık halidir.

Görünüşe göre bir dünyadan diğerine geçiyoruz ve bunu başarmak için önceki aklımızdan ve duygularımızdan çıkmamız gerekiyor. Bu, akıl ve kalpten yoksun kaldığımız anlamına gelmez – yeni akıl ve duygular, ihsan etme güçlerini,  “Bina” üzerine inşa edilmiş manevi olanları alırız. “Bina”, aşağıdan gelen alma arzusunun yukarıdan gelen üst ışıkla birleşimidir. Birlikte, Keter ve Malhut’un ortasında yer alan “Bina” adlı yeni bir form oluştururlar.

Bu şekilde, mantığın, egoizmimizin, alma arzusunun üstünde inanç (Bina derecesi) adı verilen yeni bir algı oluştururuz. Bu yeni aklı ve duyguları, aramızdaki her türlü bağ aracılığıyla inşa ederiz. Ve bunda “Herkes dostuna yardım eder.” Birbirimize karşı egoizmimizden çıktığımızda, bu inanç derecesini ifşa ederiz yani “Ben”imizin egoist duygusunun ötesinde, mantık ötesi bir şekilde diğerine ihsan etmeyi.

Sonunda, bu özlemde kendim dışında herkesi hissetmeliyim. Sanki kendi “ben”im yokmuş gibi olmalı; daha doğrusu, benden başka herkes var gibi. O zaman bu diğerlerinde üst gücü, Yaradan’ı hissedeceğim.

Sadece bağ kurarak, tek bir Kli’de, tek üst güç ifşa olur. Bu çalışma, görünüşte basit mekanik eylemlerle, sanal iletişimle başlar. Ancak bunu yaparak, mevcut aklımızın ve duygularımızın üzerine çıkma ve ortak bir akıl ve duygu edinme arzumuzu ifade ederiz ki, “Ben kendi halkım arasında yaşarım” diye yazıldığı gibi, O’na tek bir istekte birleşen grubun içinde Yaradan ifşa olacaktır.

İnsanlığın Gelişiminin İki Yolu

İnsanlığın gelişmesinde iki yol vardır. Bunlardan biri korkunç ve ıstırap doludur. Karşı koyacak bir şey olmadan, sürekli bir egoizm büyümesi vardır, acı bizi defalarca, nesilden nesile yavaş yavaş öldüresiye döver, bizi savaşa, kıtlığa, hastalıklara, her türlü iklim felaketine, her türlü belaya sürükler!

Burada herhangi bir sorun ortaya çıkabilir! Aniden öyle bir felaket tüm dünyayı kasıp kavurabilir ki, nüfusun yarısı bir tür enfeksiyondan ölebilir. Önümüze her türlü bulaşıcı ve genetik sorun gelebilir. Bu nedenle, tüm bunları yaşamamamız ve bizi ileriye doğru itecek olan egoizmimizi kademeli olarak test edebilmemiz için bize Kabala bilgeliği verildi.

Ne de olsa, dünyamızın en düşük egoist seviyesinden, en yüksek manevi derecenin büyük egoizmine kadar, tüm egoizmi ifşa etmek zorundayız. Bu ölçeğin en düşük seviyesi olan mevcut durumumuzdan hareket edersek, o zaman 125. dereceye ulaşana kadar muazzam, inanılmaz acılar yaşamak zorunda kalacağız. Aynı zamanda insanlar ölemeyecekler bile çünkü onlar için ölüm bir kurtuluş olacak, intihar ederek bile kendilerine yardım edemeyecekler.

Dünyamızın birbirini ne kadar kolay mahveden insanlara dönüştüğünü görüyoruz. Üst güçlerin bizimle nasıl oynadığı, medeniyetimizin ne kadar sallantıda olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok.

Nasıl güzel bir şekilde gelişilebileceğini tüm dünyaya göstermeli ve üst gücün yardımıyla kademeli olarak etkileşimler kurmalıyız. İnsanlar bunun mümkün olduğuna inanamıyor çünkü üst gücü kendilerine çekebilecek bir metodları yok. Sadece bizde var. Bizler bu teması kuruyoruz çünkü benden ve bizlerden diğerlerine geçebilecek olan Kabala’yı çalışıyoruz.

Grup, ben fiziksel olarak burada olmasam bile benim aracılığımla ışığı alıyor ve alacak. Bu bağlantı hiçbir yerde kaybolmaz, ne olursa olsun aynen kalır. Aynı şekilde, diğer tüm Kabalistler üst ışığa giden bağlantı halkalarıdır, bütün bir zincirdir.

Bu nedenle insanlara bu fırsatı vermemiz gerekiyor. Sanki bir insana, “Al onu! Bak, üst kuvvetin, üst ışığın indiği bir tüpüm var. Onu alabilir, kendini düzeltebilir ve bu hayatta, bu dünyada en iyi şekilde davranabilirsin. Bu size manevi enerji verecek, nerede, neden, nasıl ve ne için yaşadığınıza dair bir fikir oluşturacak ve hayatınızı doğru bir şekilde düzeltebileceksiniz.

Şimdi, bu andan itibaren, dünyamızda acı çekmeden, üst dünyanın sonsuz güzel zevklerine ulaşmada gelişiyor olacaksınız. Tüm kâinata, Yaradan’a, hayal bile edemeyeceğiniz mertebelere ve boyutlara kavuşacaksınız. Bu, fantastik resimleriyle dolu olan Hollywood değil. Evrenin ortasında, tüm dünyaların ortasında duran bir insan olacaksın.”

“Daha İyi Bir Gelecek İçin, Hangi Sosyal Yapıyı Geliştirmeliyiz?” (Quora)

Artık insan toplumunda, aileleri, kasabaları, şehirleri ve ulusları kapsayan tamamen yeni bir yapıya giriyoruz. Günümüzde milletler, ayrı ayrı sebzelerin salataya dönüşmesi gibi, yeni bir karışım formu ile yer değiştirmiştir. Bu, özellikle Avrupa’da belirgindir. Otuz – kırk yıl önceki gibi bir yapı artık yok. Mesela eskiden bir şehri ziyaret edip o şehrin karakterini görebiliyordunuz, bugün ise durum artık öyle değil.

Çünkü bizler, hayatımızda yeni bir yapı belirlemek zorunda kalacağımız ciddi değişimler yaşıyoruz. Öncelikle hayatımızın anlamının ne olduğunu irdelememiz ve buna göre yeni bir yapı oluşturmamız gerekecek.

Böyle bir sona doğru ilerlerken, kendimize ciddi ciddi şu soruyu sormalıyız: Hayatın anlamı nedir? Ne için yaşıyoruz? Geçmişte, neden yaşadığımıza dair net bir resmimiz vardı. Genç bir eşle evlenmek için yaşardık. Biz onların ailesini bilirdik, onlar da bizimkini bilirdi ve birlikte yaşamaya ve bir ev inşa etmeye başlardık. Her şeyi önceden bilirdik. Bugün, bu durumdan çok uzağız.

Belirli mesleklere dahil olmak, örneğin biyolog veya psikolog olmak istiyorsak, o zaman kendimizi hazırlamamız, üniversite okumamız, bu alanlarla ilgili çeşitli biyolojik veya psikolojik eserler ve kitaplardan çalışmamız gerekir. Daha sonra kendimizi birkaç yıl bu tür ortamlara yerleştiririz ve mesleklerimizi geliştiririz ve ardından belki de bir doktora veya başka uzmanlıklara da ilerleriz. Bu açıkça ortaya konmuştur. Ama dünyamızda, kuzey yıldızını bu şekilde takip eden kaç kişi var ki?

Hedefimizi belirlemeli ve ona nasıl ulaşacağımıza dair bir plan yapmalıyız. Toplum, böyle bir planın gerçekleştirilmesinde kilit faktördür. Geçmişte bizi destekleyen toplumlarımız vardı. Bugün, bu tür hedefleri destekleyen bir topluma ihtiyacımız var. Destekleyici bir topluma olan ihtiyacı mesleklerimizden de anlayabiliriz. Kendi başımıza kalırsak hiçbir şey başaramayız çünkü o zaman, hayvanlar gibi oluruz ve kendi içgüdüsel yapıları olan vahşi hayvanlar gibi bile olamazsak, o zaman kayboluruz.

“Doğaya Karşı İnsan Doğası” (Medium)

Süper güçlerin, geliştirmek için yarıştığı, en son silah modellerinden biri hipersonik füzelerdir. Çin, Rusya ve ABD, ses hızının beş katından daha hızlı (saniyede 1 milden fazla) uçabilen füzeler geliştiriyor ki bu da onları engellemeyi çok zorlaştırıyor. Diğer bir trend ise, temelde konsantre bir ışık hüzmesi olduğu için neredeyse hiçbir maliyet veya çaba harcamadan uçakları düşürebilen veya araçları havaya uçurabilen lazer silahlarıdır. Bu gelişmelerin şaşırtıcı yanı, bilimin yaşamı ve evrimi mümkün kılan doğa ilkelerini alıp, diğer insanları domine etmek ve sömürmek için, bu doğa ilkelerini ölüm ve yıkım araçlarına dönüştürmesidir. Görünüşe göre insan doğası, doğanın tam tersidir ve bu ikisi arasindaki çatışmada herkes acı çekiyor.

Doğada her şey mükemmel bir uyum içinde işler. Evrim, “dinamik denge” anlamına gelen, homeostaz sürecine dayanır. Hiçbir varlık kasıtlı olarak diğer varlıkları yok etmez, yalnızca kendini sürdürmek için çabalar. Doğanın unsurları arasındaki mücadelede, evrenimizin ve içindeki her şeyin varlığını ve refahını sağlayan dinamik bir denge oluşur.

İnsan ise keşfettiği doğa kanunlarını alıp başkalarına karşı kullanmaya çalışır. İnsanın amacı kendini sürdürmek değil, başkalarına ve mümkün olduğu kadar uzun süre hükmetmektir. İnsan zihninde ne denge vardır ne de dinamizm. Sürekli kendi için alma vardır.

Ancak hayat, sürekli ve dinamik değişimlerden oluştuğu için, bunların yokluğu ölüm demektir. Dolayısıyla insan doğası ölüme neden olurken, doğa yaşamı üretir.

Barış anlaşmaları imzalayabilir ve asla savaşmayacağımıza karar verebiliriz, ancak asla sözümüzü tutamayacağız. İnsan doğasının kendisi, bizi, önceki kazançları riske atmadan, üzerinde anlaşmaya vardığımız paydan fazlasını kazanma fırsatı gördüğümüz anda imzaladığımız her sözleşmeyi feshetmeye itecektir.

Bu nedenle, insanın acımasız, kötü doğası nedeniyle kendi dünyasını yok etmediği bir dünya kurmanın tek çözümü, insan doğasını değiştirmektir. Bu düşünceden irkilebiliriz, ancak zaten gördüğümüz gibi, başka hiçbir şey işe yaramadığı için, nihayetinde varlığımızın özünü değiştirmeyi kabul etmekten başka seçeneğimiz kalmayacak.

Doğada her şey uyumlu bir şekilde çalışmasına rağmen, biz bunu göremiyoruz çünkü biz uyumun tam tersiyiz. İnsan toplumu, üstünlük için birbirlerine karşı mücadele eden bireylerin ahenksizliğidir. Öte yandan doğa, mükemmel bir şekilde organize edilmiş bir düzendir. İçimizde zerre kadar bir ahenk olsa, biz hariç etrafımızdaki her şeyin ahenkli olduğunu görürdük.

Bu nedenle tek seçeneğimiz, bu uyumu oluşturmaya başlamaktır. Düşünebileceğimiz bütün baskıcı seçeneği deneyip hepsinin başarısız olduğunu görene kadar bekleyebiliriz ya da şimdi deneyebiliriz.

Uyum, bana herkesten üstün olduğum bir durum sağlamadığı için çekici gelmeyebilir, ancak faydaları herhangi bir kişinin tek başına başarabileceği her şeyin çok ötesindedir. Uyum, herkesin birbirini desteklediği anlamına gelir. Sonuç olarak, sadece kendim için çalışmak yerine, başkaları için çalışırım ve diğerleri de benim için çalışır.

Temel olarak bu, dünyanın halihazırda işleyiş şeklinden çok farklı değil. Farkında olmadan, her birimiz, tükettiğimizden çok daha fazlasını yaratırız. Fazla üretim herkese hizmet eder. Tüm insanlık bu şekilde çalıştığı için, sonuç olarak herkes için bolluk vardır. Bazı yerlerde kıtlığı olmasının nedeni, dünyada bir şeyin eksik olması değil, insanların diğer insanları kullanmak, aşağılamak ve egemen olmak için, onların ihtiyaç duydukları şeyleri inkar etmeleridir. Bu nedenle, herkesin birbiri için çalışmasının  yararlarını görmek için algımızı değiştirmemize gerek yok, niyetimize, sadece kendimizden ziyade diğer insanları da dahil etmemiz gerekiyor.

Kendimizi değiştirmek için, bilinçli, organize bir çaba gösterirsek, bunu başarabiliriz. Sonuçlar en çılgın hayallerimizin ötesinde olacak, ancak hepimiz buna bağlı kalırsak. Dünya giderek artan bir kaosa sürüklenirken, ilişkilerimizi uyumlu hale getirme gereğini görmezden gelmek zorlaşıyor. Tek soru, yenilgiyi itiraf edip insan doğasını değiştirmeyi kabul edene kadar, doğaya karşı daha ne kadar savaşmak istediğimizdir.

Egoistik Gelişimin Sonu

Dünyamız bugün egoistik gelişiminin sonuna geldi. Bizler artık tüm dünyanın kapalı bir sistem olduğunu ifşa ettik. Bir zamanlar, her şeyi yapabileceğimizi düşündük: üretmek, başarmak, genişletmek ve fethetmek. Aniden, evrende yalnız olduğumuz, kaçacak hiçbir yerimiz olmadığı ortaya çıktı.

Dünya kapalı, oldukça sınırlı bir sistemdir. İnsanlığın tüketimi sınırlıdır ve gelişebileceği başka bir yer de yoktur. Biriktirecek fazla bir şey yok çünkü zaten hiçbir yere gitmiyor ve her şey oldukça küçük ve kapalı.

Burada, artık bir sonla – şu anda içinde bulunduğumuz son egoist gelişimle karşı karşıyayız. Bir sonraki aşamaya; deneyimleyeceğimiz artan baskıdan ve egoist gelişimin sonunun krizinden sonraki aşamaya geçmeliyiz.

Bir sonraki aşama tamamen farklıdır – bize zıt olan doğanın seviyesidir, ihsan etme seviyesidir.

Sağ ve Sol Çizgilerin Simbiyozu

Soru: Herkesin sol çizgiye sahip olmadığını söylediniz. Ona sahip olmanın ya da olmamanın avantajı nedir?

Cevap: Esas olarak, herkesin iki kısımdan oluşan bir ruhu vardır: ihsan etme niteliği (sağ çizgi) ve alma niteliği (sol çizgi). Ancak, görünürde üçüncü bir çizgi yokmuş gibi olabilir. Üçüncü çizgi, her iki çizgiyi yani bir insandaki iki zıt niteliği hizaya sokar ve sonucu verir. Ondan “insan” imajını inşa eder.

Bunun açıkça ifade edildiği ruhlar vardır ve bunun olmadığı ruhlar vardır. Tıpkı vücudumuzdaki organlar gibi, daha çok önemlileri ve daha az önemlileri vardır. Anne karnında diğerlerinden daha hızlı gelişenler vardır ve bir tür kuyruk veya başka ilkel organlar gibi görünenler de vardır. Yani rahim içi gelişimindeki bir kişi aynı anda bir içsel gelişimden geçer.

Bu nedenle, insanda organlar gelişirken her biri kendi içinde önemlidir. Daha önemli ve daha az önemli olanlar olmasına rağmen, sonuçta bunlar tek bir sistemdir.

Manevi dünyada daha çok önemli veya daha az önemli bir şey yoktur çünkü Yaradan’a benzerlik açısından, vücudunuzda bazı hücreler eksikse, O’na benzemiyorsunuz demektir. Bu kurala göre maneviyatta önemsiz şeyler yoktur çünkü maneviyat mükemmelliktir. Eğer bir nokta eksikse, o zaman bu zaten kusurludur.

Bu yüzden, dünyadaki her insanın önemini anlamalıyız. Evrendeki her şeyin kendi net bir amacı vardır ve onu yok etmek yasaktır. Doğanın verdiği her şey var olmalıdır.

Yorum: Yaradan’ın sağ çizgi olduğunu ve orta çizginin var olmadığını söylediniz.

Cevabım: Evet ama ihsan etme niteliğinin içimizde uyumlanması gerektiğinde, bu sadece sağ çizgide alınamaz. Alma niteliği nerede?

Sağ çizgi sadece ihsan etme niteliğidir, dolayısıyla sol çizgi gereklidir. Soldaki sadece almaktır; bu ancak Yaradan’ın zıddı olabilir. Sonrasında orta çizgi yükselir – bu simbiyoz, bu bağ temelinde, iki çizginin parçalama sırasında, ıslah sırasında ve karşılıklı bütünleşme sırasında karşılıklı olarak birbirine nüfuz etmesi temelinde- çalışmaya başlar.

Soru: Bu, çabalamanın önemli olduğu, sol çizgiden ayrılmadan sağ çizgiye doğru çaba gösterilmesi gerektiği anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet. Sol çizgiyi alıp onunla sağ çizgiye giderseniz, orta çizgiye ulaşırsınız.

Yeryüzündeki Varlığımız İçin Bir Şart

Tüm çalışmamız, anlamak ve hissetmektir yani tüm insanlığın genel sistemini ve birbirimize ne kadar bağlı ve bağımlı olduğumuzu ortaya çıkarmaktır.

Bize öyle geliyor ki, ister Avustralya’da ister Amerika’da olsun, dünyanın diğer tarafında olup bitenlerden etkilenmiyoruz. Ama dünyanın genel sistemine göre, biz görmesek de tüm insanlar arasında bir bağ olacak şekilde düzenlenmiş durumdayız.

Dünya mükemmel bir şekilde düzenlenmiştir. Sadece biz insanlar, iyi ve doğru ilişkiler kurmaya ve toplumu Dünya gezegeni gibi mükemmel, dairesel bir forma getirmeye çalışmadan, sürekli birbirimizi öldürüyor ve savaşıyoruz. Bununla, kendimizi ıslahtan, doğanın üst gücünün mutlak iyiliğine ulaşma yolundaki iyi bir yaşamdan uzaklaştırıyoruz.

Hepimizin bağlı olduğu, hepimizin birbirine bağımlı olduğu ve herkesin herkese bakmakla, bu dünyanın tüm sakinlerine mutlaka bakmakla yükümlü olduğu, doğa yasasını dikkate almalıyız. Uygulama, böyle bir bağı kurana kadar acı çekeceğiz. Böyle bir bağı ne kadar uzun süre reddedersek, acımız o kadar artacaktır.

İnsanlık gelişiyor ve teknolojik ve bilimsel ilerleme ve kültür sayesinde hayatın daha iyiye gideceğini düşünüyor. Ama aramızda iyi ilişkiler inşa etmezsek, iyi bir hayat kuramayız; bunun yerine, Baal HaSulam’ın hakkında yazdığı üçüncü ve dördüncü nükleer dünya savaşlarına varan, giderek tatsız durumlara düşeceğiz.

Dolayısıyla bu tür sıkıntılara düşmemek için acele etmeli ve ıslahın ancak herkes arasında iyi bir bağ kurmaktan geçtiğini tüm dünyaya anlatmalıyız.

Doğru karşılıklı bir bağın, varlığımız için kesinlikle gerekli bir şart olduğunu anladığımız bir duruma gelmeliyiz. Yavaş yavaş, bu daha net hale gelmelidir. Dünya çok zor, kritik zamanlara yaklaşıyor. İklim felaketleri, uluslar arası savaşlar ve kıtlık gibi mücadelelerle karşı karşıyayız.

Şimdi bile Mısır vebalarının birer birer meydana geldiğini görüyoruz: “kan, kurbağalar ve bitler” – eski Mısır’da meydana gelen tüm bu felaketler artık tüm dünyada ortaya çıkmalı.

Ama bunlar bize sadece acı çekmemiz için değil, onlar aracılığıyla bu acıdan çıkacak tek çözümün bağ kurmak ve karşılıklı destek olduğunu keşfetmemiz için veriliyorlar. Umarız bunu herkese anlatabiliriz ve bu şekilde üçüncü ve dördüncü dünya savaşı tehlikesinden kurtuluruz.

Tüm İnsanlıkla Tek Bir Gemide

Yorum: Mezhepler kendilerini şu iddiayla karakterize ediyor gibi görünüyor: “Bu grup seçilmiştir, insanlığın geri kalanı bu gruba ait olmadıkları ve kendilerini kurtarmasına izin vermedikleri için yok olacaklar.”

Cevabım: Hayır, bu yanlıştır! Kabalistik grup, Kabalistik bilgiyi tüm insanlığa yaymak için var olur çünkü hepimiz sadece bu bilgi ölçüsünde, iyi ve nazik yollarla ilerliyoruz; aksi halde herkes için kötü olur.

Sonuçta, acı, bizim aleyhimize işleyen ıslah edilmemiş niteliklerdir. Onları ıslah edersek, iyi, iyilikseverliğe dönüşürler. Bu durumda, insanlıkla aynı gemideyiz.

Kimseyi küçük görmeyiz: “Size her şeyi söyledik, gerisi size kalmış. Eğer ölürsen, biz ışığa doğru ilerlemeye devam edeceğiz!” Öyle bir şey yok, hepimiz aynı gemideyiz.

Üstelik, şimdi uygulanması gereken ıslah metodunu dünyaya yaymayı başaramazsak, suçlu dünya değil, biziz.

Dünyayı suçlamıyorum, her zaman haklı çıkarıyorum. İnsanın doğasını anlıyorum, ben onu değiştirmelerine yardım edene kadar kişi farklı davranamaz.

Eleştirel Konuşmanın Üzerine Çıkın

Soru: Kabalistik toplulukta, eleştirel konuşmanın tehlikesi nedir?

Cevap: Öncelikle, her insanın içinde farklı eleştirel düşünceler doğar. Bu doğaldır çünkü egoizmimiz sürekli çalışır, sürekli büyür ve bize gerçekten yakın olanlar dışında, içimizde sürekli dünyaya karşı eleştirel bir tavır uyandırır.

Bir gruptaki ilişkiler, sürekli manevi yükselme gerektirir; bu nedenle egoizmimiz orada tam kapasite çalışır. Her birimizin içinde, egoizmin sürekli olarak uyandırılması şaşırtıcı değildir. Olması gerektiği gibi heyecanlanmasına izin verin. Bu bir büyüme işaretidir ama önemli olan onunla ne yaptığımızdır.

Egoizmimi sürekli tersine doğru ayarlamalıyım; yani öyle bir şekilde çalışmak zorundayım ki, onu yok etmeden ve onun üstüne çıkarak, gruptaki dostlarımla olan ilişkilerimin üzerine ihsan etme ve sevgi niteliğini inşa edebilmeliyim. Onlara aynı şeyi göstermeli ve herkese örnek olmalıyım. Ve onlar da bana ve diğer herkese aynı şekilde davranmalılar.

Aslında bu, egoizmimizin üzerinde ve ona aykırı bir oyundur. Bu oyun ile yavaş yavaş saran ışığı uyandırırız, bu durumda ışık bizi etkiler, yükseltir ve fiilen içimizde ortak bir ihsan etme niteliği yaratır ve bu sayede Yaradan’ı – dünyanın üst, yönetici gücünü – hissederiz.

Bunun yerine başkalarında gördüğüm eleştirel tavrı -onlara göstermem gereken sevgi ve şefkati değil yani kendi egoizmimden kaynaklanan nedenimi, ilgisizliğimi- dostlarıma anlatırsam, o zaman bunu yaparak grup üyeleri arasında zararlı bir enfeksiyon yayarım. Bu kesinlikle kabul edilemez! Bu, manevi ilerlememizi öldüren en kötü şeydir.

Erkekler arasında bu o kadar da korkunç bir şey değil çünkü başlangıçta kadınlar gibi içeriden bir harekete sahip değiller. Ve eğer bizimle bir grup içinde, ilerleme halinde olmak istiyorlarsa, bunu kökünden sökmek, yabani otlardan arındırmak ve tomurcuk halindeyken kesmek zorundalar. Bu yüzden dedikodu ve eleştirel konuşma konusunda çok katıyım. Aramızda buna yer olmamalı.

Profesyonel olarak konuşursak, dağıtım konusunda yanlış bir şey yapan birini eleştirebilirsiniz, ancak aramızdaki ilişkileri eleştiremezsiniz. Hiçbir durumda bir dostunuzu eleştiremezsiniz.

Ayrıca başkaları hakkında değil de kendiniz hakkında konuştuğunuzu anlamıyorsunuz bile; yani egonuzdan akıl yürütüyorsunuz.

Eleştirel konuşmak, Kabalistik bir grupta olabilecek en korkunç şeydir ve buna karşı tüm gücümüzle savaşmalıyız çünkü bu, ilerlememizi öldüren bir zehirdir. Bu yüzden dostlardan gelen eleştirilere karşı hoşgörüm yok ve böyle şeyler olursa onlara karşı aktif olarak mücadele etmeliyiz. Ve eğer birisi bunu yapamıyorsa, o zaman bu insanlar gruptan çıkarılmalıdır.

Bir arkadaşımın bazı karakter özelliklerini sevmediğimi söylememeliyim. Bu asla olmamalı. Bunun üzerine çıkmak zorundayım.

Tıpkı sevgili çocuğumda olduğu gibi, pratikte herhangi bir olumsuz nitelik görmem ve görsem bile onlar sevgi ile örtülürler. Onu hala severim ve onda neyin kötü olduğunu kimseye söylemem. Bu, tüm dostlarımıza nasıl sevgili küçük çocuğumuz gibi davranmamız gerektiğinin açık bir örneğidir. Dostlara böyle davranmalıyız.

Grup Homojen Olmalıdır

Soru: İnsan, birisine iftira atıldığını duyarsa ne yapmalı?

Cevap: Duymak istemediğinizi söyleyin, kesip atın ve bu şekilde bir dostunuza aynısını yapmayı öğreteceksiniz. Bu grup için harika bir ıslahtır.

Soru: Eğer kadınlar birisiyle tartışıyorsa, zümreler halinde gruplaşmaları doğal mı?

Cevap: İstediklerini yapabilirler, fakat o zaman bizimle manevi yolda yürümediklerini anlamaları gerekir. Kabalistik grup eşit, kesinlikle homojen olmalıdır.

Biri iftira atıyorsa, o zaman teoride kötülüğü çoğaltır, bu bir virüs gibi ayrışır. Bununla ancak herkesle iyi bir ilişki kurarak ve her şeyi sevgiyle örterek savaşabilirsiniz. Eğer kişi bir grupta ise, o buraya getirilmiştir ve onu en yakınımız olarak kabul etmeliyiz.

Soru: Dıştan eleştiri yapmamayı, eleştiriyi dile getirmemeyi kendime nasıl öğretebilirim?

Cevap: Alışkanlık, başkalarına örnek olma, sürekli öz eleştiri ve iç gözlem yoluyla.

Soru: Belli bir dönemden önce, kişinin yine de öğrendiğini söylediniz. İlk aşamada dedikodu yapmak kabul edilebilir mi?

Cevap: Hayır. Gruba bir kişi gelir gelmez bunu hemen ona bildirmeliyiz ve bir çocuk gibi ona öğretmeliyiz ve ona sürekli iftiranın kabul edilemez olduğunu göstermeliyiz.

Bu olmadan hedefe ulaşamayacağımızın önemi konusunda bir farkındalık olmalıdır. Umarım herkes bunu anlar ve sonunda hedefe ulaşır. En yüksek durumlarını ifşa edebilecekleri bu bağları kendi kendilerine koparırlarsa, o kadar çok üzülmeyeceğim.