Ruhun Kökünü Islah Etmek

Bize verilen her an, parçalanmadan gelen yeni koşulları (Reşimot) netleştirme fırsatıdır. Onları tüm dünyanın yaptığı gibi maddi bir şekilde inceleyebiliriz ya da onları manevi bir şekilde inceleyebiliriz, bu da tüm koşullar için tamamen farklı bir hız ve farklı bir çözüm anlamına gelir.

Reşimo’yu manevi bir şekilde işlersek, o zaman her Reşimo (koşul) ile Yaradan’a yaklaşmak isteriz. Ancak maddesel Reşimot’ta buna dikkat etmeyiz ve cansız doğa, bitkiler ve hayvanlar gibi tüm koşullardan otomatik olarak geçeriz.

Dolayısıyla koşullar ile manevî bir formda çalışırsak, o zaman herkes kendi ruhunun kökünü ıslah etme ve Adem’in ortak ruhu ile bütünleşme imkânına sahiptir. Bununla bu dünyadaki görevimizi yerine getiriyoruz ve diğer seviyede, tamamen farklı, manevi bir varoluş seviyesinde devam edebileceğiz.

Bu nedenle asıl mesele, biz onu manevi bir bağa getirene kadar her bir durumu aşmak, her durumun üzerine çıkmaktır: Ben + grup + Yaradan, yani İsrail, Tora ve Yaradan birdir, hepsi birliktedir. Böyle bir birliğe ne derecede ve hangi koşullarda ulaşırsam ulaşayım, eğer bunu düşünürsem ve onları birbirine bağlamayı arzularsam, o zaman ruhumdaki parçalanmış Reşimo’yu uyandırırım ve ruhumu sürekli olarak ıslah ederim.

Eğer her koşulun bu şekilde olmasını istersem, o zaman hayattaki amacımı gerçekleştiririm.

“Aşı Savaşları, Öğrenmediğimizi Gösteriyor” (Linkedin)

Covid-19 aşılarına erişimi olan ülkeler vatandaşlarını aşılamak için acele ederken, diğerleri virüsün ülkelerinde yıkıma yol açmasını çaresizce izledi. Bu arada, olacağını söylediğim gibi (patlak vermesinin başlangıcına kadar uzanan, konuyla ilgili gönderilerime bakın), yeni türler gelişti ve zaten en kötüsünü gördüklerini düşünen ülkeler yeniden istihdam edip veya sokağa çıkma kısıtlamalarını ve toplanmalara yönelik diğer kısıtlamaları yeniden uygulamayı düşünüyor.

Ülkeler diğer ülkelere aşı sağlayabilecekken bile, bunu yapmadılar. Daha da kötüsü, bazı hükümetler halkına aşı sağlayabilirdi, ancak bunu siyasi nedenlerle yapmamayı tercih etti. Bu aşı savaşları, hiçbir şey öğrenmediğimizi gösteriyor ve sonuç olarak, başka bir ders almamız gerekecek, muhtemelen daha acı verici bir ders.

Salgının başlangıcından bu yana sayısız kez yazdığım gibi, ilişkilerimizi değiştirene kadar virüs pes etmeyecek. Birbirimize karşı kötü niyetimiz onun enerji kaynağıdır. Ülkeden ülkeye seyahat ederken mutasyona uğraması ve giderek bulaşıcı hale gelmesi, onu devam ettiren şeydir, böylece daha önce sürü bağışıklığı sağlayan aşılar artık bunu sağlamamaktadır.

Ama öğrenmek yerine, neyi yanlış yaptığımızı düşünmek için ceza olarak odalarına (tecrite) gönderilen çocuklar gibi davranıyoruz. Ancak, gerekli sonuçları çıkarmak ve birbirimize kötü davrandığımızı kabul etmek yerine, eskisi gibi tekrar dışarı çıkmak, oynamak ve birbirimizle savaşmak için cezanın kaldırılmasını bekliyoruz. Artık bunu yapmamıza izin verilmeyecek. Hayatlarımızı, değerlerimizi, ilişkilerimizi ve bir bütün olarak hayatımızın amacını yeniden düşünmek zorunda kalacağız.

Belki de davranışımızın aptallığının en iyi örneği, aşılama çabalarını ele alma şeklimizdir. İlk olarak, bir aşı geliştirmek için küresel koordineli bir çaba başlatmak yerine, çok sayıda ülkede çok sayıda şirket bağımsız araştırmalar başlattı ve birbirleriyle rekabet etti. Açıkçası aşı, maliyetinin çok altında geliştirilebilirdi ve bu nedenle daha düşük maliyete yapılabilirdi. Bu, onu dünya çapında kullanılabilir hale getirecek ve dünya çapında bir aşı programını finanse etmek sorun olmayacaktı.

İkincisi, bazı ülkelerde aşı olduğu için ya kendilerine saklıyorlar ya da çok büyük bir kârla satıyorlar. Tüm insanlığın aynı ortak düşmanla savaşırken, birbirine karşı savaşan ordularla savaştığı ortaya çıkıyor. Bu, virüse, mevcut silahlara meydan okuyan yeni türler üretmesi için zaman tanır ve insanlığın onunla savaşma çabalarını etkisiz hale getirir. Kısacası, Covid virüsüne karşı savaşı çok öldürücü veya bulaşıcı olduğu için kaybetmiyoruz; çok bölündüğümüz için kaybediyoruz.

Bu bölünme bize daha fazla can kaybı, daha fazla ekonomik kriz ve hayatımızda daha fazla aksama ile çok pahalıya mal olacak. Covid’in benim problemim, senin problemin veya onların problemi değil, bizim problemimiz, hepimizin problemi olduğunu ne kadar çabuk öğrenirsek, pandemiyi bitirmenin bir yolunu o kadar çabuk buluruz. Ve bir kez Covid’e karşı nasıl işbirliği yapacağımızı öğrendiğimizde, umarız, bundan sonra tüm meselelerimizde böyle çalışmamız gerektiğini öğreneceğiz, çünkü bugün küresel köyde her sorun herkesin sorunudur.

Doğanın Tüm Güçlerini Dengeleyin

Soru: Sürekli çatışma halinde olan negatif ve pozitif güçler, insan seviyesinde dünyamızda kendilerini nasıl gösterirler?

Cevap: Dünyamızda iyi güçleri neredeyse hissetmiyoruz. Yalnızca arkadaşlar, akrabalar, ebeveynler ve çocuklar arasında çok sınırlı bir şekilde hissederiz. Ya da onları bize iyi ilişkiler dayatan doğanın içgüdülerinde hissederiz çünkü aksi takdirde yaşam ve üreme olmazdı. Ve doğanın diğer seviyelerinde bu güçleri görmüyoruz çünkü onları dünyamıza getirmiyoruz.

Soru: Bu, örneğin cansız bir seviyede dengelenmiş pozitif ve negatif bir güç olduğu ve bu nedenle Dünya’nın, bu madde dokusunun var olabileceği anlamına gelir.

Fakat bu güçlerin dengede olmadığı bir dönem vardı ve aralarında sürekli bir mücadele vardı. Aynısı insanlıkta da oluyor. Ve bunun bir sonucu olarak, sürekli savaşlar iyi ve kötü güçlerin sık sık birbirleriyle savaş halinde olduğu yerlerde yapılır. Onlar dengeye geldiklerinde ne olacak?

Cevap: İyi ve kötünün güçleri ancak kişi bunların oranlarına, karşıtlıklarına müdahale ettiğinde ve doğanın tüm güçlerini dengelediğinde dengeye gelecektir. O zaman doğa, onu dolduran herkesin iyiliği için hareket edecektir.

Soru: Yaradan’a yani ihsan etme niteliğine olan arzumuzun henüz tam olarak şekillenmediğini ve bunun sonucunda savaşlar ve çatışmalar olduğunu söyleyebilir miyiz?

Cevap: Evet.  Bu aramızdaki ilişkidir ki bu, doğanın tüm seviyelerinde ve Yaradan’a yönelik ilişkimizde olan tüm koşulları belirler.

“Hayatınızın Amacını Nasıl Bulursunuz?” (Quora)

Bizi her an hayatın amacına doğru geliştiren doğanın yüksek planını ve programını öğrenerek hayatımızın amacını bulabiliriz.

Doğanın planını öğrenerek, yavaş yavaş şimdiki enkarnasyonumuzda neyi gerçekleştirebileceğimizi, önceki enkarnasyonumuzda kaderimizin ne olduğunu, doğanın nasıl işlediğini, neden olduğumuz gibi yaratıldığımızı ve çevrenin etkisi altında gelişim şeklimizin nasıl olduğunu hissetmeye başlarız.

O zaman bu sisteme nasıl katılacağımızı ve onu nasıl kontrol edeceğimizi anlayabiliriz. Arzularımızı ve niyetlerimizi, doğanın yüksek planını öğrenmeye dayalı rehberlikle birlikte kullanarak, doğanın kontrol odasına girebilir ve her şeyin nasıl ve neden olduğu gibi yaratıldığını keşfedebiliriz.

Hayatın amacını sormak, bu keşfe doğru atılan ilk adımdır. Tarih boyunca ve bireysel yaşamlarımız boyunca, hepsi mevcut algı ve duyum seviyemize ait olan yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi arzuları yoluyla gelişiriz.

Anlam ve amaç arzusu, zaten daha yüksek bir algı ve duyum düzeyine aittir ve hayatın anlamını ve amacını sormak onun keşfinin tohumudur. Bu arzuyu, sonsuz ve bütün olan hayatın amacına nasıl yönlendireceğimizi öğrenerek, fiziksel varoluş seviyemizin üzerine nasıl çıkacağımızı öğrenir ve kendimizi, her şeyin nasıl ve neden işlediğini algıladığımız daha yüksek bir realitede yaşarken buluruz. Üstelik böyle bir edinim seviyesinden, aynı zamanda kendi kaderimizi nasıl etkileyeceğimizi de öğreniriz.

20 Eylül 2015 tarihli Kabalist Dr. Michael Laitman ile Günlük Kabala Dersi’ne dayanmaktadır. Kabalist Dr. Michael Laitman’ın öğrencileri tarafından yazılmıştır/düzenlenmiştir.

Maddi Olaylar ve Manevi Kökler

Yorum: Büyük Kabalist ARİ, gelecekte Purim hariç tüm bayramların iptal edileceğini yazmış.

Cevabım: Bütün bayramlar, saf egoizmden tamamen sevgi dolu özgeciliğe doğru, ıslah yolunda ara manevi koşullardan bahseder ve bu nedenle son koşul iptal edilmeyecektir. Bu Purim’dir.

Soru: İnsanlar “Ester Parşömeni”ni nasıl yazdılar?

Cevap: Onlar manevi olarak bu koşulun içindeydiler.

Yorum:  Ama parşömen bir çocuk hikayesi gibi yazılmış.

Cevabım: Sadece bize öyle geliyor.

Soru: Biraz derinlik olduğu açık ama basit bir gözle bakarsanız ziyafetin yüz seksen gün sürdüğünü söylüyor. Bu nasıl olabilir?

Cevap: Neden olmasın? Bütün gün masada oturmadılar. Tüm bağımlı devletlerin liderleri toplandı, birlikte tartıştılar, bir şeyler çalıştılar, dansları izlediler, ava gittiler ve akşam yemeği yediler. Bütün bunlara ziyafet denir.

Bütün bunların arkasında manevi koşullar vardır, bu yüzden böyle tarif ettiler.

Soru: Dünyamızın olaylarını temel mi aldılar?

Cevap: Evet. Gerçek şu ki, dünyamızdaki herhangi bir olayın kökü manevi dünyadadır. Böylece özel olayları anlatırken köklerine dikkat çekmişlerdir. Bugün de böyle yapıyorlar. Bu nedenle, bunun böyle olduğunu ve böyle olması gerektiğini biliyoruz.

Ruhun İç Haritası

Soru: İsrail Toprağı cansız seviyede bir arzuya karşılık gelir ve insan seviyesinde de bir arzu vardır. Biri diğeriyle açıkça örtüşmeli mi?

Cevap: İdeal olarak, evet. Ve gelecekte de öyle olacak. Niyet arzuyla örtüşür, onu şekillendirir ve arzu böylece dünyanın belli bir kısmına denk hale gelir. Bu, kişide ikamet yerini değiştirme veya başka değişiklikler yapma ihtiyacı yaratır.

Soru: Kişi manevi gelişimle meşgul olduğunda, içindeki tüm yerleri içeren bu İsrail haritasını keşfeder mi? Bu böyle mi olur?

Cevap: Ruhun türüne göre değişir ve her insan tarafından hissedilmez. Ama genel olarak, insanlar evrende nereye ait olduklarını, manevi köklerinin nerede olduğunu hissedeceklerdir.

Soru: Dünyamızda az çok bilgi sahibi olan insanlar var. Hiçbir şey bilmeyenler de var. Maneviyatta da durum aynı mı?

Cevap: Evet, bunu hissetmeye başlayacağımız ve manevi niteliklere göre hareket etmemiz gerektiğini anlayacağımız zaman gelecek.

“Bağa Doğru Hareket Etme Şansı” (Linkedin)

Ben hükümeti değiştirme taraftarı değildim ama bir kez olduysa, bunu mevcut durumu gözden geçirmek ve bağa doğru ilerlemeye başlamak için bir fırsat olarak görmeliyiz. Bağ, yalnızca ilgili tüm taraflar bağ kurmak istediğinde gerçekleşebilir. Bağı yaratmak için iki adım vardır: 1. Tarafların bağ kurmak istemesi ve 2. Bağ kurmak için yapılması gerekenleri yapmaları gerekir.

İlk adım aslında en zorudur. Nerede olduğumuzu gözden geçirmeyi, ne kadar kopuk olduğumuzu fark etmeyi ve ulusun her kesiminden her rakip birimine yayılan nefretin kabul edilemez olduğuna karar vermeyi gerektirir. Başka bir deyişle, sıkıntılarımız için başkalarını suçlamanın, kendi nefretimizin durumu düzeltmeye katkıda bulunmadığını kabul etmeye geçmeliyiz. Herkes bu sürece katılırsa, bu kendi içinde işleri daha iyiye doğru değiştirmeye başlayacak. Ancak bu bizi çok zor bir sonuca götürecek: İkinci adımı uygulayamıyoruz. Diğer tarafla, tüm sorunlarımızdan sorumlu olduğunu düşündüğümüz tarafla bağ kuramıyoruz. Nefret etmekten vazgeçemiyoruz.

Ancak çaresizlik duygumuz tam da ihtiyacımız olan şey; bu 2. adımın başlangıcıdır. Bu noktada, nefretimizin üstesinden gelemeyeceğimizin farkındayız çünkü o ruhumuzda kök salmıştır; bu bizim doğamızdır, yazıldığı gibi “Bir adamın kalbinin eğilimi gençliğinden beri kötüdür” (Yaratılış 8:21). Bunun Kutsal Kitap’taki bir özdeyiş olmadığının farkına varırız; bu hayatın bir gerçeğidir; o bizim kim olduğumuzdur!

Bu sürecin güzelliği şu ki, o kriz anında, bağ kurmak için hiçbir şey yapmıyormuşuz gibi hissettiğimizde ya da nefretimiz bizden daha güçlü olduğu için bu konuda hiçbir şey yapamayacağımızı hissettiğimizde, gereken tek şey budur – bağın kurulmasını istemek ve bunu gerçekleştiremeyeceğimizin farkına varmak. Hepimiz ya da en azından yeteri kadarımız, onu yeterince çok istediğimizde, görünüşe göre kendiliğinden gerçekleşecek; kalplerimiz birbirimize açılacak ve yeni bir duygu gelecek.

Gerçekliği eylemlerle belirlediğimizi düşünüyoruz, ama aslında onu arzularımızla belirliyoruz. Başkalarının zarar görmesini istediğimizde, berbat bir dünya yaratırız. Başkalarının sevincini istediğimizde, güzel bir dünya yaratırız. Nefret ettiğimizde ama sevmek istediğimizde, kendimizi düşmandan sevgiliye değiştiririz ve etrafımızdaki dünya da bizimle birlikte değişir.

Bu nedenle, ihtiyacımız olan tek şey, iyi bağlar, dostluk, dayanışma veya aklınıza gelebilecek herhangi bir olumlu duygu geliştirmenin önemini zihinlerimize ve kalplerimize yerleştirmek ve bunu ülkenin tüm kesimlerini kapsayan toplum genelinde geliştirmektir. Bu duyguları hissetmek bizim için yeterince önemli hale geldiğinde, onları gerçekten hissetmek isteyeceğiz. Ve gerçekten istediğimizde, bu olacaktır.

Arzunun Farklı Seviyeleri

Soru: Bazen İsrail topluluğunun doğrudan Yaradan’a yönelik bir niyet olduğunu, bazen de vermek için olan bir arzu olduğunu söylüyorsunuz.

Ayrıca Kudüs’te inşa edilen Tapınağı da (Beit HaMikdash) kutsallık kabı veya ihsan etme arzusu olarak nitelendiriyoruz. Bunların hepsi farklı arzu seviyeleri mi?

Cevap: Bunlar, alma arzusunun ya da ihsan etme arzusunun farklı seviyeleridir.

Soru: Örneğin, Tapınak olarak temsil edilen ihsan etme arzusu ile İsrail Toprakları olarak temsil edilen arzu arasındaki fark nedir?

Cevap: Bunlar arzunun farklı seviyeleridir. Türlü türlü arzularınız varsa, iyi veya kötü bir şey için fark etmez, ve nasıl ki bu arzular farklı seviyelerdeyse, bu da öyledir. Yalnızca ihsan etme arzuları, doğadaki beş seviyenin tümüne karşı doğru tutumu içerir: cansız, bitkisel, hayvansal, insan ve Yaradan.

“Bir Büyükbabanın Kalbi” (Linkedin)

İlk kez büyükbaba olduğumda ve torunumu ilk gördüğümde kalbim sevgiyle doldu. Onu kollarımda tuttum; onunla oynamak, onu iyi hissettirecek bir şeyler yapmak istedim. O zamana kadar hiç böyle bir duygu yaşamamıştım.

Sevgi, bu dünyada olmamızın sebebidir; dünyanın yaratılma sebebidir. Ancak büyükbabanın toruna olan içgüdüsel sevgisi gibi doğal sevgiden farklı olarak, yabancılar arasında sevgiden ziyade doğal direnç, yabancılaşma ve düşmanlık vardır.

Ancak hayat tam da bu duyguların üstesinden gelinerek şekillenir. Her canlı, dirençleri ve zorlukları aşarak gelişir. Bu “engeller” büyüme ve gelişme ihtiyacını yaratır. Zorluklar ve dirençler olmasaydı, evrim olmazdı ve insanlar asla var olmazdı.

Bu nedenle başkalarından ayrılma, onlara yabancılaşma ve düşmanlık duyguları olumsuz duygular değildir; onlar büyüme için kaldıraçlardır. Onların üzerine yükselmek ve büyümek istemediğimizde onları olumsuz olarak görüyoruz. Onları reddetmek ve onlardan korkmak yerine, büyümek ve kendimizi geliştirmek için fırsatlar olarak görseydik, onları memnuniyetle karşılar ve onlardan çok faydalanırdık. Üstelik onların üzerine yükselerek, o “engellerin” ortaya çıkmasından önce sahip olduğumuzdan daha büyük ve daha sıkı bir bağ oluşturabilirdik.

Örneğin, insan vücudunun karmaşıklığına kıyasla tek hücreli bir yaratığın karmaşıklığını düşünün. Onlar kıyaslanamaz. İnsan vücudu gibi karmaşık bir sistemin yaratılmasının nedeni, tam da tüm karmaşıklık düzeylerinin insan organizmasını oluşturmaya gelmeden önce karşılaştıkları engellerdir. Bu nedenle, bir anlamda, yaşamlarımızı, varlığımızı, bizden önceki seviyelerde ortaya çıkan nefret ve ayrılığa “borçluyuz”.

Bu bize, bugün aramızda ifşa edilen nefretle yüzleşme görevimizden kaçamayacağımızı öğretmelidir. Nefret, evrimi ve daha büyük birliği teşvik etmekten başka bir nedenle ortaya çıkmaz. Direnişimizle yüzleşmekten ve yeni ve daha sert nefret seviyesinin üzerinde birleşmekten kaçınırsak, kendi türümüzün evrimini engelleyeceğiz ve bunun bedelini ağır ödeyeceğiz.

Gezegenimizi saran toplumsal krizlere karşı tavrımız bu nedenle aile içinde olduğu kadar doğal değil, bilinçli ve niyetle olmalıdır. Kendimizi aile gibi hissetmediğimizi kabul etmeli, aile ilişkilerini örnek almak için çaba göstermeli ve aramızda bu tür ilişkiler kurmak için birlikte çalışmalıyız.

Buradaki anahtar kelime “birlikte”dir. Karşılıklı yabancılaşmanın üstesinden gelmek, nüfusun tüm kesimlerinin katıldığı karşılıklı bir çaba ile olmalıdır. Aksi takdirde, bir parça diğerini sömürecek ve tüm başarı bir iskambil destesi gibi yuvarlanacaktır. Gerçekten tek bir aile gibi hissedene kadar, ayrılığımızın üzerinde birlik oluşturmanın ne kadar önemli olduğunun bilincini yerleştirmeliyiz. Bugün hayatlarımız ve sevdiklerimizin hayatları buna bağlıdır.

Gel, Hisset ve Başar

Yorum: Tüm Kabalistik kaynaklarda, her zaman iki güç düşünülür, örneğin, Haman ve Mordecai, Musa ve Firavun, vb.

Cevabım: Doğada artı ve eksiden başka bir şey yoktur.

Soru: Prensipte, bunu basitçe iki kuvvetin etkileşimi olarak tanımlayabilir miyiz?

Cevap: Hayır, onu iki fiziksel kuvvet olarak tanımlayamazsınız. Aralarında birçok olası eylem, ifşa edilemeyen koşullar vardır ve bu nedenle dünyamızın imgelerinde alegorik olmaktan başka bir şekilde tanımlanamazlar. Artı ve eksiyi alıp, “Birbirlerine şöyle yaklaşıyorlar, böyle uzaklaşıyorlar…” diyemezsiniz.

Bu nedenle, Kabala, insanlara ıslahımızın tüm sorunlarını açıklamak için dünyamızın dilini kullanır. Kişi kendini ıslah etmeye başladığında bu nitelikleri hisseder ama ona “Ne hissediyorsun?” diye sormaya çalışır—söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Çünkü kişi güçleri hisseder ve onları ancak bizim dünyamızdaki somut örnekleriyle açıklayabilir. Sorun budur.

Önemli olan bunu yaşamamız, bunu hissetmemiz ve bunu başarmamızdır.