“Dünyanın En Büyük Hazzı Nedir?” (Quora)

Zıtlıkları uzlaştırmaktan daha büyük bir haz olmadığı yazılmıştır.

Çelişki, sanki bir pense arasına sıkışmış gibi bir kararsızlık halidir. Gerçeğin veya yalanın nerede olduğu ve nasıl davranılacağı hakkında hiçbir fikrimiz yoktur. Ancak bu çelişkiyi çözmemiz gerekir.

Çözüldüğünde, en büyük haz gibi hissedilir.

Eninde sonunda onların ortak kaynağından bir yardım talebine varabilmemiz için bize her türlü çelişkiler ve şüpheler verilir. Diğer bir deyişle, doğa, onların ortak kaynağında (doğanın daha yüksek gücü, deneyimlediğimiz her şeyin ardındaki saf özgecil nitelik) çözümlenmesine ihtiyacımız olduğu hissini bize getirmek için kasıtlı olarak karşıtları içerir.

Evrenin Resmini Kim Çizer?

Soru: Beni bir arzudan diğerine çeviren benim düşüncem mi yoksa Yaradan’ın düşüncesi mi? Bir eşek için ineği değişmediğimden nasıl emin olabilirim?

Cevap: Her şey, olanlara karşı doğru cevaba bağlıdır. İşte Yaradan sizin için evrenin resmini böyle çiziyor. Aslında, onun içinde hiçbir şey yoktur, hiçbir şey yaşamamaktadır.

Doğanın tüm cansız, bitkisel, canlı ve insan seviyeleri, önünüzde gördüğünüz her şey, tüm bu nesneleri sizin için çeken arzunun dört aşamasına dayanan beyninizin bir yansımasıdır.

Bu nedenle, her şey onu nasıl algılayacağınıza bağlıdır. Bunu not edin ve yavaş yavaş gerçeklik algısında bu şekilde ustalaşmaya başlayın.

Neden Kıskançlık Kötü Bir Şeydir? (Quora)

Tüketimci ve materyalist değerlerin bizi sardığı bir toplumda, kıskançlığı genellikle kötü olarak hissederiz çünkü bu bizi birbirimize karşı olumsuz bir rekabete sokar. Şöyle ki, kıskançlık bizi diğerlerinden daha zayıf, daha küçük, daha yavaş ve genellikle daha kötü hissettirdiği için, biz kendimizi daha kötü hissederiz. Aynı şekilde kıskançlık, kendimizi başkalarından daha büyük, daha güçlü, daha hızlı ve genel olarak daha iyi göstermek için onları çiğnemeye hazır olmamıza da yol açabilir.

Kıskançlığı kendimize, egolarımıza bir darbe olarak hissederiz. Bizler, haz almak için egoist arzulardan oluşuyoruz ve kıskançlık, başkalarının bizden daha çok haz aldığını veya bizim hiç haz almadığımız konumlarda onların haz aldığını hissetmemize neden olur. Bu nedenle kıskançlık, kendimizi diğer insanların aldığı hazlardan yoksun hissetmemize neden olur ve onların artı hazları -daha iyi sağlık, daha başarılı ilişkiler, daha fazla zenginlik, saygı, şöhret, güç veya bilgi olsun- onları görünüşte bizim üzerimize çıkartır.

Öğretmenim Rabaş, gittiği her yerde pijamalarını giymeyi çok istediğini söylerdi çünkü pijamaları en rahat kıyafetleriydi. Öyleyse neden yapmadı? Bunun nedeni, belirli bir kıyafet standardını dikte eden bir sosyal kıyafet kuralına göre uygunsuz olarak kabul edilmesiydi. Özellikle bir rabbi olarak, toplum içinde pijama giyerek, dedikodu ve aşağılama konusu olurdu. Bu nedenle, topluma uyum sağlamak ve dedikodu ve aşağılanmadan kaçınmak için, pijamalardan çok daha az rahat olmasına rağmen, toplum içinde kabul edilebilir giysiler giyerdi. Böylece toplumda dedikoduya ve aşağılanmaya maruz kalmama korkusu sosyal hayatımızın büyük bir kısmına yön verir.

Ancak kıskançlık kendi içinde ve kendi başına kötü bir nitelik değildir. Kıskançlığın olumsuz mu olumlu mu olduğu, toplumun neye değer verdiğine bağlıdır. Genelde kıskançlığı kötü hissederiz çünkü toplumdaki egoist niteliklere değer veririz, yani toplumda “daha büyük, daha güçlü, daha hızlı ve daha iyi” – belirli bir maddi başarı düzeyine ulaşma yolunda rekabet edebilecek insanları ararız. Bunun yerine, bir toplumun daha birlikte, fedakâr, nazik ve sevecen olduğu bir yerde, pozitif sosyal bağı önde gelen bir değer olarak takdir edersek, o zaman üyeleri daha mutlu, daha güvenli ve daha kendinden emin olur – aynı şekilde kıskançlık da tersine döner ve olumlu bir nitelik haline gelir.

Başka bir deyişle, toplumu saran, öncelikle sosyal dayanışmayı ve birleşmeyi güçlendiren katkılara saygı duyan ve değer veren insanların olduğu, toplum yanlısı bir atmosfer olsaydı, o zaman daha fedakar, ilgili, kibar ve sevgi dolu görünen insanlara imrenirdik. Bağ kurmaya değer verdiğimiz için, toplumda yayılan değerlere karşı olacağı için bu insanları aşağı çekmenin bir anlamı olmazdı. Aksine kıskançlık, başkalarını algıladığımız şekilde, daha özgecil, ilgili, nazik ve sevecen olmak için kendimizi değiştirmek istememize neden olurdu.

Böylece kıskançlık yalnızca olumlu olmakla kalmaz, aynı zamanda insan toplumunu iyileştirmek için kendimizi daha iyiye dönüştürmede kilit bir faktör haline gelirdi. Mevcut materyalist dünyamızda olduğu gibi her türlü manipülasyon, sömürü ve istismara yol açan kıskançlık yerine, toplum yanlısı niteliklere değer veren bir toplumda kıskançlık, birbirimizi daha destekleyici, teşvik edici olmamıza ve birbirimizi önemsememize yol açardı. Sağlıklı bir rekabet ortamı yaratacak, toplum üyelerini başkalarına ve topluma fayda sağlayarak kendilerini gerçekleştirmeleri için motive etmeye ve ilham vermeye hizmet edecektir.  Böyle bir toplum o zaman yeni mutluluk ve refah seviyelerine doğru yol alacaktır.

Bu nedenle kıskançlık kendi içinde ve kendi başına kötü değildir. Kötü ya da iyi olup olmadığı, toplumumuza nüfuz eden değerlere bağlıdır. Değerlerimizi egoist, bireyci ve materyalist değerlerden özgeci ve toplum yanlısı değerlere değiştirmeyi öğrenirsek, kıskançlığımız bu özelliklerin toplumda yaygınlaşmasına hizmet edecek ve bu da bizi daha mutlu, daha sağlıklı, daha güvenli ve daha kendinden emin insanlar yapacaktır.

Yaradan’a Doğru İlk Hareket

Herkes İçin Zohar, VaYikra, Madde 80: Yanına vardığında tozların içinde yattığını gördü. O zaman kraliçenin görkemini ve kralın ondan isteklerini kim gördü?

Kraliçe bilinçsiz yatmaktadır, kendisi ile hiçbir şey yapamamaktadır. Bu, kaynaktan tamamen ayrılmanın farkına varılmasıdır. Bir şekilde, krala ulaşmak için en azından biraz güç bulmalıdır. Güç olmasa bile, arzu olmasa bile, sadece ilk hareket. Kral diğer her şeyi ekleyecektir.

Hepimiz böyle korkunç, kayıp, güçsüz, karanlık, kafa karışıklığı içindeyken Yaradan’a doğru küçük bir hareket bulmalıyız. O zaman O’nun ifşası bize yeni bir güç, yeni bir anlayış getirecek ve ışığın yolunu açacaktır.

Ortak Bağlantı Ağında

Kabala ilminde, tüm yaratılışın, dünyamızda ve etrafımızdaki manevi dünya dediğimiz güçler dünyasında var olan her şeyin, ortak bir bağlantı ağı olduğunu çalışır ve sonra ifşa ederiz.

Bu ortak, karşılıklı, destekleyici, birbirini tamamlayan bağlantı ağına ruh denir. Bizler sadece bununla ilgili konuşuruz: aramızda onu nasıl ifşa edeceğimizi, nasıl artıracağımızı, aklımızla ve duygularımızla bunun içine nasıl gireceğimizi ve nasıl kontrol edebileceğimizi konuşuruz. Bütün bunlar ruhun edinilmesidir.

Bu bağlantıyı ifşa ederken, Yaradan denilen ihsan etme ve sevginin gücünü keşfetmeye başlarız. Esas olarak, Kabala bilgeliğinin tüm meşgul olduğu ve genel olarak kişinin yapabileceği tek şey şudur: bu dünyadaki hayatı boyunca, Yaradan’ı edinmek, ruhu edinmek yani içinde hepimizin var olduğu ve tamamen birbirimize bağlı olduğumuz güçler ağını edinmektir.

Tarihsel Kronoloji ve Manevi Gelişim

Soru: Tufan, Mısır’dan Çıkış vb. tüm manevi koşulları aynı kronolojik sırayla mı yaşamız gerekiyor yoksa bu şart değil mi?

Cevap: Tora’nın bize anlattığı her şeyi aşağı yukarı aynı kronolojik sırayla yaşamamız gerekir, ancak her bir kişi bunları kendi ruhunun durumuna göre yaşar.

Yani Mısır’da olmak, dört yüz yıl sürgünde geçireceğim ve oradan çöle kaçacağım anlamına gelmiyor.

Tüm bunları manevi çerçevelere dönüştürmemiz gerekiyor, bu da Mısır’a inmenin egonun kötü olarak tanınması olduğu anlamına geliyor. İlk başta, bu kötü değil ve yedi yıllık tokluk var, egomdan zevk alıyorum ve bunun beni ileriye götürdüğünü anlıyorum, Kabala ilmini çalıştıkça daha çok biliyorum ve daha çok anlıyorum.

Sonra yedi yıllık açlık gelir. Daha önce egonun beni doldurduğunu hissettiysem, şimdi beni manevi edinimden ayırdığını ve artık onu kabul etmek istemediğimi, ondan çıkmak istediğimi hissediyorum.

Erdemli Bir Kişi Yaratılışın Tüm Parçalarının Birbirine Bağlı Olduğunu Görür

Erdemli insan, dünyayı paramparça görmeyecek kadar kendini ıslah etmiş, yaratılışın tüm parçalarının birbirine bağlı ve birbirini tamamladığını hisseden kişidir.

Bu nedenle, tüm yaratılışın, yerine getirilmesini Yaratan’dan alan tek bir kap, tek bir arzu olduğunu anlar, hisseder ve keşfeder. Ve bu nedenle, yaratılışı haklı çıkarır.

Yaradan onu tek bir kap ve onun içinde tek bir ışık olarak ifşa etmeden önce kişi yaratılışı haklı çıkaramaz. Yani erdemli kişi, Yaradan’ı O’nun eylemlerine göre haklı çıkarır ve ona tüm yaratılışı tek bir bütün olarak gösteren eyleme dahil olur.

Doğanın Beş Kısmı: Kök ve Onun Etkileri

Yorum: Rabbi Nachman, birçok farklı kitabın bulunduğu bir mağaraya girmiş gibi bir rüya gördüğünü yazmıştır. Onları açmaya başlayınca hepsi aynı yerden açılmışlar ve aynı şeyden bahsetmekteymiş.

Benim Cevabım: Öyledir, hepsi sadece manevi kaynaşma, birleşme, yükselme durumuna nasıl geri dönüleceğinden bahseder. Esas olarak, tüm birincil kaynaklar zamanımız için yazılmıştır. Bizler şimdi maneviyattan son, dördüncü sürgündeyiz ve ondan, Kral’la,  Yaradan’la birliği tamamlamaya gelmeliyiz.

Soru: Ama bütün birincil kaynaklar aynı şeyi söylüyorsa, neden bu kadar çok farklı kitap var?

Cevap: Çünkü her şeyden önce dört ana dil vardır.

Vücudumuzda her şey beş kısımdan oluşur (kök ve onun dört etkisi): Akciğerlerin beş kısmı, ağzın beş kısmı, beş duyu, eldeki beş parmak vb.

Gerçek şu ki, ruhu kendisi için inşa eden ışık, onun kök sistemi, sözde taç, köktür. Kökten dört aşama gelir, kendisi için arzu oluşturan ışığın dört yayılımı. Sadece son, dördüncü aşama ışığa yükselmek, ışıkla aynı olmak isteyen gerçek arzudur.

Böylece doğadaki her şey beş aşamada yaratılır ve bu nedenle dört tür dilimiz var, yani yaratılış tarafından dört tür ışık algısı.

Ayrıca dört tür yaratılış vardır: cansız, bitkisel, canlı ve insan.

Kabala, değişimimizin tüm aşamalarını anlatır yani sonuncusu kök olan, beş dünyanın 125 aşamasını çıkışı tanımlar.

Her dünyada, Partzufim (büyük aşamalar) olarak adlandırılan beş bölüm vardır ve bunların her biri beş alt aşamaya bölünmüştür – Sefirot. 125 basamağa çıkar. Onların hepsi, Yaradan’ın “Değişmez, silinmez dört harfli adı” denen tek bir anlayışa dönüşür.

Yaradan’ın dört harfli adı, dışarı giden kökü (nokta) ve bu noktayı temsil eden dört harfi içerir. Yani O’nun bu beş temsili formunun içinde, beş tezahüründe, bizler O’nu hissederiz.

Büyük Kabalistler Grubunun Sonuncusu

Yorum: Derslerde ağırlıklı olarak Baal HaSulam ve en büyük oğlu Rabaş’ın yazılarını inceliyoruz. Görünüşe göre tüm büyük Kabalistler zincirini daralttık.

Cevabım: Geri kalan Kabalistlerin yazıları her ikisinde de yoğunlaşmıştır. Bu nedenle Baal HaSulam ve Rabaş’ın yazılarını inceleyerek hiçbir şeyi kaçırmıyoruz. Birincisi, onlar bize en son ve en yakın olanlardır. İkincisi, onlar gerçekten yirminci yüzyılın modern Kabalistleridir.

Üçüncüsü, birçok nesiller boyunca önceki tüm Kabalistler bir şekilde Baal HaSulam ve Rabaş’ın yazılarında toplanmış ve yoğunlaşmıştır ve bu nedenle hiçbir şey kaybetmiş değiliz.

Baal HaSulam ve Rabaş, yazılarında Zohar Kitabı, Sefer Yetsirah ve benzeri gibi daha eski Kabalistik kaynaklara güvendiler. Kendi yazdıkları yazılar da var. Onları okumak ve çalışmak bizim için daha kolaydır.

Prensip olarak, bundan daha fazlasına ihtiyacımız yok. Ayrıca, onların yazılarının çerçevesini aşmadan, Kabala bilgeliğini tam olarak edinebilir ve onu ıslahımız için gerekli bir şekilde uygulayabiliriz.

Soru: Baal HaSulam ve Rabaş güneş ışınlarını yoğunlaştıran bir mercek gibi mi?

Cevap: Evet, Baal HaSulam kendisinden önceki her şeyi bizim için topladı. Zohar Kitabı’nı ve Ari’nin yazılarını açıkladı. Dünyayı daha yüksek bir davranış sistemi aracılığıyla yönetme bilgeliği olan Kabala ilminde, onun açıklığa kavuşturmadığı önemli bir konu yoktu.

Baal HaSulam her şeyi açıkladı, bilgeliği bize yaklaştırdı ve bizim anladığımız bir dilde ifade etti. Onun yazılarını çalışmazsak, gerçekten dünyadaki hiçbir şeyi, onun davranışını ve amacını anlayamayacağız.

Yaradan İle Pin Pon

Soru: Bir düşünce Yaradan’dan geliyorsa ancak birleşmeye yönelik değilse, kişi onunla nasıl doğru bir şekilde çalışır?

Cevap: İyi ve kötü tüm düşünceler Yaradan’dan gelir. O kadar çok olumsuz düşünceye sahibim ki! Onları ayırmalı ve neden geldiklerini anlamalı, onları iyilere dönüştürmeli ve Yaradan’dan onları değiştirmesini istemeliyim.

Varsayalım ki Yaradan’dan 1000 düşünceden bir tanesi olumlu gelsin. Ama bunların 999’u olumsuzdur. Yani grup aracılığıyla Yaradan’dan onları değiştirmesini istemeliyim. Yani, eğer bana bu düşünceleri gönderiyorsa, bu, onları O’na geri gönderebileceğim ve O’nun onları olumlu düşüncelere dönüştüreceği anlamına gelir. Tam olarak bir pin pon oyunu gibi.

Belirli bir düşünceyi veya arzuyu yakalarsam, Yaradan’ı onları değiştirmeye ikna edebilirim demektir. Ve hiçbir şey yapmak zorunda değilim! Sadece benim talebim gereklidir.