Doğa Zalim Midir?

Doğa, birbirine bağlılık ve karşılıklı bağımlılık yasalarına göre işleyen mükemmel bir bütünsel sistemdir ve doğada zalimliğin hiç bir parçası yoktur.

Ancak birçoklarına doğa acımasız olarak görünür. Neden?

Çünkü Kabala bilgeliğinde yazıldığı gibi, “yargılayan kendi kusurlarına göre yargılar.” Başka bir deyişle, biz insanlar, başkalarının ve doğanın pahasına, kendi egoist doğamızın içinde haz aldığımız bir acımasızlık yönüne sahip olduğumuz için, bu zalimliği doğaya atfediyoruz ve sonra onun eylemlerini zalimce olarak algılıyoruz.

Doğayı derinlemesine inceleseydik, nasıl ve neden bu şekilde işlediğini öğrenseydik, doğada zulmün hiçbir parçasını bulamazdık. Bunun yerine, doğanın, nihayetinde yaratılışına sadece memnuniyet, haz ve doyum ihsan etmek isteyen, tek bir düşünce olduğunu keşfederdik. Başka bir deyişle doğa, kendi özünde hiçbir kötü niyeti olmayan saf bir sevgi ve ihsan etme niyetidir.

Doğa, karşılıklı bağımlılık ve birbirine bağlılık yasalarına göre işleyen tek bir sistem yarattı. Doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinin her bir elementinin yalnızca kendi yaşamını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu şeyi aldığını ve ekosistemin devamlılığı için rolünü tamamlayacağı bir şekilde nasıl davrandığını görüyoruz. Bazı hayvanların birbirini öldürüp yediğini görsek bile, bunu zulüm için değil, sadece yaratıldıkları yön bu olduğu için yaparlar. Bunu yaparak, doğadaki rollerini yerine getirirler ve içgüdüsel davranışlarıyla parçası oldukları bütünün beslenmesini sürdürürler.

Biz insanlar, sadece ihtiyaçlarımıza göre alsaydık ve diğer her şeyi insanlığın ve doğanın yararına verseydik, o zaman hayvanlarla aynı seviyede olurduk. Bununla birlikte, farklı şekilde çalıştığımızı ve diğer insanların ve doğanın pahasına, kişisel olarak fayda sağlamak istememize neden olan, içimize yerleşmiş bir program olduğunu açıkça görüyoruz.

Bu egoist nitelik -başkalarının ve doğanın pahasına kişisel fayda sağlama arzusu- insanları hayvanlardan ve doğanın geri kalanından ayıran şeydir ve sadece bu nitelik zalimdir. Başka bir deyişle, insan egoizmi, doğada, doğaya karşı çıkan tek özelliktir ve aynı şekilde, düzeltilmesi gereken tek niteliktir.

İnsan egoizmini düzelterek, başkalarının ve doğanın zararına kişisel fayda sağlamayı istemek yerine, başkalarına ve doğaya fayda sağlamak istediğimiz yeni bir doğa elde edip, aynı şekilde doğayla dengeye geliriz, böylece doğayı uyumlu ve zulmetmeyen bir şekilde deneyimleyebiliriz.

Bizim algıladığımız, giderek daha acımasız olan dünya, bizleri, egoist doğamızı onun zıttı olan özgecil forma çevirmeyi gerçekten isteyeceğimiz bir noktaya getirmek içindir. Böylesine büyük bir değişimin olması için, doğanın nasıl ve neden bütünsel bir sistem olarak davrandığını öğrenmemiz, onun birbirine bağlılık ve karşılıklı bağımlılık yasalarını öğrenmemiz ve doğa ile dengeye ulaşmak için bunları kendimizde uygulamamız gerekir. Bunu yaparak, şu anda dünyamızı nasıl algıladığımızın ve hissettiğimizin tamamen dışında, yeni, uyumlu ve tam bir yaşam keşfedeceğiz.

“Maneviyat Ömür Boyu Süren Bir Yolculuksa, Kişi İlerleme Kaydedip Kaydetmediğini Nasıl Anlar?” (Quora)

Maneviyat, aramızdaki bağda tek bir ruh olarak ifşa olan sevgi, ihsan etme ve pozitif bağ niteliğidir. Buna karşın, bedensellik alma niteliğidir ve bu dünyada sahip olduğumuz algıyı karakterize eder.

Bu nedenle, manevi ilerleme, bu dünyadaki geçici ve kopuk maddesel durumumuzun üzerinde, tek bir ruh olarak sonsuz ve mükemmel bağımızı keşfettiğimiz, birbirimizle bağ kurmanın metoduna ihtiyaç duyar.

Bu nedenle manevi ilerleme, birbirimizle bağlı olarak onun tamamen özgecil bağlantılarına benzemeye çalıştıktan ve maneviyata karşıtlığımızı: egoist olduğumuzu ve sürekli olarak kendi kendine yönelik tatmin elde etmek istediğimizi keşfettikten sonra ortaya çıkar. Böyle bir zıtlığı “suç” olarak hissederiz ki, ondan kopmamız ve onun üzerine çıkmamız gerekir. Dahası, bedensel niteliğimiz, kendimizi maneviyata yükselttiğimiz bir temel olarak bizimle kalır. Durum böyle olunca da, manevi olarak ilerlemeye çalıştıkça, defalarca bu nitelik çatışmasını giderek daha fazla hissederiz.

Bu nedenle, kendimizi maneviyata ulaşmak isteyen, manevi arayışta olanların destekleyici çevresine dahil ederek ve tek bir ruh olarak, manevi kökümüzden sevgi ve ihsan etme güçlerini çekmemize meydan veren bağ kurma metodunu (Kabala bilgeliği) uygulayarak, sonunda birbirimize ne kadar kayıtsız olduğumuzu keşfederiz ve daha sonra birbirimizi reddediş hissederiz ve diğerlerinde her türlü olumsuz niteliği görürüz.

Bu tür ifşalar, aslında çektiğimiz sevgi ve ihsan etme manevi güçlerinin (“ışıklar” olarak adlandırılır) aramızdaki mesafeyi (tek bir ruh olarak manevi durumumuza ne ölçüde zıt ve farklı olduğumuzu) ortaya koyduğu, manevi ilerlemenin olumlu işaretleridir ve bu zıtlığın ifşasından, birbirimizle manevi bir bağ kurmaya ve manevi olarak ilerlemeye başlayabiliriz.

Böylece, manevi ilerleme diğerleriyle olumlu bir şekilde bağ kurmaya yönelik artan bir ihtiyaç ve özlem olarak hissedilir. Peki, başkalarıyla olumlu manevi bağa ihtiyacımız olduğunu ne zaman anlarız? Bu, birbirimizi ne ölçüde reddettiğimizi bildiğimiz, birbirimizi istemediğimiz ve birbirimizle ilgili her türlü şikâyete sahip olduğumuz zamandır. Bu noktada, ruhun kırılmasının ifşa olmaya başladığını söyleyebiliriz, yani başlangıçta tek bir ruh olan algımızdan ve hissiyatımızdan koptuğumuz, hepimizin daha büyük bir bütünün parçaları olarak işlev gördüğümüz ve böylece o bütündeki sonsuz hayatı hissettiğimiz nokta.

Bizi ayıran bayağı arzu o zaman ifşa olur ve bu arzuyu iptal etmek veya geri almak için değil, onun üzerinde bağ kurmaya başlamak için çalışırız, böylece kurduğumuz manevi bağ aramızdaki reddedilişi etkisiz hale getirmeyecek, ancak onlar birlikte var olacaktır.

Dolayısıyla manevi ilerleme, anlayışımızda olgunlaştığımız ve iki zıt durumu bir arada tutma yeteneğimizde olgunlaştığımız, alma ve ihsan etmenin, egoizm ve özgeciliğin, nefret ve sevginin aramızda yaşayacağı, artan bilgelik ve içsel gelişim sürecidir ve içimizde yüzeye çıkan her olumsuz nitelikle, ona sevgiyi, ihsan etmeyi ve olumlu bağ için artan özlemi uygulayabileceğimiz bir temel olarak ilişki kurarız.

“Kişi, başına gelen kötülükleri de iyilikler için yaptığı gibi kutsar” sözünün anlamı budur (Masechet Berachot 9: 3).  Çünkü tüm kötülükler ve iyilikler aramızda sadece daha olumlu bağları ifşa etmemiz için ve nihayetinde bizi canlandıran sevgi, ihsan etme ve bağın (“Yaradan” olarak adlandırılır) gücüyle temas halindeki tek bir ruh olarak bağlantımızı keşfetmemiz için su yüzüne çıkar. Bu manevi ilerlemenin sonucu, Kabala bilgeliğinde, “Yaradan’ın bu dünyadaki yaratılmış varlıklarına ifşası” olarak adlandırılan sonsuzluk, mükemmellik ve hakikat hissidir (Kabalist Yehuda Aşlag [Baal HaSulam], “Kabala Bilgeliğinin Özü”).

Musa-Kalpteki Noktanın Tezahürü

Soru: Moshe (Musa), kişinin içindeki bir güç müdür?

Cevap: Evet. Bu, bir kişinin içinde veya bir grubun içinde, bir aşamada ortaya çıkan kalpteki noktanın bir tezahürüdür.

Soru: Musa ile İbrahim arasındaki fark nedir?

Cevap: Bu, Yaradan için aynı çabadır, ancak farklı seviyelerde.

Kalpteki nokta, egoizm pahasına gelişmeye, büyümeye başlar. Tüm egoist nitelikleri ve biçimleri üzerine alır. Aksi takdirde, egoizmin içine batmazsak, Yaradan’a karşı harekete geçmek imkansızdır. Bu nedenle Musa egonun içine dalmalıdır, Firavun ‘un sarayında Firavun ‘un kızı Batya tarafından büyütülmesine şaşmamalı. Bundan sonra görevine hazırdır.

Ancak bunu yerine getirmek için, manevi büyükbabasından ve analığından tamamen kopması gerekir. Bir de prens olmasına rağmen Mısır’dan kaçmak zorunda kaldığı bir durum vardır. O, kaçar.

Dedikleri gibi, Jethro’ nun kızı, gelecekteki eşi Zipporah ile tanıştığı yurtdışına kaçar. İki çocukları vardır. Ancak bir süre sonra karısını ve çocuklarını bırakarak tekrar Mısır’a döner.

Soru: Bunu anlatırken, bir yere giden, gelen, çocuk doğuran tüm bu insanları hayal etmiyor musunuz?

Cevap: Hayır, elbette hayır. Ancak bu şekilde yazılıdır. Çok kolay!

Soru: Bu olayları onlu açısından ele alırsak, onludan nereye kaçıyorum? İçinde neler oluyor?

Cevap: Onludan kaçmıyorsun. Onludaki insanlar, Yaradan’a ulaşamayacaklarını anlamaya başladıklarında, o zaman özlerinin, manevi köklerinin ne olduğuna dair kesin bir tanıma sahip olurlar.

Kendi aralarında daha fazla birleşmeye başlarlar. Musa denen, kalpteki noktaya ulaşırlar ve onun etrafında çalışmaya başlarlar. Sonunda, bu noktanın, Firavun ‘un otoritesi altında, egoizmlerinin otoritesi altında olduğunu keşfederler ve bu nedenle, egonun kullanımından tamamen vazgeçmeye zorlandıkları noktaya kadar ancak mekanik, yapay bir şekilde, onun üzerine çıkma ümidi yoktur.

Soru: Musa kaçar ve  40 yıl çölde yaşar, bu ne anlama geliyor:?

Cevap: Bu, egoizminden koptuğu ve onu kullanmak istemediği anlamına gelir. Bu henüz Mısır’dan bir çıkış değildir ama şimdiden bir ayrılmadır.

Musa (kalpteki-nokta) egoizmden bağımsız, ayrı olarak var olur. Bu nedenle Mısır’a döndüğünde kesinlikle Firavun’un tam tersidir. Ona büyükbabasıymış gibi bakmaz. Bu, gelen yepyeni bir kişiliktir ve “Halkımın gitmesine izin vermelisin.” diye talep eder.

Manevi Sevgi Bildiğimiz Sevgiden Farklı Mı? Evet İse, Onu Beslemek İçin Bir Şey Yapabilir Miyiz? (Quora)

Bildiğimiz sevgi ya da maddesel sevgi, bize haz veren her kimse ya da her neyse onu sevmeyi içerir. Aksine manevi sevgi, başkalarına karşı içsel bir uzaklık, reddetme ve karşıtlık hissetme ve bu uzaklığın üstünde sevgi inşa etme üzerine kurulmuştur.

Başka bir deyişle, bildiğimiz sevgi, bir başkasına doğal bir çekim ve yakınlık hissettiğimizde, doğuştan egomuzda ortaya çıkan sevgidir. Böyle bir sevgiyi hisseden her insan, bunu, sonunda o sevgiden sağlayacağı faydanın hesaplanmasına dayanarak yapar. Bu, diğer insanlardan ve şeylerden haz alma arzusu olan egoist doğamızın hesaplamasıdır. Bu nedenle, bizim bildiğimiz sevgiye göre – maddesel sevgi – bazen birbirimize sevgi, çekim ve yakınlık, bazen de nefret, reddetme ve uzaklık hissederiz.

Hâlbuki manevi sevgi; birbirimize karşı uzaklık, reddetme ve zıtlık hissi ile birlikte, bu hislerin üzerine inşa ettiğimiz sevgi, bağ ve çekim niteliklerini de hissetmeyi gerektirir. Şu anki gerçekliğimizde, başkalarına karşı sevgiyi ve nefreti, aynı anda hissedemeyiz, ama bu hisleri farklı zamanlarda hissederiz. Bu nedenle, manevi sevgi, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurmak için, egonun üzerine çıkmanın manevi sürecinde büyük bir yetenek gerektirir ve bu yüce sevgi düzeyine ulaşmaya layık olmalıyız.

Bununla birlikte, gelişimimizde manevi sevgiyi deneyimlemeye giderek daha fazla hazır hale geldiğimiz bir seviyeye ulaşıyoruz. Bir yandan bildiğimiz sevginin bizi çok daha fazla soruna götürdüğünü anlarız. Egomuz büyüdükçe, kendimizi doyurmak için daha fazlasını talep ederiz ve bunun yerine getirilmesinde o kadar zorlanırız. Öte yandan, daha fazla olgunlaşmak için hazırlanırız.

Tatlı yiyecekler, bu olgunlaşma sürecinin bir örneğini görmemize yardımcı olabilir. Çocuklar genellikle sadece tatlı olan şekerli yiyecekleri severler, ancak bizler büyüdüğümüzde genellikle baharatlı, acı veya ekşi bir şeyle birlikte veya sonrasında tatlı yiyecekler yemeyi severiz. Ne kadar olgunlaşırsak, o kadar tek bir şeyden haz alamadığımızı hisseder; o şeye ve onun tam tersine gereksinim duyarız.

Ayrıca, çaba sarf etmeye ve üstesinden gelmeye ihtiyaç duymadan, sınırları ve eleştiriyi hissetmeden hayatta sadece olumlu durumları deneyimlemiş olsaydık, hayatımızda bir şeyler eksikmiş gibi hissedeceğimizi de anlamaktayız. Bizler, diğer hesaplamaları anlamak için kavrama noktalarına sahip olmayı arzulayan bir şekilde inşa edildik ve böylece tatlıyı tatmak ve tadını çıkarmak için acılık, ekşilik ve baharat ekleme ihtiyacı geliştiriyoruz. Bu eğilim, bizim (yaratılmış varlıklar) başlangıçta doğanın zıttı olarak yaratıldığımız varoluşumuzun temelinden kaynaklanmaktadır: Doğa, yalnızca haz ve memnuniyet ihsan etmek isteyen bir sevgi niteliğidir ve bizler, yalnızca haz ve memnuniyet almak isteyen zıt bir nitelikten yapıldık.

Bu nedenle, manevi sevginin “tatlılığını” tatmak için, doğuştan alıcı olan doğamızda bulunmayan sevgi ve ihsan etme niteliğini elde etmemiz ve bu nitelikleri, içimizde olan doğal reddetme ve uzaklık üzerine inşa etmemiz gerekir. Bu, ebedi ve bütün olan manevi sevginin niteliğini keşfetmek için, egonun fani ve eksik doğasının üzerine çıkmanın yollarını öğreten bir yöntemin – Kabala bilgeliği – rehberliği ile mümkündür.

Kabalistler, manevi sevgi hakkında “Sevgi tüm günahları örter” (Özdeyişler 10:12) diye yazmışlardır – burada “günahlar” egomuzda hissettiğimiz uzaklık, reddetme ve zıtlıktır. Manevi gelişimimizde böylesi bir sevgi biçimini ne kadar çok gerçekleştirirsek, nihai varoluş amacımıza varmak için doğanın bizim için ortaya koyduğu her şeye; onun mükemmelliği, bütünlüğü ve sonsuzluğu içindeki sevgi hissiyatına, o kadar çok ulaşacağız.

Toplum Yönetebilir Mi? (Linkedin)

 

Bugünün toplumu bölünmüş durumdadır çünkü bölünmek politikacıların çıkarındır. Irkçılığı hiç duymadıysanız ve siz ve aileniz farklı bir inanç, etnik köken veya ten rengine sahip bir ailenin yanında yaşıyor olsaydınız, bu farklılıklar yüzünden onların ahlakından şüphe etmek aklınıza gelir miydi yoksa onlarla, oldukları insanlar olarak mı ilişki kurardınız?

Rusya ve Belarus’taki siyasi protestolar, Batı Avrupa’da Covid-19 isyanları, ABD’deki tartışmalı başkanlık seçimleri ve Myanmar’daki darbe, tüm dünyanın yaşadığı yönetim krizini yansıtıyor. İnsanlar hükümetlerine olan güvenlerini yitirdiler, bu yüzden sokaklara çıkıyorlar, silahlanıyorlar ve ülkeleri üzerinde fikirlerini zorlamaya çalışıyorlar. Ancak güçlü yönetim günleri sona eriyor. İnsanlar hükümetlere güvenemiyorsa, hükümetler yönetemeyecektir. Birbirine bağlı toplumların kendilerini yöneteceği yeni bir çağın eşiğindeyiz. Elbette yöneticiler olmadan olmaz, ama toplum kararları verecek ve bir şeyi telkin edip başka bir şey yapan seçkin manipülatör grupları değil.

Bugünün toplumu bölünmüş durumdadır çünkü bölünmek politikacıların çıkarınadır. Onlara ses veren her mikrofona bölücü laflar söylüyorlar ve saçtıkları nefret, insanları hiçbir sebep olmaksızın birbirlerine düşürüyor.

Bir dakikalığına şunu düşünün: Irkçılığı hiç duymadıysanız ve siz ve aileniz farklı bir inanç, etnik köken veya ten rengine sahip bir ailenin yanında yaşıyor olsaydınız, bu farklılıklar yüzünden onların ahlakından şüphe etmek aklınıza gelir miydi yoksa onlarla, oldukları insanlar olarak mı ilişki kurardınız? Nefret siyasetinin saygısızlığının artık işe yaramayacağı bir eşiğe yaklaşıyoruz. İnsanlar yavaş yavaş etnik kökenleri, inançları, siyasi görüşleri, renkleri veya kültürleri nedeniyle diğer insanlardan nefret etmenin onlara iyi gelmediğini görmeye başlayacaklar. Bu onlara zarar verir ve bu yöntemi kullanan politikacılara fayda sağlar. Bu olduğunda, insanlar gerçekten bağ kurmaya istekli olacak ve gerçek popüler liderler yükselecektir.

Onlar politikacı olmayacaklar; onlar, halkın gerçek hizmetkârları olan, her şeyin sorunsuz yürümesini sağlayan, ancak insanların kendilerini gerçekten mutlu eden şeylerle (birlikte olmak, sosyalleşmek, bağ kurmak ve birleşmek)  meşgul olmasını sağlayan insanlar olacaklar.

Bağ kendi başına bir güçtür. Bağ, gerçekliğin motorudur. Çevremizde gördüğümüz her şey, birlikte kusursuz bir şekilde çalışmalarını sağlayan, mükemmel bir uyum içinde karmaşık bir şekilde birbirine bağlanmış sayısız parça ve öğeden oluşur. Her hayvan topluluğu da yaşadıkları ekosistemin genelindeki hayvan toplulukları gibi bu şekilde çalışır. Yalnızca biz insanlar, nefret politikamız aracılığıyla, ayrılamayacak olanı ayırmaya, kırılamayacak olanı kırmaya çalışırız ve kendi ellerimizle kendimiz için inşa ettiğimiz toplum işlemediğinde ve ihtiyaçlarımızı karşılamadığında hayal kırıklığına uğrarız.

Nefret söylemi ve boykot kültürü çılgınlığından vazgeçtiğimizde ve toplum olarak kimliğimizi oluşturan farklı unsurları kucakladığımızda, herkes için ve katılmak isteyen herkes için bolluk olduğunu göreceğiz. İyi bir yaşam için tek kriter, bir toplumu oluşturan bireyler arasındaki bağdır. Bizim bölünmemizden kar elde etmek isteyen oportünist politikacılar sayesinde, artık nefretin işe yaramadığını öğrendik. Her şeyi yıktık ve mutlu değiliz. Bu nedenle, şimdi inşa etmeye başlayabiliriz. Şimdi tek ve bir ilkeyi; bağ kurmayı izleyen bir toplum tesis etmeye başlayabiliriz. Diğer her şey doğal olarak yerine oturacaktır. Ve bu bağ yönetimi, toplumun gerçek yöneticisi olacaktır.

Egonun Direnci

Yorum: Uzun yıllardır sizinle çalışıyorum, ancak içimdeki bir şey tamamen gruba girmeye direniyor.

Cevap: O “bir şey” değildir. O sizin egonuz, gururunuzdur. Kendiniz için bir hedef belirlemeye çalışın ve grup içinde en az bir kez kendinizi feshedin.

“Ben yokum” un ne anlama geldiğini hissedecek ve anlayacaksınız. Var olmadığınız an, Üst dünyayı ve Yaradan’ı hissetmeye başlayacaksınız.

Yaradan Gerçekten İyi mi?

Bir İzleyicinin yorumu: “Siz, ‘Yaradan iyidir’ diyorsunuz. Oğlum bir araba kazasında öldü, 17 yaşındaydı. Buna ‘İyi Yaradan’ mı deniyor?! O’nu asla affetmeyeceğim! ”

Cevabım: Sizi anlıyorum. Sizin gibi acı çekmiş olan pek çok insan sizinle aynı şekilde düşünüyor. Ama hiçbir şey yapılamaz. Tüm perspektifi gördüğünüzde, o zaman tüm insanlık tarihinde, her şey ifşa edildikten sonra Yaradan’ı suçlayabilecek tek bir kişi bulamayacaksınız.

Bu süre içerisinde, hiçbir şey yapılamaz.

Soru: Bu nedir? Neden insana ıslah verildi?

Cevap: Yaradan’ın Kendisinin doğal olarak insanlara ifşa ettiği bu tür kazalarla, O, insanları ıslah eder.

Soru: Bu durum içindeki bir kişi, Yaradan’la ilgili olarak aniden değişebilir mi? Yoksa her zaman bu nefret içinde mi olacak?

Cevap: Hayır, bunu yapabilir ama elbette, yukarıdan yardım alırsa.

Soru: Neyi ıslah ediyoruz? “Islah için verilmiştir” dediğimizde – bu nedir?

Cevap: Yaşama, ölüme, şansa ve Yaradan’a karşı tutumumuzu ıslah ederiz. Kendimize karşı tutumumuzu ıslah ederiz. Islah ettiğimiz en önemli şey, evrene, her şeye karşı tutumumuzdur. Bu her şeyi içerir.

Kişi, tüm bunları üst güçle ilişkilendirir ve aklına ve arzusuna aykırı yaptığı şeyi anlarsa, ancak bunların hepsi yine de adalet içinde ve en iyisi için yapılırsa, o zaman bu vasıtasıyla ıslah olur.

Soru: Ve bu tür koşullardan çıkabilir mi?

Cevap: Evet, çıkabilir.

 

“Neden Her Şeyi Bilerek Doğmuyoruz?” (Quora)

Genel olarak kendimiz, dünya ve gerçeklik hakkında tam bilgiyle doğmuş olsaydık, o zaman makinelerden veya robotlardan başka bir şey olmayacaktık.

Kabala bilgeliğinde “Yaradan” olarak adlandırılan, bizi yaratan gücün arzusu, bizleri tamamen ona benzerliğe ulaşacak şekilde yaratmaktır. Bu nedenle, özgür irade, seçim, karar verme ve eylem için bize alan verilir.

Eğer hiç problem, iniş ve çıkışlar yaşamazsak ve gerçeklik anlayışımız içinde gelişirsek, Yaradan ile benzerliğe ulaşmak imkânsızdır.

Bu nedenle, gerçekliğin tam edinimi için oldukça zorlu bir yoldayız. Ancak bu yol, sürekli olarak içsel bilincimizi şekillendirir.

Sonuçta, hayatımızın kaynağına, yaratma düşüncesine yani Yaradan’ın düşüncesine ve bizim için tasarlanan amacına ulaşacağız ve uygulayacağız. Bunu yaptığımızda, neden her şeyin hayatımızda olduğu gibi gerçekleştiğini ve Yaradan ile yeni bir benzerlik düzeyine yükselmemiz için bunun ne kadar gerekli olduğunu anlayacağız.

Birlikte Tek Bir Sistem İçinde

Soru: Yeterince çok sayıda insanın Kabala çalıştığı gerçeğiyle geri kalan insanları etkiliyor muyuz?

Cevap: Elbette! Bizler tek bir sistem içindeyiz, sanki tek bir manevi bedendeymiş gibi, karşılıklı olarak bağlıyız ve bu nedenle birbirimizi doğrudan etkiliyoruz.

Birden bire Japonya, Çin, İran, Şili ve benzeri ülkelerden mesajlar alıyorum yani insanların günümüz hayatının boşluğunu hissetmeye ve Kabala’da onu değiştirmek için tek fırsatı, tek yolu görmeye başladığı, dünyanın tamamen farklı, zıt noktalarından.

Umarım bizi okuyan ve dinleyenler Kabala’nın onlara inanılmaz, şaşırtıcı bir şey sunduğunu anlayacaklardır. Üstelik onları hiçbir şekilde herhangi bir şeye mecbur bırakmamaktadır.

Mesleğinizde, hayatınızda, dininizde, çalışmalarınızda, boş zamanlarınızda, alışkanlıklarınızda kalabilirsiniz, ne olduğu önemli değildir. Bunun hiçbir şeyle ilgisi yoktur. Sadece, sizi sonsuz mükemmel bir varlık yapan, ek bir parçaya sahip olduğunuz gerçeğini anlamaya, farkına varmaya ve aşina olmaya başlayın.

Manevi Koşulları Hissetmek

Soru: Farklı manevi koşullar, yükselişler ve düşüşler ne ölçüde ego içindeki duygularımız olarak ölçülür?

Cevap: Ego içinde, hissettiğimiz durumlar vardır ki bunlar henüz ıslah olmamıştır. Bunlar ilk hislerdir.

Bununla birlikte, kişinin egoizmini ıslah ettiği ve sonrasında Yaradan’ı ihsan etme niteliğin içinde, O’nunla form eşitliğinde olduğu ve artık alma niteliğinde olmadığı ölçüde hissetmeye başladığı durumlar vardır. Bu doğru hissiyattır.

Yaradan’ın kişiye tam ifşası, yaratılışın amacıdır, gelişmemizin amacıdır.