Category Archives: Yaradan

“Beden ve Ruh Arasındaki Bağlantı Nedir ve Kim Kimi Kontrol Eder?” (Quora)

Beden ve ruhun hiçbir bağlantısı yoktur. Ruh kendisi var olur ve manevi dünya bizlere ancak bir ruh edinirsek ifşa olur.

Bir ruh edinerek, başkaları pahasına sürekli olarak kendisi için haz almak isteyen egomuzun darlığının dışında, yeni bir gerçekliği hissetmeye başlarız. Ancak bir ruha ulaşana kadar, bildiğimiz tek şey egomuzdur. Ego, sınırlı bir arzu prizması (yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi) yoluyla tatmin aramamıza neden olur ve bu arzulardan haz almaya başladığımız an, haz azalır, bu da bizi eskisinden daha yeni ve farklı türde tatminler aramaya sevk eder.

Egoist gelişim biçimimiz bizi bir çıkmaza götürür: kendimizi tatmin etmek için, tatmin olmuş hissetmekten daha fazla enerji harcadığımızı hissetmeye başlarız ve bu aşamada, içimizde yaşamlarımızla ilgili temel sorular uyanır: “Hayatlarımızın anlamı nedir?” “Neden buradayız?” “Dünyada neden bu kadar çok acı var?” “Nereliyiz? Şu an neredeyiz? Nereye gidiyoruz? ” “Gerçek nedir?” ve bunun gibi.

Bu tür sorular bizim ilk manevi uyanışımızdır. Onları ne kadar çok cevaplandırmak istiyorsak, sonunda Kabala bilgeliğine ulaşana kadar çeşitli yöntemler, öğretiler, gruplar ve diğer ortamlarda o kadar çok ararız. Kabala, bu süreci “kalpteki noktanın” veya sözde “ruhun tohumu” nun uyanışı olarak tanımlar.

Kendinizi hayatın anlamı ve amacı ile ilgili temel sorulara cevaplar ararken bulursanız, bu, ruhunuza ulaşmaya çalıştığınızın bir işaretidir. Kabala bilgeliği, bu dünyada bedenlerimizde yaşarken, ruhumuza ulaşmamıza rehberlik eden bir metod olarak tasarlandı. Böyle bir edinime ulaştığımızda, o zaman var olan her şey arasındaki karşılıklı bağlantıları görerek ve ebedi ruhumuzu olumlu yönde etkilemek için her an en iyi şekilde nasıl hareket edeceğimizi bilerek, gerçekliğin derinliklerini algılar ve hissederiz.

Dünyanın Evrimi İçsel Gelişimimizdir

Dünyanın, evrimin, maddenin atomdan kademeli gelişiminin sonucu olduğu modern, materyalist gerçeklik algısının çok önemli bir açıklaması vardır. Modern insan 20. yüzyılın bilimsel başarılarına dayanarak böyle düşünüyor.

Ancak, On Sefirot’un Çalışılması, tüm gerçekliğin, işlemeye devam eden tek bir düşünce tarafından yaratıldığını açıklar. “Özünde bu düşünce, tüm çabanın nedeni, eylemi, beklenen ödülü ve özüdür.”

Yani her şey mükemmel olan, parçalara ayrılmayan ve eksik bir şey yaratmayan Yaradan’ın arzusu ile bir anda yaratılmıştır. Yaradan’a göre sebep ve sonuç zinciri boyunca kademeli bir evrim yoktur.

Evrim, sadece bizimle ilişkili olarak, O’nun algısının bir tezahürü olarak ifşa olur, O’nun resmi, O’nun gerçekliği, kesinlikle mükemmeldir ve hiçbir zaman oluşturulması, kurulması ve bir ara durumdan son duruma geçilmesi gerekmez. Bütün bunlar sadece yaratılışla ilgili olarak gerçekleşir.

Gerçekliğe karşı doğru tutum öyle olmalı ki, her şey zaten yaratılmış olmalı ve yaratılışın başlangıcından son ıslaha kadar tek bir eksik detay olmamalıdır. Her şey, Yaradan’ın Kendisi olan tek bir mükemmel gerçeklik olarak var olur. O, sadece yaratılanların bağımsız bir anlayış süreci içinde, O’nu ifşa etmesini istenmektedir.

Yaratılanlar, yetenekleri ve arzuları ölçüsünde, bu manevi, içsel gelişim yolunu geçecektir. Ama sonunda, söylendiği gibi, zaten var olan gerçekliği ifşa ederiz: “Ve sizler uzun süre saklanmış eski mevcut olanı yiyeceksiniz”. Bu nedenle, dünyanın özgür gelişim sürecinde olduğu, tamamen materyalist gerçeklik algımızı değiştirmeli ve onu Adam HaRishon’un sistemi (var olan tek şey) olarak hayal etmeliyi . Ortak ruhun bu sistemine her şey dahil edilmiştir. Ve kırılması, gizlenmesi ve kademeli olarak ifşa olması, yalnızca onu edinen kişiyle ilişkili olarak gerçekleşir.

Ama gerçekte, insanın dışında, mutlak mükemmellikte var olan, hiçbir değişikliğe tabi olmayan yalnızca sonsuz ışık vardır.

Bütün fark benim gerçeklik algımdadır: Sadece kendimi dünyanın bir parçası olarak mı hissediyorum ve bu icat ettiğim yanıltıcı bir resim mi, yoksa tüm yaratılış sistemini yani her şeyi  ( HER ŞEY – Yaradan veya Adem’in ortak ruhunun sistemi demektir) içeren daha yüksek bir gücün, Yaradan’ın varlığını mı hissetmekteyim. Yaradan’ı algıladığımızda ve O’nun ifşasına eriştiğimizde bize, insan, Adem yani üst güce benzer (Edomeh) denilecektir.

İnsanlar (Adem’in oğulları), Yaradan’ın ifşa edildiği, genel sistem olan mükemmel formu ortaya çıkarmak isteyen yaratılışın parçalarıdır.

Kendimizi Adem’in genel sisteminin bir parçası olarak algılamazsak, o zaman manevi dünyayla, Yaradan ile hiçbir bağımız olamaz. Bu nedenle, doğru gelişim, genel sistemde, yanında hiçbir şeyin olmadığı bütünsel, kapalı bir alan olarak sürekli var olmak ile başlar.

Bu gerçeklik algısı, maddesellik ve manevilik arasındaki tüm farkı belirler. Gerçekliğin geliştiğine veya zaten var olan bir gerçekliğin ifşa olduğuna inanıyor muyuz? Bu çok büyük bir farkıtr çünkü ilk durumda, gerçekliği kusurlu ve yavaş yavaş evrim geçiren olarak algılıyoruz.

Ve ikinci durumda, gerçeklik bize yavaş yavaş ifşa olur ve biz buna evrim süreci diyoruz. Ancak bu evrim, Yaradan’ın isteği üzerine anında yaratılan, gerçek, değişmeyen, var olan bir gerçekliğin ifşa edilmesidir: ” Tek bir düşünce yaratıldı ve tüm evreni yarattı, bu da neden, eylem ve beklenen ödül ve tüm çabaların özüdür” yani bu kesinlikle her şeyi içerir.

Bu gerçeklik zaten mevcuttur ve sadece onu ifşa etme çabalarımızın ölçüsünde yani niteliklerimizin benzerliği ölçüsünde kendisini bize gösterir. Egoist ve gerçek dünya algısı arasındaki fark, tam olarak bu gerçekliği nasıl deneyimlediğimizdir. Kendi manevi gelişimimi belirlemek istiyorsam, o zaman her şeyin bana, doğru çabalarıma bağlı olduğunu söylemeliyim. Bu nedenle, evrim benim içsel gelişimimdir.

Ve özünde, kendi içimdeki güçleri, zaten var olan gerçekliği ifşa edecek araçları geliştirmiyorum, sadece kilidini açıyorum. Bu, bireyci, aldatıcı, bencil algı ile genel, doğru, manevi algı arasındaki farktır.

Gerçekliği eksiksiz ve mükemmel olarak algılarsak, o zaman bunun sadece bu mükemmelliğe ulaşmak için birleşme çabalarımıza bağlı olduğu ortaya çıkar. Ve o zaman, içinde var olduğumuz gerçeği ifşa edeceğiz ve yeni bir dünya göreceğiz.

Bu yeni dünyayı biz inşa etmedik, ancak arzularımızı ve niteliklerimizi geliştirerek aramızda, çevremizde ve içimizde olanı ortaya çıkarıyoruz. Her şey kişisel ve bireyciliğe olan arzumuzun, giderek daha genel ve toplumsal hale gelmesine bağlıdır. Bu, kendimizi her şeyin birbirine bağlı ve birlik içinde olduğu, büyük bir toplumsal sistem içinde bulmamızı sağlar.

Aramızdaki bağda, gerçeklik algısı için yeni duyu organları yaratırsak, o zaman bu gizlilikten ifşaya döner.

“Manevi Olgunluğa Nasıl Ulaşabiliriz?” (Quora)

Manevi olarak olgun bir kişi, kendini yönelik hazzın peşinden gitmeyi bırakan ve onun yerine başkalarına karşı sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı arayan kişidir.

Benzer şekilde, fiziksel hayatlarımızda, çocukken, tek bildiğimiz, kendimize yönelik hazzı nasıl alacağımızdır ve birbiri ardına eğlenceli şeylerin peşinden koşarız. Daha sonra, bedensel olgunluğun belirli bir aşamasında, yetişkin olduğumuzda, toplumda daha verici ve sorumlu bir rol üstlenmek, çalışmak ve çeşitli şekillerde sosyal olarak katkıda bulunmak zorundayız. Ancak, dünyamızda çalışan ve topluma katkıda bulunan bir yetişkin bile, kendine yönelik temel bir alma arzusuna göre hareket eder.

Manevi olgunluğa ulaşmak, arzularımıza yönelik hedefi “kendi yararımıza” dan “başkalarının yararına” çevirmemiz anlamına gelir.

Bunu yaparak, maddesel dünyamız ile manevi dünya arasındaki bir engeli aşarız. Böylece hazzımızın özü de değişir: Yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi arzuları arasında kendine yönelik bir zevkten diğerine geçerek haz almak yerine, hayatımızın amacına ve kaynağına – mutlak sonsuz mükemmellikte var olan sevginin, ihsan etmenin ve bağın manevi gücü ile bağlantılı olmaktan haz alırız. Başka bir deyişle, manevi olgunluk, bize getirdiği zevk uğruna değil, hayatımızın kaynağıyla bağ kurmak uğruna sevgi içinde yaşamak, ihsan etmek ve başkalarıyla pozitif bağ kurmak anlamına gelir.

Bu nedenle, manevi olgunluk, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi gücüne bir bağlantı ve bir derece benzerlik oluşturduktan sonra gelir. Bunu yaparak, egoist hazlar aradığımız yaşamımızın maddesel seviyesinin üzerine yükseliriz.

İnsanlık olarak, böyle bir manevi olgunlukla şu anda nerede olduğumuzu görmek için, insan evriminin bir anlık görüntüsünü alırsak, eskiden yaptığımız gibi maddesel zevklerden artık aynı şekilde zevk alamadığımız, yeni bir çağa geçiş sürecinde olduğumuzu görebiliriz. Artık önümüzde pembe bir tablo da görmüyoruz. Geçmişte, mevcut sistemlerimizi değiştirmek için farklı sistemlere başvurabildik. Denediğimiz yönlerin başarısızlığını şimdiden öngörebildiğimizden, bugün artık durum böyle değil. Artık hayatın içinde herhangi özel, yeni hazların alınmasını beklemiyoruz.

Böyle bir durum, doğal evrimimizin bir parçasıdır: maddesel gelişimimizde bir sınıra ulaştık ve yeni bir manevi paradigmaya geçiş zamanı geldi. Açıkçası bu, gelecek çağımızda gerçek doyumun, tüm hazzın kaynağının (sevgi, ihsan etme ve bağın manevil gücü) peşinde koşmak olduğunu anlamak için, her zaman zevklerin peşinden koşmaktan gittikçe daha az tatmin bulduğumuz anlamına gelir. Dahası, kendi irademizden dolayı bu geçişe kendimizi vermekte başarısız olursak o zaman, manevi olarak olgunlaşma ihtiyacının farkına varmaya sevk etmek için, giderek daha fazla olumsuz duygular (tatminsizlik, boşluk, depresyon, yalnızlık, stres, kaygı ve diğer ıstırap türleri) deneyimleyeceğiz. Herhangi bir şeyden basitçe zevk alabilmekten mahrum kalacağız ve daha sonra hayatımızla ilgili “Bu neden oluyor?”, “Bütün bunların anlamı ne?”, “Bu hayat ne için?”, “Bu dünyada neden bu kadar çok acı var?” ve “Bununla ilgili ne yapabilirim?” gibi temel soruları sormaya başlayacağız.

Başka bir deyişle, hazların kendileri hakkında değil, kaynakları hakkında sorular sormaya başlayacağız. Bu tür soruları ne kadar çok sorarsak, o zaman, şimdiye kadar uğraştıklarımıza karşın – manevi olarak olgunlaşmamıza yardımcı olacak yeni ve farklı ortamlar aramaya o kadar çok yönlendiriliriz.

Bu dünyada haz aldığımız sürece, hazzın kaynağı hakkında soru sormayız. Ancak, hayattan zevk almayı bırakır bırakmaz ve ayrıca önümüzde bizleri değerli bir hedefe doğru ilerleterek, haz almaya yönelten hiçbir gelecek hedefi görmezsek, o zaman kendimizi ciddi bir varoluşsal problemin içinde hissetmeye başlarız. Daha sonra hayatın amacı ve anlamı hakkında temel sorular sormaya başlarız, sadece buradayken nasıl haz alacağımızı değil.

Böyle bir safhada, hayattan zevk almak istiyorsak, o zaman hayatın kaynağına yaklaşmamız gerektiğini anlamaya başlarız, bu da “kendi yararımız için” haz alma niyetini, “başkalarının yararına” olarak, tersine çevirmek anlamına gelir.

Yaradan’a Doğru Manevi Yönlendirme

Baal HaSulam, Shamati #70, “Güçlü Bir El ve Taşkın Bir Gazapla”:

O der ki: Sadakatle O’na tutunmak ve Kral’ın sarayına girmek için Yaradan’ın hizmetine girmek isteyenlerin hepsinin kabul edilmediğini bilmemiz gerek. Aksine kişi sınanır; eğer başka hiçbir arzusu yoksa ve yalnız Dvekut (bir olmak, bağlanmak) istiyorsa kişi kabul edilir.

Peki, kişinin yalnız tek bir arzusu olduğu nasıl sınanır? Kişiye engeller verilir. Bu demektir ki; böylece bu yolu bıraksın ve tüm halkın yolunu izlesin diye, kişiye yabancı düşünceler ve yabancı haberciler yollanır.

Yaradan’a doğru hareket ederken, O’na doğru, doğru yönü elde etmeliyim. Ama ben bunu görmem.  Yaradan, sadece çabamın sonunda keşfedilir. Yolun her adımında karanlıkta yürürüm ve doğru yönlendirmem sonucunda yavaş yavaş O’nu keşfederim.  Ama bunu doğru şekilde nasıl yapacağız? Bunu yapmak için, bir tüfek görüşünde yaptığım gibi, üçüncü bir noktayı vurmak için iki nokta arasından bakmalıyım.

Tek bir niyetle bakıyorsam, bu yeterli değildir, onunla, ikinci bir niyeti birleştirmeliyim ve o zaman hedefi vurabilirim.

Bu nedenle, manevi yolda bazı yol gösterici noktalara ihtiyacım vardır. Eğer şu üç bileşene sahipsem: kendim, bir grup (“Onlu”) ve bir öğretmen (“Rav”), o zaman Yaradan’la “karşılaşacağım” konusunda emin olabilirim.

Bunu yapabilmek için, gruba tam olarak entegre  olmalıyım ki böylece onlum tek bir birlik haline gelecektir. Bu yolla,  tüm grubun öğretmenden aldığı aynı yöntem, bana rehberlik eder ve Yaradan hakkında hiçbir şey bilmesek de, O’nu hedeflediğimizden emin olabiliriz.

Soru: Benim fiziksel gözüm (ego), benimkinin zıddı olan özellikler aracılığıyla, manevi yönü nasıl hissedebilir ve görebilir?

Cevap: Bu, fiziksel bir göz değil ama kalp ve akıldır, hedefe olan ilgimdir.

Tıpkı fiziksel bir hedefle karşılaşmak istediğimizde bilerek baktığımız gibi, kendimiz aracılığıyla manevi bir hedefle karşılaşmak isteriz. Kendimi özellikle bu niteliklerin zıtlığı sayesinde Yaradan’a yönlendiririm ve yavaş yavaş kendimi öyle bir şekilde değiştiririm ki, niteliklerin eşitliğine göre O’nu keşfetmeye başlarım. Bu benim yararıma çalışıyor ve niteliklerimi değiştiriyor.

Oyunun Kurallarını Kabul Etmek

Soru: Anlaşılan o ki Yaradan,  bizim için bir oyun yani kötüyü ve oynamamız gereken oyunun kurallarını yarattı. Burada seçme özgürlüğü nerede? Bana bağlı olan nedir?

Cevap: Seçme özgürlüğü,  Yaradan’ın kurallarına göre oynamak değil, sadece oyunun bu kurallarını kabul ettiğiniz ve onlara göre oynadığınız gerçeğidir.

Onları kabul etmeyebilirsiniz, ama o zaman kaderin darbeleriyle bunu yapmaya yönlendirileceksiniz. Kimse sizin özgür olduğunuzu söylemiyor.

Duvarın Ardında Yaradan

Soru: Bugün, Avrupa’da, eski Babil’de olduğu gibi milletler karışmıştır. İnsanlar arasındaki bağ yanlışsa, büyük bir zulüm yavaş yavaş ortaya çıkacaktır. Avrupa’daki insanların bunu bilmesini sağlamak için ne yapmalıyız?

Cevap: Aramızdaki ayrılıkların ve farklılıkların üzerine çıkmalı ve bunlara hiç aldırmamalı ve üst ışıktan bizi birleştirmesini istemeliyiz. Ama nasıl? Bu onun işidir, onun kuvvetidir. Bizlerin sürekli olarak onlu’nun merkezinden ona doğru çekilmemiz gerekir.

Manevi çalışmanızda, dünyayı “Ben, ben, ben.” diyerek, kişisel olarak algılamamaya çalışın. “Ben” den kurtulun ve sadece onlu vasıtasıyla, yalnızca “biz” e bağlı kalın. O zaman, kendinizi iyi veya kötü hissederseniz, sürekli olarak Yaradan’a dönecek ve O’nun cevabını buna göre alacaksınız.

Yaradan’dan herhangi bir kişisel arzu veya talep olmadan, her şeyin bunun üzerine inşa edilmesi gerekir. Sorun budur çünkü tüm bunların sadece duygusal olarak onlu içinde olması gerekirken, kendinizi, sürekli olarak kendiniz için isterken, kendiniz için konuşurken, kendiniz için almaya çalışırken yakalayacaksınız. Duygusal olarak onluda iken, O da orada olduğu için, Yaradan’a dönmelisiniz. Sanki onluda, bir duvarın karşısında ayakta duruyormuşsunuz ve Yaradan duvarın ardındaymış gibi.

İnançtan Daha Güçlü Bir Şey Yoktur

“Mantık öte inanç” kavramını düşünürsek, bilginin, duyularımızda anladığımız şey olduğunu söyleyebiliriz. Ve inanç, hem bilginin hem de tüm etkilerin üzerimize geldiği köktür, kaynaktır.

Bu, inançtan daha güçlü bir şey olmadığı zaman çok açık bir anlayıştır. Bilgi, inancın altındadır. Hissettiğim şey bile bana hiçbir şey söylemez. Asıl mesele, inancın seviyesine yükselmem ve bilgi içinde hissettiklerimin kaynağını duyularımda görmemdir.

Soru: Yani Kabala’da inanç duygusu, beş maddesel duyumla bugün hissettiğimden çok daha mı nettir?

Cevap: Elbette. Duygularınızın kaynağını anlamaya başlıyorsunuz: sizi harekete geçiren nedir, tam olarak ne hissediyorsunuz? Bu dünyayı beş duyunuzun içinde hissedersiniz ve bu dünyayı sizin için inşa eden kaynak bunu size sunar. Bu nedenle sizin için önemlidir.

Soru: Kaynak, Büyük Patlama’dan önce olan şey mi?

Cevap: Büyük Patlama’dan önce ve genel olan, yani her şeyi kontrol eden, her şeyi kendi içinde tutan tek üst güçtür.

Yorum: O, sadece kontrol etmek için olduğu gibi kalır.

Cevabım: Bu yavaş yavaş oluyor ve biz ona doğru ilerliyoruz.

Sonsuz Haz

Yaradan mutlaktır. Kendisini ifade etmek ister. Sevgisini göstermek ve Kendisini ifade etmek için ihsan etme ve sevgiden başka niyeti yoktur. Bu nedenle, O, her şeyi verebileceği varlığı yaratmıştır.

Ancak yaratılan varlıklarda ortaya çıkan arzu sınırlıdır; her şeyi alamaz ve Yaradan’ın sevgisinden haz alamaz. Sorun da budur. Nihayetinde, yaratılan, Yaradan’ın tutumunu kabul etmeye ve kendini hazla doldurmaya başlar başlamaz, arzu yavaş yavaş yok olur.

Bu genellikle yemek sırasında olur: Ne kadar çok yersem, yemeğe duyduğum iştah ve yemekten aldığım haz o kadar az olur. Arzum artık yemek istemeyeceğim noktaya kadar azalır, yemeği uzağa iterim ve hatta ona karşı tiksinti duyarım.

Yaradan, yarattıklarındaki hazzı nasıl sonsuz kılabilir? Bu O’nun işidir.

Ve işte çözüm geliyor: Yaratılan varlıktaki alımın, kendi iyiliği için olmayacağı şekilde yapılması gerekir. Yaradan’dan aldıklarından değil, Yaradan’ı hoşnut etmekten haz alacağı şekilde.

Bir çocuk gibi, örneğin, çocuk sırf kendini tatmin etmek için yemek yediğinde, bu kişisel bir şeydir ama annesinin hatırına yemek yediğinde, bu tamamen farklı bir hazdır. Sonra ayağa kalkar, annesinin ona karşı tutumunu anlar ve ikisi de birbirlerinden haz alırlar, ikisi de hazla doludur. Yaratılışın amacı budur.

Bu nedenle yaratılış özel bir şekilde yaratılır. Yaradan’ın yaratılanı doldurmaktan hoşlandığı gibi, yaratılan da Yaradan uğruna haz almaya hazır olana kadar, özel bir dizi dönüşümden geçer. Böylelikle onlar, benzer hale gelirler, birleşirler ve birbirlerini severler.

Hayatın Anlamını Anlama Arzusu

Yaradılış planını fark etmek, Yaradan’a yakınlaşmak, O’nu ifşa etmek ve O’nunla karşılıklı rıza, haz ve bağ içinde birlikte olmak için, yaratılanın birkaç eylemden geçmesi gerekir.

İlki, Yaradan’dan sadece küçük ve dünyevi bir şey aldığımızda basit egoizm içinde varoluşun, bizi sınırladığının farkına varılmasıdır. Bunlar yemek, seks, aile, zenginlik, şöhret, bilginin küçük zevkleridir. Ve hepsi budur.

İnsani ve sosyal gelişimin bir sonucu olarak, bu tatminlerin artık bize uymadığı bir koşula geliriz. Ve o zaman, daha fazlası için bir özlem olur; ne için yaratıldığımızı anlama arzusu.

Bu, artık kendimizi tatmin edemediğimiz ve dünyevi egoist zevklerin tadını çıkaramadığımız,  “Hayatımın anlamı ne? Ben ne için varım?” diye sormaya başladığımız zamandır. Günümüzde birçok insan bu soruları sormaktadır. Bu yüzden depresyon çok yaygındır.

Ancak temelde bu, hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmemizi ve bunun sadece hayatımız çerçevesi içinde, zevk almaktan ibaret olmadığını anlamamızı sağlar. O kadar basit değildir.

Dünyamızdaki tüm gelişim dönemlerini geçtikten ve dünyevi gelişimimizin sonuna geldikten sonra, daha fazlası için, içimizde bu arzu ortaya çıkar.

Birbirinden Haz Almak

İnsan alma arzusunda yaratılmıştır. Bu arzu nasıl Yaradan’a ihsan etme uğruna almaya dönüşür ki böylece O’na eşit hale geleyim?

Gerçek şu ki, içimde arzumun basit kullanımı için, özel bir hoşnutsuzluk duygusu oluşur. Bu kendim için haz alma arzusunu reddederim, onu kendimden uzaklaştırırım. Onu kısıtlamak, bir şekilde azaltmak isterim ki daha sonra alma arzusuna dönüşebilsin, ama Yaradan’a ihsan etme niyetiyle.

Kendimi kısıtladıktan sonra, Yaradan’ı hissetmeye başlamalıyım ve sadece O’nu memnun ettiğimi hissettiğim ölçüde, haz almama izin veririm. Bu nedenle, Yaradan’ın hissiyatı, benim O’ndan aldığım hazdan kaynaklanır. Ve beni seven birinin çifte hediyesi olduğu ortaya çıkar. Bu nedenle, erdemli iki katı kazanır, denir.

Bu hediye bende, iki katı değil milyarlarca kat daha fazla hazza neden olur çünkü sevdiğimin tavrını içinde hissederim ve aynı zamanda, benim de O’na verdiğimi hissederim ve O’ndan haz aldığım şeyden haz alırım.

Birbirleriyle karşılıklı haz dolaşımı, yapışma denen, böyle bir içsel bütünleşmeye yol açar. Bu, Yaradan ile ilişkili olarak, yaratılışın en yüksek koşuludur.