Category Archives: Maneviyat

Düzensizlik Gibi Görünen Ters Sıradaki Düzen

Laitman_00015Baal HaSulam, Kabala Bilgeliğine Giriş, Madde 25: Böylece, KHB TM bu beş Kelim’in hepsi, bir Partzuf içinde büyümedikçe, Işıklar kendileri için belirlenmiş olan yerde değildirler. Dahası, ters bir ilişki içindedirler; Malhut’un Kli’si olmazsa, Yehida Işığı da yoktur ve iki Kelim, TM eksikken, Yehida ve Haya da orada yoktur vb. Bunun nedeni şudur, Kelim’in içinde önce daha Yüksekte olan ortaya çıkar ama Işıklarda ise en sonda olanlar ilk önce girerler.

Işıklar ve kaplar arasındaki bu ters düzen çok kafa karıştırıcıdır. Bu düzene göre, daha çok ilerledikçe daha koyu bir karanlığa gireriz. Çünkü daha büyük ve daha güçlü Işıkları ifşa edebilmek için daha kalın kaplara ihtiyacımız vardır. Bu nedenle de gruptan daha çok destek almaya, derslere düzenli olarak katılmaya ihtiyaç duyarım, yani kendimi muhafaza edebilmek için eskisine göre daha çok güce ihtiyacım vardır.

Genellikle daha çok ilerlerim, daha çok anlarım ve hissederim ve daha çok ifşa ederim, ama aynı zamanda da kendimi daha büyük bir karanlığın içinde bulurum, çünkü yol her zaman böyle gider; daha büyük Işıklar daha kalın bir kapları gerektirirler.

Aynı zamanda, yeniden giren her yeni Işığın yalnız Keter’in Kli’sini giyindiğini de fark edeceksiniz. Çünkü alan en saf Kli’sinin içine, Keter’in Kli’sinin içine almak zorundadır.

Bu nedenle, her yeni Işığın alınışında, halen Partzuf’un içinde giyinmiş olan Işıklar oldukları yerden bir kademe aşağıya inmek zorundadırlar. Örneğin, Ruah Işığı girdiği zaman, Nefeş Işığı  Keter’in Kli’sinden Hohma’nin Kli’sine inmek zorundadır…

İçinde karanlık sayesinde ifşa ettiğimiz kaplar ve bunların ıslahları için ek bir çaba sarf etmek zorundayız. Böylece Hohma’nın kabı Keter’in kabına eklenir ve sonra Keter’in kabı içinde olan Nefeş Işığı Hohma’nın kabına iner ve Ruah Işığı Keter’in kabına girer. Nefeş Işığı ile Ruah Işığı arasındaki fark çok büyüktür. Bu tamamen yeni bir dünyadır, yeni bir edinimdir, daha önce asla hissedilmemiş olan yeni bir duygudur.

Gerçekliğin algısı her defasında bir üst seviyeye çıkar. Gerçeklik yeni ve farklı görünür. Üst güç yeni bir biçimde daha çok ortaya çıkar ve dünya, yani genel kap yeni bir görünüş alır. Manevi dünyadaki her küçük etki, bütünsel sistemin tümünde değişiklik yapar, bu nedenle de birisinin Keter’in Nefeş’inde mi yoksa Keter’in Ruah’sında mı olduğu çok büyük bir anlam taşır.

Günlük Kabala Dersi, 3. Bölüm, 23.03.15, Baal HaSulam’ın Yazıları

Doğru Arzu İçin Sera

thumbs_Laitman_501Yaratılmış olan alma arzusudur, yoktan var edilmiş olandır, Işığın etkisi altında kendi kökünden gelişir. Eğer bu arzu pasif ise, yani Işığa doğru gelişmek ve Işığa benzemek istemiyorsa, Direk Işığın dört safhasında olduğu gibi Işık yaratılmış olanı gelişmeye zorlar.

Daha sonra, bu arzu gelişme eğilimi gösterir, yani kendisini kısıtlar ve bir Masah (Perde) inşa eder, kendi girişimi sonucu olarak büyür. Alma arzusunun gelişmesi Masah edinmeye işaret eder.

Sorun şurada, aşağıdan bu dünyanın yukarısına doğru yükselme arzumuz çok küçüktür. Yaradılışın amacını, üst gücü edinmek üzere ateşlenir ve bir izlenim alır, ancak bu ilk izlenimdir ve çabucak söner ve yok olur. Bundan sonra ancak bir alışkanlık, bir rutin içinde, devamlılığımızı sağlayan ve bizi zorunlu kılan dünyevi bir çerçeve inşa ederek ve bunun sayesinde devam edebiliriz.

Böylece gerçekten de arzumuz ve kabımız büyür. İlk ifşaya erişmek için ve genel olarak her yeni seviyeyi ifşa etmek için yükselmek istediğimiz seviyeyle uygun bir arzu ile donanmak zorundayız.

Böyle bir arzuyu nereden edinebiliriz? Yalnız bizim üzerimizde çalışan Işık’tan! Işık arzuyu etkiler, bu yoktan var olan şeydir, bu küçük siyah nokta, küçücük çekirdek gelişir. Sorun bu Işığın etkisini nasıl üzerimize çekeceğimizdir.

Eğer Işığı kendim çekersem, bunun anlamı “Şafağı ben uyandırırım,” demektir. Keyif alma arzumu etkileyen Işık, içime bir karanlık duygusu davet eder. Bu sayede, Işığı keşfetme kabının farkına varır, sezgisini edinirim ve böylece bu karanlığın aydınlanmasını ve Işık gibi aydınlatmasını dilerim.

İşte bu nedenle, arzumun büyümesini isterim ve Işığın beni etkilemesini beklerim. İlerlediğim ve Işığın etkisini üzerime çekebildiğim sürece, beni oraya götüren safhalara ve alma arzumun içinde mi kalacağım yoksa ihsan etme arzusuna mı geleceğime aldırmam. Bu, yaptığım eylemlerle, şafağı benim uyandırdığım ve MAN yükselttiğim anlamına gelir. Bu sürece “zamanı hızlandırmak (ahişena)” denir.

Eğer arzumu arttırmak üzere ışığın benim üzerimde etki yapmasını uyandıramazsam, doğal gidişat içinde kendi vaktinde (beito) gelişirim. Her durumda da Işık beni etkiler, ancak bu değişiklikler benim arzum dışında olduğu için bana ızdırap getirirler. Bana ifşa olan karanlıktan memnun olmam. Onun içinde ifşa olacak, geleceğin kabını göremem.

Bu yoldan gelişme Yaradan tarafından da insanlar tarafından da arzu edilmez, ancak her iki durumda da, Işık yoluyla da ızdırap yoluyla da gelişiriz.

Bu nedenle İbrahim insanlık için, tüm Babil için hazırlanmış olan bu iyi geleceği, insanlığın, 620 kat büyük olan Sonsuzluk Işığı ile doldurulacak olduğunu gördü ve şu soruyu sordu: “Kabı ve arzuyu nereden edineceğiz?” Çünkü Yaradan’ın bize vaat ettiği bu ödülü, doğru arzu olmadan almak mümkün değildir.

Yaradan ona şunu dedi ve onu yatıştırdı: “Endişe etme. Bu arzu, 400 yıllık Mısır sürgünü sırasında, 620 kat daha büyüyecek.” Bunun anlamı, insanlık belli bir dönemden geçecek ve bu yolla, isteyerek ya da istemeyerek, büyük bir arzu edinecek ve bundan sonra bu arzu ile ihsan etmek için çalışmaya başlayacak demektir.

Bu gün her şey açık seçiktir ve geçmemiz gereken safhalar iyice anlaşılmıştır. Bizim üzerimizde sera etkisi yapacak, içimizdeki Yaradan’ı ifşa etme arzusunun büyümesini hızlandıracak, doğru bir çevrenin etkisi altında olduğumuzdan emin olmak zorundayız.

Günlük Ders, Hazırlık Bölümü, 23.03.2015

Tora’nın Kapağını Açtığımızda

Laitman_00008Tora her zaman, tüm insanlık içinde en popüler kitap olmuştur. Kişinin manevi gelişiminden ve içsel niteliklerinden söz eder.

Tora’yı tarihsel kişiliklerin hayranlık uyandırıcı biyografisi zanneder, fiziksel konulardan değil ama kişinin içsel durumundan ve tüm insanlığın içsel durumundan söz ettiğinden şüphelenmeyiz. Ancak, bu hikâyeleri ve yazarların ve tarihçilerin hayal ürünlerini bir yana bırakıp ve kitabın gerçekten ne dediğinden söz etmek gereği bize düşüyor.

Adem – Kişiyi Maddesel Olanın Üzerine Yükselten Arzu

İnsan bencil olarak doğar, ilk kere 5775 yıl önce “adam” (Adem) seviyesi yani içsel gelişim seviyesi onun içinde uyanana kadar uzun süreli bir bencil gelişme sürecinden, cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerden geçer. Manevi dünyayı fark eden ilk insana Adem denmesi tesadüf değildir.

Kişinin içinde hayatın anlamını, kaynağını, evreni yaratan ve yöneten gücü keşfetmek isteyen yeni seviyede bir arzu uyanır. Bu dünyevi imajlara bürünmemiş saf güçtür.

Kişi, fiziksel yapısı, duyuları, aklı ve kalbi bakımından hayvansal gelişme dönemindedir. Ve birdenbire kendi içindeki “Adem” unsuru, dıştan bakışta ortaya çıkmayan, ek bir arzu ve akıl kişinin içinde ortaya çıkar. Bu kişiyi hayvandan ayıran manevi unsurdur. Bu unsur kişiyi yaradılışla olan ilişki durumundan Yaradan’la ilişki seviyesine, hayatın anlamına yükseltir.

İlk Adem, edinimini Raziel HaMalakh (Raziel Adında Bir Melek) adlı kitapta anlattı. Devamında, öğrencileri, Kayin, Habil ve Şit onun keşfini geliştirdiler. İlk Adem’in onuncu nesilden öğrencilerini temsil eden Nuh’a kadar bu böyle devam etti.

İbrahim – Yaradılışı Yöneten Gücün İlk Aktif Kâşifi

İnsanlık “Babil” koşuluna gelmeden önce, Nuh’tan İbrahim’e kadar on nesil daha geçti, Babil koşulu insanların ilk defa bir grup içinde kenetlenmeye başladığı durumdur. Büyüyen ego gruba, aralarında nasıl çalışacaklarına dair ipuçları vermeye başladı; kişinin kendi içselindeki çatışmaları ve dirençleri ile kişinin başkalarıyla ilişkisindeki çatışmaları ve dirençleri arasındaki yakın ilişkiyi ortaya çıkarmasına yardım etmeye başladı.

Tam bu sırada, antik Babil’de, dini bir rahip olan Terah’ın oğlu İbrahim daha yüksek bir manevi seviye edinmeye yükselmek için arzu duydu. Ondan önceki tüm Kabalistler yaradılışın sırlarının içine pasif olarak girdiler, İbrahim aktif olan ilk kâşiftir, evreni yöneten güce kendisi aktif olarak erişti.

Bu yeni bir seviyedeki erişimdi, egosunun üzerine yükseldi ve onunla aktif olarak çalışmaya başladı. Ego onun içinde öyle bir seviyeye erişti ki, gerçek bir güç olmaya ve onunla işbirliği yapmaya başladı. Babil insanlar arasındaki çekişmeleri, sürtüşmeleri, fikir ayrılıklarını ve dağılmalarını simgeler.

Bu altyapı içinden, İbrahim yaradılışı keşfetme yöntemini oluşturdu. Adem ilk Kabalist olarak kabul ediliyor olsa da evrene ve evreni yöneten güce, Yaradan’a erişme aracı olan bu öğretiyi kuran kişi İbrahim’dir.

Bu gücü inkâr etmek imkânsızdır, çünkü sonuçta, tüm yaradılışın belli bir ilkeye, belli bir programa göre yaratılmış olduğunu görüyoruz. Kendi içinde bağlantılıdır ve anlamadığımız bir formüle göre çok büyük bir sistemin içinde hareket eder.

İbrahim bunu aktif olarak araştırmaya başladı, çünkü onun zamanında toplum egoist hale geldi, doğanın gücüne olan zıtlığı nedeniyle artık toplumun doğayı, Yaradan’ı keşfetmesi imkânsızdı. İbrahim keşiflerini Yaradılışın Kitabı’ında (Sefer Yetzira) yazdı.

Babil’deki Krizin Üstesinden Gelmek

İbrahim tarafından ortaya konulan yönteme göre, kırılıp parçalanma kendini ayrılmış bireyler olarak ifade etti, daha önce tek ve birleşik bir arzuda toplanmış olduğumuz halde şimdi her birimiz daha önce var olan bu genel arzunun belirli bir cephesini temsil ederiz.

Eğer, tek bir arzu yaratmış olan doğanın gücünü erişmek istiyorsak,  bunu ancak aramızdaki bağ ve birliğin derecesini ölçüsünde yapabiliriz. Zıtlıklarımızın ve uyuşmazlıklarımızın ötesinde bağ kurduğumuz ve birleştiğimiz zaman, aramızdaki ayrılığın olumsuz gücünden farklı bir alan yaratırız, bu doğanın tek ve olumlu gücünün alanıdır. Özellikle tam da bu zıtlığın içinden kendi içimizde ve tüm yaradılışta neler olduğunu hissedip anlama imkânı ortaya çıkar.

İbrahim bunu keşfettiği zaman, Babil halkını krizin ötesine yükselmeye çağırdı, çünkü bu kriz toplumun doğaya karşıt oluşunu farkına varmaktan başka bir şey değildi. Aynı zamanda karşıtlıklar da artmaktaydı.

Bu krizin üstesinden gelmenin iki yolu vardı: Ya İbrahim’in yöntemine göre birleşeceklerdi; ya da her bir yöne dağılacaklar ve böylece sürekli olarak düşmanlığı ve nefreti hissetmeyeceklerdi. Bu iki yola göre Babil toplumu ikiye bölündü; birinci bölüm dağıldı ve Dünyanın her yerine yayıldı ve yerleşti ve ikinci bölüm İbrahim’in ardından gitti ve onu İsrail topraklarına kadar izledi.

Tüm nitelikler birbirine bağlı olduğu için, “yer değiştiren kaderini de değiştirir,” (Talmud Yeruşalmi, Şabat 6:9) sözü şüphesiz ki doğrudur. Doğanın belirli bir gücü Yeryüzündeki her bir toprak parçasını etkiler, bu nedenle de oturduğu yeri değiştiren kişi kaderini de değiştirir. Açıktır ki, bu deyişi kelime anlamında almak gerekmez. Ancak öte yandan, hem biyolojide hem de coğrafyada yer değiştirmenin kişinin görünüşünü, tavrını ve özelliklerini nasıl değiştirdiğini de görmekteyiz. İçsel niyet tarafından yol gösterilen İbrahim, öğrencilerini İsrail topraklarına getirdi, çünkü onların yerinin tam da burası olduğunu hissetti.

Ancak, antik Babil’de insanların geçmeye başladığı süreç İsrail topraklarında da devam etti.  Ego devamlı büyüdü ve aralarındaki birlik sayesinde egonun ötesine yükselmeleri gerekti. İbrahim tarafından keşfedilen yöntemde yeni bir şey yoktu ve bu yöntem onunla aynı görüşe sahip olanlar tarafından az yada çok uygulandı ve onlar yöntemin gerçekleştirilmesinde başarılı oldular.

Yusuf – Ayrılmış, Bölünmüş Arzuları Birleştiren Seviye

İbrahim’in öğretisi öğrencisi olan ve Tora’da İbrahim’in oğlu denen İshak tarafından sürdürüldü. Tora’da “oğul” kişinin halefine işaret eder.

Yakup zamanında bu öğretinin hayata geçirilmesinde sorunlar çıkmaya başladı; çünkü edinmeleri gereken birlik artık başka bir seviyede olmalıydı. Yakup genel ruhun (altı Sefirot’un) küçük bir parçasıdır. Yöntemi gerçekleştirmeye devam edebilmek için, genel seviyeye, İsrail’e yani altı yerine on Sefirot’a geçmek gerekliydi.

Bu noktada ilk defa yöntemlerinin artık yeterli olmadığını gördüler. Birlik olma sorununu nasıl çözeceklerini bilmiyorlardı. Yakup’un oğulları diye adlandırılanların fikirleri ile kardeşleri Yusuf arasında ayrılıklar ve tartışmalar başladı.  Yusuf belirli bir ilkeye göre birlik olmak gerektiğini düşünüyordu, bu özellikle onunla ilgiliydi, “Yusuf” adı bile “L’Asof” (İbranice bağ kurmak) kökünden geliyordu (İbranicede tüm isimlerin içsel bir anlamı vardır).

Ancak Yusuf’un bakış açısı çok bencil gibi göründü. Kardeşleri onunla anlaşamadılar ve en sonunda, istekleri dışında, kendilerini Mısır’da buldular. Başka bir deyişle, devam eden manevi gelişme onları kendi isteklerinin dışında, Yusuf’un kontrolü altında olan bir duruma getirdi. Ve manevi seviyelerde yükselmeye devam ettiler, Yusuf’un önderliğini kabul etmek zorunda kaldılar.

Tora’da bu, kardeşler arasındaki çekişmeler, Yusuf’un Mısır’a satılması, Yakup’un oğullarının Mısır’a düşüşü vb. biçiminde anlatılır. Eğer bunu Kabala diline çevirecek olursak, burada kişinin içsel duyguları ile olan çalışmasından söz ediliyor demektir, ancak bu katı, tipik, tam bir ego ortaya çıktığı zaman daha ciddi biçimde bencil başka bir seviyede olmaktadır.

Ego beş seviyeye göre büyür. Eğer bunların üzerine yükselirsek, egonun tam tersi olan doğanın, Yaradan’ın gücünü incelemek ve buna erişmek mümkün olur. Yakup’un oğulları kendilerini yeni bir bencillik seviyesinde buldukları zaman, bunun iyi olduğunu keşfettiler çünkü Yusuf onları bir arada bağa getirdi ve onlar da iyi ve yeterli bir ilerleme hissettiler.  Daha önce hazır olmadıklarını şimdi yapmayı başardılar, aralarında birlik oldular ve Yaradan’a erişme yönünde çalıştılar. Buna yedi bolluk yılı denir. Bu birliğin içinde beraberce içinde bulundukları sistemi keşfettiler.

Ego – Dostumuz ve Düşmanımız

Mısır’a düşüşten sonra, Mısır’ın terkine bizi yaklaştıracak, Firavunun kontrolünden kaçacağımız aşamalar başlar, bu çalışmanın egonun içinde gerçekleşeceğini farkına varmaya başlarız. Böyle bir edinim her seviye için geçerlidir.

Çünkü bizi ileriye götürecek olan bir sonraki seviyeye yükselmek için, bu seviyeye doğru çekim duymamız gereklidir. Böylece bu yeni seviyenin egosu manevi ilerleme için bize iyi, zorunlu ve gerekli görünmelidir: Onun içine gireriz, onun yardımı ile yeni seviyeyi ediniriz, büyürüz. Bundan hemen sonra o daha ızdıraplı biçimler almaya başlar.

Bu dünyada olup bitende bile bunu görürüz, insanlığın tüm gelişimi boyunca yakın bir zamana kadar, ileriye doğru gitmek bize iyi bir hayat, doğru bir amaç, aklın zaferi, iyi ve doğru karşılıklı ilişkiler getirecek diye düşündük. Bunlara erişmenin bir yolu vardır diye düşündük; kapitalizm, sosyalizm, komünizm. Ve ilerledik, temel olan, bunun yanı sıra oluşan sorunlara önem vermeden, amaca erişmekti. Ancak, bu noktada tamamen farklı bir durum ortaya çıktı; bencil bir doğaya sahip olduğumuz ve kendi yok oluşumuzdan başka hiçbir şeye erişemeyeceğimizi fark etmek. Günümüzde bunu idrak etmeye ve anlamaya başladık.

Başlangıçta, ego bizi çeker ve baştan çıkarır, bize hoş, iyi tatminler sunar. Daha sonra tüm bunların bizim için iyi olmadığını hatta bize zarar verdiğini anlamaya başlarız. Bunun hakkında Tora’da Firavun için, Pitom ve Ramses için güzel şehirler kurduk denir, tüm bunlar ego içindir, gerçekte ise kendimize mezar kazarız. Yaradan’ı edinme bakımından bunlara tehlikeli şehirler denir, çünkü ego bizi öyle derine gömer ki oradan çıkmak mümkün olmaz.

Ego bize çekici geldiği zaman, onun ardından koşarız: Bu dünyadaki her şey benim, benim, benimdir. Sonra kişi ölür ve beraberinde hiçbir şey götürmez. Nesilden nesle işler böyle gider ve giderekten insanlık bu gidişatın zararlı olduğunu anlamaya başlar, çünkü bu yabancılaşmayı, depresyonu ve intiharları getirir. Bu amaçsızlık ve içimizde hayatın anlamı ne sorusunun belirmesi, bencilce ilerleme isteğimizi öldürür ve bizi derin bir ilgisizliğe ve duyarsızlığa getirir.

Gelişmenin sonunda ego bize bir ödül göstermeli: Ne elde ettik, insanlık nasıl bir sona gidiyor, çabalarımızın meyvesi nerede? Bencil arzularımızla biraz daha yukarı çıktığımızda, her şeye şimdi tamamen farklı bakarız. Fiziksel seviyede mevcut olan her şey, kişiye boş ve gereksiz gelmeye başlar. Görünüşe göre, kendi hayvansal durumunun yukarısına yükselir ve bunların hepsinin yanlış olduğunu anlar: Hayatın neden ziyan olmuş olduğu ise açık değildir.

Firavunun özellikle İsrail oğulları için yani hayatın anlamı, varoluşun nedenini, Yaradan’ı anlamaya ihtiyacı ve arzusu olanlar için egoyu simgelediği söylenmiştir. Ego sürekli geliştiği ve açık sonuçlar görme ihtiyacı arttığı için, kişi artık yalnız dünyevi edinimlerle tatmin olmaz, çünkü bunlarla kişi sonsuza kadar var olamaz ve kişinin içindeki ihtiyaçlar artık maddesel olanın ötesine büyümüştür. Tüm bunların yalnızca çocuk oyunu olduğunu ve sonuçta herkes gibi kendisinin da öleceğini anlamaya başlar. Hayat geçip gider, peki ama ne için?

Ego, bu yolun baştan beri sonuç vermeyeceğini deşifre etmemize, çözmemize, görmemize, anlamamıza ve hissetmemize yardım eder. “Amerikan rüyası” döneminin sona erdiğini görürüz,  kazanç peşinde koşma devrinin sona erdiğini görürüz, artık hiç kimsenin lükse ihtiyacı yoktur. İnsanlar bunun ötesinde bir evrime erişirler; onları artık daha fazla satın almak ve tatmin olmak peşinde, hamster gibi bir tekerlek içinde koşmaya zorlayamazsınız.

İnsanlık artık bunu anlamaya başladı, bugün, bunların içinden hayatın anlamını sorgulayan kalitesi yüksek, sayısı az bir ego katmanı ortaya çıkmaktadır. Bu durum, hayatın anlamı hakkındaki sorgulamayı mümkün olan her yolla bastırmak ya da hiç yoktansa bir takım dar ve sınırlı cevaplar vermek amacıyla, insanlığı depresyona narkotik ilaçlara, teröre ve suça itmektedir.

İbrahim zamanında, bu sorular İbrahim’in öğrencilerini Mısır’a getirdi ve bu durum, Yaradan’ın gücü keşfetmek yalnızca egonun içine batarak mümkün olduğundan, Yaradan’ın karşıtı olan egoyu onların içinde uyandırdı. Böylece Mısır sürgünü ve Mısır’dan çıkış kişinin ve insanlığın manevi gelişiminin temel taşları haline geldi. “Firavun” adı verilen egonun denetiminin içine atılan İbrahim’in bu küçük grubunun örneğine dayanarak, insanlıktan ne beklendiğini anlamak mümkündür, çünkü bu gün hala aynı durumda bulunmaktayız. Bu nedenle Tora’nın kapağını açtığımız zaman, günümüzle son derece alakalı olduğunu unutmamak gereklidir.

Günlük Ders, 02.04.2015, 2. Bölüm, “Kabalanın Paylaşımı” Konulu Ders

Ölümden Sonra Ruha Ne Olur?

Laitman_00037Soru: Kişi öldükten sonra ona ne olur? Ruhuna ne olur?

Cevap: Ruhunu algılayabilenler onun içinde yaşarlar çünkü ruh bedenin ölmesine bağlı değildir. Ve ruhunu asla edinmemiş olanlar için, geriye sadece Reşimot kalır (İbranice “roshem” kelimesinden – kayıt), DNA’ya benzeyen bilgi parçası, kişinin var olmasından itibaren herşeyi içeren belli bir kod.

Beden öldüğünde, bu bilgi parçası (Reşimot) bu dünyada, yeni bir bedene bağlanmalı ve herşeye baştan başlamalıdır. Her insanın, önünde sonunda ondan bir ruh geliştireceği parçası olan  bir Reşimosu vardır.

Yorum: Dediniz ki, ruhu olan kişiler sadece onu inşa edenlerdir.

Cevap: Evet, bu doğru. Ruhu, kişiyi ruhunu inşa etmeye zorlayan bir parça bilgi olan ve arzunun içinde çalışan, reşimota bağlı olan egoistik arzularından inşa ederler.

Soru: Ben neye sahibim? Ne eksik? Benim ne inşa etmem gerekiyor?

Cevap: Bizim sahip olduğumuz sadece egoistik alma arzumuzdur. Fakat, aniden özel bir arzunun kıvılcımının içimizde çakması durumu oluşabilir. Bu, ruhumuzu algılama ve neden yaşadığımızı, yaşamın kaynağını ve varlığımızın nedeninin ne olduğunu anlama arzusudur.

Bu, şu anlama gelir, Reşimot, kalpteki nokta denilen, o minik kıvılcım, içimizde uyanır. Bu noktada, bu arzunun bize yapmış olduğu baskıdan ve bizi yalnız bırakmamasından dolayı, bir sonraki adım olarak ne yapmamız gerektiğini düşünmeye başlarız.

Sonrasında, egoistik arzumuza konuşuruz ve bu kıvılcımı gerçekleştirebileceğimiz bir yer aramaya başlarız. En sonunda, otantik Kabala bilgeliğinin öğretildiği ve ruhu nasıl inşa edeceğimizin açıklamasını aldığımız yere geliriz. Ruhu yaratmak demek, kendimiz için olan alma arzusunu, diğerleri için olmaya değiştirmek demektir.

İsrail Radyo Programı, 103FM, 10/05/2015

Kalbin İçinde Kudüs’ü İnşa Etmek

Laitman_00047Kudüs manevi bir kavramdır, başkasına ihsan etmek anlamına gelir. Tüm manevi tanımlar farklı kademelerde ihsan etmeye, kişinin başkalarına doğru kendi egosundan çıkmasına, kendisini başkalarına dâhil etmesine ve başkalarına hizmet etmek için yakınlaşmasına işaret ederler. Başkaları yararına ihsan etmeye insanoğlunun manevi dünyası adı verilir.

Kudüs özel bir çeşit ihsan etmedir. Kalbimiz yoluyla, 613 tane olan arzularımız yoluyla ihsan ederiz. Bunların birlikte bizim yeni ihsan etme arzumuzu inşa ederler. Bunun bir adımına “Kudüs” denir, bu başkaları ile özel bir ilişkidir ve sevginin özel bir boyudur.

Soru: İnsanın bu özelliğine neden şehir adı verilmiş?

Cevap: İnsanoğlu dört seviyeden oluşur, bunlar ihsan etmenin dört kademesidir; cansız, bitkisel, hayvansal ve insan. Cansız seviyedeki ilk ihsan etme, bizim dünyamızdaki şehir gibidir. Daha sonra bitkisel, hayvansal ve insan seviyeleri gelir.

Cansız seviyenin aksine, bitkisel, hayvansal ve insan seviyeleri değişimler öne sürerler. Şehir insan eliyle yaratılır ve aynı zamanda içinde bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerini barındırır.

Herkes kendi içinde Kudüs’ü bulabilir. Ari’nin Hayat Ağacı kitabında, eğer kişi üst gücü keşfederse, başkalarına karşı olan tavrı, sevgi ve ihsan etmek olur ki buna Yetzira Dünyası denir, kişi bu durumda Kudüs denen özel nitelikte bir yer keşfeder.

Bu niteliğin içinde, alt nitelikleri keşfeder: Tapınak Dağı, Tapınak, Kutsalların Kutsalı. Kişi, başkalarına doğru kendisinden çıktığında, bunların tümü, kişinin ihsan etme özellikleri olur. Kudüs kişinin başkalarına karşı olan özel bir tavrıdır,  bu nedenle de herkes kendi kalbinde Kudüs’ü inşa etmelidir.

 “Yeni Hayat”, KabTV, 07.05.2015

Bir Kere Daha Ruh Hakkında…

thumbs_Laitman_731Soru: Ruh nedir?

Cevap: Yaradılışın tüm maddesi – biz de dâhil olmak üzere etrafımızdaki her şey; cansız, bitkisel, hayvansal doğa ve insanoğlu yani bu gerçekliği oluşturan her şey – sadece alma arzusundan ibarettir, bu bir haz alma arzusudur. Biz alma ve haz duyma isteği maddesinden yaratıldık.  En düşük seviyede alma isteği, cansız doğanın maddesidir. Cansız seviyedeki doğa hareket bile etmek istemez. Doğanın bitkisel seviyesi daha çok haz almak ister; toprakta büyür, çiçek açar, belli bir süre yaşar ve ölür. Hayvanlarda daha büyük bir alma ve haz duyma arzusu vardır. Yiyecek bulmak için hareket ederler bu onların içsel alma ve haz duyma arzularını ifade eder. İnsanlarda ise en büyük alma ve haz duyma arzusu vardır. Nesilden nesle daha çok haz alma isteği ile gelişirler ve pek çok haz alma kaynağı icat ederler.

Yaradılışın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri dünyayı değiştirmezler, doğdukları biçimde doğa içinde yaşarlar. Ama insan bunların üst seviyesindedir, kendisi değişir ve çevresini de değiştirir, egosunu, haz alma arzusunu tatmin etmek için pek çok sistem geliştirir. Ancak farklı insan gruplarına veya farklı uluslara bakacak olursak, hepsinde eşit alma ve haz duyma arzusu görmeyiz. Bazıları daha pasifken diğer bazıları daha aktiftir; bazılarında daha gelişmiş ego, diğer bazılarında ise daha az gelişmiş ego vardır.

Kabala Bilgeliğine göre, eğer yalnız kendisi için haz almaya hizmet eden alma arzumuzu, başkalarını memnuniyet vermek üzere değiştirebilirsek; eğer arzularımızı kendimizi tatmin etmek yerine başkalarını tatmin etmeye değiştirirsek, üst güce, Yaradan’a benzeyebiliriz. Unutmamalıyız ki, herkesi tatmin eden ve herkesi mutlu eden O’dur. O’na benzediğimiz ölçüde bizi tatmin edecektir ve O’nunla aynı isteğin, başkalarını tatmin etme isteğinin içinde O’nu kendi içimizde hissedeceğiz.  Islah ettiğimiz ve başkalarını memnun etmeye değiştirdiğimiz arzu Yaradan’ı hissetme duygusu ile dolar ve buna ruh denir. Bu nedenle de, Yaradan’a benzediği için ruha Yukarıdan Tanrısal bir parçadır denir.

Soru: Bu ruhu bizim inşa etmemiz gerektiği anlamına mı gelir?

Cevap: Elbette! Hiçbirimizin henüz ruhu yok. Eğer tüm bencilliğim ile alma arzum ile sevgiye doğru, dostunu kendin gibi sev koşulu için, başkalarının faydalanması için, başkalarını memnun etmek için çalışmaya başlarsam, işte bu arzuya ruh denir.

İsrail Radyosu 103FM Radyo Programı, 10/05/2015

Senin İçin Bir Dinlenme Günü Olacak

thumbs_laitman_254_02Tora, ”Exodus” 35:1 – 35:3: Musa tüm İsrail çocukları ahalisini toplanmaya çağırarak, şöyle dedi: “Bunlar Yaradan’ın yapılması gerekenleri emrettiği şeylerdir. 6 günlük iş yapılabilir fakat 7. günde kutsallık olmalı, Yaradan için tam bir gün bütünüyle dinlenme; her kim günlük işini (o özel günde) uygular ise, ölüm konumuna getirilir. Şabat günü meskeninizin herhangi bir yerinde ateş yakmamalısınız.”   

Başlangıçta bizler kişinin veya grubun bencilce arzuları ile ilgileniriz.

Tora bize der ki, yapmamız gerekenin tümü, egomuzun üstesinden gelmek ve bunun üzerine yükselerek toplanmak, tek bir bütün halinde bir araya gelmektir. Yani bu Peraşaya (Tora kısmı), VaYikahel” (toplanmış) adı verilir.

Bu kısım, hepimizin içinde bulunan, bir araya toplanmamızı gerektiren, bulmaca gibi olan, tek bir ruh haline gelmesi gereken, tüm ayrılmış, birbirinden mesafeli, kopmuş ortak ruhun parçalarından bahseder.

Bu parçaların birleşmesi sayesinde, bizler onları Or Makif (Saran Işık) etkisi altında derlemeye, ihsan etme ve Yaradan sevgisine ilişkin yapı içinde başlamış oluruz. Şayet bizler O’nun gibi olmayı denersek, çabalarımızın derecesine göre, O bizi etkiler ve bize karşılıklı tek bir bütün olmuş bağ içinde toplanmamıza yardımcı olur.

Daha sonra bizler karşılıklı özelliklerin tam bir bütünü nasıl oluşturduğunu göreceğiz. Buna Kabala Bilgeliği’nde Partsuf yani bir blok veya yapı adı verilir

Partzuf Sefirot’dan oluşur: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod, Malhut. İlk altı Sefirot‘ta yani haftanın altı gününü sembolize eden zamanda bizlerin, ruhun ayrılmış parçalarının tümüyle bir araya toplanması hususunda çalışması gerekir. Şayet bizler bu konuda başarılı olursak, o zaman altı günlük iş içindeki çabalarımız üzerinde çalışarak, Işık bütünüyle bir araya gelişin sonucunu bize getirir. Nitekim yedinci gün işimiz tamamlanmış olduğundan, daha sonra bizlerin daha fazla bir şey yapmasına gerek yoktur.

Bizler Işığın aramızdaki bu hareketi sonuçlandırmasını mümkün kılarız. Bu şekilde ayrılmış fakat bizim bir araya getirmiş olduğumuz parçalardan bütün bir birim ruh meydana çıkar.

Bizler bir haftayı bitirir ve yeni bir haftaya başlarız. Bir parça ve daha sonra başka bir parça. Ve bu şekilde bizler bütün bir ortak ruhumuzu bir araya getiririz. Bunun gibi hareketler içerisinde bizler tüm parçaların manevi bütünleşmesini bir tam birim şeklinde ediniriz. Adam (insan) suretini, yani Domeh (Yaradan’a benzeyen) anlamına geleni, bizler ediniriz.

Böylece Şabat kutsal bir gün olup, bu günde Işık işler, çabalarımızı etkiler ve bizi neticeye getirir. Bizler sanki altı gün boyunca yapılması gereken bu çalışmayı oluştururuz ve yedinci günde ise Işık bunu devam ettirir.

Bizler eğer yedinci günde bu çalışmaya sanki Adem’in ruhunun kırılmasıymış gibi, bu kırılmaya sevinerek devam ederiz. Çünkü bizler bu çalışmayı Işık yerine yapmaya teşebbüs ediyoruzdur. Bu tüm ıslah sisteminin en yüce kutsallığı bozma safhasıdır.

Genel anlamda bizler çalışmanın bir bölümünü ve Işık da çalışmanın diğer bölümünü yapar. Şayet bizler tüm çalışmayı kendimiz yaparsak, bizler sisteme daha da fazla zarar verir, hafta boyunca bir araya getirmiş olduğumuz parçaların karşılıklı hareketini daha da güçlü bir şekilde reddetmiş oluruz. Genelde tüm hafta boyunca bir araya toplamak ve buna ek olarak da yedinci günde yine devam etmek yerine, hiçbir şey yapmamak en iyisidir. Bu şekilde, tüm ıslah metot sistemini ve onun ilerleyen sürecini iptal etmiş oluruz.

Böylece yedinci gün öncesinde, çabalarımızı bitirmemiz gerekir. Demek istenilen şey, altıncı günde durmalı ve tüm parçaların Işık tarafından birbirlerine yapıştırılarak bir araya getirilmesi mümkün kılınmalıdır. Denir ki, “Senin için bir dinlenme günü olacak.” Temelinde kişi çalışmayı yapıyor ama dinlenmiyordur. Böyle bir zamanda bizler tüm altı parçanın kademe kademe bir tam bütüne doğru birleşmesini sonunda hissederek, güncel manevi seviyenin ıslahını bitiririz. Daha sonra da, bir sonraki, ondan sonraki seviye şeklinde, haftadan haftaya seviye düzeltiriz.

KabTV’den, “Ebedi Kitabın Sırları” 10.10.2013

Rav’ın Önemini Hafife Aldığın Zaman Düşersin

thumbs_Laitman_403Bu güne kadar her zaman, insanlık için hep aynı yapı var oldu; bir Rav (öğretmen, rehber), bir grup Kabalist ve insanlığın geri kalanı. Tüm çalışma Rav’ın açıklamalarına göre ilerler ve grup bu çalışmayı yerine getirir. Öncelikle grup içinde bağ olmalıdır ve ancak bundan sonra, çemberler içinde tüm dünyaya dağıtım yapılması mümkün olur.

Yöntem aynı yöntemdir, aynı safhaları içerir ve bunun gerçekleştirilmesi ancak Rav’ı yüceltilmesi durumunda mümkün olur. Tabii burada, diğer öğretilerde olduğu gibi dışsal formlardan söz edilmiyor. Aksine, Rav’ın Yaradan’la bir olmaya nasıl erişeceğimiz hakkında verdiği öğütleri yerine getirmekten söz ediliyor. Rav bizden daha üst seviyede olduğu için, buna Rav’ı onurlandırmak denir. Bizi yönlendirişini ve sözlerini onurlandırırız.

Buna ek olarak, kendi gözümüzde Rav’ın yüceliğini yükselttiğimiz veya düşürdüğümüz ölçüde kendimizi yükseliş veya düşüş içinde buluruz. Bu nedenle de “Sürgüne giden öğrenci öğretmenini de kendisi ile birlikte sürgüne gönderir,” (Makkot 10a) denmiştir. Rav’a biçtiği değerin, yönteme biçtiği değer olduğunu anlamak öğrenciye kalmıştır ve ıslahın yolu tamamen Yaradan’la bir olmak için gereken araçları değerli ve önemli saymaya bağlıdır.

Öğrenci bu araçların yüceliği üzerine çalışırken, bunlara dayanarak ve bunların sonucu olarak amaca erişir, Yaradan’ın, ihsan etme niteliğinin, sevginin ve bağın yüceliğine erişir. Bu da tamamen Rav’ın ve dostların yüceliği üzerine yapılan çalışmaya bağlıdır. Bu amaca aralarında doğru bağlantı ağını kuran dostlar arasındaki bağın içinden ve bağlantının tüm parçalarının ayrıntılı idraki ile erişiriz.  Kişi ancak dostları ile olan bağ için ihsanda bulunmaya hazır ise bu bağın içine entegre olup egosunun üzerine yükselmeyi başarır, buna Ibur (ana rahmine düşme) denir, bu embriyo durumudur.

Bu durumda sürekli olarak, bağ kurmaya karşı giderek daha büyük içsel direnişler keşfedilir, buna fetüs denir ve her defasında grubun oynadığı rolün karşısında, grubun yüceliği karşısında ve Rav’ın yüceliği karşısında kişi kendini iptal etmelidir ve ancak bu sayede ana rahmindeki bu safhalar tamamlana kadar sürekli olarak gelişir. Bundan sonra Yenika (meme emen bebeklik) dönemi vardır, bu dönem almaya ve vermeye, bağ içinde daha aktif bir katılıma hazırlanma, bu bağın ne kadar pratik ve gerçek olduğunu hissetme dönemidir. Böylece Yenika dönemi biter ve daha büyük alma kaplarının kişinin içinde uyandığı bir duruma gelinir. Bundan sonra, kişi yeni bağlar kurma, ihsan etme ve sevgi niteliklerini aydınlığa çıkarma ve oluşturma çalışmasına aktif katılımda bulunabilir, bu duruma Yaradan’ı dostların arasında keşfetmek denir.

Bu durum giderek her defasında daha çok açıklık kazanmaya başlar. Başlangıçta yalnız Ahoraim (arkası) yoluyladır çünkü ıslahın sonuna kadar Yaradan’ın yüzünü görmek mümkün değildir, bundan sonra Yaradan’ın yüzü de ortaya çıkacaktır, yani aramızdaki ıslah olmuş kap içinde, ihsan etme ve mutlak sevgi ortaya çıkacaktır.

Bütün bunlar ancak kişinin Rav’a ve gruba değer vermesi ve onları yüceltmeye çalışması, koşulunda olur, bu çalışmada yükseliş ve düşüşlerden geçer. Eğer yükselmeyi başarırsa, ona, bir kat daha alma arzusu eklenerek derhal bir düşüş verilir böylece daha da çok yükselecektir.

Çalışılacak alanının tümünü görebilmek, ancak dostlar arasındaki bağın içinde mümkündür, bu alan “Ondan başkası yok,” koşulunun yani Işığın, ihsan etme formunun gerçekleştirileceği yerdir ve  “komşunu kendin gibi seveceksin” genel kuralıdır, bunun kabıdır. Her şey Rav’a yönelmiş olarak grubun içinde ifşa olur.

Şöyle yazılmıştır; “Dost sevgisi bizim için yeterlidir,” ancak “eğer öğrenci sürgüne giderse öğretmeni de onunla birlikte sürgüne gider,” bunun anlamı şudur, eğer öğrenci sürgünden ve Rav’ı ve grubu küçümseme görme durumundan çıkıp bu durumun üstüne yükselmeyi başarırsa, böylece dost sevgisinde tüm eksiklilerini tamamlar. Tüm ıslahlar dost sevgisinin içinde mevcuttur.

Dikkatimizi aramızda bulunan –  ihsan etme, sevgi ve ortaklaşa yardım ile doldurmamız gereken ve böylece, “insan sevgisinden Yaradan sevgisine” geleceğimiz –  alanın içinde tutmayı başardığımız ölçüde ilerleriz. Temel olan şey tüm bunların aramızdaki bağda ifşa olacağını unutmamaktır.

Edindiğimiz ihsan etme niteliğinin tüm seviyeleri – Nefeş, Ruah, Neşhama, Haya ve Yehida – aramızda ifşa olmak zorundadır, birbirimize daha da yakınlaştıkça, en sonunda, aramızdaki bağda, Yaradan dediğimiz yüksek bütünlüğü keşfederiz. Her evrede onun formu Keter, Yehida seviyesidir. Her bir evrede son seviye, Yehida seviyesine eriştiğimizde Yaradan’ın varlığını hissederiz.

Günlük Derse Hazırlık, 26/03/15

Gerçek Kudüs

thumbs_Laitman_420_03Soru: Kudüs tüm dünya tarafından yüceltilen özel bir şehirdir. Nasıl oldu da, belli başlı tüm din gruplarında kutsal olarak sayıldı : Musevilik, İslam ve Hristiyanlık’ta?

Cevap: Kabala’nın din ile ilgisi yoktur. Binlerce senedir bu saklı idi. Fakat İsrail insanları arasında vardı ve bugünün musevilik anlayışı yerine, bu dünyada Yaradan’ı ifşa etmeye ilişkin bir metot idi. Kabala insanın Yaradan’ı ifşa etmesine izin verir; üst gücün ne olduğunu bilmeden, yalnızca çocukluktan beri öğretilenlere öylesine inanmaz.

Herkes Yaradan’ı en iyi şekilde hayal eder. Fakat Kabala Bilgeliği körü körüne inançtan bahsetmez. Kabala bu dünyadaki üst gücü ifşa etme metodudur.

Bu ifşaya Kabala’da “inanç” denir. Çünkü inanç, ihsan etmek ve diğerlerini kendimiz gibi sevebilmektir. Bencilce almak yerine, insanın kendisini aşması neticesinde, kişi iyi olan ve iyilik yapan üst kuvvete daha da yakınlaşır. Daha sonra da bu kuvvet kişinin kendisine ifşa olur.

Herkesin bu ifşaya erişmesi gerekir – yazıldığı üzere, “Herkes, küçükten büyüğe kadar kendi aralarında Beni bilmelidir”- üç dini takip edenler ve tüm insanlık. Bu yaratılışın programıdır. İstesek de, istemesek de, bunun farkına varacağız.

Bu arada bizler evrim yolunda gelişiyoruz. Kabala Bilgeliği gizli olduğu için, üç din insanlığı Yaradan’ı ifşa etmeleri için hazırlıyor. Bu hazırlık olumsuz bir yönde oluyor çünkü sıradan inancı, yalanları ve anlayış eksikliğini, edinim eksikliğini, boşluğu ve çaresizliği ifşa ediyor.

Bugünün dünyasında, genelde dinler ayrılık ve insanları ayrıştırmak için kullanılıyor. Her dinin kendi içinde birbirlerini kabul etmeyen bir çok eğilimi vardır. Dinin boşluklarıı keşfettiğimizde, bizi bekleyen Kabala Bilgeliği vardır.

Bu nedenle, bugünün Kudüs’ünde, üç dünya dini için kutsal olan bir şehir, gerçek Kudüs değildir. Kudüs (Yeruşalayim) “bütünlük şehri” (Ir Ha Şlemah) temsil eder. Bizler burada, hepimiz aramızdaki ilişkilerde mükemmelliğe erişir, birbirimizi tamamlarız.  

Birbirimiz ile bağ kurarak, aramızda Yaradan’ı ifşa ettiğimiz koşulu, form eşitliği kanununu ediniriz. Dinlerdeki, inançlardaki, fikirlerdeki ve insan niteliklerindeki tüm farklılıklara rağmen, yine de eşitlik ve birliği edinmede başarılı olur, tüm farklılıkların üzerine çıkacağımız ve onları sevgi ile örteceğimiz konusunda bir anlaşmaya varırız. Bu şekilde bizler, aramızda Yaradan’ı ifşa etme koşulunu yerine getirmiş oluruz.

Bu gerçek bir Kudüs olacaktır.

KabTV’den, “Yeni bir yaşam” 7.5.2015  

Daimi Ateş Eyleme Çağrıdır

thumbs_Laitman_420_05Zohar Kitabı, ”Tzav”, 50.madde: Sönmeyecektir. Tabii ki Tora’nın ateşi sönmeyecektir. Çünkü günah Tora’yı söndürmez ama bir günah Mitsva‘yı söndürür ve günah işleyen birisi bir Mitsva‘yı, yani “bir mum” denilen şeyi söndürür. Nitekim kişi bir kişinin bedenindeki mumunu söndürür, yani ruhunu, şöyle denir, “İnsanın ruhu Yaradan’ın mumudur.”

Bir kişi eğer maneviyatta günah işlerse, neticede Mitsva (emir) ateşini söndürmüş olabilir. Fakat egosu ve Saran Işık (Or Makif) hâlâ bir mumun görüntüsünü, kişinin ve Yaradan’ın nitelikleri arasındaki bağı ortaya çıkarır. Daha sonra kişinin niteliği kademe kademe Yaradan ile uyumlu şekilde düzeltilir.

Bu seviyeden Tora’da sıkça, Makabiler hikayesinde olduğu gibi bahsedilir. Örneğin, onlar bir kavanoz içinde, aslında mantıkça yalnızca bir gün yeterli olacak fakat sekiz gün yanmayı sürdüren yağı bulmuşlar. Bu ise şu anlama gelir: daimi ateş, amaç için sürekli, kesintisiz devam eden özlemdir. Sürekli bağ ve sürekli anlayış, daimi bir ateş gibi, sanki aramızda artık olmayan kimselerin hatırasına ilişkin sürekli yanarcasına.

Bu bizim için ebedi hatıraya ilişkin eyleme çağrıdır. Bizler içimizdeki bu ateşi korumalıyız ve Üst Işık, Yaradan ve bencil arzularımız arasında sürekli şekilde bağ içinde olmalıyız. Bu böyledir çünkü arzumuz yüzünden Işık aydınlatır ve kademe kademe azalır ve Işık için yakıt olarak hizmet eder.

Yaradan (Işık), yalnızca O’nun seviyesine yükselebilirsek ve kendimizi yanan bir ateş haline dönüştürebilirsek belirir. O zamana kadar Yaradan yoktur ve işte bu yüzden O’na “gel ve gör”, Bo-re denir.

Bizler kendimizi sevgi ve ihsan etme niteliğine dönüştürmeye çalıştığımızda, enerji yağdan, fitilin içinden geçerek yükselir ve mumu yakar. O zaman mumun şekli yalnızca Yaradan’ın şekli değil, O’nun niteliği olup, aynı zamanda kişinin, yani Yaradan’a benzeyen insanın (Adam) şeklidir. Nitekim onlar birbirlerine uyarlar ve tamamıyla bütünleşmişlerdir.

Bunun sonucunda, doğası itibariyle yanmayan element yanmaya başlar. Bu olmadan ateş olmaz ama ancak Yaradan’a eşdeğer hale gelmeye ulaşmak için özlem duyduğu anda ortaya çıkar. Işık bunun neticesinde belirir çünkü bu olmadan, ne üst seviye ne de üst dünyalar yoktur.

Manevi dünya kendi içimizde, bizde olan kaynaklar ile bunu oluşturduğumuzda ortaya çıkar. Aralarındaki bağ içinde sevgi ve ihsan etme niteliğini keşfetmek için özlem duyan, öncelikle gruptur. Şayet aramızda böyle bir nitelik uyanırsa, aramızdaki sıkıştırma, baskı ve bağ kurma arzusu neticesinde tutuşma oluşur. Nitekim o zaman, aramızdaki Yaradan’ın görüntüsü yani Işık belirir.

KabTV’den “Ölümsüz Kitabın Sırları” 27.11.2013