Category Archives: Maneviyat

Tufan Sonrası Yeni Yaşam

Egoist arzumuz kendimizi kötü hissettirip bizi arkadan itekliyerek mutluluğu armamıza vesile oluyor.

Ancak tabii bu tek başına bizi doğru yöne getirmeye yetmiyor. Neticede egoizmden kaçış yaratılışın amacı değil, sadece bir yardım, engelleyici güç.

Yukarıdan bize gönderilen arzu bizi amaca yönlendirir. Bu bir kıvılcım ya da kalpteki noktadır, bizi manevi tekamüle çeken. Bizi Kabalistlerin grubuna, öğretmene getirir, içimizdeki kıvılcımı ve de kendimizi geliştirmeye.

Tüm bunlarla kendimize, içine girip kendimizi bütün kötülüklerden ve manevi gelişmemizi engelliyebilecek şeylerden koruyacak bir “Sandık” (gemi) inşa ederiz.

Fakat anlamayız ki içimizde ve dışımızda oluşan engellerle yapabileceğimiz birşey yok, onlar seçimlerimizde güçlenebilmemiz ve dayanma gücümüzün pekleşmesi için gelir başımıza. Ve böyle fırtınalı tufan günlerinden, zararlı şeylerin imhası ve sadece bize elzem olanın elde edilmesi, kazanılması kalır bize.

İçimizde, Yarata‘nın niteliği olan ihsan etmede kendimize bir “sandık” inşa ettik ve orada tüm arzularımızı daraltıp sakladık. Zohar kitabı şöyle yazar: “Sen ve tüm ailen sandığa gel ki sandığın dışında kalan herşey yok olacak bu dünyadan”

İnsanın Bina‘ya, ihsan etme niteliğine, Yaratan‘ına yapışması, aynen tohum zerresinin anasına yapışması misali onun manevi gelişmesinde ki tek kazancı olacak. Ve Bina‘ya katamadığı tüm arzuları da Tufan günlerinde yok olacak.

Noah (Nuh) bu beni maneviyata sokabilecek içimdeki yegane arzudur. Yeter ki bu arzumu, manevi tekamülüme yaramıyan diğer tüm arzularımdan ayırabileyim.

Ben bu arzu ile maneviyata bağlanıp sadece onun büyümesini ve gelişmesini istiyorum, diğer tüm arzularımı Tufan günlerinde denize atarak. Bu tek arzu ile ilerleyip yeni dünyayı kurmak istiyorum, tufan sonrası dünyasını!

Yeni dünyanın ne olduğunu bilmiyorum. Bina‘nın içinde tekamül ederek, aynen ana rahminde olduğu gibi ve de ne olacaksa o olarak yeni bir dünya olacak!

Maneviyatta Dualite ve Teklik

Bir yandan herşeyin Arzuya bağlı olduğu, diğer yandan da herşeyin Işık tarafından yaratıldığı ve arzunun da onun doğası olduğu söyleniyor.

Nasıl örtüşecek bu söylenenler? Mesele şu ki bazen Işığın bazen de Kabın yönünden konuşuluyor. Ancak bu ikiliğin her zaman var olduğunu unutmamalıyız: Bizler asla, Işıktan arzu olmadan konuşamıyacağımız gibi Arzudan da Işık olmadan konuşamayız.

Arzu üzerine konuştuğumuzda Işığı, arzumuzda oluşan farklı hallerde hissederiz ki bu farklı hallere de “Işık” deriz.

Kabın yaşadığı bir halden diğerine ilişkisine Işık denir. Üstteki Kab, alttaki Kabla olan ilişkisinde Işık olarak düşünülür. Bu da niteliklerin ilişkisinden ötürü böyledir. Üst daha fazla ihsan-ettiği için ona “Işık”, alttaki de ona oranla daha çok alıcı olduğu için ona da “Kab” deniyor.

Kabın altta olması ve Işığın içine nüfüz etmesi şeklinde düşünmeye alıştık ancak maneviyatta öyle dağildir. Kapta bulunan ihsan-etme niteliği ki buna “Işık” ve alma niteliğine de “Kap” denir. Tüm bunlar arzunun nitelikleri olup sadece ondan bahsediyoruz. Yükseliş ve alçalışlarını. Yükselen hallere “Işık” ve alçalan hallere de “Kap”.

Dolayısıyla Yaratan-Bore şöyle çağırılıyor: “Bou ve Ree” – “Gel ve Gör”. Çünkü biz onu kendi Kabımızın içinden görüyoruz. Kabımızda damgalanmış ihsan-etme suretinde, Işık ya da Yaratan niyeliğinde.

Bunlar önemli tanımlamalar 0lup bizleri mahsomu geçmeye ve maneviyata doğru arzularımızla girmemizi sağlar. Tüm bu farkındalıklar sadece çeşitli Alma yada İhsan-Etme halleridirler.

Herkes Bu Yaşamında Üst Dünyaları Görecek

Soru: Kabala’nın hikmeti kişiye Yaratan’ı bu dünyada ifşa etmesi metodu olması ancak biz Yaratan’ı nasıl keşfedeceğiz?

Cevap: Diyelim ki ben küçük bir çocuğa kuantum fiziğini ifşa edeceğim, ona ne söylemeliyim? En ilkel, basit şeylerin açıklanmasından başlamalıyım; temel kanunları. Tüm kavramlar ve konuyu anlaması yıllarını alacak. Kabala hikmeti de tedrici bir şekilde gelişimimizi sağlar -basamak dünyalar- Dünyalar (gizler) bize örtük, saklı olan dünyalar ve ancak algılamamız oranında bize ifşa olurlar.

Manevi dünyaya giriş onun kurallarını bilmeden olanaksız aynen dünyamızda olduğu gibi yaşamımızın ilk 15-20 yılında bizim için önemli ve zorunlu olan bilgilerin temininden sonra dünyaya uyum sağlamamız gibi.

Neşamayı oluşturmak için ruhsal dünyaya girmekte önemli ve zorunlu bilgileri edinmeyi gerektiriyor. Dolayısıyla maneviyat bir hazırlık safhası gerektiriyor ki bizler şimdi bunu yaşıyoruz ve tekamülümüzde üst seviyelere ulaşmamız için yukarısı hiçbir zaman engel olmaz.

Bu durumda aniden kendimizi kötü hissettiğimiz, her şeyin zorlaştığı, hiçbir şeyin açık olmadığı durumlarda bir ümitsizlik, “karanlık” çöker üzerimize. Bunun bize yukarıdan yardım olduğunu görmeliyiz aynen çocukların “büyüklerle” oynadığında sevinmeleri gibi.

Bu yaşamda üst dünyaları ifşa her birimize vaat edilmiştir, yeter ki kendimizi hazırlayarak onu algılayıp hissederek yaşıyabilelim.

06-11-09 Derse Hazırlık Bölümünden.

Manevi Yükseliş İçin Yol Haritası

Soru: Dua tekmidir ya da farklılıklar içerir mi?

Cevap: Dua bir taleptir onu aşıp ıslaha erşmemiz için. Yükselme arzusu (basamağa, realiteye, Yaratan’a) tekamüle, ıslaha taleptir (istektir). Islah için duyulan arzu artıkça dua çeşitlerinde de artışlar olur. Tüm seviyeler (realiteler) için geçerli olan bir çok dua bölümleri mevcuttur. Böylece Kabalistler bizler için bir dua düzeni, dünyamızdan manevi dünyaya yükselme, tekamül ve ıslah elde etmeye yarıyacak aynı zamanda tüm farklı durumları içeren bir rehber kitap oluşturdular. Birbiri ardına okunan dualarla sağlanan düzende zorunlu olarak kendi ıslahın için yukarıya yönelmiş olursun.

Netice itibariyle tüm değişim sadece Yukarıdan gelir. Her güne (sfira-seviye, basamak) kendi düzeni var olup ruhani bir gün elde etmek için yazılı olan düzene uygun biçimde arzuların ıslaha yönlendirilmesi gerek.

Kendini 6 gün (basamak) boyunca ıslah eden kişi diğer dualara (ıslah) ulaşırki buna “Şabat Islahı” denir ve de sonra özel durumlar (Kutsal Günler) Bayramlar elde edilir. Bir çok durum ve onlara ait dualar mevcuttur. İsteklerin üzerine çıkıp aşılması ve ıslahı ile yepyeni bir bağ ve ilişki kurulmuş olunur Yaratanla. Maneviyat çalışmasında Dualar asla tükenmez.

Maneviyatta Bebek Dahi Bilge Olmalı

Maddi dünyamızda anne bebeğinin ne zaman acıkıp yemeğe ihtiyacı olacağını bilir fakat maneviyatta bebek (maneviyata aday) yemeğini kendi istemeli annesinden. Bir üst basamağa yükselmesi için ışığa nasıl yönelmesi gerektiğini kendi bilmelidir. Her şey aslında aşağının (insan) doğru isteğine bağlı olarak gerçekleşir. Dönüşmek ve yukarıya (Yaratan) benzer olmak. Maneviyatta tüm faaliyetler ya Reşimot (kişiyi var eden anı-kayıtlar) nezdinde ki bizim tercihimize bağlı değildir ya da bizim tercihimize (katkımız) bağlı olarak ıslah olma arzusu nezdindedir.

Tarafımızdan yapılan Dualar (ıslah için talepler). Fakat gerçek olmayan taleplerin bize hiçbir faydası yoktur. Eğer talep samimi ve içten ise o zaman zaten ıslah edici üst ışığı kendi davet eder. Yukarısı (partsuf, Yaratan) her zaman hiç değişmeyen konumdadır, değişen sadece içimizdeki Reşimot‘tur ve kendimizi değişmiş dünyada hissederiz. Beyaz ışık, Yaratan. Algımız değişince dünyaya bakışımızda değişiyor.

Bizi uyandıran Reşimot ile işbirliğine girmediğimiz taktirde manevi gelişmede ilerleme kaydedemeyiz. Aslında bizler karşılaştığımız sıkıntılar ve yaşadığımız sorunlar vesilesiyle biraz akıllanıp manevi gelişme arayışına yöneliyoruz. Oysa ruhsal gelişme ile ilgili bir gruba katılarak izlenimleri Reşimotları oradan edinmeye başlarız -diğer ruhlar ile birleşmeden doğan izlenimler- kendi çabamızla edindiğimiz izlenimlerin ıslahı, üst dünyaların ifşası dualarımızda aşmaya ve üstesinden gelmeye çalıştığımız ıslah taleplerimizde bulunmaktadır.

Gerçeği Satın Al Ancak Satma!

Her insanın hayatında en az bir kez olsun “Kalbindeki Nokta” uyarılmıştır. Kendini bir boşlukta ya da maddi dünyanın verdği sıkıntıların hissettirdiği kötü konumda hisseder ve ne yazık ki ruhsal-gelişim uyanışının farkına varamaz.

Birçok farklı yaşam ve müteadit enkarnelerle uyarlmaya ve tekamülü için başına gelenlerin özellikle üst dünyalardan değilde maddi dünyamızın neden olduğunu sanır. Ancak uyarışların dozu arttıça birşeyler anlamaya, başına gelen olumsuzlukları sorgulamaya başlar.Bu duruma kötüyü-tanıma denir: Gerçekle yüzleşme onunla bağ kurma.

Niyeti değiştirme ancak çevre ve onun getireceği ıslah-ışığı gerçekleştirir. Ancak bu kuvvetle doyum eksikliğine razı olup egoizmimize kısıtlama getirebiliriz. Önemli olan İHSAN‘A GELMEKTİR.

Kişi anlamalıdır ki kafasındaki sorular ve düşünceler onu zorlamaya başladığında Neşaması ifşa yolundadır ve ıstırablardan kurtulmanın tek yolu da onu, neşamasını geliştirmek zorunluluğudur.

Önemli Olan Gerçeğin Kendisidir

Soru: Yaratanı ifşa ettikten sonra, Kabalist, dindar birine dönüşürmü?

Cevabım: Kabalistin kendine dert edindiği tek şey, Yaratanla nasıl bağ kuracağıdır. Geriye kalan her şey bu ilişkiye göre düzenlenir. Şu an, seninle olan herşey, bozulmuş arzularında. Dünyaya, kendine ve Yaratanınla olan ilişkinde, tüm bunlar bozulmuş, arızalı. O halde, O na karşı, nasıl doğru davranabilirsinki?

Eğer, kendini islah edersen, o zaman kurduğun ilişki, gerçek bir ilişki olacak, aynen Yaratanın senden beklediği ilişki. Bu yüzden, gelecekte dinler nasıl görünecek, insanoğlu nasıl davranacak, yaşam şekli ne olacak, bu dünya var olmaya devam edecekmi diye sormuyoruz ve ancak gerçeğe önem veriyoruz.

Eğer şu an tekamül etmiş değilsem tüm gördüklerim, hissettiklerim, düşünüp anladıklarım, tüm bunlar da doğru olamaz, ne aklen ve ne de kalben. Dolayısıyla da bunlardan geleceğe hiç bir şey kalmıyacak. Tüm kırılan ıslah olanla yer değiştirecek.

Peki ne olacak? Bilmiyorum ve bozulmuş isteklerimde bunu tahayyül dahi edemem. Söyleyebileceğim tek şey her şeyin kendi zıddına dönüşeceği. Yazılmış olduğu gibi: “Tersine Dönmüş Dünya Gördüm”

Dolayısıyla tüm yapmamız gereken tek şey Üst Işığın bizde yaratacağı değişikliğe hazır olmak.

(23-11-09-İgeret şel Baal aSulam) Dersinden alıntıdır.

Zohar İçimde İfşa Olur

Zohar kitabını okurken hep (en önemli şey bu) üst sistemlerin bulundukları konumu düşünmeliyiz. Onlar herbirimizin içinde bulunup tarafımızdan ifşa edilmeliler. Okuduğumuzda ya da dinlediğimizde, işittiğimiz tüm isimlerin ve olayların, partsufim veya sefirotların (atik, arihanpin, parsa, yükseliş, iniş, birlik, ayrılık) ne zaman içimize hissedileceği bizim için tek beklenti olmalı. “Bunları içimizde ne zaman hissedeceğiz?” Tüm bu nitelikler ve uygulamalar içimizde, hissiyatımızda; işte atik ve orada arihanpin ve de burada ortada parsa ve beni hissetmekten alıkoyan her ne oluyorsa. Tüm bunlar insanın içinde ifşa olmalı, nihayet manevi dünya insanın içinde, her ne kadar bizler onu bizden çok uzaklarda olduğunu varsaysakta. Ancak “Realiteyi Algılayışımızdan” da öğreniyoruz ki bizler tüm gerçeği sadece içimizde hissediyoruz ve maneviyatı ise içimizde en derinlerde hissediyoruz.

Dolayısıyla, okurken aynen bir operatör gibi davranarak, büyük arzuyla Zoharın söylediklerini içimde derinlerde bir yerde ifşa etmeye çalışmalıyım.

“Yaratılış Düşüncesi”,”Atik”,”Arih Anpin”,”Ketere yükseliş” gibi kelimeleri okuduğumda onları içimde nasıl hissettiğimi anlamaya çalışmalıyım. İsterim ki Zohar tekstinde okuduğum her bir kelime ona tekabül eden hissi ifşa etsin içimde. Eğer sürekli bu işle meşgulsan, maneviyatı ifşa etme çabası içindeysen, bunu asla aklınızdan çıkarmayın. Her dersten önce, Zohar kitabında okuyacağınız her bölümden önce, hep bu niyete dönmeniz çok önemlidir. Şu an Toranın içsel muhteviyatı ile çalıştığımızı hatırlayıp toranın içinde insanın içselliğinin ifşa olduğunu bilelim.

Farklı düşünceler, arzular ve nitelikler içimizde ve onların derinlerinde maneviyatın gerçeği ifşa olur ki tüm bunları Zohar kitabında okuruz. Bu yüzden benim tüm dikkatim ve beklentim hep, içimde ne ifşa edeceğime odaklanmış olur. Öncelikle hep bunu düşünür ve her zaman bu kelimelerin içimde ne tür tepkiler uyandırdığına konsantre olurum. Hatta onların imgelenmesi dahi önemsiz kalır içimizde olan biteni hissettiğimizde.

Bu büyük arzumuz böylece dua olmuş oluyor. Tekste bu tarz yaklaşımla çalıştığımızda, bu alışkanlığımıza, aramızda oluşturduğumuz bağı da katmış oluyoruz. Aslında Zohar kitabı da aramızdaki bağı oluşturmak için yazıldı ve bu bağ bedenler arasında olmayıp, içimde, tüm ruhların noktalarının arasında-BENDE.

Bu bağlantıyı ben içimde inşa etmeliyim. “Ben” sureti ve “Ötekiler” sureti arasında oluşan ilişkide, içimde manevi alma kabımı inşa ederim ve de maneviyat ifşa olur. Dolayısıyla tüm dikkatimin içimde odaklanıp hiç bir kelime ya da tekstin bunu bozmaması, anlamın hep içimde yaşadıklarımla ilgili olması.

Kelimenin kendisini duymakla ilgilenmeyip, içimde uyandırdığını hissetmek- çünkü kelimenin asli anlamı odur. Sonunda tüm kelimeler bu dünyadan alınma ve onlara manevi anlamı yükleme benim içimde.

(25-11-09- ZOHAR Kitabı) Dersi içinden alıntıdır.

Yaratan’ın Düşüncesinde ki Oyun

Soru: Bu dünya ile nasıl bir ilişki içinde olmalıyım Mahsomdan önce? Sanki bir gerçeklik içinde gibimi?

Cevap: Bu dünya ile ilişkimiz çok yalın olmalı. Her ne kadar rüyaya benzetsem de onu gerçekleştirmem gerek, söylendiği gibi “Düşlediğin değil gördüğündür gerçek olan.“ Çalışmalı, aile geçindirmeli, bu hayatta elzem olan her şeyi yapmalı ancak bunun bir rüya olduğunun (Dünya bir Oyun) ve benim de bu oyuna dahil olduğumun bilincinde olmalıyım. Ancak bu oyunu ciddiye alıp Yaratanın bana hazırladığı bu realitede onun kurallarına göre davranırsam onunla olan ilişkimde “kalpteki nokta” mı geliştirebilirim.

Birbirine hiç bağlı olmıyan bu iki alem -Maddi ve Manevi- Maddi alemde “rüya” içinde olup ihtiyaçlarımın peşindeyken, Manevi seviyede Yaratanla bağımı bulmaya ve tüm varlığımı buna adamaya veriyorum. Zaten Yaratanı Bulmak için değilse Ne için Yaşıyorum ki?

(18-11-09-Torah haKabala veMalhuta) Dersinden Alıntıdır.

Kişinin Ruhunun Heykeltıraşı

Nihai amaca, arzulanan duruma olan yaklaşımımız iki faktör tarafından etkilenir. Birincisi Yaratan’ın önemi ve yüceliğinin, ihsan etme niteliğinin hissiyatıdır. İkincisi ise bu niteliği edinebilecek olan yaratılanın önemi ve yüceliğidir. Bu iki faktörden amacı edinmenin yolunda olduğumuzu hissedebileceğimiz engeller gelir.

Bazen egoistik arzum der ki: “Yaratan kim ki Ben O’nun sözünü dinlemeliyim” bu amacın ve bu niteliğin hiçbir değerinin olmadığını bana gösterir. Dolayısıyla, bu durum yolda bana bir adım atmamı sağlar çünkü bu koşulda Işık’tan beni etkilemesini ve bana yardım etmesini talep edebileceğim. Daha sonra, Işığın bizi etkilemesi talebinden dolayı tüm gelişim insan seviyesinde gerçekleşir.

Haliyle, manevi formumuzu inşa ederiz. Daha doğrusu, tüm önceki formları: duran, bitkisel ve insan seviyesine ait olmayan hayvansal formları. Bu güçlere bize yardım etmek için dizayn edilmiş olan melekler, ruhlar ve şeytanlar denir. Etrafımızı çevreleyen fiziksel dünya gibi, bunlar var oluşumuzu sağlayan doğanın güçleridir. Benzer olarak manevi dünyada da ruhumuzun var olmasına yardım eden güçler vardır.

İlk engel Yaratan’ın yüceliğine, O’nun ihsan etme niteliğine karşı yönlenir ve ikinci engel ise benim ihsan etme formuma karşı yönlenir. Bazen, bu durum bana Yaratan’ın hiçbir önemi yokmuş gibi görünür fakat diğer zamanlarda benim hiçbir önemim yokmuş gibi görünür.

Yaratanı alçaltmak bize O’nu değersiz olarak tarif eden Firavun’un görevidir ve der ki: “Ben kendi kuralı koyarım! Ne diye O’nu dinlemeliyim?” dolayısıyla, Firavun amacın yüceliğini, adamın gözünde amaca bağlanmanın yüceliğini azaltır.

Yaratanı yüce ve önemli gördüğüm ancak hiçbir şey yapamadığım zaman da manevi çalışmaya karşı olan diğer engellerdir. Yaratan haktan yana olandır ve ben bir günahkârım. Bu an da, Firavun sahneyi terk ediyor ve kendi yerini Mısır’ın dışında yaşayan adama karşı savaş veren diğer kuralcılara bırakıyor.

Daha yüksek güçler de vardır, Yaratanın elindeki melekler, Firavun gibi. Ancak bunlar amacın yüceliği hakkında konuşurlar ve aynı zamanda kişinin zayıflığını anlatırlar. Bunlar İsrail toprağını kontrol etmeye gönderilmiş casuslar gibidir ve döndüklerinde amacın önemli, toprağın müthiş olduğunu ve orada dayanılmaz meyvelerin yetiştiğini fakat bunu yenecek olan sen kimsin? Kendine gel, bu senin için değil! der.

Bu durumda kişi kendi kendini yer zira bu güçler ona kendisinin ne kadar değersiz ve önemsiz biri olduğunu ve ne kadar çok günahı olduğunu gösterir. O zaman, kişi tamamen kendi geçmişine batar ve bunun içinde eşelemeye başlar veya şimdiki durumunda kalmaya devam eder ve tüm gücünü kaybeder, parmağını dahi oynatacak gücü kalmaz. Kişi kendisini gruba gelmek ve bir şekilde katılımda bulunmak için zorlayamaz. Engellerin işlediği durum budur.

Anlamalıyız ki bu sınırlamalar bizleri insan formuna, bir veren durumuna yoğurur. Bu durum bir ustanın bir parça mermeri alması ve daha sonra bunu kesip bundan bir heykel çıkartmasına benzer ve arzulanan form oluşan kadar bu mermerden gerekli olmayan tüm kısımları keser.

Keza bizlerde her iki taraftan bakmalıyız. Bir taraftan, tamamlanmış formda bakmalıyız ve diğer taraftan ise neyi kaçırdığımızı öğrenmeliyiz. Bazen, İç Işıkla ve diğer zamanlar Saran Işıkla veya içsel ve dışsal arzularla çalışmalıyız. Dolayısıyla, kişi kendisini Yaratana benzer formunu ortaya çıkarana kadar kesip düzenlemeli.

16.11.2011 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 1. bölümünden, Rabaş’ın Yazıları