Category Archives: Maneviyat

Üst Bilgiyi Almanın Koşulları

Kabala kitaplarında ne yazıldığını bilmek demek, ‘‘Ve Adem Havva’yı bilirdi’’ sözü ile bağ kurmaktır. Bizler üst derecelere yükselerek ve bunlarla bağ kurarak bilgiyi ediniriz. Bu durum  manevi dolumu, bilgiyi alabileceğimiz yere bizleri bağlayan aramızdaki bağlantı vasıtasıyla sadece mümkündür.

Bu yüzden Kabala kitaplarında ne yazıldığını özlemlesek bile kendimizi üst bilgiyi bunun vasıtasıyla alabileceğimiz yer, koşullardan koparmamalıyız. Bağ kurduğumuz yer ifşanın olduğu yerdir. Aksi halde üst dünya ile ilgili olan bilgiyi kendi hayvani, dünyevi aklın vasıtasıyla istiyor olacaksın ki bu da mümkün değildir.

Maneviyat sadece bağlantıda çalışır ve bağın yoğunluğunda temel alır. Daha sonra herşey tek bir noktada bir araya gelir ve tüm yaratılışın başlamış olduğu kıvılcıma döner. Eğer bizler doğru yönde amaca yönelemezsek Kabala kitaplarında yazılanları asla anlamayacak, sonu gelmeyen yorumlara yakınlaşacak fakat gerçeğe bu şekilde gelmeyeceğiz.

08.04.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. Bölümünden, Zohar

Toplumdan Kaçmayın

Zohar, “BeŞalakh bölümü (Firavun, insanlara gitmeleri için izin verdiği zaman)” madde 11: “ Ve O dedi: “ Ben, halkımın içinde yaşayacağım”.  Bu ne demektir? Dünyanın üzerine yargılama geldiğinde, insan kendisini toplumdan ayırmamalıdır ve Yukarıdan fark edilmemelidir ve ayrılmış bilinmemelidir.

Çünkü yargılama dünya üzerine çöktüğünde, doğru insan olsalar bile, ayrılmış olarak bilinenler ilk olarak yakalanırlar. Yani birisi kendisini asla toplumdan ayırmamalıdır. Çünkü Yaratan’ın merhameti birlikte olan halkın tamamıyladır. Ve bundan dolayı dedi ki: “Halkımın içinde yaşayacağım ve bugüne dek yaptığım gibi, onlardan ayrılmak istemiyorum.”

Bunun, hem dışsal dünyevi algıyla ve hem de içsel manevi olanla alakası vardır. Sonrakiyle başlayalım.

Birleşik tek ruh, birçok parçalara ayrıldı. “Halkımın içinde” demek, birinin diğeriyle bağlantı kurduğu kopuk parçaların kombinasyonundan yaratılmış olan müştereklik içinde demektir. Onlar, birini diğerinden ve “Yaratan’ın Halkı”nın formundan ayrı tutan kişisel egoyla baş ederler. Hepsinden sonra da, bu parçalar Yaratan’a benzedikleri koşul olan ihsan etme amacının niyetini paylaşırlar. İşte bu yüzden, onlara: “Halkım” denir. Bu, aynı zamanda Yaratan’ın niteliği olan ihsan etme amacıyla olan niyetin toplandığı, kırılmış kapların, bireysel toplanması olarak adlandırılır.

Bu bölümler, ihsan etmenin genel niteliği olan yaratanın ifşası için olan kaba destek olmak amacıyla, ihsan etme amacının niyetiyle birbirleriyle bağ kurarlar. Ve tabii ki bu olağanüstü şey, bu birleşimde ifşa edilmiş olan “gel ve gör” anlamına gelen Yaratan (Bo-Re) olarak adlandırılır. Bu, kırılmış kapların içinde yaratanın ifşası için olan formüldür: “Halkımın içinde yaşayacağım.”

Dünyevi düzlemde, bu, harekete geçmek üzere düzenlenen, genel hazırlığın kontrolündeki geniş halk kitleleri anlamına gelir.

Daha sonra, Zohar, dünyaya bağlı olan yargılamadan bahseder. “Dünya”, genel müşterek egonun ifşa olunduğu egoistik bir bağ, “gizlilik” anlamına gelir. Ve birisi, kendisini toplumdan izole etmemelidir. Neden diye sorabiliriz. Egonun niteliği, yargılamanın insanlar arasında ifşa edilmesiyse, neden ondan kaçmamam gerekir?

Konunun önemi şu ki, maneviyatın prizmasından baktığımda, tamamıyla değişik bir resim görüyorum. Benim için hayali “dış dünya”yı betimleyen tüm arzularımı görüyorum. Eğer onların içindeki yargılamanın niteliğini keşfedersem, onları ihsan etmenin niteliğiyle düzeltmek ve bu kuralı ihsan etme amacının niteliğine doğru yönetmek zorundayım. Bu, “İsrail Misyonu”dur: Kolektiften kaçmak yerine, onu düzeltmek için içinde yer almalıyım.

Zohar devam eder: “yargılama dünya üzerine çöktüğünde, doğru insan olsalar bile, ayrılmış olarak bilinenler ilk olarak yakalanırlar.” Neden? Çünkü, birinin kesin niteliği ihsan etmenin içinde hedeflenirse, o önce yakalanır ve Işık kaynağının onun içinde özellikle yalan söylemesi anlamındaki almak arzusu çalışmaya başlar.  Bu bizim dünyamızda da böyledir, Zohar Kitabına Giriş’in sonunda Baal HaSulam’ın söylediği gibi yargılama, en iyi olanımızı vurur. Bu nedenle, zirveye ulaşan insanlar acı içinde yaşarlar.

Yaratan’ın merhameti daima birlikte yaşayan insanlarladır; zira burası düzeltmenin yerine getirileceği yerdir. Yani eğer düzeltilmek ve ilerlemek istiyorsak, kendimizi toplumdan ayırmamalıyız. Hoş olmasa bile elimizden geldiğinde onun içinde yer almak onu hissetmek için insanlara bilgileri, algıları tanıtmak için, onların ilerlediklerinden emin olmak için mümkün olan her şeyi yapmalıyız. Onlar, Yaratan’ın gerçek hedefidir ve alma arzusunun içindeki kıvılcım misali O sadece ve sadece insanlarla kurduğumuz iletişimde ifşa olur.

Bu nedenle denir ki: “Ben halkımın içinde yaşayacağım ve bugüne dek olduğu gibi halkımdan ayrılmak istemiyorum.”

Engeller Yolumuzda Bizlere Rehberlik Eder

Engeller çoğunlukla iki yönden gelir. İhsan etme arzusunda olduğum an, aşina olduğumuz sorular hemen akla gelir: Buna ne için ihtiyacım vardır, bu çalışma ne içindir ve Yaratan kimdir ki ben O’nu dinlemeliyim? Fakat ben eğer kendim için işlersem, egom ne yapmak istersem onu yapmama izin verir. Beni hep destekler ve benim başarılı olmamı sağlar.

Bu demektir ki, eğer doğru yolda ilerlerseniz, sizler başarıya ulaşamazsınız fakat sadece yol üzerinde engellere ve zorluklara maruz kalırsınız. Halbuki yalanların olduğu yolu takip ederseniz, problemler yoktur ve yaptığınız herşeyde başarılı olursunuz. Böylece ortaya çıkan durum, engellerin ve duraklamalar beni her taraftan sarar ve her yönümü değiştirir: Hem iyi de hem de kötüde – ödül veya ceza ile.

Bütün bu engeller faydalıdır çünkü bize rehberlik ederek egomuzu terk etmemize yardımcı olur. Aslında, onlar gerçekte karışıklık değildir fakat yönümüzü doğrultabilmemize yarayan bir yöntemdir. Her attığımız adımda, bizler, nasıl doğru yönü amaç edineceğimizi, kendi alma arzularımızı ve ihsan etme arzumuzu Yaratan’a göre ve bunu kendimizin önemli olmadığı şekilde ve Yaratan’ın yüceliğini de dikkate alarak öğrenmeliyiz. Bu nedenle, bizler daima iki kaynaktan işaretler ve sinyaller alırız, egomuzdan ve Yaratan’dan. Bu işaretlere istinaden, kendimizi amaca odaklamalıyız.

Bundan dolayıdır ki, bizler tüm bu hoş olmayan durumları, zorlukları, anlaşmazlıkları, kalplerin sertleşmesini ve kızgınlıklarımızı bir ıslah olarak görmeliyiz ve bunlar bizi asıl amacımızla ilgili yolda terbiye eder, yani Yaratan’a giden yolda.

9.4.2012 tarihli Günlük Kabala Dersi’nin 1. Bölümü’nden, Rabaş’ın Yazıları
Bu makale Dr. Laitman’ın blogunda 11 Nisan 2012, 18:53’te yayınlanmıştır.

Yüksek Bilgiye Ulaşmanın Şartları

Kabala kitaplarında ne yazdığını bilmek, yazılan ile bağ kurmak anlamına gelir; aynı ”Ve Adem Havva’yı bilirdi” yazısındaki gibi. Yüksek mertebeler ile bağ kurduğumuzda yükselerek ve bağ kurarak bilgiyi elde ederiz. Bu sadece aramızda kurulan bağ ile mümkün olup, manevi dolumu ve bilgiye eriştiğimiz yeri hayal etmemizi sağlar.

Bu nedenle, eğer ne yazıldığını bilmeyi arzularsak da, yüksek bilgiye ulaşabilmemize sebep olacak ortam ve şartlardan kendimizi kopartmamalıyız. İfşanın gerçekleştiği yer, bizlerin bağ kurduğu yerdir. Aksi halde, manevi dünyanız hakkındaki yüksek bilgiye hayvansal, bedeni aklınızla erişmek istersiniz, bu da mümkün değildir.

Maneviyat sadece bağ içinde işler ve bağ yoğunluğunu baz alır. Daha sonra, herşey bir noktada toplanır ve tüm yaratılışın başladığı o ilk kıvılcım haline geri döner. Bizler eğer doğru yöne yönelmezsek, Kabala kitaplarında ne yazıldığını hiç anlayamayacağız. Bizler sonsuz yorumlarda bulunacağız fakat bununla da gerçeğe yaklaşamayacağız.

8.4.2012 tarihli Günlük Kabala Dersinin 2. bölümünden, Zohar
Bu makale 11 Nisan 2012 tarihinde Dr. Laitman’ın blogunda 13:38’de yayınlanmıştır.

“Ben Uyuyorum ama Kalbim Ayakta…”

Kişi neyi gündüz neyi gece sayacağına karar verir: Onun için ne iyidir ve ne kötüdür.

Bazen, ona uyanış verilir, ruhun yükselişi, büyük Işık ve haz almanın ve maneviyata daha fazla yaklaşmanın ne kadar mükemmel olduğunu anlar. Bunu gündüz olarak adlandırır ancak gerçekte egoistik arzusunda olan Işık’tır. Egoizm zevk alır ve bu manevi gelişim olarak adlandırılmaz.

Ya da belki de kendini karanlıkta hisseder, tükenmiş olarak, fakat aklı bu koşulun gelişimi için faydalı olduğunu anlar. Ve bununla beraber  zevk alma arzusunda, hoş olmayan hisler deneyimler, denir ki: “Ben uyuyorum ama kalbim ayakta.” Zevk alma arzusu karanlığı hisseder fakat kalpteki nokta – Işık. Kişi bu karanlığın kendisi için faydalı olduğunu anlar, düşüş yükselişin önünde gerçekleşir ve bunun için hatta daha büyük arzulara hazırlanması gereklidir. Ve arzu karanlıktan gelir.

Bu yüzden herşey kişinin neye değer verdiğine bağlıdır, neyi gündüz neyi gece saymaktadır – uyumakta olan egoistik kalbinde ya da kalbindeki noktada, ne yanmakta ve maneviyat için özlem duymaktadır.

Eğer kişi birini diğerinden ayırmaya başlarsa, kendini niyetlendirebilmesi ve tamamen hedefe yönlendirmesine göre o zaman zaten iki noktası vardır. Bir nokta egosudur. Ve egoizmin iyi hiçbir şey hissetmemesi iyidir. Egoizmimde ne kadar daha karanlık hissedersem o kadar daha büyük (Aviut) arzum , hedefin varlığını arayan noktamın üzerinde olacaktır.

Ana konu bu iki noktayı ayırmak ve her zaman için onları birbirlerine karşı tutarak, kendimi nasıl tarif ettiğimi keşfetmektir. Beni Yaratan’a götüren yönü seçiyor muyum, yolum karanlık içinde olsa de, bunu iyi olarak kabul ediyor muyum? Sonrasında, doğru hareket ettiğim konusunda emin olabilirim çünkü egoizmim oraya doğru acele etmemle alakalı değildir, tıpkı bir hırsız gibi, herkesin önünde koşarak bağırmak: “Hırsızı yakalayın!”

Egom karanlığı istemiyor  ve ben egomun üzerinde yükselirim ve ihsan etmenin almanın üzerinde olmasını isterim. Ve bu benim günüm ile Yaratan’ın gününün aynı gün olduğu iyi bir koşuldur.

Ve eğer kötü hissetmekten ve gelişmek için ilgim olmamasından acı çekersem, bu eğlenmek için olan arzumu, egomu takip ediyorum demektir. Egoistik kalbimin olduğu yere doğru koşarım fakat kalpteki noktam beni çağırmaz: İşte bu farktır.

Kendimizi iki parçaya ayırmayı denemeye ihtiyacımız var: Hedefe sadakatle bağlı olan kalpteki nokta, her koşulda ihsan eden, ne olduğu önemli değildir ve kalbin kendisi, her zaman almaya istekli olan. İştahı sürekli olarak büyümekte olan. Karanlık kalbimde hüküm sürer ve kalbin noktasında bir Işık huzmesi vardır ki bu da kendimi doğru yönlendiriyorum demektir. Ve ben bunu çevre, grup, dışsal kuvvetler üzerinden başarırım ki bunlar kalpteki noktayı egoistik kalbin içinden dışarı çıkarıp onu hedefe doğru yöneltmek için gerekli olanlardır.

8 Nisan 2012’de yayımlandı.

Mısır’daki Köleliğin Sonu Yakındır

Sadece onun içinde olduğumuzu anlamaya başladığımızda sürgünden çıkıp toplu göçe yaklaşmış oluyoruz.  Sürgün, önemsiz ve değersizliğine karşın arzularımın içindeki almak için aldığım her şeyin algısını sembolize eder. Egomun içindeki her şey Firavun’a aittir ve ben sadece gerekli olanları almak için izin verilirim.

Bu, kendimi çölde yaşayan bir keşiş gibi her şekilde sınırlamak zorunda olduğum anlamına gelmez. Ben basit şekilde, çok önemli addettiğim bir materyal görmüyorum ve bunu varoluşum için bir gereklilik olarak kabul ediyorum. Bütün hayatım, Yaratan için sevgiyi oluşturmaya, başkaları ile olan bağlantı üzerinden ihsan etmenin temel niteliğini edinmeye adanmıştır.

Eğer birisi bunun gibi bir içsel gerekliliğe sahipse ve bir gruba dahil olmuşsa, sadece zaruri olanla mutlu olmayı denemek suretiyle, kişisel egosu için almaktan nefret etmek anlamına gelen kendisini doğru biçimde düzeltmeye başlar. Firavun kişiyi aynı zamanda ayartır ve ona istediği her şeyi verir. Bu, kişinin Pithom ve Ramses’i; yani egosu için güzel şehirleri inşa etmesi anlamına gelir.

Kişi, kalbinde ve düşüncelerinde olmak istediği ihsan etmek amacının niyetiyle bağ içinde olduğunu hisseder; ancak  O, sürgündedir çünkü ihsan etmek için hiçbir gücü yoktur. Sonra kişi, ihsan etmesine izin vermemesi anlamına gelen sürgünden çıkmasına yardım etmediği için Yaratan’a doğru şikayetleri olduğunu hisseder.

Ancak bu arada kişinin arzuları çok küçüktür ve sürgünde 400 yıl geçirmek zorundadır. Bu, ihsan etmeyi gerçekten isteyene kadar kişinin arzularını yükseltmek zorunda olduğu anlamına gelir.

Mısır sürgünündeki bütün işimiz, herkesin güçlü şekilde büyüdüğü ve amacın yüceliği olan saf ihsan etmeyi diğerlerinden aldığı ve karşılıklı olarak ihsan etmeyi sağlamanın imkansız olduğu, Yaratan’ın önceden hazırladığı durumun anlamsızlığı ve kötülüğünün yer aldığı bir grupta bulunmaktır.  Ruhsal açıdan bakılırsa bu çok kötü bir şeydir.

Böylelikle kişi, sürgün deyimini gerçek anlamında sezinlemeye başlar; sürgün, ihsan etmeyi; ihsan etmek için yeterliliği kasteder ve kişi gerçekten de hisseder ki Mısır’daki sürgünde bulunuyor. Artık bu duruma daha fazla katlanamayacağı bir duruma erişene kadar. İşte o zaman “Mısır’ın on belası” başlar.

Bir felaket ya da bela, size sunulan değişik güzel maddi şeyleri sembolize eder ancak maneviyatta hiçbir şey edinmezsiniz ve kişi, bu durumu bir bela olarak hisseder.

Kişi, kalbinin sertleştiğini hisseder ve maddi arzuları büyümeye devam eder. Hiç seçimi yoktur. O, grup içindeki farklı açılımlarla, egoistik arzularının büyümeye ve onu değişik dünyevi amaçlara çekerek kafasını karıştırmaya devam edeceğini anlar öyle ki kişi bu dünyevi egoyu ancak dostlarıyla kuracağı bağ sayesinde aşacağını fark eder. O, yaratılışın hedefini, bu yola, Yaratan’ın Haşmetini ve dünyevi ihtiyaçların anlamsızlığının kavrayışını ancak dostlarından öğrenebilecektir.

Biri, bu değerleri sadece toplumdan, içinde bulunduğu çevreden alabilir. İşte o zaman sektelere ve zorluklara rağmen hislerinin ve zihninin üzerinde gruba bağlanır zira sadece grubun içinde kurtuluşu ve korunmayı bulur. Kişi, bununla birlikte kaybolduğunu anlar. O bunu egoistik arzularının üzerinden gördüğünde anlar çünkü egonun penceresinden çıktıktan sonraki durum mükemmel olabilir ve bilgiyi ve diğer faydaları getirebilir.

Kişi bütün durumu doğru olarak değerlendirdiği zaman Firavunla yüzleştiğini keşfeder. Bu, kişinin 400 senelik Mısır sürgününde toplamış olduğu değişik sebeplerden, niteliklerden ve girişimlerden kaynaklanmaktadır: Bu, “mantık ötesi inanç” olarak adlandırılan alma arzusunun üzerindeki ihsan etmek için duyulan özlem seviyesine ulaştığı ana dek alma arzularının her birinin içinden geçmiş bulunduğu dört safhadır.

Bu dört safhadan geçmeye, “hazırlık zamanı” denir. İşte bu hal bitmek üzereyken, Mısır karanlığının on belası olarak adlandırılan, egoya doğru güçlü bir mukavemet ifşa edilir. Bunlar, kişinin egosuna olan köleliğinden çıkmasına gerçekten yardım eden son ifşalar ve arınmalardır.

Kişi, onlara teşekkür eder ve daha da güçlenir ve nihayet “Musa” olarak adlandırılan ona yol gösterecek bir nokta vasıtasıyla almak için alma arzusunun içinde hissettiği gecedeki karanlıkta kurtulmuş olur. Böylelikle egosunun üzerinde yükselir ve kurtulmayı başarır.

Karanlığa Doğru İleri

Soru : Mısır’ın içinden çıkabilmek için egomuzun on musibeti atlatması gerekir, bu ne anlamına gelir?

Cevap: Mısır ile ilgili on musibet, kişinin kendinde hissettiği, egosundan kurtulmak istediği için egosunun ona bu konuda yardım ettiği haldir. Eğer darbeleri hissetmeseydim, aynı egoda kalmaya devam etmek isterdim. Fakat bu egomun içindeyken darbeleri hissediyorsam, bu darbeler benim egomdan kaçmama yardım eder.

Her darbe bir öncekinden daha fazla kuvvetli niteliğe sahiptir. Diyelim ki kumarda herşeyimi kaybettim (aslında konu bunun hakkında değil), bir sonraki darbe benim çok sevdiğim bir insanın kaybı olabilir vs. Aslında dünyadaki hiçbir şey  para ile gerçekleşmez ve birinin akrabasının kaybı ile veya herhangi birşeyin kaybı ile değişmez fakat içsel hissimiz sanki herşeyimizi kaybetmişiz gibi olur.

Şamati kitabındaki bir makalede der ki: Bir insan maneviyata girdiği zaman, bütün dünyayı, ailesini bıraktığını ve herşeyden koptuğunu hisseder. Bu kopuş gereklidir. Bu on musibet, bize sistematik bir şekilde egomuzun belli bölümlerinin üzerinde yükselebilmemiz, egomuzun dışına ulaşmamızı yani egomuzdan kaçmamıza yardım eder.

Son seviye üzerinde bizler tamamen bir karanlık içerisinde oluruz ve bir çaba daha sarf ederiz. Karanlık ileride ne olacağını bilmediğimize dair bizim için bir sembol niteliğindedir. Fakat bizler ihsan etmeye doğru yöneldiğimiz için, karanlık bizim yardımcımızdır.

Eğer Işık’a doğru ileriye hareket ederseniz, egonuz bu durumdan çok memnundur. Fakat eğer siz karanlıkta ileriye doğru ilerlerseniz egonuzun sizi rahatsız etmeyeceğine emin olabilirsiniz; egonuzun size bir zararı dokunmaz ve sonradan herşeyi kendisi için almaz.

Soru: Yani bu bir çeşit oyun gibi midir?

Cevap: Bu “oyun” on musibetten önce Mısır’da idi yani ne kadar uğraştıysak da herşey egomuz amaçlı idi. Bu nedenle, Pithom ve Ramses şehirlerini inşa ederken “İsrail’in çocukları çalışırken işten feryat ettiler.”

İşte burada bahsedilen şudur; bizler karanlığa doğru yönelmişiz ve söylemeye alıştığımız gibi Işık’a doğru değil. Daha da fazlası; yani bütün bu darbeler ve ilerleyiş bizim büyüyen bağımızı temel alıyor, bir yandan egomuz ifşa ediliyor, büyük içsel nefret, bir yandan ise apaçık farkındalık yani sadece karşılıklı bağın grubu ileriye götürmesi. Bu ne anlama gelir?

Büyük bir nefretin olduğunu gördüğünüz zaman herkes ile bağ kurmak istersiniz. Sadece başkalarını düşünüp kendiniz ile ilgili endişe duymazsınız. Tüm düşmanlarınız dahi birbirleri ile meşguldür, birbirleri ile ilgilenir. Diğerlerini düşünebilmeye hazır olabilmemiz büyük nefretimiz yerine ifşa olur. Bu insanlar için iyilik düşünmeniz bile imkansız iken onların hakkında iyi şeyler düşünmeniz ve bunun en önemli şey olduğunu anlamanız ve kendinizi düşünmemeniz halidir. Ciddi ve cazip bir şekilde egodan kopuş, sıyrılma işte burada gerçekleşir!

KabTv’nin  “Bütünsel Toplumun İnşası’ndan, 1.4.2012”

Yapar gibi Görünseniz de, ama Dürüstçe ve Sonuna Kadar

Tüm kuvvetler ve algılamanın detayları bizlere Yukarıdan, üzerimizde hareket gerçekleştiren Işık’tan gelir.

Fakat Işık bizim sarfettiğimiz çabaya göre, birşey yapmaya imkanımız olmadığında bile yine de birşeyler yapmak istediğimizde üzerimizde hareket eder. Bir yandan, imkanımız olmasa da, diğer yandan yine de denemişsek.Ve bu da gerçek çabadır: Hiçbir şansım yok fakat yine de istiyorum. Evet, ben bir egoistim. Bu benim için nettir. Ama yine de bunu unutmadan, bazı belirli aksiyonlar yerine getiririm sanki ihsan etmenin hareketleri gibi.

Bu bir oyundur ancak ciddi bir oyun ve bu oyunu kuralları ile oynamak istiyorum. Bana bu fırsat verildi ve bunun avantajını kullanmak istiyorum. Plastik oyuncaklarım olmasına rağmen, ne yapabilirim ki, elimde olanlar ile çalışırım. Tabiki de, bu benim için yeterli değildir fakat bu beni zayıflatmaz. Bir şekilde en azından Yaratan’a benzer olmak istiyorum, tıpkı insanı taklit eden bir maymun gibi.

Ve sonrasında üzerime doğru Çevreleyen Işığı (Or makif) davet ederim. Bu Işık zıtlıklarından dolayı hiçbir bağlantısı olmadığından arzuları uzaktan aydınlattığından dolayı “Çevreleyen” olarak adlandırılır. Ancak, bunu denerler ve sonrasında Işık uzaktan onların üzerinde aydınlatır. Buna şükürler olsun ki, anlamaya başlarlar ve biraz daha hissederler, kalbin biraz daha ağırlığını alır ve işe devam eder ta ki gerekli olan ölçüdeki çabayı doldurana kadar.

Herhangi bir manevi hareketi gerçekleştirmek Üst Işık bize manevi özellikler bağışlayana kadar mümkün değildir. Ve bundan sonra, “simülasyon” ile ilgilenmeye devam etmemiz gereklidir ve en azından buna bir giriş iznimiz olduğu için de şükran duymalıyız. Yaratan bunu hayatımın sonuna kadar yapmamı istese dahi, ben ne tembel ne de istifa etmemiş biri  olarak bununla aynı fikirdeyim.

6 Nisan 2012’de yayımlandı.

Sadece Herşey İçin Hazır Olan Kişi Egosundan Kaçabilecektir

Rabaş, Dargot HaSulam (Merdivenin Basamakları) 924, ‘‘Ve Yaratan Musa’ya konuştu’’: Aslında bizler Yukarıdan, doğadan hiçbir şey alamayız ta ki kişi doğanın içinde olamayacağı kararına gelene kadar. Kişi doğadan umudunu kaybettikten sonra ancak Cennetten yardım talebinde bulunabilir ve bu anda ona üst doğadan yardım edilecektir.

Bağ kurmaya çalışmalı ve Islah Eden Işığı uyandırmak için aramızda ihsan etme aksiyonlarını yerine getirmeliyiz. Işık bizi etkilediği zaman hissedeceğiz ki aramızda çok ve çok az bağın kıymeti var. Şöyle denir: ‘‘Firavuna Gel, onun kalbini Ben ağırlaştırdım.’’ Yaratana benzemeyi isteyerek, O’na yakınlaşıyoruz ve aynı zamanda O’ndan uzaklaştığımızı hissediyoruz.

Burada kişinin özel bir çaba sarf etmesi gerekmektedir: Kişi savaştan kaçmaz ve kalbinin bu ağırlaştırılmasının sebebinin ihsan etmenin gücünün gerekliliği ifşa etmek için olduğunu anlar, konunun ne olduğu önemli değildir. Nihayetinde kişi herşey için hazırdır, konu ne olursa, koşulların bağlantısız olması, grup, dünya. Öyle veya böyle önemli olan şey ihsan etmenin gücünü, bağın gücünü edinmektir.

  • Ne için? Bundan kazancın ne?
  • Hiçbir şey, ihsan etmenin kendisinin gücünün dışında hiçbir şey.

Bunun hakkında sadece konuşmak yeterli değildir. Dağıtımda ve grup içinde çalışarak diğerlerine yönelik bu yaklaşımı edinmeye çalışmalıyız. Dışsal olarak açıklanmak zorunda değil fakat kişi diğerlerine ulaşmak için çaba harcarsa işte o zaman gerçek anlamda Mısır’ın kralı ile yüzyüze gelir ve görür ki kişinin egosu hiç bir şey yapmasına müsaade etmeyecektir.

Daha sonra kişi ‘‘Mısır’ın On Vebasından’’ geçer ve ne kadar çok Yukarının özel bir gücünün etkisi altında olduğunu görür, kişinin egosu aşama aşama kendisini bırakır. Her defasında ‘‘Firavun’’ başını kaldırır ve ısrar eder ve bir diğer darbeyi alır. Bu durum kişiyi egosundan ayırır ve sonunda egosundan kaçmasını sağlar.

Nereye kaçar? Kişi Firavundan kaçar yani kendini diğerlerinden ayıran bu güçten kaçar. İlkönce bu sadece bir kaçış, bunun üzerine yükselmek ve daha sonra kişi bağ kurmak üzerine pratik olarak çalışmaya başlar. Mısır’da, kendi arzusu içinde, kişi bunu yapamazdı. İşte bu şekilde ‘‘Işığın Alınmasına’’ ulaşırız yani ortak sorumluluk ve ‘‘çölde kırk yıl’’ın süreci başlar.

04.04.2012 Tarihli Günlük Kabala Dersinin 4. Bölümünden, Rabaş’ın Yazıları

Basitliğe Doğru

Soru: Günümüzde, bilim adamları hepimizin var olduklarını bile hiçbir zaman bilmediğimiz sayılamayacak kadar çok konuda aramızdaki mesaiyi arttıracak şekilde birbirimize bağlı olduğumuzu keşfediyorlar. Bir Kabalist bunu nasıl yorumlar? Gerçekten bu muazzam karışık hareketlerin sürekli olarak gözlerinin önünde gerçekleşmesi mümkün müdür?

Yanıt: Gerçekte, herşey çok basittir. Ve bizler daha da geliştikçe bu daha da basitleşir. İnsan basittir ve egoizm, ihsan etme arzusuna karıştığından birden çok hesaplar ortaya çıktığında Işık da basittir.

İnsan daha fazla geliştikçe, dünyanın resmini daha doğal olarak algılar. Alışkanlık, ikinci doğası haline gelir. Aynı şekilde ailenizi ve sevdiklerinizi görürsünüz: Hayatınız, doğanız haline gelir ve sevdiklerinizle olan ilişkilerinizde ya da tam olarak kim olduklarını bilmediğiniz kişilerde daha fazla çaba sarfetmezsiniz. Hepsini bilirsiniz ve tüm bağlantıları anlarsınız.

Şu anda size sanki bir problemmiş gibi gözüküyor çünkü bir çaba gerektiriyor. Fakat ihsan etme arzusu içinizde hükmettiğinde, problemler ortadan kaybolur. Manevi dünyayı tanımaya gelmek ve onun içinde yaşamaktan daha basit hiçbir şey yoktur.

“Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Tüm atomların ve dünyaların hareketini kontrol edebilmek için, herşeye nasıl dikkat edebilirim?

Herşey kendi sisteminizde, içinizde ifşa olacağından hiçbirşeyi kontrol etmenize gerek yoktur. Ve bu yüzden arka arkaya gelen her derece baskıdan ve ne olduğunu anlamanın gereksiniminden daha da bağımsız olacaktır. Her adımla, herşey sadece daha açık hale gelecektir.

31 Mart 2012’de yayımlandı.