Category Archives: Kabala

Birçok Düşüş Ve Birçok Yükseliş

Hiçbir düşüş olmadan manevi yolda ilerlemek mümkün mü? Şüphesiz ki düşüş olmasaydı, nihai hedefe asla ulaşamazdık. Sonuçta, tam olarak düşüşler sayesinde yükseliriz.

Bizler durup dururken yükselemeyiz. Gerçek ihsan etme uğruna manevi bir eylem gerçekleştirmek için içimde hiçbir güç yoktur,  anti-egoist bir perde yoktur ve üstesinden gelmek için hiçbir güç yoktur. Ben tamamen alma arzusundanım ve nasıl ihsan edebilirim ki?

Peki yukarıdan ne yapılır? Düşüşe sürüklenirim ve acı çekerim ama tutunurum. Düşüş esnasındaki en önemli şey, olağan günlük rutinden sapmamaktır: çalışmak ve çabalamak, çalışmak ve çabalamak… Ne olursa olsun, bir eşek gibi inatla yolda kalmak.

Ve sonrasında, Yaradan’ın benim için bu düşüşleri düzenlediği ortaya çıkar, peki öyle olsun. Ama ben yine de yola devam ederim. Ve o zaman hiçbir şey yapamadığım tüm düşüşlerim, her şeyi sanki ben yapmışım gibi hesaba katılır.

Düşüş istemediğimiz için ağlarız çünkü bize hoş değildir. Ama düşüşlerde Yaradan’ın üzerimizdeki çalışmasını görmemiz gerekir. Bu nedenle, çok sayıda düşüşümüz olsun çünkü bu çok sayıda yükseliş olacağı anlamına gelir!

 

Kısıtlama ve Perde Arasındaki Fark

Soru: Kısıtlama ve perde arasındaki fark nedir?

Cevap: Kısıtlama, sadece dış bir kaynaktan, belki insanlardan ya da doğadan, ne olduğu önemli değil, almayı azalttığım zamandır.  Yani arzu kalır ama onu kullanmayı, doldurmayı keserim.

Perde ise artık sadece kişinin arzularının kullanımında bir azalma değil onların tersine ihsan etmeye, kendi için almaya değil başkalarına vermeye dönüşmesidir.

“Hanuka’da Kutladığımız Mucize” (Linkedin)

Her Yahudi bayramı derin bir manevi anlama sahiptir. Hanuka bir istisna değildir. Hanuka’da, güçlü Seleukos İmparatorluğu’nu ve müttefikleri Helenistik Yahudileri yenen Makkabilerin başına gelen mucizeyi kutlarız. Zaferlerinden sonra yağmalanan Tapınağı temizlediler ve bir gün boyunca menorayı yakmaya yetecek kadar yağ buldular. Ama şu işe bakım ki, yağ sekiz gün dayandı. O zamana kadar Makabiler daha fazla yağ sağlamıştı ve menoradaki mumlar yanmaya devam edebildi.

Ancak tüm bu şenliklerde, bayramın içindeki çok önemli bir mesajı gözden kaçırıyoruz. Menora üzerindeki mumlar, egomuzla mücadelemizi, başkalarına olan nefretimizi simgeler. Mumun yanması, en ahlaksız arzularımızı bile başkalarının yararına kullanmadaki zaferimizi sembolize eder.

Geleneksel olarak, bir mum üç unsurdan oluşur: 1) yakıt görevi gören yağ, 2) yağa batırılan ve onu fitilin kenarına taşıyan fitil ve 3) hem fitili hem de yağı (çoğunlukla ikincisi) yakmak için kullanan ateş. Öğretmenim RABAŞ, yağın başkalarına karşı olan kötü düşünce ve niyet havuzu olduğunu açıklar. Fitil, o havuzdan çıkan tek bir düşünce veya niyettir. Mucize, bozuk niyetlerimizi takip etmek istemediğimizi, bunun yerine başkalarına karşı sevgi geliştirmek istediğimizi belirlediğimizde gerçekleşir.

Başarılı olursak bu alevi yakmak olarak addedilir ve bir mucize olarak kabul edilir. Alevin sürekli olarak kötü düşüncelere ihtiyacı vardır, yoksa yukarı çıkmak için “yanacak” düşünceleri olmayacaktır, bu yüzden kötü düşünceler gereklidir. Bununla birlikte, bencilliğimizin kapsamı göz önüne alındığında, kötülüğümüzün üstesinden gelmek ve onu başkaları hakkında iyi düşüncelere dönüştürmek gerçekten bir mucize gerektirir.

Bu dönüşümün tek bir kişide değil, bütün bir ulusta gerçekleşmesi daha da büyük bir mucizedir. İsrail halkı, birbirlerini kendileri gibi sevmeye söz verdiklerinde tam da bu mucizeyi gerçekleştirerek kendi uluslarını kurdular.

Bugün daha da büyük bir mucizeye ihtiyacımız var. Tüm dünya birbirine bağlı ve tüm uluslar sürekli güç mücadeleleri içindeyken, ihtiyacımız olan mucize, tüm dünyanın nefretin ve şüphenin üzerine çıkması ve sevgi ateşini yakması için bunları yakıt olarak, yağ olarak, kullanmasıdır.

Yahudi halkının kronolojik yazılmış tarihleri, eski zamanlarda yaşamış insanlarla ilgili hikayeler değildir; onlar insanlık için derslerdir. Yahudi ulusu, antik dünyanın her yerinden gelen insanlardan oluşmuştur, bu nedenle tarihsel olaylarının yalnızca kendilerine değil, her şeyden önce orijinal uluslarına ait olması doğaldır.

Atalarımızın ulaştığı birlik, bugün tüm dünyanın uygulaması gereken bir programın “deneme uygulaması” idi. Nefretten kurtulma ve karşılıklı gizli düşmanlığımız içinde boğulma fikrinden ne kadar uzak durursak, o kadar sarsılacağız ta ki başkalarına karşı tutumumuzu değiştirmekten başka seçeneğimiz olmadığını anlayacağımız zamana kadar, tıpkı atalarımızın yaptığı gibi.

Kişi Nasıl Kabalist Olur?

Soru: İçimdeki psikolog, kendini ve başkalarını anlamaya, sorunları analiz etmeye ve çözmeye, duygularını yönetmeye ve gerçeğe karşı tutumunu değiştirmeye çalışıyor. Bir Kabalist kendi içinde ne yapmaya çalışır?

Cevap: Bir Kabalist, çevredeki gerçekliğin algılanma kaynaklarını, sınırlarını bulur ve kendi üzerinde çalışarak bu sınırları o kadar zorlar ki, gerçekliğin arkasındaki üst gücü, ihsan etme ve sevgi niteliğini, egoizmin doğasında var olan alma, herkesi ve her şeyi reddetme niteliğinin tersini görmeye başlar.

Bu iki nitelik arasındaki mücadelede kişi, manevi gelişimin her aşamasında ihsan etme, sevgi ve bağ niteliklerini ayrılık, alma ve nefret niteliklerine tercih ederek Kabalist olur. Kendi iyiliği için değil, egoizmini tatmin etmek için değil, başkalarının iyiliği için, özgeciliği yaymak için hareket etmeye başlar.

İçsel Tatmin Ve Dışsal İhtiyaçlar

İntegral eğitimle uğraşırken, kişi bunu neden yaptığını anlamalıdır. Kişinin en önemli görevi dünyayı bütünsel bir koşula getirmektir çünkü bu sayede onu üst güce, üst amaca yükseltiriz.

Bu, bizim kuruluşumuz ve diğerleri arasındaki temel farktır. Bu nokta ilk ve son noktadır. Kendi içsel hazırlığımıza ondan başladığımız için ilktir, aynı zamanda onunla birlikte geldiğimiz ve onu dinleyicilerimizde büyütmek istediğimiz için de sonuncusudur. Bu nedenle, içerisinde çalıştaylar, tartışmalar yaptığımız, soru cevaplar vb. yürüttüğümüz akışın içinde her zaman mevcuttur.

Bu, öğrencileri tek bir bütün haline getirmek için net bir yöndür çünkü bu formda bizimle bağ kuracak ve tüm doğa ile dengeleneceklerdir. Metodolojimizi ve istenen sonucu tanımlayan en önemli görev budur.

Buna katılarak, insanlar üst enerjiyi kendilerinden geçirirler ve onları nasıl doldurduğunu hissederler, onunla yaşarlar.

Soru: Bu, sıradan bir kuruluşta motivasyonun esas olarak finansal olduğu, ancak burada manevi olduğu anlamına mı geliyor?

Cevap: Burada finansal motivasyon olamaz. Bir kişi herhangi bir özel ihtiyaç hissetmemek için yeterince almalıdır. Eğer aklı ve tüm hayatı manevi hedefe adanmışsa, o zaman ailesine normal bir yaşam standardı sağlaması yeterlidir.

İyi bir takımda çalıştığında ve ailesi artan taleplerle ona baskı yapmadığında, bu onu tamamen tatmin etmeli ve hatta ona mutluluk hissi vermelidir. İçsel tatmin dışsal ihtiyaçları söndürecektir.

“Manevi Dünya ve Maddesel Dünya Aslında Nedir?” (Quora)

Kabala ilminde basitçe “bu dünya” olarak adlandırılan maddesel dünya, gerçeklikle ilgili içsel hissiyatımızdır. Sanki içsel duyumuzun dışında bir dünya varmış gibi görünür ama hepsi içeridedir.

Galaksiler ve yıldızlarla dolu uçsuz bucaksız bir evreni, hatta cansız, bitkisel, hayvansal ve insani seviyeleriyle gezegenimizin uçsuz bucaksızlığını görsek de, hepsini zevk alma arzumuzda algılarız. Egoist arzumuz bizim doğamızdır ve ondan kopsaydık kendimizi ve dünyayı hissetmezdik.

“Bu dünya”, doğuştan gelen zevk alma arzumuzda algıladığımız resimdir. Gerçekte arzuya göre hareket eden daha yüksek bir gücün sonucudur. Gördüğümüz sayısız değişiklik ve hareketler sadece bizim arzumuzda gerçekleşir. Hiçbir şey bizim dışımızda hareket etmez ama daha ziyade arzularımızda hareketler meydana gelir, bu da bize değişim ve hareketi dışarıdan algılamamızı sağlar.

Buna karşılık manevi dünya, doğuştan gelen gerçeklik izlenimimizi içerir, ancak biz de bu izlenimle birlikte hareket ederiz. Eğer bu dünya arzuya etki eden daha yüksek bir gücün sonucuysa, o zaman manevi dünya etkileşimin sonucudur, kişinin eylemi ile üst gücün eylemi arasındaki bağlantıdır.

Üst güce ne kadar benzersek, manevi dünyayı o üst güçle eşdeğerliğimizin ölçüsünde o kadar çok keşfederiz.

Psikolojinin Bittiği ve Kabala’nın Başladığı Yer

Soru: Bir Kabalist, bir psikologdan daha iyi bir karakter uzmanı mıdır?

Cevap: Bir Kabalist, insanların özünü bir psikologdan daha iyi anlar. Ancak öte yandan, bir psikoloğun kişinin küçük özel sorunlarını bir Kabalistten daha iyi çözmesi mümkündür.

Soru: Hangi durumlarda psikoloğa başvurmayı önerirsiniz?

Cevap: Kabala çalışmayan herhangi bir kişiye, başkalarıyla iletişim kurmakta veya belki de kendini anlamakta zorluk çekiyorsa, bir psikoloğa başvurmasını tavsiye ederim.

Ama ne için var olduklarını, hangi amaca ulaşmaları gerektiğini keşfetmeleri gerektiğini hisseden insanlar zaten bir Kabalist öğretmene ihtiyaç duyarlar.

Soru: Psikolojinin nerede bitip Kabala’nın nerede başladığı nasıl anlaşılır?

Cevap: Kişi dünyamızın çerçevesi içinde yaşıyorsa, onunla baş edebiliyorsa ve tatmin oluyorsa, o zaman Kabala’ya ihtiyacı yoktur; psikoloji ona yeter.

Fakat eğer kendisinin ve çevresindeki dünyanın içsel güçlerini edinmeden ve anlamadan doğru bir şekilde gelişemeyeceğini anlarsa, bu onu çeker ve insanlığın içsel mekanizması hakkında bilgi eksikliği tarafından engellenirse,  o zaman zaten Kabala bilimine ihtiyaç duyar.

 

Arzu ve Niyet

Kabala bilgeliğine göre, başlangıçta yalnızca Yaradan vardı – ihsan etme ve gerçekleştirme arzusu. O, bu arzuyu gerçekleştirebilmesi için, alma, yerine getirme arzusunu yaratmıştır. Bu yaratılışın özüdür.

Sonuç olarak, tüm evren iki zıt nitelikten oluşur: Yaradan’ın nitelikleri olan ihsan etme, tamamlama, sevme arzusu ve yaratılanın nitelikleri olan alma arzusu, başkalarının pahasına da olsa sadece kendini tamamlama arzusudur.

Alma arzusu, değişmek ve Yaradan’a benzemek için ihsan etmek zorunda değildir.  Kendinden bir şey yaymaz. Ancak, bir çocuğun annesini memnun etmek için yediği gibi, ihsan etmek için alabilir ve fiilen fiziksel olarak almasına rağmen, aslında onu memnun etmek için hareket ederken ihsan ediyordur. Bizler de Yaradan için aynı şeyi yaparız.

Biz her şeyi O’ndan alırız, ancak kendimizi kısıtlar ve sadece O’na memnuniyet vermek için alacağımızı kabul edersek, o zaman Yaradan’a eşit, ihsan eden oluruz. O bize ihsan eder çünkü O ihsan etme niteliğidir, biz O’na memnuniyet vermek niyeti ile alırız ve o zaman O’na eşit oluruz.

O’nunla olan niteliklerin denkliği bize Yaradan’ı ifşa eder ve biz O’nu hissetmeye, anlamaya, keşfetmeye ve O’nunla mutlak bağ içinde olmaya başlarız.

Yani, Yaradan sadece ihsan etme arzusuna sahiptir. Yaratılışın hem bir arzusu hem de bir niyeti vardır: “Yaradan’ın hatırı için” de dahil olmak üzere “kendi iyiliğim için” veya “başkalarının iyiliği için” alma arzusu ve niyeti.

Kişi, arzularını büyükten küçüğe ve niyetlerini “kendi iyiliği için” veya “başkalarının iyiliği için” olarak değiştirerek Yaradan’a göre kendini yükseltebilir veya alçaltabilir, O’na yaklaşabilir veya uzaklaşabilir. Bu durumda niyetin kendisi, eylemin özünü değiştirir. Islahımızın amacı budur.

Eylemi değiştiremeyiz, ancak niyeti “kendi iyiliğimiz için”den “başkalarının iyiliği için”e çevirerek, eylemimizin anlamı tersine değişebilir ve almak yerine ihsan etme haline gelebilir. O’nu memnun etmek için Yaradan’dan alırsam, bu durumda O’nu memnun eden yani ihsan eden sayılırım.

Çalışmamızı bu şekilde anlamaya başlarız: alma arzusunu ihsan etme niyetiyle doğru bir şekilde birleştirerek, kişi kendini doğru bir şekilde oluşturur, Yaradan’a göre uyum sağlar. Buna üç çizgide çalışma denir.

Yaradan’a Benzeme

Soru: Sebep sonuç arasındaki ilişkinin anlamı nedir? Bir hastalığın düzeltilmesi değil de, hastalıkla mücadele ile aynı şey midir?

Cevap: Hayır. Hastalığın kendisini düzeltiriz. Egomuzu düzelttiğimizde, onu tamamen farklı bir sisteme, bir alma sistemi yerine bir ihsan etme sistemine dönüştürüyoruz.

Her biri kendi egosunu kısıtlar ve sonra bir Masah (perde) ve yansıyan ışık vardır, bu da kişinin görünüşte kendisi için alabileceği tüm iyiliği almak istemediği anlamına gelir. Kişi onu yalnızca var oluşunu sürdürmek için alır ve diğer her şeyi diğerlerine verir.

Bu duruma ihsan etme denir. Ortak bir genel sistemde bağ kurabildiğimiz ölçüde, aramızda akan ve içimizde Yaradan olarak ifşa olan ihsan etme niteliğini bu bağ içinde hissedeceğiz.

Aramızdaki karşılıklı ilişkiler yoluyla üst kuvvete benzeyerek, bir şekilde diğerlerinin içinde de ifşa olmasını sağlarız. O bizim için dışsal olarak mevcut değildir, ancak O’nu hissetmek istiyorsak, birbirimize ihsan etme nitelikleri, arzuları ve eylemleri aracılığıyla aramızda bağ kurmaktan başka bir yol yoktur. Dahası, bu şimdi hayal ettiğimiz ihsan etmeyle aynı değildir.

Bu, kendi üzerinize, kendinize karşı yükseldiğiniz çok karmaşık bir eylemdir. Bunu yaparak, bir dereceye kadar Yaradan’a benzer olursunuz.

Elbette gücün kendisi O olduğundan, Yardan’da böyle Tzimtzum (kısıtlama), gerginlik ve diğer tüm çabalar yoktur. Fakat O’nu içinizde hissetmek için çabalarsınız, bu da Yaradan’a benzerlik koşulunu koruduğunuz anlamına gelir ve sonra O size bu şekilde ifşa olur. İnsanın, İbranice “Yaradan’a benzemek” kökünden gelen “Âdem” olarak adlandırılmasının nedeni budur.

Yaradan kendi başına var olmaktadır ve bizler nasıl olduğunu bilmiyoruz ama O, içimizde ihsan etme gücü, sevgi, bağ ve aramızdaki karşılıklı eylemlerin gücü olarak ifşa olur. İşte Kabala bilgeliğinin tüm ilgili olduğu konu budur. Biz Yaradan’a benzeriz ve O da içimizde ifşa olur. Bu, Yaradan’ın kişiye ifşasına vesile olan form eşitliğinin koşuludur.

 

İhsan Etme ve Sevgi Niteliğinde Ustalaşmak

Soru: Birçok psikologla konuştum ve psikolojideki sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştım. Egoizmi yönetme yöntemleri bulmanın çok zor olduğunu söylüyorlar çünkü özellikle günümüzde ego sürekli büyüyor.

Kabalistler, egoizmin sürekli büyüdüğü gerçeğiyle nasıl başa çıkıyor? Bunu nasıl dengeleyebiliriz?

Cevap: Kabalistler, egoizmi dengelemeye gerek olmadığını, onunla hiçbir şey yapmaya gerek olmadığını söylerler. Sadece ihsan etme ve sevginin niteliğine hakim olmak için her zaman çalışmanız, egonun üzerine çıkmanız ve onun seviyesinde kalmamanız gerekir. Kabala’nın yaklaşımı budur.

Egoizmin üzerine ihsan etme, sevgi, bağlantı, etkileşim ve birbirimizle iletişim niteliğine doğru yükselerek, egoizmin ne kadar çeşitli olduğunu, ne kadar güçlü olduğunu ve onunla başa çıkmanın bizim için ne kadar zor olduğunu anlamaya başlarız.

Ama aynı zamanda içimizde egoizme zıt olan nitelikleri de açığa çıkarırız. Ve o zaman, egoist ve özgecil niteliklerin birleşimine dayanarak, hem psikolojiyi hem de Kabala bilimini anlayabiliriz.