Category Archives: Kabala

Dünyayı Yeniden İnşa Etmeyi Değil, Onun Nasıl İnşa Edilmiş Olduğunu Anlamak Gerekir

Yaradan; dünyada meydana gelen tüm olaylar nedeniyle, hem bireysel hem de genel olarak yanlış bir şekilde geliştiğimiz konusunda;  darbeler vasıtasıyla bizleri yavaş yavaş bilinçlendirir. Sonunda bizlerin, içinde bulunduğumuz sistemin yasalarını anlamamız gerekir.

Bu sistemleri kendimizin yaptığını düşünmek saflık olur. Evrenimizin ve tüm gerçekliğin fizik, kimya, biyoloji ve astronominin ortaya koyduğu belirli yasalara göre var olduğunu görüyoruz. Her şey bu yasalara göre hareket eder ve biz insanlar da onlara mecburen uyarız. Neden birdenbire canımızın istediği gibi yeni yasalar icat edebileceğimizi düşünüyoruz ki?

Herkes dünyanın var oluşu için, kendi kanunlarını kendisine uygun bir şekilde oluşturmak isterse, bundan ancak insanlar arasındaki savaşlar ve çatışmalar çıkar. Dünyanın doğru yönetim sisteminin ne olduğunu kimse anlamıyor. Seçimler sırasında herkes birbirine dünyayı nasıl inşa edeceğini diğerlerinden daha iyi bildiğini haykırır. Ancak dünyanın inşa edilmesine gerek yoktur; sadece nasıl inşa edildiğini ve hâlihazırda var olan sisteme nasıl doğru bir şekilde entegre olunacağını anlamanız gerekir.

“Dünya her zamanki gibi işliyor” denilir ve onda hiçbir şeyi değiştirmeye gerek yoktur. Gerçekliğin içine gömülmüş sistemle kendinizi hizaya getirmek için, yalnızca kendinizi değiştirmeniz gerekir – yani görev bir insanı değiştirmektir, dünyayı değiştirmek değil.

Bunu anlayabilmemiz için bize Kabala bilimi verildi. Ve genel gerçekliğin yasalarıyla ne kadar çeliştiğimizi keşfetmeye başladığımızda ve bu karşıtlığın nedenini – yani egomuzu- kendimizde bulduğumuzda; yaratılışın sistemine entegre olarak ve Yaradan gibi tüm yaradılışın üzerine çıkarak onu düzeltebiliriz. Söylendiği gibi: “Ve sizler tanrılar gibi olacaksınız ve iyilik ve kötülük yasalarını bileceksiniz.”

O zaman tüm yaratılışta, sınırsız olanaklar elde ederiz. Ve sadece gerçekliğin bir yanından diğerine özgürce hareket edebildiğimiz beş fiziksel duyumuzla hissettiğimiz maddi dünyada değil, aynı zamanda manevi gerçeklikte de var oluruz.

Bütün bunlar başarılabilir ama bu tabii ki kendimizi ve çocuklarımızı eğitmemiz gereken uzun bir süreçtir.  Bu süreç tüm insan toplumu, doğa ile uyumlu hale gelene kadar, birkaç nesil boyunca sürebilir.

Cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, doğal içgüdülerine göre hareket ettikleri için ıslaha ihtiyaç duymazlar. Sadece biz insanlar doğanın zıttıyız ve bu nedenle kendimize ve tüm doğaya zarar veriyoruz. Dolayısıyla doğa kanunlarını çalışmak ve ortaya çıkarabileceğimiz bu kanunlara göre kendimizi değiştirmek bizim görevimizdir.

Bu günlerde birçok insanın yanlış anlamaya ve acıya neden olan soruları var. Neden dünyada bu tür savaşlar ve acılar var?

Bizler şimdiye kadar doğanın kanunlarını çalışıyoruz ve sonra onları yavaş yavaş yerine getirmeye başlayacağız; yani tüm insanlar arasındaki bağa ve hatta sevgiye, birliğin en üst seviyesine gitgide yaklaşıyoruz.  Ve o zaman kendimizi nasıl değiştirebileceğimizi anlamaya başlayacağız. Ve bizim değişimlerimize göre doğa değişmeye başlayacak, bize yönelecek, nazik ve cana yakın olacaktır.

Kabala bilimi, doğanın gerçek yasalarını ifşa etmek için nasıl değişmemiz gerektiğini bize öğretir.

Zohar Kitabı Sizi Nereye Götürür?

Baal HaSulam, Zohar Kitabı’na Giriş’te, bize her şeyin gözlerimizin önünde oluyormuş gibi görünmesine rağmen, tüm bu resimlerin yalnızca beynimizin içinde var olduğunun, mantıklı herkes için açık olduğunu yazar.

Ancak böyle bir anlayışa ulaşmayı başardığımızda, Kabala biliminin bahsettiği şeye yavaş yavaş yaklaşmaya başlayacağız. Bu nedenle, Zohar Kitabı bizden gizlidir ve biz onu nasıl açıp okuyacağımızı bilmiyoruz. Ne de olsa, onu anlamanın anahtarı, gerçekliğin doğru algılanmasıdır.

Zohar Kitabı’na, içinde anlatılan her şeyi, tüm tanımları, sesleri, dünyaları, manevi nesneleri, ruhları, karşılıklı ilişkileri ve özellikle gerçeklik algısının parametrelerini kendi içinde hayal ederek, yalnızca içsel kavramlarla yaklaşılmalıdır: dünya-yıl-ruh, zamanın, hareketin ve mekanın ötesinde.

Metni, içimizdeki güçlerin ve niteliklerin ilişkilerinin bir şemasına açılıyor gibi algılarsak, o zaman yavaş yavaş içimizdeki daha derin içsel durumları ifşa ederiz. O zaman, bize ne kadar gerçek görünürse görünsün, bu dış gerçekliğin var olmadığı, dışsal olarak var olduğu ve bize tabi olmadığı bizim için netleşecektir.

Sadece şimdi, bu gerçekliği yaratanın ben olmadığım, onun kendisinin önümde ortaya çıktığı, doğumumdan önce bile var olduğu ve ölümümden sonra da kalacağı yanılsaması altındayım. Zohar Kitabı’nın bize ne açıklamak istediğini anlamaya başlayana kadar, tüm bu görüşleri değiştirmeye çalışmalıyız.

Zohar Kitabı’na giriş, onun anahtarı, “İnsan… tüm dünyayı kapsar” ilkesine göre, tam olarak her şeyin kendi içine aktarılmasında yatar. Bu nedenle, doğru çalışıp çalışmadığımı, tüm geleceğimi kendi içimde hissetmeyi ve ifşa etmeyi umduğum ölçüde anlamak mümkündür.

Dostlar Olmadan Işık Yoktur

Kalbinizi dostlar için sevgiye açmanın ne kadar önemli olduğunu henüz tam olarak anlamış değiliz. Nihayetinde, onun aracılığıyla Yaradan’ı sevmeye başlıyoruz ve bu başka türlü mümkün değildir. Bu bizi iter ve çok garip ve alışılmadık gelir ama özünde bu, O’nun niteliklerine yaklaşmamıza yardımcı olmak için Yaradan’ın yarattığı kötü eğilimin tezahürüdür.

Bir dostun kalbine girmeye çalıştığım zaman, Yaradan’a ulaştığım anlaşılır. Bir dostun kalbi, Yaradan’la buluştuğum yer olan, o tapınaktır. Şu ana kadar bunu hissetmiyoruz ve bu bilince ulaşmamız uzun zaman alıyor. Aslında, içimde barındırdığım tüm egoizm, bir dostla olan bağıma karşı çıkar çünkü burası benim Yaradan’la bağımın olduğu yerdir.

Benim için bir dostun kalbi, Yaradan’ın evi olur. Bir dostun kalbine girmeyi başarırsam, Yaradan’ın bulunduğu tapınağa giriyorum demektir. Bu kutsal binayı inşa eden ve böylece Yaradan’a yaklaşan bendim.

Bu nedenle, en önemli şey egoizminizi kırmak ve dostlarınızın kalbine girmektir. Umarım bu içsel duygu kalbimizin derinliklerine yerleşene kadar bunu daha fazla ve daha fazla hissedeceğiz ve bu şekilde hepimiz tek kalpte tek adam olarak bağlanmaya layık olacağız.

Kabala’ya Direniş

Kabala’nın birçok muhalifleri vardır. Onlara böyle öğretildiği için “Kabala” kelimesine katlanamayan insanlar vardır. Kendilerine zarar verebileceğine ve bir şekilde önemlerini azaltabileceğine inandıkları için, onu çalışmaya istekli olmayan insanlar vardır. Yani düşünmeden, başka insanlara sorun çıkarmak için birçok neden vardır.

Yaradan hakkında tamamen yeni bir şekilde konuştuğunuzdaki sorunlardan bahsetmiyorum bile – bu hiçbir dinin bahsetmediği bir şey. Seni nasıl kabul etsinler?

Yorum: Prensipte ne yaptığınızı kendinize açıklayabilmeniz için, Kabala’ya karşı direnişin var olduğunu söylüyorsunuz.

Cevabım: Evet, Kabala çalışan bir kişi gerçekte ne yaptığını anlamaya başlayana kadar bu bir problemdir. Bu, onun içinde hemen oluşmaz.

Yavaş yavaş, neden, ne ve nasıl olduğunu anlamaya başlar. Bütün bunlar, hissetmediği ruhu incelediği için birikir. Kendisi de henüz hissetmediği, ancak yaklaşmaya çalıştığı, üst dünya denen bu ruhtaki duyumları inceler. Bu nedenle, nerede olduğuna dair henüz net bir anlayışa sahip değildir.

Rabaş: Manevi Devrim

Rabaş, Polonyalı Yahudilerin bir köşede, küçük bir toplulukta ayrı ayrı oturup çalışma zihniyetine sahip olmayan, inançsız, ruhen kesinlikle yabancı insanlara öğretmeyi kabul ederek bir devrim yaptı.

Aniden Tel Aviv’den tamamen inançsız olan kırk öğrenci size gelir ve siz onları kabul eder ve onlara kalbinizi verirsiniz. Bütün bunlar Bnei Brak’ta kapalı [Ortodoks] bir toplulukta olmaktaydı.

Anlaşılmaz bir şeydi: “Ne? Aşlag dindar olmayanlara ders vermeye mi başladı?! Ve onlar genç ve evli değiller mi?! Bu nasıl olabilir?!”

Kabala’nın, sadece kırk yaş üstü insanlar için olduğuna inanılıyordu. Ona yirmi beş yaşındakileri getirdim! Kabala’nın sadece Talmud’u zaten bilen dindarlar için olduğuna inanılıyordu. Bu kitapları hiç açmayan, tanımayan ve onları hor gören adamlar getirdim! Kipayı sadece cenazelerde veya bir şey olduğunda takarlardı.

Bu tür insanları, tüm adetlere rağmen Kabala çalışmasına kabul etti – kırk yaşın altında, evli değil, kendilerini Tora ile doldurmamış! Bu nasıl olabilir? Ama bunun için çabaladı. Farklı bir zaman gelmişti.

 

Kabala Dilinin Avantajı

Bu yorumda yapmakta zorlandığım şey, Tanrısal bilge Ari’nin bize verdiği talimata göre onların manevi saflıkları içinde, herhangi bir somut terimden yoksun olarak On Sefirot’u açıklamaktı. Böylece, her yeni başlayan, herhangi bir maddileştirme veya hatada başarısız olmadan bilgeliğe yaklaşabilir.

Bu on Sefirot’un anlaşılmasıyla, kişi bu bilgelikteki diğer konuları da incelemeye ve kavramayı bilecektir. (Baal HaSulam, “On Sefirot Çalışması,” Bölüm 1: Kısıtlama ve çizgi, İçsel Gözlem).

Baal HaSulam, Kabalistlerin manevi nesneleri maddeleştirmemek için, özellikle Sefirot‘un dilini aldıklarını söyler.

Kişi, Kabalistik metinleri çalışarak, dünyamızın tüm sözlerinin ardındaki manevi eylemleri ve manevi kavramları yavaş yavaş anlamaya başlayacaktır.

Baal HaSulam, tüm o hikâyelerle karıştırılmaması için, yeni başlayanların manevi dünyayı önceki nesillerde yazılan kitaplarda kullanılan dalların dilinde değil, Kabalistik dilde incelemelerini tavsiye eder.

Gerçek şu ki, üst dünyayı edinmiş ve Kabala’nın içsel anlamını az çok anlamış olan Kabalistler, bu dile sahip olmadıkları için hala hiçbir şeyi açıkça ifade edemezler.

Onun doğru kullanımını ortaya çıkaran Baal HaSulam’dı. Bu nedenle, ondan sonra, genel olarak zaten hata yapmayacağımızdan ve her şeyi doğru ifade edip anlayacağımızdan emin olabiliriz.

 

Her Şey Benzerlik Ölçüsüne Bağlıdır

Bu nedenle, O’nun ihsanında her zaman iki anlayışı ayırt etmeliyiz: Birincisi, hala kapsayıcı, basit bir ışık olduğu zaman, o üst bolluğun özünün alınmadan önceki formudur. İkincisi, bununla alıcının özelliklerine göre ayrı bir form elde ettiği için, bolluk alındıktan sonraki formudur. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Bölüm 1, İçsel Gözlem, Madde 2).

Benim niteliklerimin ve Yaradan’ın ihsanının niteliklerinin benzerliğine göre, sadece belirli bir etki hissederim. Yani bende kıyafetlenmeden önce ışık; “basit, formsuz, tek” olarak adlandırılır ve alıcının içinde kıyafetlendiğinde adeta benim niteliklerimi almış gibidir.

Soru: Eğer benim niteliklerim O’nun zıddıysa, kendimi Yaradan’a zıt mı hissederim?

Cevap: Burada, Yaradan’ın nitelikleri ile insanın niteliklerinin benzerliğine bağlı olarak çok sayıda olasılık vardır. Bu, bir insanın nasıl hissettiğidir. Nitelikleri Yaradan’ın niteliklerine ne kadar benzer olursa, O’nu o kadar doğru hissedecektir.

Soru: Bu Yaradan duygusu ne kadar nettir?

Cevap: Bu benzerlik ölçüsüne bağlıdır çünkü pratikte sadece Yaradan’ı hissederiz, O’ndan başkası yoktur.

Bu nedenle tüm arayışımız, O’nu tüm görünümleri ile ifşa etmektir. O zaman etraftaki her şeyin O’ndan, O’nun tek gücünden ve bütünlüğünden ibaret olduğunu göreceğiz.

Son Neslin Kabalistlerinin Misyonu

Yorum: Neler olduğuna bakarsanız, o zaman bu aşamada siz geçmişin Kabalistlerinden çok daha fazlasını yaptınız.

Cevabım: Bu aşamada çok şey yaptım ama düşük seviyede.

Geçmişin Kabalistleri, manevi dünyada büyük ıslahlar yaptılar ve onu dünyamızda tezahür etmesi için hazırladılar. Bununla birlikte, ben, aşağıdan yukarıya daha çok çalışma yapıyorum. Bu dünyayı, onun formu ve arzusu bakımından üst dünyayla temasa az çok hazır olacak şekilde hazırlıyorum.

Yani onların çalışması, manevi kaynağı yukarıdan aşağıya çekmek üzerine kuruluydu ve benim çalışmam bir grup insanı, onların kaynağına yükseltmek ve bu bağı yaratmak. Ben, aşağıdan yukarıya doğru çalışıyorum. Bu, benim misyonum.

Akıl, Arzu ve Niyet

Soru: Bizim dünyamızda doğan bir insan zaten bir niyete sahip midir? O sadece alma arzusuyla doğmaz mı?

Cevap: Evet ama bunlar küçük, mikro niyetlerdir.

Soru: Küçük bir çocuğun zevk alma arzusu olduğunu görüyoruz. Yine de kendi iyiliği için zevk aldığını bile söyleyemezsiniz. Ama büyüdüğünde öyle bir kurnazlık gösteriyor ki, bunu bilinçli olarak kendisi için yapıyor, bilinçli olarak başkalarını kullanıyor. Bizim bir arzumuz, aklımız veya başka bir işlevimiz var mı?

Cevap: Aklımız, arzumuz ve niyetimiz var. En önemli şey ise niyettir. Bu, kişinin eylemlerinde neye talip olduğunu belirler.

Akıl yardımıyla niyeti değiştirebiliriz. Arzunun kendisi tamamen mekaniktir. Ancak niyeti arzuların üzerine nasıl yükseltebileceğimizi ve arzunun doğasını -kendimiz veya başkaları için- nasıl değiştirebileceğimizi bilmek zaten bir insan yeteneğidir.

Akıl çok önemli bir fonksiyondur. Bizler onun sayesinde niyetimizi değiştirebiliriz.

Yaradan’ın Ve Yaratılanın Niteliklerinin Bağlantısı Neye Yöneliktir?

Soru: On Sefirot Çalışması’nda, Baal HaSulam, daralan boşluğun bir noktasında dört dünyanın oluştuğunu yazar. “Olam” (dünya), “Alama” (gizlenme) kelimesinden gelir. Dört gizlenme, dört filtre oluşturuldu. Bu filtrelere neden ihtiyaç duyuldu?

Cevap: Gerçek şu ki, kimse bir şeyi bilerek yaratmamıştır. Ancak Yaradan’ın doldurulacak yeri ile yaratılanın doldurulacak niteliği arasında bir karşıtlık olduğu için, birbirleriyle etkileşim halinde karşılıklı, birbirine bağlı dört aşamalı etki oluştururlar.

Bu nedenle, ışığın kendisinden, sıfır aşaması yani ışığın arzuda yayıldığı ilk aşama gelir. Arzu onu hissetmeye başlar ve kısıtlandığı ölçüde değişir. Ve bu esnada hala tüm ışığı kendi içine alır. Bu duruma sonsuzluk dünyası denir.

On Sefirot Çalışması’nda, ışığın yayılmasının dört aşaması hakkındaki bilgi Kabala bilminde temel olduğundan, bu çok ayrıntılı bir şekilde analiz edilir.

Başka bir deyişle, bunlar iki niteliği birleştirmek için seçeneklerdir: Yaradan’ın ve yaratılanın nitelikleri yani ihsan etme ve alma nitelikleri. Bu bağın kombinasyonları, daha sonra kendi içimizde keşfetmeye başladığımız ve onlara göre değiştirdiğimiz dört çeşit gizlenme sağlar.