Category Archives: Kabala

Zohar Kitabı Maneviyatın Giriş Biletidir

Zohar Kitabı’nın özel olduğunu herkes bilir. O, insanı manevi dünyaya götürebilen tek kitaptır. Eşsiz amacı nedeniyle ünlenmiştir ve insanlık ona özel bir şekilde davranır.

İnsan bu dünyaya, hiçbir şey bilmeden doğar. Doğa, onun için dünyaya çok garip bir giriş hazırlamıştır, ona önceden hiçbir şey açıklanmaz ve ona babasından, annesinden veya önceki nesillerden duyumlar, hafıza veya zihin aktarılmaz.

İnsan bir et parçası olarak doğar ve bu dünyadan izlenimler almaya başlar: sıcak, soğuk, ışık, karanlık, sesler, gürültü ve sessizlik…

Yeni doğduğunda, insan hiçbir şey hissetmez. Yavaş yavaş seslere, ışığa, sonra annesinin tavrına, kendi üzerindeki bazı hareketlerine tepki vermeye başlar ve güler ya da ağlar. Dünyayı keşfetmeye başlar, etrafını saran şeyleri anlamaya çalışır ve bedeniyle tanışır. O bu şekilde büyür.

Bir hayvan yavrusunun doğumundan birkaç gün sonra her şeyi bilmesi ve bu dünyada kendi başına hayatta kalabilmesi, ancak bir insan yavrusunun yetişkinlerin ilgisi olmadan hiçbir şey yapamaması şaşırtıcıdır. Ayrıca eğer o, ormanda bırakılmış olsaydı çevresindeki hayvanlara benzemeye başlardı.

Bir çocuğun dünyamızdaki tüm gelişimi; aldığı izlenimler ve dünyada var olan ve yetişkinlerin ona gösterdiği ve açıkladığı örnek ve davranış kalıpları temelinde gerçekleşir.

Çocuklar için müzik, oyuncaklar, kum havuzlu ve kaydıraklı oyun alanları, çeşitli inşaat setleri ve oyunlar var. Bunların hepsi çocukların kırmayı, birleştirmeyi, sökmeyi, renkleri ve sesleri ayırt etmeyi öğrenmesi içindir. Bütün bunlar, onu dünyamızdaki hayata hazırlamak için, onun gelişimi için varlar.

Ebeveynler ve çevre, çocuğun kendi kuşağına ve içinde yaşadığı dünyaya yakışır bir şekilde büyümesi için her şeyi sağlamaya hazırdır. İçgüdüsel olarak, çocuğumuza içimizdeki her şeyi vermek isteyecek şekilde yaratıldık. Aksi takdirde çocuklar hayata hazır olamazdı.

Bu tür bir yetiştirme tarzı doğaldır, bizim doğamızdan gelir ve onu yok edemeyiz. Bir kişiyi doğrudan bir bilgisayara bağlayıp onu ansiklopedik bilgilerle doldurarak ona bilgi yükleyemeyiz.

Doğumdan hemen sonra onu eğitim ve bilgi ile doldurup onda duyular, tepkiler, hassasiyetler geliştiremeyiz; ancak yavaş yavaş, adım adım, izlenimler biriktirdiği ölçüde, kendisi bir birey formunu alır.

Bu süreç insanın hayatının ilk 20 yılını ve hatta daha fazlasını alır. Ve yetişkinler olarak biz de öğrenmeye ve gelişmeye devam ediyoruz ve reşit olduğumuzda daha önce bir şey bilmediğimiz için pişmanlık duyuyoruz.

Benzer bir gelişme süreci, üst dünyada doğuşumuz ve gelişimimiz de bizimle birlikte gerçekleşir. Tek fark, bu süreç esnasında maddi dünyada da var olmamızdır ve bu gerçekten kişiyi etkiler!

Ama aynı zamanda manevi bir baba ve anneye, manevi bir çevreye, oyuncaklara, eğitime, yetiştirilmeye ve açıklamaya da ihtiyacım var. Ve örnek alamazsam, manevi dünyaya hazır olamayacağım, o bana açılmayacak ve onu tanıyamayacağım.

Bir insan nasıl ki bilgisi olmadan bizim dünyamızda var olamazsa, ruhu da bilgi olmadan üst dünyada var olamaz. Dahası, üst dünyanın bilgisi, onun içindeki bir yaşam hissidir (Baal HaSulam, “Beden ve Ruh”).

Yeni doğmuş bir bebeğe, beşiğinde bırakıldığını ve varlığı için gerekli olandan başka hiçbir şey verilmediğini düşünün. O bir et parçası olarak gelişmeden kalırdı.

Yeni, çeşitli izlenimler almazsak gelişemeyeceğiz. Onları bir bebeğin anlamaması gibi biz de anlamayabiliriz ama her türlü dış etki ve izlenimle dolmaya başladıkça bu şekilde büyürüz.

Aynı şey maneviyat için de geçerlidir. Kendimizi manevi dünyadan gelen çeşitli dış etkilerle doldurmalıyız. Ama bu etkiler bizim maddi dünyamızda yoklar!

Zohar Kitabı’nın üzerimizde sahip olduğu tam da bu “dış” etkidir. İşte bu yüzden bu kitap özeldir. Bir insan bu kitabı okursa veya dinlerse, anlayışı ne olursa olsun, kitap onu bilinmeyen üst dünyanın çeşitli izlenimleriyle doldurur. Başka hiçbir kitabın insan üzerinde böyle bir etkisi yoktur.

Bizler, Zohar kitabını çalışırken, yavaş yavaş  ondan izlenimler alacağız, onları biriktireceğiz ve onlar bize nüfuz edecek ve ilerlememizi sağlayacaklar.

Elbette, kişinin, onun anlatımıyla bir miktar bağ kurmasını sağlamak için Zohar Kitabı’nı okumaya küçük açıklamalarla eşlik edeceğiz.

Ama aslında insan, ona hiçbir açıklama yapılmadan sadece anlama arzusuyla bile onu okuyabilir, tıpkı gözleri fal taşı gibi açılmış bir çocuğun, doğası bir dakika bile rahat kalmasına izin vermediği için, dünyaya ulaşmak ve her şeyi bilmek istemesi gibi.

Duyularımızı, kalbimizi ve zihnimizi bu kitaptaki her şeyi özümsemek için açarsak, dünyayı coşkulu gözlerle özümseyen bir bebek gibi, ilerleriz.

Ve kişinin parlak bir zihne sahip olması veya öğrenmesinin zor olması, tembel veya çevik, rasyonel veya duyarlı olması fark etmez, herkes kendisi için en uygun gelişimi alacaktır.

“Manevi Süreç Nedir?” (Quora)

Manevi gelişim süreci, başkaları ve doğa pahasına kendi çıkarımıza yönelik egoist arzularımızı dinlemeye karşı çıkmak ve yalnızca “Yaradan” veya “Doğa” olarak adlandırılan sevgi, ihsan etme ve bağın üst gücü ile bağlı olacak yeni bir kıvılcım geliştirmek anlamına gelir.

İçimizdeki bu manevi kıvılcımı yani manevi arzumuzu geliştirmeye yönelik çabalarımıza göre, kelimenin tam anlamıyla “insan” olarak anılacağız. “İnsan” kelimesi İbranice’de  (“Adam”), en yüce olan Yaradan’a (“Domeh le Elyon”) benzer olmak (“Domeh”) anlamına gelir.

Yaradan ihsan etme, verme gücüdür. Bizim yaratılmış olduğumuz alma arzularının tam tersidir. Yaradan, ihsan etmek için içimizde bulunan küçük bir kıvılcımda var olur. Yaradan’ı bulmak çok zordur. En büyük egoistler, Yaradan’ı daha küçük egoistlerden daha hızlı ve daha doğru bir şekilde bulabilirler. Daha küçük egoları olan, başkalarına yardım etme ve onlarla birlikte olma eğilimi olan insanlar, vermenin manevi niteliğini zaten belirli bir dereceye kadar deneyimliyormuş gibi hissederler ama tam olarak yaşayamazlar.

Manevi olarak gelişirken, içimizdeki manevi kıvılcımla -sevginin gücü, ihsan etme ve başkalarıyla olumlu bağ kurmanın gücü- giderek daha fazla özdeşleşmeyi arzularken, kendimizi sürekli olarak egoizmimize, gururumuza ve bencilliğimize düşerken bulduğumuz umutsuzluk koşullarından geçeriz. Bu tür koşullardan geçmek ve bunları en iyi şekilde kullanmak, etrafımızı oluşturan çevreye bağlıdır. Bireysel olarak, bu tür koşulları aşamayız.

Bize belirli bir his verilir ve çevremizde bu hisse zıttı olan, bir yandan diğer yana değişen ağırlıklara benzer bir şey varsa, o zaman bu şekilde karşı kuvveti kullanabiliriz.

Kendimizi, manevi gelişimimizde bizi destekleyen insanlarla çevrelersek, o zaman birbirimize yardım eder, tartışır ve birbirimizi anlarız. Bu sayede o anda düşüşte olan kişiye değil, diğer herkese odaklanıyor olabiliriz.

Manevi Edinimin Bir Sonucu

Soru:  Biz bir şeye odaklandığımızda, onun içine dalarız ve oradan çıkamayız. Siz; bizlerin yaptığı gibi koşulun içine batmadan, zaten her şeyin içinde olduğunuzu söylüyorsunuz.

Aynı anda her şeyin içinde olmayı ve aynı zamanda beyninizin tıkanmamasını nasıl başarıyorsunuz?

Cevap:  Bu sadece benim tüm hayatım. Herhangi bir programın kaydı sırasında bana soru sorulduğu anda, zaten bu konunun içindeyim. Bunu yapmak için hiçbir araştırma içine girmeme gerek kalmıyor.

Ben üniversitedeyken çok saygı duyduğumuz bir hocamız vardı. Derse gelir, gömlek cebinden küçük bir kâğıt çıkarır, plana göre ne söyleyeceğine bakar, yerine koyar ve 15-20 dakika konuşurdu. Bir konuyu bitirir, ardından bir sonraki konuyu bulmak için tekrar kâğıt parçasını çıkarır ve tekrar konuşmaya başlardı.

Yani bir yandan öğrenciler için çok önemli olan net bir planı vardı. Öte yandan, tüm materyali bildiğini ve sadece sunumun sırasını hatırlaması gerektiğini görürdük. Hepsi bu.

Bende aynıyım. Sadece öğrenciler, benim için yaptığından dolayı bir plan yapmak zorunda değilim. Derse geliyorum ve diyorlar ki: “Şu konuları çalışmak istiyoruz.” Ve onları inceliyoruz. Sonra sorular soruyorlar ve hangisinin olduğunun benim için hiç önemi yok. Bana içinde yaşadığım dünyayı soruyorlar. Onun hakkında konuşmakla ilgili ne gibi bir sorunum olabilir ki?

Soru: Demek ki olaylara net bir yaklaşımınız var, her şey yapılandırılmış, her şey net ve bir insanın yıllarca uğraşabileceği bazı işlerle kafanızı meşgul etmenize gerek kalmıyor.

Cevap: Buna “edinim” denir. Bazı gerçekleri bildiğinizde bu, maddi dünyamızın bilgisi değildir.  Manevi dünyada olduğu gibi, bizim dünyamızda, ekmek, su ve süt dâhil olmak üzere böylesine bir bağ kurduğumuz hiçbir şey yoktur.

Manevi dünyada, her şeyin özüne ulaşırsınız ve bu nedenle o sizindir. Size bir şey sorulduğu zaman; onun ne olduğunu, ortaya çıkışını, gelişimini, bugünkü haline gelişini ve daha da ileride son haline geleceği andan itibaren, onun ne olduğunu içselliğinizde bilirsiniz.

Herhangi bir nesne, güç, nitelik ve olay hakkındaki her şeyi bilirsiniz. Bu nedenle, herhangi bir sorun yoktur. Buna “manevi edinim” denir çünkü o, zamanın, mekânın ve hareketin üzerindedir. Sadece geneldir çünkü bütünseldir.

Baal HaSulam’ın İfşaları Sayesinde

Bugün dünyada kaç kişi gerçek bir korku ve çaresizlik duygusu içinde? Çektikleri acıya bir gerekçe bulamıyorlar, ne yapacaklarını, yarın ya da birkaç ay sonra kendilerini nasıl besleyebileceklerini bilmiyorlar. Bazıları, milyarlarının hali ne olacak diye endişelenirken, diğerleri ise son kuruşları bittiğinde nasıl hayatta kalabileceklerini bilemiyorlar.

Herkes kendi hayatında kendince acı çekiyor ama kimse var olmaya nasıl devam edebileceğini anlamıyor. Ve bizler, birdenbire yukarıdan öyle bir hediye aldık ki, bu dünyaya küçük ve mutsuz, bitap düşmüş hayvanlar olarak değil, insan bakış açısıyla bakabiliriz. Ve tüm bunlar, Baal HaSulam’ın ruhu aracılığıyla bizlere ulaşan ifşaları sayesinde oldu ve Rabaş, bizimle Baal HaSulam arasında bir geçiş adaptörüydü.

Baal HaSulam, son ıslahına ulaşmış olan mükemmel ruhu aracılığıyla, sonsuzluk dünyasından bize gelen ışığın kanalıydı. Ama kendini bizim seviyemize alçaltmak istedi çünkü aksi halde insanlarla bağ kuramazdı. Ve ancak birçok derece alçaldıktan sonra, On Sefirot Çalışması’nı ve Zohar Kitabı’na Giriş’i yazabildi. Daha önceden sahip olduğu dereceyi, olabilecek en yüksek seviyeyi, kelimelerle hiçbir şey söylenemeyecek yerden geldiği için idrak edemeyiz.

Bunun anlamı, o, ışığın arzularla örtülmediği Atzilut dünyasının GAR derecesi ve yukarısında olduğuydu. Oradan, insana hitap edemedi ve duyulamadı ve bu nedenle kendini alçaltmak istedi. Ve aslında Yaradan’ın kendisinden beklediği görevi, bilinçli şekilde isteyeceğini ve yerine getireceğini bilerek, tamamlamış oldu.

Ve bizler Rabaş, Baal HaSulam ve insanlık arasındaki bir orta seviyedeyiz. Bir taraftan, Baal HaSulam’ın ne dediğini anlamak için yükselmemiz gerekiyor. Öte yandan, insanlara inip bizden neye ihtiyaçları olduğunu ve mesajımızı hangi biçimde kabul edebileceklerini anlamamız gerekiyor. Bu iki kutba, yukarıya ve aşağıya ulaşabilmemiz gerekiyor.

Baal HaSulam ve Rabaş bizlere üst seviyelerden konuştular. Ve bizler, dünyaya dokunabilmek ve onu uyandırabilmek ve sonra tüm insanlıkla birlikte, Mahsom aracılığıyla yükselip, üst Malhut’a bağlanabilmek için, en altta, Parsa’nın altındayız. Bu bizim görevimizdir.

Öğretmenin Manevi Çizgisini Takip Etmek

Baal HaSulam’ın, manevi derecede tuttuğu öğrencileri vardı. O öldüğünde, o dereceden düştüler. Aynı şey bizim öğrencilerimiz için de geçerli olabilir. Şu anda onlar belli bir seviyeye geldiler ama ben bu dünyayı terk ettiğimde… Bunun nasıl devam edeceğini düşünmek bile istemiyorum.

Doğal olarak, onları tutan güç düşecek ve benimle manevi alanda iletişim kuramayacaklar. Düşecekler. Bu, tüm Kabalistler ve onların öğrencileri için geçerlidir.

Yorum: Ama 15-20 yıldır sizinle çalışan öğrencileriniz var.

Cevabım: Bu zamana bağlı değildir. Bunu yapmak için, kişinin öğretmene sonsuz bir şekilde bağlı olması gerekir. Bu nedenle insanlar, oğlunun, babasının yerini almasını tercih ederler. Sonuçta, bir oğul, kural olarak, babaya karşı gelmez. Onu takip eder ve babasına zarar vermek istemez çünkü egoizm açısından bu aynı zamanda onun mülkiyetidir.

Bununla birlikte, diğer herhangi bir kişi kıskanır, kendini düşünür, içgüdüsel olarak sizin yerinize kendini yüceltmek ister. Üstesinden gelmemiz gereken şey de budur. Biz böyle yaratıldık ve bununla ilgili bir şey yapılamaz. İşte aynı zamanda sorun burada yatıyor. Öğrencinin “ben” inin üstesinden gelmesi ve öğretmeninin içindeki öğretmenle birleşmesi çok zaman ve çaba gerektirir, sadece birkaçı bunu yapabilir.

Geri kalanlar da ilerliyor, bir şekilde her insan kendi görevini yerine getiriyor. Ama öğretmenden sonra birileri manevi çizgiyi takip etmeyi başarır, diğerleri ise yapamaz.

Rabaş bunu Baal HaSulam ile yaptı. Bunda başka kimse başarılı olamadı. Hiç kimse! O zamanları yaşamış olanlarla konuştum, bana dediler ki: “Baal Hasulam öldükten sonra, Rabaş dışındaki tüm öğrencileri…” Elbette bir şeyler yaptılar: buluştular, çalıştılar, başkalarına öğrettiler, ancak tüm bunların genel halk için sıradan kurslar olduğu açıktı.

Aynı şey Rabaş’tan sonraki zamanlar için de geçerlidir. Kenara çekildim, kimseyle uğraşmak istemedim. Sonra bir gruba doğru çekildim, beni zorla öğretmenleri yapmaya çalışan sadece beş altı kişilik bir grup; bunu istemedim. Nasıl yapılacağını bilmediğimden değil, ancak sahip olduklarımdan vazgeçmek zorunda kaldım çünkü kendimi mahvedebilirdim.

Genel olarak, her şey yukarıdan düzenlenmiştir. Daha sonra, onlara haftada en az bir kez ders anlatmamı isteyen öğrencilerin yavaş yavaş toplanmaya başladı. Muhtemelen bu, sadece zamanın gelmiş olduğu gerçeğiydi.

Yom Kippur: Islah İçin Talep

Manevi gelişim sürecinde, kişinin tövbe ettiği ve ıslah edilmesini istediği tüm günahlarının düzeltilmesi anlamına gelen Yom Kippur (“kapara” – “kefaret” kelimesinden) adı verilen, özel bir durum vardır.

Sonuçta, kişinin kendisinin hiçbir şeyi düzeltemeyeceği açıktır ve işlediğimiz günahlar kesinlikle bize ait değildir çünkü bize hükmeden ve bizi günah işlemeye zorlayan kötü eğilimi kötü eğilimi yaratan da Yaradan’dır.

Bizler, başkalarını veya Yaradan’ı değil, her seferinde sadece kendimizi düşünmeye iten egoizme dalmış olduğumuz için suçlu değiliz. Bu nedenle, ne günahlar ne de onların düzeltilmesi bizim suçumuz ve erdemimiz değildir; çünkü her şeyi Yaradan yapar. Tüm günahları ve onların tüm ıslahlarını, Yaradan bizim için hazırladı ve biz adeta bir mengene gibi bu iki koşulun arasındayız.

Bizim çalışmamız, hem günahları hem de ıslahları Yaradan’la ilişkilendirmektir. Günah ile ıslahı, ancak her ikisinin de bizden değil, Yaradan’dan geldiğini anlayıp hissettiğimizde onunla ilişkilendirebiliriz. Yaradan, günahların ve ıslahların üzerindedir. O, her şeyin üzerinde, özel yüksek bir güçtür.

Bu nedenle Yom Kippur, yaratılışın üzerine çıkmamızı, daha yüksek güçle bağlantı kurmamızı ve onun seviyesine ulaşmamızı sağlayan özel bir sevinç gündür.  Yaradan’ın yarattığı tüm günahlar ve tüm egoizm ve böylelikle elde edilen ıslahlar, kötü ve iyi eğilimlerin üzerindeki basamağı yani ulaşılamayan Yaradan’ı anlamamız için gereklidir.  Bu başka bir şekilde edinilemez.

Yaradan, tüm yaratılanlardan ayrılmıştır ve bu öze ancak bu şekilde, ayrılığımızı sonuna kadar deneyimleyerek ulaşabiliriz. Birbirimizle birleştiğimizde, Yaradan ile birleşiriz.

Günah, ceza ve ödülün üzerine çıkar ve bu ıslahları yapılır kılarız. Böylece ancak bunların yardımıyla tüm yaratılıştan kopuk olan Yaradan’a ulaşabiliriz. Yaradan tüm bu koşulları bizim için, O’na erişebilmemiz için hazırladı: bir, eşsiz ve birleşmiş olarak.

Yom Kippur, tüm yaradılıştan kopuk olan üst güce ulaşma sürecinin ana sembolüdür.

Birlik olmadan, tüm dünya Kli’si ile ilgili düşünceler olmadan ve karşılıklı yardım ve tüm insanlıkla ilgili düşünceler olmadan, en küçük manevi dereceyi bile elde etmek imkânsızdır. Tüm uluslar, bireysel egoizmlerini aşmaya ve Adam HaRişon’un sistemine geri dönmeye; sanki tek bir kişi gibi, tek bir arzu gibi olmaya yazgılıdır.

Yom Kippur, kişinin kendi günahını, kendisinin de günah işlediğini düşünmesi ve her şeyin Yaradan’dan geldiğini görmemesi olduğunu ifşa ettiği manevi bir durumdur. Yani “O’ndan başkası yok”u kabul etmemiştir.

Kişi, her şeyi kendi başına yaptığını zannediyor, düşünce ve isteklerini kendi egoizmi içinde değerlendiriyordu. Ancak şimdi kişi hatalarını, tek, eşsiz ve birleşik üst güçle ilgili olmayan tüm bu saf olmayan muhakemeleri düzeltmek istiyor. İşte kişi bunun için dua eder ve Yaradan’dan bunu ister.

Yargı gününün özü işte budur (kelimenin tam anlamıyla tercüme edilir, ancak genellikle buna Kefaret Günü denir) – kişinin üst güce atfedemediği tüm durumları ve açıklamaları telafi etmek ve düzeltmek istediği gün. Nihayetinde bizim bütün çalışmamız, dünyada olup biten her şeyi bir üst güce atfetmek ve kendimizi yüzde yüz onun kontrolünde bir yaratılmış olarak görmektir.

125 manevi basamağın yükselişi, onunla tamamen birleşene kadar, kişinin üst güçle giderek artan bir şekilde özdeşleşmesidir. Yaradan tarafından kasıtlı olarak kırılan Kelim’i tamamen düzeltip O’nun seviyesine yükselttiğimizde, Yaradan’ı anlamak ve onunla bütünleşmek için gerçek yola başlamaya hazır oluruz.

Ancak bunlar ıslahın sonunun sırlarıdır. Bunu hep birlikte başardığımızda – şu anda bu dünyada olan ve olmayan tüm yaratılmışlar – o zaman daha da ileri gideceğiz ve son ıslahtan sonra, Yaradan’ın bizim için ne hazırladığını öğreneceğiz.

Yom Kippur’da sadece iyinin değil, kötünün de Yaradan’dan geldiğini ve eşit değerde olduğunu ortaya koyuyoruz. Kişi iyiliği olduğu kadar kötülüğü de kutsamalıdır, çünkü bu güçlerin her ikisi sayesinde, Yaradan ile bütünleşmeyi elde eder.

Daha yüksek güçle bu birleşme, tek ortak hedefimizdir ve bu nedenle geçmiş herhangi bir durum, birleşme için bir davet olarak algılanmalıdır. Ne hissettiğim veya aklımda, kalbimde, bedenimde veya ilişkilerimde ne olduğu önemli değil;  bunlarla aslında bana üst güçle birleşmeye ekleyebileceğim ve güçlendirebileceğim şeyler gösteriliyor.

Yom Kippur’da oruç tutmanın anlamı, alma gücünü kullanmadan sadece inanç gücüyle hareket etmemizdir.

Bütün Koşullar Manevidir

Soru: Tüm koşulları, örneğin uyuşukluk, sağlıksızlık veya ilgisizlik gibi durumları manevi saymak doğru mudur? Yoksa gerçek manevi koşullar sadece grubun çalışmasında ortaya çıkanlar mıdır?

Cevap: Kesinlikle tüm koşullar manevidir, soru onları etkileyip etkileyemeyeceğimdir.

Soru: Bu senaryodaki hangi koşullar etkilenebilir?

Cevap: Açıklaması kolay değil. Her şey katılımcıların her birine bağlıdır. Bu çok karmaşıktır.

Soru: Ama kişinin yaşadığı tüm süreci, bir manevi güçler oyunu olarak ele almaya değer mi?

Cevap: Doğal olarak. Sadece bu.

Soru: Kişinin bu sürece katılımı nedir? Sonuçta, ya pasif ya da aktiftir. Ya da insan, ne zaman kendi çabasını gösterebildiğini ve sırf bir bahane olarak “O’ndan başkası yok” dediğini anlayamaz.

Cevap: Çalışmamız ve analizimiz, her olayla nasıl ilişki kuracağımızı belirlemek, onu analiz etmek, parçalara bölmek ve daha sonra onu bu parçalardan belirli bloklara sentezlemektir.

Bu, Yaradan’ı anlamak için tüm doğayı, kendisini, etkileşimi ve tepkiyi parçalara bölen insanın manevi çalışmasıdır. Yapmamız gereken budur çünkü burada Yaradan’ı ifşa etmek, O’nu alt dünyamızdan tam olarak anlamak ve en üst dünyaya erişmek için varız.

Bizi Mahsom’dan (Bariyer) Kim Geçirecek?

Soru: Bir öğrenci, öğretmenin yaşamı boyunca Mahsom’u (Bariyeri) geçmediyse, daha sonra geçme şansı nedir? Bunu öğretmenin yaşamı boyunca mı yapmalı?

Cevap: Tabii ki arzu edilen budur. Fakat bu yalnızca niteliklerin benzerliği ile yapılabilir, bu da kendini yola adama, öğretmene “bağlılık”, öğretmenin tüm tavsiyelerine uyma demektir, ve bu, onun gözünde öğretmenin kendisinden ne kadar önemli olduğu anlamına gelir. Başka bir deyişle, bu sadece Yaradan’a özgü bir eğitimdir.

Maneviyatı elde etmek için çok yetenekli, çok hevesli birçok öğrenci var ama onlar için kendilerine ait bir şeyin önemi, öğretmenin ihtiyaç duyduğu veya öğretmen için neyin gerekli olduğunun öneminden üstün geliyor.

Diyelim ki birisi sizin hakkınızda ve öğretmen hakkında hoş olmayan bir şey yazsa, hangisini daha fazla acıyla algılarsınız? Öğretmenin onurunu mu yoksa seninkini mi savunacaksın? Hangi özenle, nasıl yapacaksın?

Yorum: Ancak bu, bir kişinin gelişiminin farklı aşamalarına bağlıdır.

Cevabım: Şüphesiz, elbette! Ama öğretmenin ölümünden önce Mahsom’u geçmenin mümkün olup olmadığını soruyorsunuz. Bilmiyorum. Bu öğrencinin sorunudur. Her durumda, ölümden sonra çok daha uzun sürer.

Soru: Peki, öğretmen yapmazsa onu Mahsom’dan kim geçirecek?

Cevap: Aynı öğretmen, sadece farklı bir biçimde. Eğer öğrenci, onun hemen yanında bulunmasından yararlanamazsa, onu çevresinde farklı bir biçimde aramak zorunda kalacaktır. Tıpkı Yaradan’ı aradığı gibi.

Soru: Öğretmenden başka kimse olabilir mi?

Cevap: Hayır, hiç kimse! Bu maddeselleştirilmiş bir şey değil. Aynı öğretmen, sadece farklı bir formda ve bir insan olarak değil.

Yorum: Ama eğer dediğiniz gibi bir zincir varsa, siz Rabaş’dan sonra geliyorsunuz…

Cevabım: O halde üst yoldan geçmiş bir kişi olmalıdır. Öğrencilerle aynı seviyede olan birini nasıl koyabilirsiniz? Onlardan birini üstlerine koymak mı? Hangi temelde?

Soru: Bizim tutunmamız gereken derece sizsiniz. Ama siz giderseniz, bunu hangi formda yapabiliriz?

Cevap: Eğer bu formu keşfetmezseniz, o zaman elbette bu kötü olur. Ardından “deneme yanılma” yöntemini kullanarak çok uzun bir yol kat edeceksiniz.

Eğer bir öğrenci benimle olduğu halde on beş-yirmi yıl manevi dünyaya girmemişse, bensiz girebilmesi için aynı sayıda yıla daha ihtiyacı olacaktır.

Soru: Rabaş’la sizin aranız nasıldı?

Cevap: İhtiyacım olan her şeyi Rabaş’tan aldım. Sadece onun yanında olduğum gerçeğine güveniyordum. Sonra, ölümünden önce kurduğumuz aynı karşılıklı bağların daha derinlerine inmek için uzunca bir metot vardı.

Dünyayı İyiliğe Yönlendirmek

Üst olan, bizden sadece bir tepki bekler. Işık parçaları yukarıdan aşağıya (her birimize) gelir ve doğru tepki vermemizi ister. Üstteki, alttakine ne olduğunu, alttakinin hangi koşulda olduğunu çok iyi bilir çünkü bu koşulu insan için, O oluşturur.

Elbette üstteki alttakinin neye hazır olduğunu bilir. O, özgür seçim için tüm dışsal ve içsel koşulları kendisi için düzenler ve en alttakiler için anlaşılmaz ve bilinmeyen tek bir şeyi en alta bırakır: Tifferet’in (Klipat Noga), ortadaki üçte birini. Bu durumda alttaki orta çizgiyi kendisi oluşturmalıdır.

Alttaki, üsttekinin etkisine karşılık olarak orta çizgiyi doğru bir şekilde oluşturursa, bu onun ödüllendirildiği anlamına gelir. O zaman, gerçekten kendini ve tüm dünyayı (o anda yukarının kendisi için oluşturduğu tüm çevreyi) iyiliğe yönlendirir.

Bu nedenle, bir eksiklik (Hisaron) hissettiğinde, aşağı olandan istenen tek şey, kendisini ve tüm dünyayı iyiliğe yönlendirmek için yukarıya dönmesi ve eksik olan unsuru O’ndan almasıdır.

Ne de olsa, alttaki bilgiden, hissiyattan ve bu durumda da karar verme yeteneğinden yoksundur. Bütün bunları yukarıdan almalıdır.

Üstteki, ona bir Klipat Noga bırakır, böylece alttaki O’na dönüp eksik olanı almak ister. Eğer alttaki, Klipat Noga için bu dolguyu almaya hazırsa, o zaman onu alır ve bu, onun mevcut derecede edindiği ek ihsan etme gücüdür ve bu nedenle bir sonraki dereceye yükselir.

Kişi Nasıl Kabalistik Bir Grubun Üyesi Olabilir?

Yorum: Kültlerin sınıflandırılmasında garip bir varsayım vardır: “Hemen grubun bir üye olmalısınız.”

Cevabım: Hayır, kesinlikle hayır. Bizim topluluğumuzda, bir kişi bir gruba katılmadan önce en az altı ay kampüste eğitim görür, bizimle birlikte kongrelere, ortak yemeklere katılır, ancak grupta değildir.

Kampüsten mezun olduktan sonra genç grubun bir üyesi olur – yaşına göre değil, sınıf derecelendirmesine göre gençtir. İnsanlar orada iki ya da üç yıl daha çalışır.

Kişi grubumuza uyum sağlayana kadar birkaç yıl geçer. Kimse onu oraya sürüklemez. Niye? Yarın gitmesi için mi? Tam tersine, kişi için, önce uyum sağlaması ve ancak o zaman (eğer bunun onun yolu olduğunu gerçekten anlarsa) bize gelmesi daha iyidir.