Category Archives: Egoizm

Medeniyetin Çöküşünün İşaretleri

Soru: Günümüzde herkesin kendi görüşü var ve herkes bunu ifade etmesi gerektiğini düşünüyor. Kişisel görüş nedir ve ne kadar önemlidir?

Cevap: Gerçek şu ki, egoizm büyüdü. Yüz yıl önce insanlar daha mütevazı olsalardı ve kendilerine ve başkalarına, kendi sınıflarına ve diğer sınıflara, sosyal konumlara ve sosyal kültüre bölünmeyi anlasaydılar ve nerede, ne zaman, hangi toplumda hayır diyebileceklerini bilselerdi keşke, artık tüm modern liberalleşmeler, kişinin her şeyi ve her yerde yapabileceğine inandığı bir duruma yol açtı. Özgürlük!

Sonuç olarak, ne bilgisi, ne kültürü, ne de herhangi bir becerisi olmadığı için, insan “domuz kulağından ipek bir kese” gibidir. Gördüğümüz bu. Her şeyden önce, bu tür davranışlar medya tarafından teşvik edilir ve gösterilir. Gazeteci olmak için ne gerekiyor? Hiç bir şey. Git ve işe alın. Nasıl “iyi” yazılacağını biliyorsanız, o zaman hemen bir kadroya katılabilirsiniz ve bu kadar. Ve daha sonra…

Elbette üst düzey gazeteciler var ama onlar daha çok analist, bilgili ve özel bir zihniyete sahip insanlar. Bu zaten bir meslek, bir iç kültür. Politikacıların üstünde olabilirler. Ama bunlardan kaç tane var?

Geri kalanlar, muhakeme yürütmeden rutin şekilde çalışanlar.  Gençlere akıllarına gelen her şeyi nasıl yapacaklarını gösteriyorlar. Gençler, kendilerini ifade etmeyi bu bireylerden öğreniyor ve bir nesil böyle yetişiyor. Her nesilde, onların ne tür bir medya tarafından yetiştirildiğini görebilirsiniz. Ve bu ortamlar tavrı ayarlar. İçine bakarsanız başlıklar kışkırtıcıdır ama metinde hiçbir şey yoktur.

Genel olarak, tüm bu ucuz numaralar, insanlara gerçeğe ve kişinin kendini nasıl ifade edebileceğine karşı küçümseyici bir tavır öğretir. Asıl mesele, tamamen boş bir şeye kıkırdamak ve gülmektir çünkü bu alışılmış bir şeydir. Her şey bunun üzerine kuruludur.

Ancak bunların hepsi bir düşüşün belirtileridir. Tüm medeniyetler yavaş yavaş bu şekilde yok oldu. Pek çok farklı medeniyeti ve dönemi içinde barındıran egoist medeniyetimizin, hem zaman içinde hem de aynı anda var olan birçok medeniyete bölünmesi bakımından gerilemesinin son dönemindeyiz. Bugün dünyada altı ya da yedi tane var, insan gelişiminin kaç farklı aşamasından geçtiğimizden bahsetmiyorum bile. Günümüzde, bunların hepsi bir sona geliyor.

Sevgi Yoluyla Edinim

Sevgi konusu, en basit ve en anlaşılır gibi gelir. Ama aslında en zor olanıdır çünkü Yaradan’ı idrak etme, O’na yaklaşma ve dünyanın kökünü anlama meselesinin ana konusudur.

Manevi sevgi kavramını, nasıl kullanılacağını sezgisel olarak bildiğimiz bu dünyadaki tanıdık egoist sevgiyle karıştırıyoruz. Bu, doğduğu ilk günden itibaren sürekli ağlayan ve sevgi talep eden bir bebeğe benzer. İnsan ömrünün son gününe kadar böyle davranır.

Sevgiyi, onun gerçek, doğru haliyle ele almıyoruz. Sevginin basit ve aşikar bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bu, neden bu kadar az insanın manevi edinime ulaştığını yani ihsan etme niyetiyle özgecil sevgiye, evrensel sevgiye ve manevi sevgiye ulaştığımız, dost sevgisine ulaştığını açıklar.

Sorun şu ki, tüm yaşamımızın ve manevi gelişim yolunun bir başkası için sevgiyi bulmaya yönelik olduğunu anlamıyoruz. Bu büyük bir zorluk çünkü doğal olarak sevgiyi egoist bir biçimde anlıyoruz ve her şeyi kendimizi sevmek yoluyla algılıyoruz. Ama dünya sevgisinin veya Yaradan sevgisinin ne olduğunu bilmiyoruz ki bu, O’na yaklaşmanın ve O’nu hissetmeye başlamanın tek yolu.

Eğer bu egoist bir sevgi değil de dünya sevgisi ise, sevgiyi ne kadar ihmal ettiğini herkes kalbinde hissedebilir.

Kabala bilgeliği bize, Yaradan’a ve gerçeğe karşı farklı bir tutum öğretir. Ana amacın dünyaların nasıl aşağı doğru basamaklandığını ve Sefirot ile manevi Partzufim’in nasıl doğduğunu öğrenmek olduğunu ve manevi dünyanın tekniğini ne kadar iyi çalışırsak o kadar ilerleyeceğimizi düşünüyoruz. Ama bu tamamen yanlıştır.

Aslında her şey, bu dünyanın tüm sakinlerine – insanlara, hayvanlara, bitkilere, cansız doğaya, tepeden tırnağa tüm seviyelere- sevgiyle davranmak için, kalbimizde ötekine karşı sevgi duygusunu nasıl geliştirdiğimize bağlıdır. Sonuçta, bu sevgiyi, alma arzumuzun dört derecesinde de kendi içimizde doğru tutumu inşa ederek, kendimizi ıslah edebilmemiz için bu dünyayı yaratan ve onu bize veren Yaradan’a atfedebiliriz.

İlk olarak, tatmin alma arzumuzu kısıtlamalı ve onu evrensel sevgiye, dışımızda olan her şeye karşı sevgiye dönüştürmeliyiz. Bütün bunlar, Yaradan tarafından yaratıldı ve bu nedenle O’na yaklaşmak için O’nun tüm yarattıklarını sevmek zorundayım.

Tüm dünyaya karşı nefreti veya kayıtsızlığı, evrensel sevgi denen bir yakınlık ve sevgi duygusuna dönüştürmekten başka yapacak bir şeyimiz yok hayatımızda.

Ancak ötekine duyduğumuz bu evrensel sevgi ölçüsünde, Yaradan’ı sevmenin ve O’na yaklaşmanın ne demek olduğunu hissetmeye başlayacağız. Egoizmi sevgiye çevirerek, gerçek manevi realitenin tamamını ediniriz.

Bu nedenle sevgi konusu Yaradan ile buluşacağımız en önemli, merkezi ve derin konudur. Kendimizi, kendi-sevmeden kurtarmaya çalışalım ve dostlarımızı takdir edelim. Yakın ya da uzak olmaları, iyi ya da kötü olmaları fark etmez ama bizimle aynı yoldalar ve gerçek sevgiye ulaşmak için özel bir arzuları var.

Yaradan bize bu içsel, gizli özlemi verdi. Evrensel sevgiye ulaşana kadar, içimizde saklı olan sevgiyi ortaya çıkarmak için çalışmaya başlayalım; tüm yaradılışa ve onun içsel gücüne yani Yaradan’a yaklaşalım ve birleşelim.

Bu, tüm manevi çalışmanın asıl çizgisidir. Partzufim AB-SAG’ın isimlerini unutabilir ve üst dünyalara ne dendiğini bilmeyebilirsiniz ama bizler bunu, sevgi aracılığıyla hissedeceğiz; bu, sadece ezberlemek değil gerçek edinim olacaktır.

Bağ Kurmak İyilik Adına Olmadığında

Yorum: Prensip olarak, dünyamız bağ üzerine kuruludur. Her iki durumda da, insanlar bir tür girişim yaparak, örneğin futbol vb. bir fikir etrafında toplanırlar.

Cevabım: Onlar egoist bir amaçla bağ kuruyorlar – diğerinin kazanmasına izin vermek yerine, bağdan kar elde etmek. Başkalarını yenmek için güçlü olması gereken mafya veya bazı örgütler gibi.

Bağ kurmak, iyiliğe, barışa, sevgiye veya üst gücün ifşasına yönelik değilse, yapılmamalıdır. Her durumda bu, birlik, kardeşlik, eşitlik ve dayanışma fikirlerinin bozulduğu Sovyetler Birliği örneğinde gördüğümüz gibi, kötü bir sonuca yol açar. Başlangıçta gerçekten herkesi bu fikre çağırıyorlardı, herkes kardeş, eşit kabul ediliyordu, herkes birleşmişti, bir istek vardı ve herkesin yüz yirmi ruble (çok az) kazanması önemli değildi.

Bu insanları cezbetti ve Batı’da katbekat daha fazla para kazanmalarına rağmen, buna eşdeğer bir şey öne süremediler. Öyle ki biri beş yüz kat, diğeri ise sadece beş kat daha fazla alıyordu ve insan için aradaki bu fark her şeyi yok eder. Ama herkes yüz yirmi kazandığında, o zaman bu daha iyidir. Keşke bu fikir desteklenebilseydi…

Ama bu manevi bir altyapı gerektirir. Bu nedenle, kimsenin bunun nasıl yapılacağını anlamadığı o zamandaki uygun eğitimin eksikliği, bu sonucunu verdi.

“Kendimi Tamamen Değiştirmek İçin Ne Yapmalıyım?” (Quora)

Öncelikle kendimizi değiştirmenin ne anlama geldiğini tanımlamalıyız. Bizler arzulardan yapıldık ve bu arzuları ya kendimize göre ya da doğanın cansız, bitkisel, canlı ve insani kısımlarına yani doğanın mutlak kanunlarına, sevgi, ihsan etme ve bağ kanunlarına göre değiştirebiliriz. Yani, ne tür bir arzu kullanmak istediğimizi ve onu neyle ilişkilendirmek istediğimizi seçeriz.

Tüm arzularımızı, doğa kanunlarına uygun bir niyetle yani cansız, bitkisel, hayvansal ve özellikle de insanlara karşı, doğanın bütününe karşı olumlu bir tavırla kullanmak istiyorsak, o zaman doğru yoldayız demektir. Sadece kendimizi değiştirmekle kalmayıp, dünyayı da gerçekten değiştirebilmemizin tek yolu budur.

Doğanın kanunlarına dikkat etmeye başlarsak, bizim dünyevi güçlerimizin üzerinde büyük bir güç hissederiz. Daha sonra bu güçle birlikte çalışabilir, bizi değiştirmesini isteyebiliriz ve buna göre çevremizdeki dünyanın, kendimize davet ettiğimiz değişikliklere göre nasıl değiştiğini görmeye başlarız.

Böyle bir değişiklik, kendimizin tam bir dönüşümüdür çünkü doğuştan gelen niyetimiz kendimiz için alma niyetidir ve niyetimizi verme niyetine çevirerek, niyetimizi tam tersine çevirmiş oluruz.

Nasıl Bir Kli İnşa Edebiliriz?

Mantık ötesi inanç nedir? Manevi dünyaya girmek için neden aklımızı ve duygularımızı iptal etmemiz gerekiyor ve bunun yerine ne alacağız? Bu haklı bir soru çünkü kişi, kendini değiştirmesi ve başka bir şeye dönüşmesi gerektiğini hissetmeye başlıyor.

Dünyevi aklımızı ve daha da önemlisi egoist kalbimizi, manevi dünyada kullanamazsak, geriye ne kalır? Üst dünyayı hissetmek, Yaradan’ı hissetmek için nasıl bir Kli inşa edebiliriz; daha yüksek bir seviyede yeni bir akıl ve duyguları nasıl oluştururuz?

İnsan, hayvan, bitki ve cansız maddelerin farklı düzeylerinin bu dünyada bile birbirinden ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. Her gelişim düzeyi, kendi aklı, duyguları, biçimi, davranışı ve hareket özgürlüğü ile karakterize edilir. Bir canlı ne kadar gelişmişse, zihni, duyguları ve çevresiyle bağ kurma yeteneği o kadar fazladır. Ve maneviyata girdiğimizde, yeni bir ortama, almanın değil, ihsan etmenin hüküm sürdüğü bir alana gireriz.

Dünyamızda ifşa olan dört çeşit alma kuvveti vardır. Üç derece vardır: cansız, bitkisel ve hayvansal ve ayrıca bir sonraki seviyeye geçiş aşaması olan insan, manevi dünyanın ise cansız, bitkisel ve hayvansal dereceleri. Üst dünyanın insanı olan “Adam”, zaten Yaradan ile bir bağlılık halidir.

Görünüşe göre bir dünyadan diğerine geçiyoruz ve bunu başarmak için önceki aklımızdan ve duygularımızdan çıkmamız gerekiyor. Bu, akıl ve kalpten yoksun kaldığımız anlamına gelmez – yeni akıl ve duygular, ihsan etme güçlerini,  “Bina” üzerine inşa edilmiş manevi olanları alırız. “Bina”, aşağıdan gelen alma arzusunun yukarıdan gelen üst ışıkla birleşimidir. Birlikte, Keter ve Malhut’un ortasında yer alan “Bina” adlı yeni bir form oluştururlar.

Bu şekilde, mantığın, egoizmimizin, alma arzusunun üstünde inanç (Bina derecesi) adı verilen yeni bir algı oluştururuz. Bu yeni aklı ve duyguları, aramızdaki her türlü bağ aracılığıyla inşa ederiz. Ve bunda “Herkes dostuna yardım eder.” Birbirimize karşı egoizmimizden çıktığımızda, bu inanç derecesini ifşa ederiz yani “Ben”imizin egoist duygusunun ötesinde, mantık ötesi bir şekilde diğerine ihsan etmeyi.

Sonunda, bu özlemde kendim dışında herkesi hissetmeliyim. Sanki kendi “ben”im yokmuş gibi olmalı; daha doğrusu, benden başka herkes var gibi. O zaman bu diğerlerinde üst gücü, Yaradan’ı hissedeceğim.

Sadece bağ kurarak, tek bir Kli’de, tek üst güç ifşa olur. Bu çalışma, görünüşte basit mekanik eylemlerle, sanal iletişimle başlar. Ancak bunu yaparak, mevcut aklımızın ve duygularımızın üzerine çıkma ve ortak bir akıl ve duygu edinme arzumuzu ifade ederiz ki, “Ben kendi halkım arasında yaşarım” diye yazıldığı gibi, O’na tek bir istekte birleşen grubun içinde Yaradan ifşa olacaktır.

İnançtan Hakikate

Dostumuzu, kendi egoizmimize göründüğü gibi değil, “mantık içi” denilen gerçek, somut bir şekilde neslin en büyüğü olarak görmek için özlem duymalıyız. Ne de olsa egoizm her zaman daha iyi ve daha rahat hissetmek ister ve bu nedenle içgüdüsel olarak etrafındaki herkesi, onların üzerinde olabilmek için küçümser. Ego için mühim olan hükmetmektir.

Bu nedenle, Yaradan’la bağa ulaşmanın bir yolu olarak, dostlarla bağ kurma fikrini kabul etmek ancak mantık ötesi inançla mümkündür çünkü bizler, birbirimizi kesinlikle gerçek formumuzla göremiyoruz. Ancak kişinin aynı hedefi amaçladığını ve hedefe ilerlemek için gerekli tüm koşulları kabul etmeye istekli olduğunu gördüğümüzde, yalnızca bu küçük dış kriter temelinde, Yaradan’la bağ kurmanın bir yolu olarak ona bir dost gibi davranmaya başlayabiliriz.

Bu tür dışsal işaretlere dayanarak, bu kişiye karşı tavrımız üzerinde çalışmaya karar veririz. Birlikte çalışmaya hazırsa, o zaman egomuzun genellikle yaptığı diğer tüm iddiaları iptal ederiz ve sadece mantık ötesi inançla değil, bağımızı somut bir şekilde ortaya çıkarmak için, bağ kurulacak kişiye yaklaşmaya başlarız.

Gerçek, duyusal bir bağa ulaştığımızda, içinde Yaradan’ın ifşa olduğu manevi bir kap inşa etmeye başlarız.

Dostumun, buna değmeyeceğini düşündüğüm zamanlarda bile, mantık ötesi bir bağ oluşabilir yani yine de onunla bağlantı kurarım. Bunu araç olarak kullanırım. Dostlarıma onları harika gördüğüm için değil mantık ötesinde onlara değer verdiğimde buna, hazırlık dönemi diyoruz. Duygularıma göre kendimi onlardan üstünmüş gibi hissederim ama kendi hislerimin üstüne çıkarım, kendi hislerime katılmam ve dostlarımı kendimden yüce olarak hayal ederim.

Mantık ötesi inançtan mantığa geçmek yani dostlarımı gerçekten takdir etmek için algımı düzeltmem gerekir. Bu düzeltme, karşıt görüşlere rağmen bağımız üzerinde çalışmaya başlamamızdır. Herkesin, başkalarına grubun büyüklüğü ve hedefi hakkında fikir verdiği bir toplum inşa ederiz.

Birlikte çalışarak, ıslah eden ışığı üzerimize çekeriz ve sonuç olarak, mantık ötesi inançtan mantığa geçeriz ve böylece daha da yükseliriz. Tabii ki, sonraki her adım daha zordur. İlk başta, dostlar bana o kadar da kötü görünmüyordu: bazı yönlerden kötü, bazı yönlerden iyi gibiydi. Mantığın üzerine çıkmak gerektiğinde, bunu kolayca yapabiliyor ve onlarla eşitleniyordum, onları yol arkadaşlarım, hatta neslin büyük insanları olarak kabul edebiliyordum. Amaçları ve kendileri benim için önemli görünüyordu.

Ama sonrasında kalbin ağırlaşması gelir ve dostlarda pek çok kusur bulurum. Onları yüce kabul edip arkalarındaki Yaradan’ı görmek ve dostlarımdan başka kimseyi fark etmemek ve dostlar benim her şeyim olacak şekilde kalbi ısıtmak, benim için gittikçe zorlaşır.

Yine de bu engellerin üstesinden gelene ve benim için ayrılan tamamlamayı yerine getirinceye dek, her seferinde bu daha da zorlaşır.  O zaman, mantığın ötesine geçmek için sarf edilen tüm çabalar mantığa çevrilir, içinde gerçek ihsan etme niteliğinin ilk ifşasının gerçekleştiği doğru kaba dönüşür, yani kişi Yaradan duygusuyla dolar.

Dolayısıyla mantık ötesi inanç ilkesi, birinden diğerine yükselirken her zaman dereceler arasında işler. Ancak kabımızı inşa ederken onu mümkün olduğunca mantığa aktarmaya çalışmalıyız.

İnsanlığın Gelişiminin İki Yolu

İnsanlığın gelişmesinde iki yol vardır. Bunlardan biri korkunç ve ıstırap doludur. Karşı koyacak bir şey olmadan, sürekli bir egoizm büyümesi vardır, acı bizi defalarca, nesilden nesile yavaş yavaş öldüresiye döver, bizi savaşa, kıtlığa, hastalıklara, her türlü iklim felaketine, her türlü belaya sürükler!

Burada herhangi bir sorun ortaya çıkabilir! Aniden öyle bir felaket tüm dünyayı kasıp kavurabilir ki, nüfusun yarısı bir tür enfeksiyondan ölebilir. Önümüze her türlü bulaşıcı ve genetik sorun gelebilir. Bu nedenle, tüm bunları yaşamamamız ve bizi ileriye doğru itecek olan egoizmimizi kademeli olarak test edebilmemiz için bize Kabala bilgeliği verildi.

Ne de olsa, dünyamızın en düşük egoist seviyesinden, en yüksek manevi derecenin büyük egoizmine kadar, tüm egoizmi ifşa etmek zorundayız. Bu ölçeğin en düşük seviyesi olan mevcut durumumuzdan hareket edersek, o zaman 125. dereceye ulaşana kadar muazzam, inanılmaz acılar yaşamak zorunda kalacağız. Aynı zamanda insanlar ölemeyecekler bile çünkü onlar için ölüm bir kurtuluş olacak, intihar ederek bile kendilerine yardım edemeyecekler.

Dünyamızın birbirini ne kadar kolay mahveden insanlara dönüştüğünü görüyoruz. Üst güçlerin bizimle nasıl oynadığı, medeniyetimizin ne kadar sallantıda olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok.

Nasıl güzel bir şekilde gelişilebileceğini tüm dünyaya göstermeli ve üst gücün yardımıyla kademeli olarak etkileşimler kurmalıyız. İnsanlar bunun mümkün olduğuna inanamıyor çünkü üst gücü kendilerine çekebilecek bir metodları yok. Sadece bizde var. Bizler bu teması kuruyoruz çünkü benden ve bizlerden diğerlerine geçebilecek olan Kabala’yı çalışıyoruz.

Grup, ben fiziksel olarak burada olmasam bile benim aracılığımla ışığı alıyor ve alacak. Bu bağlantı hiçbir yerde kaybolmaz, ne olursa olsun aynen kalır. Aynı şekilde, diğer tüm Kabalistler üst ışığa giden bağlantı halkalarıdır, bütün bir zincirdir.

Bu nedenle insanlara bu fırsatı vermemiz gerekiyor. Sanki bir insana, “Al onu! Bak, üst kuvvetin, üst ışığın indiği bir tüpüm var. Onu alabilir, kendini düzeltebilir ve bu hayatta, bu dünyada en iyi şekilde davranabilirsin. Bu size manevi enerji verecek, nerede, neden, nasıl ve ne için yaşadığınıza dair bir fikir oluşturacak ve hayatınızı doğru bir şekilde düzeltebileceksiniz.

Şimdi, bu andan itibaren, dünyamızda acı çekmeden, üst dünyanın sonsuz güzel zevklerine ulaşmada gelişiyor olacaksınız. Tüm kâinata, Yaradan’a, hayal bile edemeyeceğiniz mertebelere ve boyutlara kavuşacaksınız. Bu, fantastik resimleriyle dolu olan Hollywood değil. Evrenin ortasında, tüm dünyaların ortasında duran bir insan olacaksın.”

Dünyayı Yeniden İnşa Etmeyi Değil, Onun Nasıl İnşa Edilmiş Olduğunu Anlamak Gerekir

Yaradan; dünyada meydana gelen tüm olaylar nedeniyle, hem bireysel hem de genel olarak yanlış bir şekilde geliştiğimiz konusunda;  darbeler vasıtasıyla bizleri yavaş yavaş bilinçlendirir. Sonunda bizlerin, içinde bulunduğumuz sistemin yasalarını anlamamız gerekir.

Bu sistemleri kendimizin yaptığını düşünmek saflık olur. Evrenimizin ve tüm gerçekliğin fizik, kimya, biyoloji ve astronominin ortaya koyduğu belirli yasalara göre var olduğunu görüyoruz. Her şey bu yasalara göre hareket eder ve biz insanlar da onlara mecburen uyarız. Neden birdenbire canımızın istediği gibi yeni yasalar icat edebileceğimizi düşünüyoruz ki?

Herkes dünyanın var oluşu için, kendi kanunlarını kendisine uygun bir şekilde oluşturmak isterse, bundan ancak insanlar arasındaki savaşlar ve çatışmalar çıkar. Dünyanın doğru yönetim sisteminin ne olduğunu kimse anlamıyor. Seçimler sırasında herkes birbirine dünyayı nasıl inşa edeceğini diğerlerinden daha iyi bildiğini haykırır. Ancak dünyanın inşa edilmesine gerek yoktur; sadece nasıl inşa edildiğini ve hâlihazırda var olan sisteme nasıl doğru bir şekilde entegre olunacağını anlamanız gerekir.

“Dünya her zamanki gibi işliyor” denilir ve onda hiçbir şeyi değiştirmeye gerek yoktur. Gerçekliğin içine gömülmüş sistemle kendinizi hizaya getirmek için, yalnızca kendinizi değiştirmeniz gerekir – yani görev bir insanı değiştirmektir, dünyayı değiştirmek değil.

Bunu anlayabilmemiz için bize Kabala bilimi verildi. Ve genel gerçekliğin yasalarıyla ne kadar çeliştiğimizi keşfetmeye başladığımızda ve bu karşıtlığın nedenini – yani egomuzu- kendimizde bulduğumuzda; yaratılışın sistemine entegre olarak ve Yaradan gibi tüm yaradılışın üzerine çıkarak onu düzeltebiliriz. Söylendiği gibi: “Ve sizler tanrılar gibi olacaksınız ve iyilik ve kötülük yasalarını bileceksiniz.”

O zaman tüm yaratılışta, sınırsız olanaklar elde ederiz. Ve sadece gerçekliğin bir yanından diğerine özgürce hareket edebildiğimiz beş fiziksel duyumuzla hissettiğimiz maddi dünyada değil, aynı zamanda manevi gerçeklikte de var oluruz.

Bütün bunlar başarılabilir ama bu tabii ki kendimizi ve çocuklarımızı eğitmemiz gereken uzun bir süreçtir.  Bu süreç tüm insan toplumu, doğa ile uyumlu hale gelene kadar, birkaç nesil boyunca sürebilir.

Cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeler, doğal içgüdülerine göre hareket ettikleri için ıslaha ihtiyaç duymazlar. Sadece biz insanlar doğanın zıttıyız ve bu nedenle kendimize ve tüm doğaya zarar veriyoruz. Dolayısıyla doğa kanunlarını çalışmak ve ortaya çıkarabileceğimiz bu kanunlara göre kendimizi değiştirmek bizim görevimizdir.

Bu günlerde birçok insanın yanlış anlamaya ve acıya neden olan soruları var. Neden dünyada bu tür savaşlar ve acılar var?

Bizler şimdiye kadar doğanın kanunlarını çalışıyoruz ve sonra onları yavaş yavaş yerine getirmeye başlayacağız; yani tüm insanlar arasındaki bağa ve hatta sevgiye, birliğin en üst seviyesine gitgide yaklaşıyoruz.  Ve o zaman kendimizi nasıl değiştirebileceğimizi anlamaya başlayacağız. Ve bizim değişimlerimize göre doğa değişmeye başlayacak, bize yönelecek, nazik ve cana yakın olacaktır.

Kabala bilimi, doğanın gerçek yasalarını ifşa etmek için nasıl değişmemiz gerektiğini bize öğretir.

“Doğaya Karşı İnsan Doğası” (Medium)

Süper güçlerin, geliştirmek için yarıştığı, en son silah modellerinden biri hipersonik füzelerdir. Çin, Rusya ve ABD, ses hızının beş katından daha hızlı (saniyede 1 milden fazla) uçabilen füzeler geliştiriyor ki bu da onları engellemeyi çok zorlaştırıyor. Diğer bir trend ise, temelde konsantre bir ışık hüzmesi olduğu için neredeyse hiçbir maliyet veya çaba harcamadan uçakları düşürebilen veya araçları havaya uçurabilen lazer silahlarıdır. Bu gelişmelerin şaşırtıcı yanı, bilimin yaşamı ve evrimi mümkün kılan doğa ilkelerini alıp, diğer insanları domine etmek ve sömürmek için, bu doğa ilkelerini ölüm ve yıkım araçlarına dönüştürmesidir. Görünüşe göre insan doğası, doğanın tam tersidir ve bu ikisi arasindaki çatışmada herkes acı çekiyor.

Doğada her şey mükemmel bir uyum içinde işler. Evrim, “dinamik denge” anlamına gelen, homeostaz sürecine dayanır. Hiçbir varlık kasıtlı olarak diğer varlıkları yok etmez, yalnızca kendini sürdürmek için çabalar. Doğanın unsurları arasındaki mücadelede, evrenimizin ve içindeki her şeyin varlığını ve refahını sağlayan dinamik bir denge oluşur.

İnsan ise keşfettiği doğa kanunlarını alıp başkalarına karşı kullanmaya çalışır. İnsanın amacı kendini sürdürmek değil, başkalarına ve mümkün olduğu kadar uzun süre hükmetmektir. İnsan zihninde ne denge vardır ne de dinamizm. Sürekli kendi için alma vardır.

Ancak hayat, sürekli ve dinamik değişimlerden oluştuğu için, bunların yokluğu ölüm demektir. Dolayısıyla insan doğası ölüme neden olurken, doğa yaşamı üretir.

Barış anlaşmaları imzalayabilir ve asla savaşmayacağımıza karar verebiliriz, ancak asla sözümüzü tutamayacağız. İnsan doğasının kendisi, bizi, önceki kazançları riske atmadan, üzerinde anlaşmaya vardığımız paydan fazlasını kazanma fırsatı gördüğümüz anda imzaladığımız her sözleşmeyi feshetmeye itecektir.

Bu nedenle, insanın acımasız, kötü doğası nedeniyle kendi dünyasını yok etmediği bir dünya kurmanın tek çözümü, insan doğasını değiştirmektir. Bu düşünceden irkilebiliriz, ancak zaten gördüğümüz gibi, başka hiçbir şey işe yaramadığı için, nihayetinde varlığımızın özünü değiştirmeyi kabul etmekten başka seçeneğimiz kalmayacak.

Doğada her şey uyumlu bir şekilde çalışmasına rağmen, biz bunu göremiyoruz çünkü biz uyumun tam tersiyiz. İnsan toplumu, üstünlük için birbirlerine karşı mücadele eden bireylerin ahenksizliğidir. Öte yandan doğa, mükemmel bir şekilde organize edilmiş bir düzendir. İçimizde zerre kadar bir ahenk olsa, biz hariç etrafımızdaki her şeyin ahenkli olduğunu görürdük.

Bu nedenle tek seçeneğimiz, bu uyumu oluşturmaya başlamaktır. Düşünebileceğimiz bütün baskıcı seçeneği deneyip hepsinin başarısız olduğunu görene kadar bekleyebiliriz ya da şimdi deneyebiliriz.

Uyum, bana herkesten üstün olduğum bir durum sağlamadığı için çekici gelmeyebilir, ancak faydaları herhangi bir kişinin tek başına başarabileceği her şeyin çok ötesindedir. Uyum, herkesin birbirini desteklediği anlamına gelir. Sonuç olarak, sadece kendim için çalışmak yerine, başkaları için çalışırım ve diğerleri de benim için çalışır.

Temel olarak bu, dünyanın halihazırda işleyiş şeklinden çok farklı değil. Farkında olmadan, her birimiz, tükettiğimizden çok daha fazlasını yaratırız. Fazla üretim herkese hizmet eder. Tüm insanlık bu şekilde çalıştığı için, sonuç olarak herkes için bolluk vardır. Bazı yerlerde kıtlığı olmasının nedeni, dünyada bir şeyin eksik olması değil, insanların diğer insanları kullanmak, aşağılamak ve egemen olmak için, onların ihtiyaç duydukları şeyleri inkar etmeleridir. Bu nedenle, herkesin birbiri için çalışmasının  yararlarını görmek için algımızı değiştirmemize gerek yok, niyetimize, sadece kendimizden ziyade diğer insanları da dahil etmemiz gerekiyor.

Kendimizi değiştirmek için, bilinçli, organize bir çaba gösterirsek, bunu başarabiliriz. Sonuçlar en çılgın hayallerimizin ötesinde olacak, ancak hepimiz buna bağlı kalırsak. Dünya giderek artan bir kaosa sürüklenirken, ilişkilerimizi uyumlu hale getirme gereğini görmezden gelmek zorlaşıyor. Tek soru, yenilgiyi itiraf edip insan doğasını değiştirmeyi kabul edene kadar, doğaya karşı daha ne kadar savaşmak istediğimizdir.

“Neden Kendimizi Başkalarıyla Kıyaslıyoruz?” (Quora)

Başkaları pahasına haz alan, bir haz alma arzusundan yaratıldık. Bu bizim insan egomuzdur ve kendimizi başkalarıyla kıyaslayarak bize bir benlik duygusu verir. Kendimizi başkalarıyla karşılaştırdığımızda, kendimizi onlardan ayırırız ve üstün olmayı- onları çeşitli şekillerde kontrol etmeyi ve bastırmayı, isteriz.

Böyle bir eğilim, doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyelerinde değil, sadece insan seviyesinde mevcuttur. Fiziksel olarak, biz hayvan seviyesinde varız, ancak içsel arzumuz ve eğilimimiz “insan” veya “konuşan” adı verilen daha yüksek bir seviyeye aittir. Böyle bir seviyede, tüm dünyayı adeta “yutmak” isteriz.

Taşlar, bitkiler ve hayvanlar yani doğanın cansız, bitkisel ve canlı seviyeleri, biz insanlarda olduğu gibi başkalarını emirlerine boyun eğdirmek gibi bir arzu duymazlar. Böyle bir sorunu olan sadece biziz. Bu eğilim ve arzumuzu yerine getirmek isteyerek hayatımızı boşa harcıyoruz ve doğa bizi adeta buna mecbur ediyor.

Kendimizi başkaları ile kıyaslamasaydık, o zaman kendimizi, varmış gibi hissedemezdik. Anı yaşayan ve ek hiçbir arzusu olmayan herhangi bir hayvan gibi hissederdik. Bununla birlikte bizler, “kötü eğilim” adı verilen, daha yüksek bir dereceyi, kendisini başkalarıyla kıyaslayan ve diğerlerine karşı üstünlüğü arzulayan insan egosunu barındırıyoruz. Bu bir yandan “kötülük” olarak adlandırılır, ancak diğer yandan insanlığı ilerlemeye ve farklı şeyler denemeye – bu arzuyu gerçekleştirmeye – iter. Bunun farkına varmamız gerektiğini hissediyoruz, aksi takdirde kendimizi yokmuş gibi hissederiz.