Category Archives: Egoizm

Benim Düşüşüm Grup İçin Bir Kazançtır

Benim düşüşüm grup için büyük bir kazançtır çünkü şimdi kırılmadan sonra içimde ilk ortaya çıkan sol çizgiyi, haz alma arzusunu gösteriyorum. Ve gruba, herkesin gittiği yöne bu arzuyla katılırsam, onlara yakıt, arzu malzemesi ekleyeceğim.

Ve bu malzeme üzerinde yukarıdan alacakları ışık herkese ilerleme fırsatı verecektir. Sonuçta, tüm ilerlememiz iki ayak üzerindedir. Ve şimdi Yaradan’ın bana ifşa ettiği yeni büyümüş egoizmimle sol çizgiyi kullanıyorum. Ve grup bana yardım ediyor ve buna sağ çizgiyi ekliyor. Böylece herkes egoist arzusunu gruba getirir ve grup bu arzusunu dengelemesine yardımcı olur ve biz de iki ayak üzerinde ilerleriz.

Bu nedenle, içimizde yeni egoizm açığa çıktığı için utanmamalı ve üzülmemeliyiz. Baal HaSulam “Günahkarların, egoist düşüncelerin ve arzuların ifşa edilmesine sevindim çünkü bu, daha fazla ilerlemenin temelidir.” diye yazmıştır.

“Nasıl Oluyor Da 7 Milyar İnsan Varken Yine De Yalnız Hissediyoruz?” (Quora)

Egoizm, başkalarının pahasına haz alma arzusu, doğamızın temelindedir. Hayatımız boyunca sürekli gelişir ve büyürüz. Sonuç olarak kendimizi giderek birbirimizden ayrı buluruz, çağımızda da artık birbirimize dayanamayacağımız gerçeğine ulaştık. Kendimizi giderek daha fazla bölünmüş, yalıtılmış, kopuk ve birbirimizden nefret ederken buluyor ve depresyon, kaygı, stres, yalnızlık ve madde bağımlılığının daha da derinlerine batıyoruz. Büyüyen ego bizi ayırır ve gerçekten herkesten ve kendimizden bile koptuğumuzu hissederiz.

Öte yandan, tam tersini de hissetmeye başlarız: Giderek birbirimize daha çok bağımlı olduğumuzu ve birbirimiz olmadan yaşayamayacağımızı.

Peki, giderek birbirimize bağımlı hale geldiğimiz ama aynı zamanda birbirimizden nefret edip reddettiğimiz bu ikilemi nasıl çözebiliriz? Bu sorunu nasıl bire bağlayabiliriz?

Şu anki hayatımızda bunu yapamayız. Tek bir çözüm var: Hepimizin en büyük önceliğimizin kendimiz olduğu mevcut varoluş seviyemizden, başkalarının yararına öncelik verdiğimiz farklı bir seviyeye yükselmemiz ve onlara olumlu bir şekilde bağlanmamız gerekiyor. Egoist varoluş biçimimizin yakıtının bittiği ve şimdikinin tam tersi başka bir duruma geçmemiz gerektiği anlayışına ulaşırsak, o zaman doğayla denge içinde uyumlu bir varoluşu hak edeceğiz ve kimse kendini yalnız hissetmeyecektir.

“Ve Onlar Kendi Tozlarına Dönecekler”

Ruh ona eklendiğinde ve o gördüğünde, o zaman bu dünyadan ayrılır, yazıldığı gibi, “Nefeslerini çekersin, ölürler ve tozlarına dönerler.” (Zohar Kitabı)

Manevi seviyelere yükseldiğinizde, bir önceki basamak çürür ve egoizm daha da büyür ve sadece inkar etme koşullarınıza geçer. İnkar yasasına, reddetme yasasına göre, bir sonraki aşamada, onu daha da büyük ölçüde, daha da büyük bir egoist ifadeyle kullanırsınız.

Kişi bu ölümü, bu çürümeyi, egoizminin “mezarına” bu batmayı görür. Kişi egoizminin çürüyeceğine sevinir, onu örter, gömer.

Egoizmin çürümesi onu kullanma isteksizliğidir çünkü cansızdır, size hayat üflemez.

Soru: Manevi çürüme ile toprakta insan vücudunda olup bitenler arasında bir bağlantı var mı?

Cevap: Bütün bu süreçler maneviyatta yer alır. Bizim dünyamızda, bunların yalnızca zayıf bir kopyası bedenlenmiştir.

Aslında, dünyamız en küçük, karanlık, son, cansız seviye iken manevi dünya devasa bir seviyeler sistemidir. Manevi doyumlarla karşılaştırıldığında, burada mutlak bir boşluk vardır.

 

Egoizmin İki Yönlü Çalışması

Bir bebek bu dünyaya doğduğunda, ona aşina olmaya başlar. Bebek insanların ne icat ettiğini, hangi sistemlere, bankalara, sağlık hizmetlerine vb. sahip olduğunu bilmez.

Ancak, yeni doğmuş bir hayvan yavrusu, çevresinde olup biten her şeyi anlar. Hayvan yavrusu: bu anne, bu baba, sürüde benimleler, bu benim ve bunlar düşman, yabancı vb. olduğunu bilir.

Ancak insan için her şey çok karmaşıktır. Egoizmimiz hem bizim için hem de “aleyhimize” çalışır. Bir yandan, onlardan zevk alabilmek ve kendi iyiliğim için kullanabilmek için başkalarına daha yakın olmak isterim.

Diğer yandan, onlardan uzak durmaya ve bana hükmetmelerine fırsat vermemeye çalışırım. Bizler sürekli birbirimizle, reddetme ve çekim gibi zıt ilişkiler içindeyiz. Ve onları nasıl dengeleyeceğimizi bilmiyoruz.

Bu konuda çok çeşitli teoriler vardır ve doğal olarak egoizm geliştikçe hem teoriler hem de uygulamalar değişir. Büyüyen egoizm, gitgide ilerlememiz ve yeni bir seviyeye geçmemiz gereken belirli bir sınıra ulaşır.

Bu seviyeye diğerlerinden daha hızlı ulaşan insanlar vardır. Bu nedenle, bir devrim yapmaya isteklidirler. Bir de şöyle diyenler vardır: “Ne olmuş yani? Sorun nedir? Özel bir şey olmuyor.”

Yani toplum homojen değildir. Bu, bizim böyle yaşadığımızı anlayan bir sürü değildir. Herkesin egoizmin gelişme hızı farklıdır. Ayrıca, tüm insanlar yaşam tarzlarında, hayata bakışlarında, karakterlerinde, tezahürlerinde farklıdır. Bu yüzden sosyal sistemimizin yapısı çok kafa karıştırıcıdır.

 

Gözler Kapalı İlerlemek

Soru: Gözler kapalı ilerlemek maneviyatta ne anlama gelir?

Cevap: Kendim için almak istemiyorsam ve sadece ihsan etmek için çalışmak istiyorsam, hiçbir şey görmek istemiyorum demektir. İnançla ilerliyorum.

Ancak Yaradan ile bağın faydalarını açıkça görürsem, o zaman bu benim manevi düşüşüme neden olur, egoizmden çıkamam.

İlerleme her zaman egoizmimde hissettiğim şeyin üzerindedir. O zaman egodan soyutlayabilir ve dünyanın resmini doğru ve nesnel bir şekilde algılayabilirim.

 

Gezegenin Nüfusunu Azaltmak Gerekli Mi?

Soru: Dünya küreselleşmekte. Birçok ekonomist ve bilim adamı bu konuyla ilgili yazmakta. Ama Kabala açısından, bu bilgi bana sıradan bir insan olarak ne verir?

Cevap: Bu bilgi, nereye gittiğimizi anlamıyorsa, kişiye hiçbir şey vermez. Küreselleşme dünyanın yuvarlak olduğunu ve hepimizin birbirimize bağlı olduğumuzu gösterir.

Dahası, burada iki tür ilişki vardır. Ya zayıf, egoist bir şekilde bağlıyızdır ve o zaman kavgalara girip birbirimizden kopmaya başlarız ya da bir şekilde aramızda uygun iletişim yollarını bulabiliriz.

Bu nedenle, bir yandan, ciddi bilimsel hesaplamalara göre, gezegenin nüfusunu %60 ila %70 oranında azaltmak gerekiyor, yoksa gezegen bizi desteklemeyecektir.

Ya da kendimizi doğayla karşı karşıya bırakabilir ve muazzam acılar, salgın hastalıklar veya savaşlarla nüfusumuzu hızla ve acımasız bir şekilde azaltabiliriz.

Veya bu, kendimizi azaltmadan ve hatta belki daha da geliştirerek (bizimle doğa arasında doğru bağlantıyı bulursak) bizim tarafımızdan farklı bir şekilde yapılabilir. Ve doğa bize karşı gelmeyecek, ama bizim ona davrandığımız gibi bize iyi davranacaktır.

 

Arzu İle Çalışmak Mümkün Olmadığında

Soru: Maneviyatta “öldürmek” nedir?

Cevap: Eğer arzu doğru ıslah edilemezse ve henüz onunla çalışamıyorsam, onu öldürdüm denir.

Soru: Kasıt olmadan öldürmek ne anlama geliyor?

Cevap: Çalışmam için bana verilen şeyi yerine getiremediğimde olur. Ya da bunun tam tersi olabilir, bana egoist bir arzu verilmiştir ve ben onu pozitif, özgecil bir arzuya dönüştürmek yerine sadece öldürmüşümdür.

Onun doğru şekilde üstesinden gelemedim ama ben sanki onu yok etmiş gibiyimdir, şimdilik benden kaybolur. Aslında hiçbir yere gitmez ama ben artık onunla çalışamam.

Soru: O zaman benim içimdeki yargıç kim?

Cevap: Esasen, bu bir sonraki derecemdeki benim. Ayrıca beni ileriye götüren diğer gruplar, dostlar ve Joshua, hepsi bana nerede olduğumu açıklayan özel güçlerdir.

Prensipte, yargıç, bir sonraki daha yüksek dereceden, daha düşük seviyeye bakış açısıdır.

 

İki Ayak Üzerinde Yürümeyi Öğrenin

Herkesin manevi yoldan kaçmayı, derslere gelmekten vazgeçmeyi, dostlardan uzaklaşmayı istediği koşullar vardır. Bu koşullar bize öğretmek için özellikle verilir. Adeta bir bebeğe yürümeyi öğretmek gibidir; ebeveyn bir adım geriye çekilir ve bebek desteğini kaybettiği için ağlar. Ancak bebeğin başka çaresi yoktur ve ileriye doğru bir adım atmak zorunda kalır.

Yaradan bize bu şekilde öğretir. O, bizim iki ayağımız üzerinde sımsıkı durmayı ve onların üzerinde ilerlemeyi öğrenmemizi istiyor. Bizler anlamalıyız ki; bizi maneviyattan uzaklaştıran sol ayak yani sol çizgi bile aslında ilerlememiz için bizim yararımıza verilir.

Bu nedenle, hayatta hissettiğimiz reddedişler bizi manevi yoldan uzaklaştırmak için değil, tam tersine bizi ilerletmek için verilir. Sadece bunların üstesinden gelmemiz, biraz daha güç harcamamız ve Yaradan’ın bize yürümeyi böyle öğrettiğini unutmamaya çalışmamız gerekiyor.

Grup, kişiyi destekleyen doğru çevre olarak hizmet etmeli, kişiyi her zaman kollarında tutmalı ve iki ayak üzerinde çalışarak ilerlediğimizi kişiye unutturmamalıdır. Tek ayak üzerinde yürümek imkansızdır.

Bu nedenle, her şey yukarıdan ve sadece bizi ilerletebilmek için gelir. Bu, en kötü koşulların bile kişinin ilerlemesine katkıda bulunduğu anlamına gelir. Yaratılış amacına doğru ilerlemek için daha keyif vereni değil de, onun yerine daha faydalı ve etkili olanı seçersek, herhangi bir koşuldan daha iyi bir koşula doğru adım atmamız mümkün olur.

O zaman bu yönde ilerlemek için her zaman bir fırsatımız olduğunu göreceğiz. Yaradan, egoizmin üstüne çıkmamız ve hedefe yaklaşmamız için daima yolu açar.

İnsan Derecesi Ve Geri Kalanı Arasındaki Fark

Soru: İnsanlar uzun zaman ülkelerin kurulmasıyla ilgilendiler. Bu konuda yaygın olarak kabul edilen dokuz teori var. Kabala bu süreci alma arzusunun gelişimi olarak görüyor. Nedir bu süreç?

Cevap: Ben ne siyaset bilimcisiyim ne de devletlerin oluşumunda uzmanım. Ama bilim adamlarını dinlediğimde, ne kadar anlaşılamaz olduklarını görüyorum: her birinin kendi teorileri var ve bu teorilerden bir sürü var, bilim adamları onlarla dolu.

Kabala her şeyi çok daha basit bir şekilde açıklar. Yaratılış özü, haz alma arzusudur yani egoist bir arzudur.

Cansız, bitkisel ve hayvansal dünyada bu arzu, varlığının korunmasında ilkel bir biçimde kendini gösterir.  Kristaller, mineraller ve metaller yapılarını korumaya çalışırlar, kristal kafes, atomlar veya moleküllerin yapısında olduğu gibi.

Bir bitki, doğal olarak, zevk alma, hayatla dolma arzusuna en uygunu ilkesine göre var olabilmek için hayatta kalmaya çalışır. Hayvan organizmaları da hareket etme, belirli bir şekilde çoğalma yeteneğine sahiplerdir, çünkü egoizmleri böyle bir gerçekleşmeyi gerektirir.

İnsana gelince, bu arzu kendini, kişinin kendini başkalarıyla kıyaslamasıyla yeni arzular edinmesiyle kıskançlık, çekememezlik ve acı şeklinde gösterir; başkalarına bakarak yeni arzular çeker. Yani yabancı arzuların akışı nedeniyle gelişmek için sonsuz bir yeteneği vardır. Kıskançlık ve çekememezlik yüzünden her zaman kendisi için yeni hedefler bulur.

Bu nedenle, insan seviyesi diğerlerinden çok farklıdır. Örneğin, Büyük Patlama’dan ve evrenin daha da genişlemesinden sonra oluşan cansız doğa, belirli yasalara göre gelişir ve bununla ilgili herhangi bir sorun yoktur.

Bitkisel doğa var olur, ölür, yeniden doğar ve böylece milyonlarca yıldır değişmektedir. Canlı doğada da özel bir şey olmaz; hayvanların alışkanlıklarını ve karakterlerini biliyoruz. Doğru, farklı hayvanlar ve hatta çeşitli türleri nispeten farklı karakterlere sahiptir ama hayatı boyunca önemli değişiklikler yaşayan bir insan gibi değil.

İnsanlar kendi aralarında doğal olmayan, anlaşılmaz kombinasyonlar kurarlar. Bu, bir çiftin yavruları doğurduğu, büyüttüğü hayvanlar dünyasında olduğu gibi sadece bir aile değildir,  varlıklarının amacı da budur.

Hayvanlar, belirli gruplar veya daha büyük sürüler kurarak, hiç hata yapmaksızın içgüdüsel doğa yasasına göre yaşarlar. Fakat bütün bunlar içgüdüyle yönetilir ve asla değişmez. Liderler değişir, ancak yaşam tarzının kendisi her hayvan türü için sabittir.

Bir insan için böyle değildir. Egoizmi değiştikçe, kendi etrafında yarattığı şeyler de değişir. Bir zamanlar insanlar da hayvanlar gibi gruplar halinde yaşamışlardı. Belki de ortak çocukları, ortak eşleri ve ortak kocaları vardı.

Daha büyük egoizmin tezahürü ile paylaşılmaya başlandı. Fakat birbirlerini destekleme, kendilerini vahşi hayvanlardan koruma ya da birlikte avlanmaya gitme ihtiyacı ortadan kalktığında, insanlar birbirlerinden ayrılmaya ve kendi hanelerini kurmaya başladılar. Yavaş yavaş, uzmanlıklar bu şekilde oluştu: biri ayakkabıcı, biri demirci vs.

Yani çeşitli gruplar ve klanlar oluşturulmuş, insanlar arasında çok karmaşık bir ilişki sistemi kurulmuş, avukatlara, ekonomistlere ve diğer uzmanlara ihtiyaç duyulmuştur.

Bütün bunlar antik dünyada bile bağlantı sistemini korumak için vardı: mahkemeler, ordu, vergi tahsildarları ve diğer her şey.

İçsel egoizmi nedeniyle sürekli gelişen insan bedeni bizden, sıradan bir insanın anlayamadığı yeni, giderek karmaşıklaşan ve kafa karıştırıcı bir organizasyon talep etmektedir.

Bilgenin Gözleri

Dünyanın siyasi haritasına baktığımızda birbirini yok etmeye çalışan iki çizgi görüyoruz sağ çizgi ve sol çizgi. Onlar hâkimiyette değişiyorlar ve mücadeleleri giderek daha vahşi ve yıkıcı hale geliyor. Fakat doğanın geri kalanına baktığımızda orada savaş yok, tamamlayıcılık var. Mücadeleler bile rakip tarafları güçlendiriyor ve onları daha sağlıklı hale getiriyor. Açıkçası bir şeyleri kaçırıyoruz.

Dengeli ilerleme her zaman iki taraf içermelidir: Sağ ve sol. Sağ taraf, yarını bugünle aynı kılmak için istikrar ve gelenek eğilimidir. Sol taraf devrim yapma, yenilik yapma, geleceği sorgulama eğilimidir. İki taraf birbirini tamamladığı zaman toplum daha iyi sonuçlar çıkarabilir, daha doğru kararlar verebilir ve başarılı bir şekilde ilerleyebilir.

Kral Süleyman “Bilgenin gözleri kafasındadır” (Vaiz 2:14) demiş. Diğer bir deyişle doğa bizi her zaman ileriye doğru iterken, biz onu anlamaya eğilimli ve hazır olmalıyız. Hazır olmadığımız zaman, şanssızlıklar bizi şaşırtır ve sıkıntılar bizi korunmak için araştırmaya zorlar. Doğa her zaman evrim geçirdiğinden, yarın istikrarı korumak, geleceğe bugünden hazırlanmamızı gerektirir. Bu sağ çizgi ve sol çizgi arasındaki doğru kombinasyondur ve buna “orta çizgide ilerlemek” denir.

İnsan egosu sürekli değiştiği ve geliştiği için orta çizgiyi korumak zordur. Ne kadar gelişirsek, duyularımız o kadar yeni heyecanlar talep eder ve zevk ve tatmin için daha fazla açlık hissederiz. Aynı zamanda, dünyamız giderek daha fazla bağlantılı hale geliyor ve bir kişinin yaptığı herhangi bir hareket diğer tüm insanları etkiliyor. Birbirimize yabancılaşmamız yoğunlaşırken karşılıklı bağımlı hale geldik.

21.yüzyılda hayatta kalmak için, büyüyen egolarımıza hizmet etmek ile başkalarına karşı düşünceli olmak arasındaki orta çizgiyi bize öğretecek küresel eğitim sistemleri kurmaktan başka seçeneğimiz olmayacak. Yapıcı bir orta yol bulmayı öğrenmedikçe, doğa bizi baskı ve acı yoluyla bunu yapmaya zorlayacaktır.

1930’larda, büyük Kabalist ve düşünür Baal HaSulam, “Dünyada Barış” adlı ilham verici makalesinde şunları yazmıştı: “Bizim neslimizde, dünyadaki tüm ülkeler her insana mutluluğu için yardım ettiğinde, birey, bir makinedeki dişli gibi, farkında olmadan tüm dünyanın kölesi olur. Bu aslında bilinmesine ve hissedilmesine rağmen, dünyadaki insanlar hala onu tam olarak kavrayabilmiş değiller. Neden? Çünkü doğadaki gelişme davranışı böyledir: Eylem anlayıştan önce gelir ve ancak eylemler kanıtlayacak ve insanlığı ileriye itecektir.”

Bu nedenle, kaybedecek zamanımız yok. Yarın iyi bir karşılama istiyorsak, bugün üzerinde çalışmalıyız.