Category Archives: Egoizm

Dünyanın Sınırlı Resminin İçinde

Şu anda sonsuz sayıda imgenin, bağlantının ve her türlü niteliğin bulunduğu bir sonsuzluk dünyasındayız. Ama biz bunu dünyamız olarak algılıyoruz. Bunun içine bir tür “oyuncak” inşa ediyoruz ve bir şeyler yapıyoruz, çünkü ona dair algımızı genişletmek istemiyoruz.

İçinde yaşadığımız bu sonsuz, özel dünyadan kendimizi uzaklaştırdık ve algımızı genişletmek, onun ne olduğunu hissetmek yerine kendimizle oynamakla, konuşmakla, adeta kendimize yalan söylemekle meşgul oluyor ve bu şekilde var oluyoruz.

Bize, hayatımız adı verilen varoluşun bir parçası verildi. Bu çerçevede, bize algımızın sınırlarını, bedensel duyu organlarımızın sınırlarını aşacak kadar genişletme ve etrafımızdaki dünyayı beş duyu organımızla bize gösterilenden farklı algılamaya başlama fırsatı verildi. Görüşümüz ve işitmemiz o kadar sınırlıdır ki, onlar bize dünyamız dediğimiz çok küçük bir resim veriyorlar.

Kabalistler onun var olduğunu hiç düşünmezler. Bunun “hayali bir dünya, uydurma bir dünya” olduğunu söylerler, çünkü aslında bu dünyanın algınızı genişletip gerçek evreni ifşa etmeye başladığınızda ortaya çıkan gerçek resimle hiçbir ilgisi yoktur.

Peki biz ne yapıyoruz? Hayatımız boyunca kendimizi kandırıyoruz. Algıladığımız dünyanın küçük resminin içinde, her türlü oyuncak ve filmle oynamaya başlıyoruz. Ne yazık!

Ancak beş duyumuzla bize gösterilen bu sınırlı dünya resminde, kaçamayacağımız bir yaratılış programı olduğundan, yavaş yavaş şiddetli bir eksiklik hissetmeye başlıyoruz: “Bu yeterli değil. Daha fazlasını istiyoruz. Kendimizi kötü hissediyoruz. Bu durumdan çıkmamız lazım.”

Ama yine de bir şekilde, kendimizi bu durumdan vazgeçirmeye çalışıyoruz, krizi hissetmemek için etrafında dönüp duruyoruz. Aslında bu, evreni algılamamızdaki bir krizdir. Doğa bizi yükselmeye, algımızı genişletmeye ve dışımızda var olan dünyanın sonsuz mükemmel resmini hissetmeye başlamaya itiyor.

Ama biz bunu yapmak istemiyoruz; artık bu tablonun içinde kalmamıza izin vermeyecek acıları yaşayana kadar direnip, acılarımızı algımızın kısıtlılığıyla ilişkilendirmeye başlarız. Öyleyse, kendimizi değiştirmemiz gerekecek.

İnsanlık Olarak, Kum Havuzunda Oyuncaklarla Ve Bebeklerle Oynayan Yetişkinlere Benziyoruz

İnsan gelişimi boyunca, biz egoist bir şekilde evrimleşip kendimiz için alırken, doğa her zaman veriyordu. Bu normaldir çünkü doğanın planı gereği, evrimimizin belirli bir süre boyunca ben-merkezli olması gerekiyordu.

Bu, ebeveynlerinin verdiklerini alarak büyüyen çocukların durumuna benzer. Onlar bundan memnundurlar. Çocuklar büyüdükçe, ebeveynlerin onlara karşı tutumu da değişir: “Buraya kadar, artık tek başınasın. Çalış, hayatının sorumluluğunu üstlen ve yaptığın her hatanın sonuçlarıyla yüzleş.”

Binlerce yıldır, çocuklar gibi büyüdük ama günümüz dünyası bizimle ilgili önemli bir değişimden geçti. Günümüzün dünyası, küresel olarak birbirine bağlı ve bağımlı hale geldi ve aynı şekilde bizden yetişkin tarzında davranışlar talep ediyor, tıpkı birbirimize karşı tutumlarımızın küresel olarak birbirine bağlılığa ve karşılıklı bağımlılığa uygun bir şekilde uyum sağlaması gibi. Tıpkı 20-25 yaşlarındaki bir insanın çalışmaya, bir hayat kurmaya ve dünyayla yeni bir düzeyde ilişki kurmaya başlaması gibi, insanlık da artık yetişkinlik dönemine girmiştir.

Doğamız egoistken, başkalarına ve doğaya fayda sağlamak yerine kişisel çıkarı ön planda tutarken, bu doğadan bağımsız olmamız, bunun üzerine çıkmayı ve doğuştan gelen egoist bağlarımızın ötesinde, kurduğumuz olumlu bağlar üzerine inşa edilmiş yeni bir toplum inşa etmeyi seçmemiz gereken bir aşamaya ulaştık.

Binlerce yıl boyunca bencilce geliştik ve bugün ilişkilerimizde karşılıklı destek, sorumluluk ve anlayış göstererek yeni bir temel üzerinde bağ kurmamız gerekiyor. Tutumlarımızı doğanın bizim için yeni taleplerine göre ayarlama konusunda isteksiz kalırsak, o zaman kişisel, sosyal, küresel ve ekolojik ölçeklerde hayatımıza giren sayısız acı biçimiyle, bunun sonuçlarıyla karşı karşıya kalacağız.

Yetişkinliğe geçtik ama bu geçişe direniyoruz. Çocukken hiçbir yükümlülüğümüz yoktu ama yetişkinler olarak hayatımızın sorumluluğunu alma yüküyle karşı karşıyayız. Ancak yine de çocukluğumuzun oyuncaklarına ve oyunlarına tutunmak istiyoruz ve birbirimize karşı tutumlarımızı geliştirme konusunda hiçbir ilerleme kaydedemiyoruz. Bu durum aslında oldukça rahatsız edici görünüyor; sanki hala kum havuzunda oturup oyuncak kamyonlar ve bebeklerle oynayan yetişkinlermiş gibiyiz.

Üstelik bu sadece sıradan insanlarla sınırlı değil; dünyanın önde gelen ve saygın isimleri de bu evreyi geride bırakma konusunda aynı derecede isteksiz. Oynanacak yeterince şey olduğunu iddia ediyorlar: Hisse senetleri, para, arabalar, şarap ve sinema bunlardan birkaçı: “Oynayacak yeterince oyuncağımız varken, neden karşılıklı sorumlulukla uğraşalım ki?”

Bu büyük bir problem. Günümüzün yeni küresel olarak bağlı ve bağımlı koşullarına uyum sağlama ve birbirimize karşı tutumlarımızı iyileştirme konusundaki isteksizliğimiz nedeniyle, aksini yaparak hafifletebileceğimiz birçok darbeye katlanıyoruz. Bu geçişi görmezden gelmeye devam ettikçe, artan acılar, eninde sonunda kum havuzundan çıkmamız gerekeceğinin sürekli bir hatırlatıcısı olarak hareket edecek. Dileğim bunu en kısa zamanda başarmaktır.

Hayatınızı Boşa Harcamayın

Kabala bilgeliğinde, üst dünyanın, üst ruhun parçalanmasını ve onun derece derece kırılma ve yıkım yoluyla, dünyamıza basamaklandırılışını inceleriz.

Dünyamızın en son seviyesi, ıslah edilemeyen seviyedir. Bunu, hayvansal yaşamın birçok döngüsü boyunca, yalnızca bedenimizde var olarak ıslah ederiz. Bedene, sadece ondan başlamak ve ruhun ilk seviyesine yükselmek için ihtiyacımız var.

İşte bu yüzden var olmalıyız. Neden kendimi bu üst sonsuz mükemmel hedefe engel olacak, tamamen gereksiz şeylerle donatayım ki? Gerçekten sadece gerekli, anlamlı, kullanışlı, rahat ve iyi olana, beni en çok arzuladığım hedefe ulaşmaktan alıkoymayacak bir şeye ihtiyacım var.

Bu arzu edilendir çünkü orada nihayet mükemmelliğe ve sonsuzluğa ulaşabilirim ve bu dünyayla, onun dehşetiyle, şiddetiyle, pisliğiyle ve yalanlarıyla olan bağımı bırakabilirim. Bununla uğraşmanın amacı nedir?

Bu yüzden gazeteler, hükümet, politika, iftira, kibir ve diğer her şey hakkında düşünen ve bağıran herkesten ayrı olmak benim için çok kolay. İnsanlar için üzülüyorum! Dünyayı, hayatlarını, tüm zamanlarını, enerjilerini buna harcıyorlar! Onlara bakıyorum ve Knesset’te ya da parlamentoda bağırıyorlar, birbirlerini azarlıyorlar, sanki bir şeye karar vereceklerini sanıyorlar.

Kimse hiçbir şeyi çözmeyecek. Bu, bir kum havuzunda oynamaya benzer.

Bu hayvansal beden size verilmişken, onun normal ve rahat bir şekilde var olabilmesi için, ihtiyaç duyduğu kadarını ona sağlayın ki, sizi meşgul etmesin. Modern bir insan olarak, ortalama normal seviyede, banyo, gaz, buzdolabı, klima, araba, vb. gibi şeylere ihtiyacınız var. Eğer bugün yeryüzündeki her şeyi herkese dağıtsaydık, seviyemiz ortalamanın çok üzerinde olurdu. Ancak buna ihtiyacımız yok; herkese normal bir ortalama seviye vermemiz gerekiyor.

Geriye kalan her şey yalnızca herkesin gelişimine yönelik olmalıdır. Doğa ile dengeye ulaşmak için, herkes çalışmalı, bu kum havuzundan nasıl çıkılacağını ve nasıl normal yetişkinler olunacağını öğrenmelidir.

 

Egoist Arzular Dünyamızın Temelidir

Soru: Genel sistemin parçalanması ne zaman oldu ve bu olgunun anlamı nedir?

Cevap: Kelim’in (Kapların) parçalanması, realitenin yaratılışının en başında meydana geldi. Sonuçta, onu yaratmak için doğanın tek gücüne yani Yaradan’a karşıt olan bu tür arzulara ihtiyacımız vardı.

Yaradan ihsan etme, tamamlama, sevme ve birlik olma arzusudur. Yaradan’dan bir şekilde farklı olacak ve yaratılış olarak adlandırılabilecek zıt bir arzunun ortaya çıkması için, verme arzusu birçok küçük egoist arzuya bölündü.

Her arzu yalnızca kendini nasıl tatmin edeceğini düşünür. Daha sonra evrimleştiğimiz doğamız, bu şekilde ortaya çıkmıştır. Egoist arzuların oluşumu, parçalanma sürecidir.

Bu arzular dünyamızın temeli haline gelmiştir: cansız, bitkisel, hayvansal ve insan doğası.

Bütünsel Dünyanın Sorunları

Bugün tüm insanlara ulaşıp, nasıl bir dünyada olduğumuzu anlatacak kendi eğitim sistemimizi hızla oluşturmamız gereken bir durumdayız. Çünkü bunu başka kimse yapamaz. Bu yalnızca, dünya ve kendi yapıları hakkında bütünsel bir anlayışa sahip olan insanlara bağlıdır.

Ben eğer bağ içinde değilsem, egoist bir dünyadaysam ve şimdi oluşmaya başlayan yeni bütünsel dünyayı anlamıyorsam, o zaman hiçbir şeyi açıklayamayacağım.

Fakat ben zaten başkalarıyla bütünleşme içindeysem ve üst dünya beni zaten bu dünyadaki herkesle bütünleşmiş bir duruma getirmişse, o zaman onlara bu metodolojiyi ve yakın geleceğe dair bir açıklamayı anlatabileceğim.

Sonuçta kriz, egoist bir dünyada bölünmüş olmamız ve bütünsel dünyanın matrisinin yukarıdan üzerimize inmeye ve içimize girmeye başlaması yüzünden çıkıyor. Ve bu iki dünya örtüşmüyor. Biri diğerine girdiği zaman, sonucunda yaşamın tüm alanlarını etkileyen çok sayıda kriz ortaya çıkıyor.

Üzerimize çöken, doğanın baskısı altında nasıl yeniden inşa etmemiz gerektiğini yani doğada yavaş yavaş görünür olan şeyin bizim için hayırlı olmasını sağlayacak şekilde, kendimizi nasıl bütünleyici hale getireceğimizi dünyaya hızla göstermeliyiz.

 

“İnsanlık Tarihi Nedir?” (Quora)

İnsanlık tarihine iki şekilde bakabiliriz: ya dünyevi bir gelişim yolu olarak ya da büyüyen arzularımız tarafından yönlendirilen bir evrim olarak.  Önümüzde, “bu dünya” olarak bilinen bir tür üç boyutlu küresel ekranda sergilenen tarihe tanıklık ediyoruz. İçimizde ve tüm çevremizde, aktif olarak katıldığımız canlı bir film gibi, bu gözler önüne seriliyor.

Yine de, bu içimizde yaşar.

Tüm dünyamız bizim arzularımızın merceğinden yansıtılır. Biz bunu kendi içimizde değil, yalnızca dışsal bir bakış açısından gözlemleriz. Dışarısı ile içerisi arasındaki ayrım önemsiz hale gelir; hepsi kişinin kendisinin bir uzantısıdır.

Bununla birlikte, algımızın yanılgısını bir kenara bırakmamız gerekir, zira evreni içgüdüsel olarak içimizde ve dışımızda olmak üzere ikiye ayırıyoruz. Bu bizim egoizmimizin, başkaları ve doğa pahasına kendi kendimizi tatmin etmeye yönelik içsel arzumuzun sonucudur. Bu algı dünya görüşümüzü bugüne kadar şekillendirdi. Egomuzun üzerine çıktığımız zaman, herkesle ortak bir “benlik” paylaştığımızın farkına varacak ve her şeyi dışımızda değil içimizde deneyimleyeceğiz.

Egoist arzularımız, Büyük Patlama’dan itibaren doğanın cansız, bitkisel ve hayvansal seviyeleri boyunca evrimleşti.

Doğanın insan seviyesi MÖ 50.000 civarında ortaya çıktı ve o zamandan MÖ 5.000’e kadar, eşitlik ve ortak mülkiyetle karakterize edilen ilkel bir komünal toplum ortaya çıktı.

Başlangıçta arzular cansız bir düzeyde işliyordu, ancak zenginlik arayışı MS 5. yüzyılda gelişti. Sonraki dönem, öncü teknolojilerin ortaya çıkışıyla belirginleşen hızlı bir insanlık gelişimine tanık oldu.

MÖ 5. yüzyıldan MS 15. Yüzyıla, Orta Çağ’ın sonuna kadar amansız bir güç arayışı vardı. Eş zamanlı olarak Rönesans, önemli keşifler, matbaanın icadı ve diğer dönüm noktaları, 20. yüzyılın sonuna kadar devam edecek olan bilimsel ilerleme ve aydınlanma çağını başlattı.

21. Yüzyılda kendimizi, doğanın sınırlarını aşmak isteyen, doğanın kanunlarıyla uyum içinde olduğumuz daha yüksek bir varoluş düzeyini hedefleyen, yeni bir arzunun içimizde doğduğu, yepyeni bir çağda buluyoruz. Elbette bu yeni arzunun amacını, ilk ortaya çıktığında ifade edildiği kadar net bir şekilde tanımlayamayız ve daha üst bir gelişim seviyesine geçiş sırasında, mevcut evrim sürecimizin talepleri konusunda kendimizi tamamen cahil buluyoruz.

Hayatımızı nasıl ve neden sürdürmemiz gerektiğine dair çeşitli teori ve görüşler var, ancak hiçbiri herkesi tam olarak tatmin etmiyor. Bununla birlikte, doğanın bizi dünya çapında görünür-düzeyindeki, teknolojik ve ekonomik olarak birbirine olan bağlılığımızı sürekli artırmaya nasıl zorladığını gözlemleyerek, doğanın bizden birbirimizle olan bağlarımızda yeni bir birlik, karşılıklı bağımlılık ve bağlılık seviyesine ulaşmamızı talep ettiğini tahmin edebiliriz. Bu kavram Kutsal Kitabın “komşunu kendin gibi sev” ilkesiyle de uyumludur.

İnsanların Kalpleri Yaradan’ın Elindedir

Yorum: Rabaş, başkalarını düzeltmenin, onları eleştirmenin ya da hatalarını belirtmenin hiçbir anlamı olmadığını çok erken fark etti.

Cevabım: Evet, çünkü bir Kabalist bunu yapmaz. Öncelikle insanların hataları nelerdir? Hiçbir hataları yok. Onların içinde ortaya çıkanlar, Yaradan’ın, doğanın etkisi altında tezahür eden şeylerdir.

Hitler ve Stalin’den başlayarak, kim olursa olsun, bir insan nasıl herhangi bir şeyle suçlanabilir ki? Bu doğadır, onları böyle yaratmıştır. Elbette suçlarını işlemeden önce onları yok etmek mümkün olsaydı, bu yapılırdı. Fakat onlarda ortaya çıkanlar, aynı Yaradan’ın etkisi altında ortaya çıkmıştır. “Bakanların ve kralların kalpleri Yaradan’ın elindedir.” derken kastedilen budur.

Peki ya sıradan insan? Onun için de durum aynıdır. Dolayısıyla, suçlanacak olan kim ve suçlanacak olan nedir? Hiç kimse ve hiçbir şey.

Kabala, herhangi bir kişiye, ancak potansiyel olarak bütünsel bir sisteme, içinde sonsuzluğu, mükemmelliği hissedeceğimiz ve başka bir dereceye, tam anlamıyla İnsan derecesine erişeceğimiz “kabımızın” duvarlarının inşasına bağlantıyı teşvik etme fırsatını elde ettiği ölçüde atıfta bulunur.

Bizler şu anda hala hayvan seviyesindeyiz. Diğerlerine göre daha gelişmiş olmasına rağmen, bu yine de bir hayvan derecesidir. Beden için yaşıyoruz.

Soru: Ama başkaları üzerinde güç sahibi olmanın hazzını, kişi kendisi üzerinde tam güç sahibi olmaya dönüştürmeye çalıştığında… sevgi, aynı zamanda psikolojik hazırlık da gerektiren uzun bir süreçtir, değil mi?

Cevap: Kabala en yüksek psikolojidir. Size neyden yapıldığınızı ve onunla nasıl çalışacağınızı gösterir.

 

“İçinde Yaşadığımız Sistem Hakkında Ne Biliyorsunuz?” (Quora)

Bizler tek bir küresel-bütünsel sistem içinde yaşıyoruz ve bu sistemin bizden özel bir talebi var.

Talebi nedir?

Onun küresel-bütünsel yasalarına uyum sağlamamızdır.

İçinde yaşadığımız sistem bizi, analog bir sistemin parçaları gibi, uyumlu ve birbirine bağımlı bir şekilde kendisine bağlanmaya teşvik ediyor.

Biz ise tam tersine birbirimize karşı olumsuz davranıyoruz. Kendi çıkarımızı başkalarının ve tüm sistemin yararından üstün tutuyoruz.

Böyle bir tutum yıkıcıdır.

Bu, aramızdaki bağlarda sömürünün, manipülasyonun ve istismarın çoğalmasına ve gezegenimizin kaynaklarının tükenmesine yol açıyor. Başka bir değişle, şu anda içinde var olduğumuz küresel-bütünsel sistemin yasalarına aykırı olarak, istiyor, düşünüyor ve hareket ediyoruz.

Buna bağlı olarak da, sistemden kişisel, sosyal, ekonomik ve ekolojik ölçekte her türlü sorun ve kriz alıyoruz; artan depresyon, stres, kaygı ve yalnızlıktan, çeşitli savaş ve çatışmalara ve ekolojik felaketler ve salgınlara kadar uzanan, sayısız olumsuz tepkiler alıyoruz.

İçinde yaşadığımız küresel-bütünsel sistem, ona karşı tutumlarımıza yani birbirimize ve genel olarak doğaya karşı tutumlarımıza yanıt verir.

Ne istersek onu yapabiliriz, ancak eninde sonunda bu sistemin parçaları arasında tam bir bağ ve karşılıklı bağımlılıkla nasıl işlediğini, ayrılmaz yasalarını öğrenmemiz ve içinde yaşarken nasıl uyumlu ve huzurlu bir hayat sürebileceğimizin anlayışına ulaşmamız gerekecek.

Sistemin yasalarını öğrenmezsek, sistemden gelen olumsuz geri bildirimlerin giderek arttığını hissederiz, zira sistemdeki koruma gücü her zaman üstün gelecektir.

“Kendi Arzularımın Üzerine Çıkar Ve Başkalarının Arzularını Yerine Getirirsem, O Zaman Bu İnsanları Nasıl Hissederim?” (Quora)

Kendinizi ve diğerlerini bir bütün olarak hissedersiniz yani onların sizin en yakınınız, en sevdiğiniz insanlar olduğunu hissedersiniz.

Daha önce düşündüğünüz “benlik”, kişisel “Ben”iniz duyularınızdan kaybolur. Benliğiniz yanınızda yaşayan bir hayvana daha çok benzedikçe, onun ilişki düzeyi önemli ölçüde azalır.

Ancak arzularınız sürekli olarak büyür, peki bu büyüme onların üzerine çıkma hareketi ile nasıl bağdaşır?

Siz büyüyen bu arzuları başkalarıyla daha fazla bağ kurmak için kullanın diye, bu böyledir.

Arzularınız, size birbirinizden ne kadar çok ayrı ve uzak olduğunuzu gösterirse, doğada var olan olumlu bağ kurma gücüyle, bu tür arzuların üstesinden gelme, başkalarıyla bağ kurma ve onlar aracılığıyla tamamlanmayı hissetme fırsatınız o kadar artar.

Bu süreci, sevilen birinin mutlu edilmesine benzetebiliriz. Onları yerine getirdiğinizden daha çok kendinizi tatmin edersiniz çünkü bunu kendi arzularınıza rağmen yaparsınız. Böylelikle doyumun tüm gücünü kendi üzerinizde hissedersiniz. Bu, elektriğin bir dirençten geçmesine benzer: direnç ne kadar güçlü olursa voltaj da o kadar büyük olur.

O gerilim, hissettiğiniz hazdır. Bu acı verici değildir. Bu bir zevktir. Eksinin  yani kendinize yönelttiğiniz arzuların, nefret ve reddedilmenin yerini sevgi ve bağ kurma ile değiştirerek artıya dönüşür.

“Çevreyi Nasıl Koruyabiliriz?” (Quora)

Her sorunumuz, kendimizi doğadan ayrı olarak algılamamızdan, “ben”i “benim dışımdaki herkes ve her şeyden” farklılaştırmamızdan kaynaklanıyor.

Böyle bir algı, çevremizi bize tabi olarak görmemize neden oluyor. Çevreyle ilgilendiğimizde bile, bunu doğanın tüm sistemini göz önünde bulundurmadan, yalnızca kendi yararımızı düşünerek yapıyoruz.

Aşırı kişisel çıkarımız, doğanın bütünsel olarak birbirine bağlı sistemindeki dengeyi bozuyor ve doğadan olumsuz geri bildirim alınmasına neden oluyor. Bunun sonucunda da ekolojik felaketler, salgın hastalıklar ve sayısız başka olgularla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu nedenle yaklaşımımızı “çevreyi nasıl koruyabiliriz?”den, kendimizi doğanın ayrılmaz bir parçası olduğumuz algısına doğru değiştirmemiz gerekiyor.

Genel olarak, düşüncelerimizin ve arzularımızın gücünü hafife alıyoruz. Onlar doğadaki en kuvvetli güçlerdir ve doğada büyük değişimlere etki etme potansiyeline sahiptirler.

Sorun şu ki, düşüncelerimizin doğa üzerindeki etkisi bizden gizleniyor.

Buna bağlı olarak, doğa üzerindeki en güçlü etkimiz bunların nedeni olan noktada tedavi edilmeyi beklerken, bizler sadece doğa üzerindeki gaz emisyonları ve atık kirliliği gibi dışsal etkilerimizle ilgileniyoruz.