Category Archives: Birlik

“Günümüzde Doğal Afetlerin Artmasının Arkasındaki Sebep Nedir?” (Quora)

Doğal afetleri gözlemlediğimizde, belirli jeolojik ve ekolojik faktörleri anlayabiliriz, ancak bu faktörlerin arkasında ne var? Başka bir deyişle, etrafımızda algıladığımız dünyanın arkasında ne var?

“Doğa kanunları” diyebiliriz ama bu tam bir cevap vermez.

O halde doğal afetler neden başlıyor ve son zamanlarda neden artıyor?

Doğal afetler, doğa ile olan dengesizliğimizden kaynaklanır. Dünya ve evrenimiz cansız madde ve fiziksel güçlerle doluyken, niteliksel olarak konuşursak, cansız varoluş seviyesi, doğadaki en düşük niteliksel seviyedir. En yüksek niteliksel seviye, insandır.

İnsan seviyesindeki denge veya dengesizlik, doğayla olan dengemizi veya dengesizliğimizi belirler. Bu nedenle, bağlarımız ne kadar dengesiz hale gelirse (başkalarına fayda sağlamak yerine kendi çıkarımıza giderek daha fazla öncelik vererek, yani giderek daha egoist hale gelerek birbirimizle ilişki kurduğumuzda), doğal afetler gibi krizleri o kadar çok yaşarız.

Hepimizin birbirimizi etkilediği, küresel olarak birbirine bağlı, birbirine bağımlı ve kapalı bir sistemde yaşıyoruz. Sorunlarımızdan biri, karşılıklı bağımlılığımızın engin boyutunu hissedememektir. Bu nedenle, önce karşılıklı bağımlılığımızı öğrenmemiz ve karşılıklı bağımlılığımızın artan anlayışı ve hissinden, aramızda yeni davranışlar oluşturmaya başlamamız gerekiyor: dünya çapında işbirliği, karşılıklılık ve karşılıklı taviz yasaları. Bağımlılığımızın ölçüsünde uyanana kadar, bağlarımızda bizi doğa ile dengeleyecek gerekli dengeye ulaşamayız. O zaman doğal afetlerin (birkaç başka krizle birlikte) olumlu bir bağlantı kurana kadar artmaya devam etmesini bekleyebiliriz.

Yaşlı Hillel, bu tür yasalara uymanın ilk adımını formüle etti: “Senin için nefret uyandıran şeyi, arkadaşına yapma.” Başka bir deyişle, en azından diğer insanlara zarar vermemeye büyük özen gösterin. Bu koşulu yerine getirmek, birbirleri arasında işbirliği ve karşılıklılık yasalarını yürürlüğe koymanın ilk adımıdır. Dolayısıyla bu durum bizi hala birbirimizle ve doğa ile dengeye getirmezken, birbirimizi ve doğayı kötü amaçlarla sömürmemize son verir.

Böyle bir koşul kulağa ne kadar hoş gelse de, bunu hemen yerine getirmemizin mümkün olduğunu düşünmek saflık olur. Böyle bir durumu yerine getirebilmek için öncelikle bizi doğa ile dengeye getirmeye odaklanan yeni bir eğitime ihtiyacımız var. Küresel karşılıklı bağımlılığımızın hissiyatına ulaşmamız gerekiyor ve şu anda bundan çok uzağız.

Böyle bir eğitimden ne kadar çok geçersek, karşılıklı bağımlılığımızın duygusuna (özgecilik ve işbirliğini egoizm ve sömürüye göre önceliklendirmemize rehberlik etmesi gereken bir hissiyata) o kadar çok ulaşmalıyız.  O zaman bugün dünyamızda var olan sayısız sömürü biçiminden vazgeçebilirdik. Bu ilk adımdır: Başkalarına zarar vermenin bumerang olarak bize geri döndüğü ve nihayetinde kendimize zarar verdiği anlayışı. Doğal afetler, doğa ile dengeyi kuramadığımız için birbirimize verdiğimiz bu türden dolaylı zararlara bir örnektir.

“Omicron, Doğanın Açıkca Tokatıdır” (Linkedin)

Delta ile henüz işimiz bitmeden, işte Omicron geliyor. Yeni Koronavirüs türünün beş kat daha bulaşıcı olduğu söyleniyor, ancak aşılı kişilerde ciddi hastalığa neden olduğuna dair henüz bir kanıt yok. Doğanın hassasiyeti şaşkınlık verici. Yetenekli bir yargıç gibi, günahlarımız için bizi cezalandırıyor. Bununla birlikte, bu intikamcı bir Tanrı’nın gazabından çok, bir okul müdürünün öğretici öğütlerine benziyor. Onun dersi birliktir. Öğrenmeyi reddettiğimiz ölçüde, öğüt veren virüs daha kararlı hale gelecektir.

Medeniyetin başlangıcından beri, doğayı alt etmeye çalıştık. Bu, annesini alt etmeye çalışan bir fetüs kadar akıllıca. Fakat kendi gözlerimizin dışında aslında hiçbir zaman akıllı olmadık.

Yani tüm doğa uyumlu bir şekilde çalışırken, kuralları koyma girişimimizde ona katılmak yerine her sürece müdahale ediyoruz, işlerin doğal düzenini bozuyor ve onu rahatsız ediyoruz. Bir makine sen onu bozduktan hemen sonra çalışamayacağı için, işler düşündüğümüz gibi gitmediğinde, onu düzeltmeye çalışıyor ve üstün zekamızı kanıtlıyoruz.

Bu “beceriler” doğanın iç içe geçmiş ipliklerini çözüyor, hepimizi bir arada tutan örgüyü parçalıyor ve deneyimlediğimiz sayısız olumsuz olayı tetikliyor. Bu olumsuz olayların en yenisi Covid’dir, ancak doğanın temel kurallarını – karşılıklılık ve denge – görmezden gelmeye devam edersek, bu sonuncu olmayacak ve kesinlikle doğanın atacağı en kötü “tokat” olmayacaktır.

Eğer gidişatı değiştirmek ve durumumuzu gerçekten iyileştirmek istiyorsak, işe tavrımızla başlamalıyız. Ben merkezli bir tutumu sürdüremez ve bunun toplumun iyiliği için tasarlanmış bir çevrede çalışmasını bekleyemeyiz.

Doğa ayrılmaz bir bütündür. Parçaları birbirine bağlıdır. Bir parça işlevsizse, tüm doğa işlevsizdir. Bu nedenle doğa, sadece şu ya da bu hayvan, bitki veya mineral türlerinin değil, tüm unsurlarının iyiliğini korur.

İnsan dışında tüm türler bu karşılıklılık yasasına uyar yani doğadaki tek işlevsiz unsur bizleriz. Başka bir deyişle, deneyimlediğimiz tüm olumsuz olaylar, benmerkezci zihniyetimiz tarafından yaratılan kendi yaptıklarımızdır.

Bu nedenle, iyi bir hayat yaşamak için gerçekliğin kendisinde hiçbir şeyi değiştirmemize gerek yok; düşüncemizi değiştirmemize gerek vardır. Bireysellik yerine birliği düşünürsek, kendimiz dahil herkese fayda sağlamış olacağız. İnsanlığın ve doğanın refahını kendi refahımızın ayrılmaz bir parçası olarak görürsek, gerçekliği gerçekte olduğu gibi göreceğiz ve eylemlerimiz aynı derecede başarılı olacak. Kolektif olarak inşa edilmiş bir dünyada gelişmenin tek yolu kolektif bir zihniyettir. Mevcut tavrımız kıyametten başka bir şey getirmeyecektir.

 

Yaradan’ı Birlikte İfşa Etmek

Soru: Acı çekenlere yardım etmeye çalışmalı mıyız yoksa hayatlarını onlara verildiği gibi yaşamalarına izin mi vermeliyiz?

Cevap: Başkalarının Yaradan’ın manevi edinimini kazanmalarına yardım etmeli miyiz, yoksa kendilerine verilen koşullara göre gelişmelerine izin mi vermeliyiz?

Yardım etmeliyiz çünkü hepimiz tek bir kabın, tek bir sistemin içindeyiz. Başkalarına yardım ettiğimiz ölçüde kendimize de yardım ediyoruz. Böylece, birbirimize yardım ederek, hep birlikte Yaradan’ı ifşa edeceğimiz kabımızın tam ıslahına ulaşacağız.

 

Doğanın Programını Anlamak

Doğa birdir ve bütün parçaları tam bir bütünlük içerisindedir, kasıtlı olarak özgür irade verilen, böylece onu kullanarak bütünleşmeye kendisi gelecek olan insan dışında. Ve geç kaldığı ölçüde, kendisi bağımsız adımlar atmak isteyecek ve üzerine düşen sopanın önüne geçip doğa ile bütünleşmek için çabalamaya başlayana kadar acı çekmeye itilecektir. Günümüzde bizler bu koşuldayız.

Bu yüzden depresyona giriyoruz ve aile ya da bu dünya bizi tatmin etmiyor. Uyuşturucularla dikkatimizi dağıtıyoruz, çocuk sahibi olmak istemiyoruz vb. Peki neden? Çünkü doğa kasıtlı olarak bize darbeler göndererek var olmaya değecek özel bir amaç arama zorunluluğunu hissetmemize neden olur. Doğa bizi yeni bir koşula böyle hazırlar.

Bunu hayatın her alanında görürüz. İnsanlar motivasyonlarını kaybederler ve hiçbir şey istemezler, böylece bir demografik kriz meydana gelir ve dünya her konuda yokuş aşağı gider. Bu, içimizde özel bir motivasyon yaratmak için doğa programında kasıtlı olarak ortaya konmuştur.

Bizler, doğanın niyetini, düşüncesini, bize ne tür bir provokasyonun sunulduğunu ve en güzel koşula nasıl gelebileceğimizi anlamak için varız. Sevgide, ailede ve dostlukta ve herhangi bir programın uygulanmasında en başarılı olabiliriz, aslında her şeyde başarılı olabiliriz.

O zaman dünyayı büyük ve küresel olarak göreceğiz ve nasıl çalıştığını, onu ve toplumu nasıl yeniden inşa edeceğimizi hissedeceğiz.

Kendi İyiliğim İçin Değil

Herhangi bir arzuyu kendi iyiliğim için değil, başkaları için kullanmak her zamanki arzularımın içinde yaşamak istemediğim, ancak doğanın bir sonraki derecesine, alma yerine ihsan etme durumuna yükselmek istediğim tamamen farklı bir varoluştur.

Soru: Doğadan aldığım arzularımı kısıtlamak ve başkalarının arzularını yerine getirmek zorunda olmamın sebebi nedir?

Cevap: Bu doğanın programıdır, içinde var olduğumuz iki derecedir. Birinci derecede doğarız ve gelişiriz ve bu bizim egoizmimizin koşuludur. Ancak, yavaş yavaş ondan çıkmalı ve tersi duruma geldiğimiz bir sonraki dereceye yükselmeliyiz ve arzularımızı kendimiz için değil sadece başkaları için kullanmalıyız.

Manevi Nitelikleri Takdir Etmek

Yorum: Bilge insanlar vermenin gerektiğini, arzuları kısıtlamamız gerektiğini söylüyorlar.

Cevabım: Öyleyse neden yapmıyorsun? Çünkü bu bilge insanlara inanmıyorsun.

Yorum: Hayır, aslında zor olduğu için. Biz insanlar bunu yapmaya çalışıyoruz. Bazen arzularımızı kısıtlamak işe yarasada, çoğu koşulda işe yaramıyor.

Cevabım: Bu gerekli olan, ihtiyaç duyulan, faydalı olandır. Ama bu her durumda karşılaştığımız bir görev mi yoksa bundan kaçınabilir miyiz? Burada birçok soru var. Neden kendimi, doğamı değiştirmek isteyeyim? Sonunda bundan kazancım ne?

Yorum: Manevi dünyanın ifşası.

Cevabım: Manevi dünyanın ifşası ne anlama geliyor? Kendi içindeki herkes için ihsan etme ve sevgi niteliğini ortaya çıkarmaktır, manevi dünyayı ifşa etmenin anlamı budur.

Dünyamızı egoist arzumuzda ifşa ederiz ve çevremizde gözlemlediğimiz şeyleri bu arzuda görürüz. Bana dahil olan ve egoizmimi dolduran her şeye “bu dünya” denir. Kim daha fazla egoizme sahipse bu dünyayı büyük hisseder. Çocuklar, hayvanlar ve bitkilerinki gibi küçük egoizme sahip olanlar bu ölçüde, egoizmi hisseder. Yani manevi dünya sadece ihsan etme ve sevgi niteliğinde hissedilir.

Bunu düşünmemiz gerekir: “Bundan ne elde edeceğim?” Sonuç olarak, sevgi ve ihsan etme niteliklerini, manevi nitelikleri takdir etmem ve saygı duymam gerekir. Ve eğer ne kadar önemli, gerekli olduklarını görürsem -kendim için değil, dünya için, başkaları için çünkü kendimi düşünmemeliyim- o zaman gerekeni yaparım.

Sevgi kendini değil, başkalarını sevmektir. Eğer diğerlerini iyi hissettirmek için her şeyi yapmak istersem, onları kendi iyi niteliklerimle, hislerimle, arzularımla doldururum.

Komşunu sevmek demek, dünyadaki her insanı komşun yapmak ve ona kendine verdiğinden daha fazlasını vermek demektir.

“Mutluluktan Vazgeçtik Mi?” (Linkedin)

Bir öğrenci bana yeni bir raporun Koronavirüs’ün artık dünyanın 1 numaralı endişesi olmadığını iddia ettiğini söyledi. Görünüşe göre, yoksulluk ve işsizlikten daha alt seviyeye düşmüş. Rapora göre bu üçünün yanı sıra, dünya suç, eğitim, iklim değişikliği ve göç konusunda endişeli. Bana göre insanlığın kafası o kadar karışmış ve tükenmiş ki, artık hiçbir şeyle ilgilendiğini düşünmüyorum. Ve konu çok fazla sorun olması değil, ulaşılacak bir hedefin olmaması. Hedef yoksa özlem yoktur ve özlem yoksa uğruna yaşanacak hiçbir şey yoktur.

Herkesin amacının mutlu olmak olduğunu iddia edebilirsiniz ve bu elbette doğrudur. Ancak, hepimiz kendi mutluluk anlayışımıza sahip olduğumuzda ve aklımızda sadece kendi mutluluğumuz olduğunda, her birimiz kendi yolumuza gideriz ve mutsuz oluruz, tükeniriz ve sonunda mutluluktan tamamen vazgeçeriz.

Bu nedenle tanımlamamız gereken ilk şey, hayattaki en önemli şey olarak neyi gördüğümüz ve bunu nasıl elde etmek istediğimizdir. Daha sonra, hedefe ulaşmamızda bize neyin yardımcı olacağını veya engelleyeceğini belirleyebiliriz.

İlk yapmamız gereken, sayısız küresel kriz ile görüldüğü gibi, tüm dünyanın birbirine bağlı olduğunu kabul etmektir. Geri kalanımızın mutluluğunu görmezden gelen kişisel mutluluk, artık sahip olmadığımız bir ayrıcalıktır. Bu nedenle mutluluğu tüm insanların mutluluğu olarak tanımlamalı, ya da en azından bunu yapmaya çalışmalıyız. Bu tüm toplumun desteğini alacağından, mutluluğa doğru ancak bu yönde ilerlersek gerçek bir gelişim kaydedebiliriz.

Bunun bizim amacımız olması gerektiğini anladığımızda ve bunun için çalışmaya başladığımızda, bir şeyler sadece insanlar için değil, tüm gezegen için gelişecektir. Tüm insanların refahını gözetmemiz gerektiğine ikna olduysak, onların kirlilikten zarar görmediklerini, temiz su ve havaya sahip olduklarını, yeterli enerji ve sağlıklı gıdaya sahip olduklarını ve sağlıklarının, barınmalarının ve eğitimlerinin önemsendiğini görmeliyiz. Sonuç olarak, kaynak kullanımımızı dengeleyeceğiz ve herkesin iyiliğini düşünerek yalnızca gerekli olanı tüketeceğiz.

Dünya liderlerinin boş konuşmalar yapmak için atmosferi kirleten jetlerle uçtuğu düzenlemelere ve konferanslara ihtiyacımız olmayacak. Kendi mutluluğumuzun, diğer herkesin mutluluğuna bağlı olduğunun farkında olduğumuz için kendimize çeki düzen vereceğiz. Başka bir deyişle, kirliliği önlemeye ve emisyonları azaltmaya değil, karşılıklı birbirimizi düşünmeye ve birbirimizi önemsemeye odaklanırsak, sürdürülebilirliği başarır ve kendimiz için mutlu bir hayat kurarız. Günümüz dünyasında sürdürülebilirliği ve mutluluğu bulmamızın tek yolu budur.

“Kötülüğü Veya Yanlış Giden Şeyleri Nasıl Düzeltiriz?” (Quora)

Herkesin değişmesi, kendini geliştirmesi ve topluma faydalı bir parçası olması için kapı daima açıktır. İnsan toplumuna karşı en kötü suçları işleyenler bile,  sadece her gün duyduğumuz bir veya birkaç kişiye yönelik cinayet veya hırsızlıktan da bahsetmiyorum, dünyanın kötüleri olarak kabul edilenler bile ne yaptıklarını anlayacakları ve aynı zamanda değişmeyi arzulayacakları bir uyanış anına sahip olacaklar.

Örneğin, kendi ülkesinde toplu katliam ve soykırım uygulayan Adolf Hitler’i ve Avrupa’daki yıkımı ele alalım. Bu tür insanların özgür seçimleri yoktur. Üst güç onları bu tür gaddarlıkları gerçekleştirmeleri için yönlendirir ve kendilerinin ne yaptıkları hakkında hiçbir fikirleri yoktur.

Daha sonraki enkarnasyonlarda, onlar insanlığa getirdikleri zararı kabul etmek zorunda kalacaklardır. Böyle insanlarla ilgili olarak “hizmetçilerin ve kralların kalpleri Yaradan’ın elindedir” denir. Yani, insan gelişimini yönlendiren bir üst takdir vardır ve insanlığın belirli darbeleri deneyimlemesi gereken belirli zamanlar gelir ve daha sonra “Yaradan”, “doğa” veya diğer birkaç isimle adlandırılabilen üst takdir, insanlığın gelişiminde deneyimlemesi gereken belirli bir miktarda acıyı uygulamak için Hitler gibi belirli bir kişi aracılığıyla hareket eder.

Dünyaya onların vasıtasıyla iyiliğin geldiği diğer insanlar da vardır ama ne yazık ki, dünyamıza neredeyse hiç iyilik gelmez, bu yüzden bu örnekler çok daha nadirdir.

Bununla birlikte, topluma karşı şurada burada suç işleyen sıradan insanları tartışırsak, bu tür insanlar her zaman bölücü eğilimlerinin üzerine çıkma ve topluma faydalı katkılar sağlama yeteneğine sahiptir.

Uç bir örnek olarak seri katilleri alırsak, bunlar hala anlaşılması çok karmaşık konulardır çünkü onları tam olarak anlamak için, enkarnasyonların nasıl çalıştığını anlamamız gerekiyor. Örneğin, kişinin bu enkarnasyonda zarar verdiği bir kişi, gelecekteki bir enkarnasyonda ilgilenmesi gereken çocukları olabilir.

Parçası olduğumuz sistemin tamamını anlamak için sadece algı araçlarından yoksunuz. Dünyamızda, insanları belirli zamanlarda gerçekleştirdikleri belirli eylemlere göre yargılamaktan başka seçeneğimiz yok çünkü onları değerlendirmenin başka bir yolu yok. Ayrıca, insan toplumunda belirli bir dengeyi sürdürmek ve her türlü kötülüğün açığa çıkmasına çok fazla izin vermemek zorundayız.

Oysa doğadaki gerçeği algılayabilmek için doğanın başlangıcını ve sonunu görmemiz gerekir. Ve böyle konularda tecrübeliler kadar bilgesi yoktur. Gerçekliğin düzenine ve gelecekteki durumlarımızın en son hallerine kadar nasıl gelişmesi gerektiğine dair böyle bir algıya erişmiş insanlar var. Bu tür insanlar aynı zamanda, insan gelişiminin her köşesinde ve kuytularında neler olduğunu görebilir, meydana gelen her türlü ıstırabın arkasındaki nedeni ve amacı anlayabilir ve buna göre tarih boyunca meydana gelen her olayı haklı çıkarabilirler.

Böyle bir algı olmadan, o zaman bu dünyada dar algılarımızla hareket ederiz. Burada söylediklerimi anlamak ve aynı fikirde olmak çok zor, ancak mümkün olduğunca basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, eğer doğayı başlangıcından sonuna kadar görerek gerçekliğin tam algısını ve hissini elde edersek, o zaman gerçekleşmiş olan her şeyi kelimenin tam anlamıyla haklı çıkarabileceğiz.

Bu yüzden Kabala bilgeliğini öğretiyor ve yayıyorum. Kabala, gerçekliğin tam algısına nasıl ulaşacağımız konusunda bize rehberlik eden bir bilgeliktir. Bunu yaparak, hayatımızı hatasız ve her türlü korkunç patlamalardan arınmış olarak nasıl yöneteceğimizi bileceğiz. Yüksek bir birleşme ve sevgi duygusunun tüm insanlar arasında yaşayacağı uyumlu ve barışçıl bir toplum inşa etmek için gerekli araçları kazanacağız. Ayrıca, belirli insanların neden belirli eğilimlerle doğduklarını da tam olarak göreceğiz.

Belli eğilimleri olduğu için kimse suçlanamaz. Nasıl ki bazı insanlar bilim insanı olmayı arzuluyorlarsa, diğer insanlar müzisyen olmayı arzuluyorlar vb. gibi, aynı şekilde bazı insanların da toplumun kötülük olarak gördüğü öldürme ve çalma gibi eğilimleri vardır. Farklı insanların sahip olduğu kesin eğilimlere karşı bir duyarlılık geliştirseydik, o zaman onlara enerjilerini topluma fayda sağlayacak şekilde kanalize etme konusunda rehberlik edebilirdik. Örneğin, bu tür insanları, İnsanları yakalamak yerine balık tutmaya, insanları bıçaklayarak öldürmek yerine, kasap olarak çalışmaya veya onları iyileştirmek için cerrah olarak insanları kesmeye, ya da kendimiz için bencilce kazanmak amacıyla başkalarından çalmak yerine başkalarına vermek için kendi egolarımızdan çalmaya yönlendirebiliriz. Sonuç olarak, bizler haz alma arzularından yapıldık ve hazzın türü, birlikte yetiştirildiğimiz toplumdaki değerlere ve örneklere bağlıdır.

Doğanın eğilimlerimizi içimize yerleştirdiğini anlamalıyız ve belirli eğilimlere sahip olduğumuz için cezalandırılmamalı veya suçlanmamalıyız. Bunun yerine, toplum her birimizi eğilimlerimize göre ayırt etmelidir ve onları toplumun yararına yönlendirdiğimiz ölçüde belirli düzeltmelerden geçeriz. Daha sonra, onu olumlu bir amaç için nasıl yönlendireceğimizi deşifre etmemiz için her eğilimin nasıl var olduğunu yavaş yavaş görmeye başlardık.

Eğilimlerimizi olumlu amaçlara yönlendirmek, toplumun bize aşıladığı sarmalayıcı değerlere ve örneklere bağlıdır. Örneğin, bir kişinin öldürme eğilimi varsa ve o kişi, tükettiği medya ve eğlence gibi toplumdaki örneklerle, kıyasıya rekabet eden “her insan kendine” değerleri ve insanlar arasında nefretin filizlenmesini teşvik eden bölücü dürtülerle birleşirse, o zaman böyle bir kişinin eğilimini olumsuz ve yıkıcı bir şekilde kullanma olasılığı daha yüksektir.

Bununla birlikte, koruyucu toplumsal değerler ve örnekler, kendi çıkarları yerine başkalarına ve doğaya fayda sağlamayı amaçlayan olumlu örneklerle, medya ve eğlence bu değerleri tanıtmaya çalışan olumlu örneklerle zenginleştirilseydi ve ayrıca eğitim sistemlerimiz bizi materyalist olarak birbirimizle rekabet edecek şekilde yetiştirmekten, bölücü dürtülerimizin üzerinde olumlu bir şekilde bağ kurmak için birbirimizle işbirliği yapmaya kaydırılsaydı, o zaman öldürme eğilimi olan kişi, kendisini kucaklayan olumlu sosyal çevreye en iyi şekilde hizmet etmek için bu eğilimi nasıl kullanacağını da arardı.

Hepimiz farklı eğilimlerle doğarız ve birbirimizle pozitif ilişki kurmak için onları aşmak için birbirimizi desteklersek, o zaman doğanın bizi bir arada tutan pozitif bağlantı gücüyle yeni bir bağlantı ağına gireriz. O zaman toplumdaki en uygun yerlerimizi bulabiliriz ve sonra her birimiz kendimizi mükemmel ve bütün bir biçimde gerçekleştirebiliriz. O zaman, en kötü eğilimlerimiz bile (öldürme, tecavüz etme ve çalma) topluma olumlu katkı sağlamak için bu eğilimleri nasıl kullanacağımızı ararken olumlu bir ifade bulacaktır.

“İnsanlığın Hedefi Refah Mıdır?” (Quora)

İnsanlığın hedefi kendi çıkarlarımıza yönelik arzularımızın başkalarına ve doğaya fayda sağlama arzularına dönüşeceği ve bunu yaparak, doğanın sevgi ve ihsan etme niteliğinin mükemmelliğine benzeyeceğimiz, birbirimizle kapsayıcı bir karşılıklı bağa ulaşmaktır. Böyle bir hedefe ulaşarak, kelimenin tam anlamıyla refaha ulaşacağız: bir cennet hissine.

Manevi Gelişimimizi Hızlandırmak

Soru: Zor manevi çalışmayı, arzu edilen çalışmaya nasıl dönüştürebiliriz?

Cevap: Bu, yavaş yavaş gerçekleşir. Saran ışığın ve ıslah eden ışığın etkisi altında uzun yıllar alır.

Rabaş ile çalışarak manevi yoluma yeni başladığımda, bana Baal HaSulam’ın Kabala bilgeliğini nasıl keşfettiğini anlattı.

Bir gün Baal HaSulam, Varşova yakınlarındaki küçük bir kasaba olan Porsov’da yaşayan öğretmenini ziyarete geldi ve öğretmeni evde yoktu, bu yüzden ofisindeki kitapları incelemeye başladı ve aşina olmadığı bir kitapla karşılaştı. İçine bakmaya başladı ve manevi dünya hakkında bir kitap olduğunu keşfetti. Bu, ARİ’nin yazdığı Hayat Ağacı olarak adlandırılan kitaptı. Baal HaSulam yazılanlara, hepsinin var olduğuna hayret etti.

Aniden öğretmeni odaya girdi ve “Kitabı geri koy, senin için değil” dedi. Baal HaSulam kitabı geri koydu ama ne arayacağını zaten biliyordu. Ertesi gün kitabı satın aldı ve okumaya başladı.

Sonra Rabaş beni şok eden bir cümle ekledi: “Fakat babam o kitapta yazılanlara ulaşmasının 30 yıl süreceğini bilmiyordu.” Kolunu tuttuğumu ve “30 yıl mı?” diye haykırdığımı hatırlıyorum. O zamanlar 33 veya 34 yaşındaydım.

Gerçi gelişimimizin hızlanması nedeniyle bugün çok uzun sürmese de, Kabala bilgeliğinin söylediklerini elde etmek ve resmin tamamını görmek için hala en az 20 yıla ihtiyacınız var. Bunun böyle olduğunu görmesem de 30 yıl oldukça gerçekçi görünüyor.

Bunun nedeni, insanı ıslah eden ve Yaradan’ı ifşa eden ışığın yavaş yavaş işlemesidir. Genel olarak, inanılmaz bir kozmik hızda çalışır ancak buna göre aynı kozmik mesafeleri aşmamız gerekir. Bu, dünyamızda milyarlarca kilometre ile ölçtüğümüz mesafelerle ilgili değil, çok daha fazlasıdır.

Işık sürekli içimizde çalışır ve arzumu bağladığım ölçüde ışığın üzerimdeki etkisini hızlandırırım. Yine de her saniye gerçekleşen çok sayıda küçük ıslahlar vardır ve bizim sabırlı olmaktan başka seçeneğimiz yok.

Kişinin maneviyatı elde etme arzusu varsa, onu geliştirmesi gerekir. Arzusu yoksa yine de bir şekilde katılabilmek için kaynaklara yaklaşması gerekir.

Bir öğrenci olarak, yatırım yapabileceğim uygun bir yer seçerdim. Herkes maksimum ihsan etmede Kabala bilgeliği ile meşgul olamaz, ancak dağıtımda, yazımda, materyalleri gözden geçirmede, arşivde çalışma vb. ile meşgul olabilir. Bu çok faydalıdır ve zamanı hızlandırır. Yoksa insanlık için uzun zaman alır tabi. Eğer bu bizler için olmasaydı ve içinde yaşadığımız zaman olmasaydı insanlık geçmişte olduğu gibi kalacaktı ve aslında hiçbir şey değişmeyecekti.

Eğer değişimler, tüm insanlığı ve tüm doğayı etkileyen ışık olmadan doğal bir hızda gerçekleşseydi, gelişimimiz çok yavaş olurdu. İnsanlar hiçbir değişiklik olmadan Orta Çağ’daki gibi yaşarlardı.