Haman Neden Mordehay’ı Öldürmek İstiyor?

Purim hikayesinde Mordehay, krala karşı bir komployu ortaya çıkarır ve onu kurtarır. Ancak kral bir başkasını, Haman’ı yükseltir ve onu kendisinden sonra ikinci sorumlu bakan yapar.

Haman, Amalek’in soyundan biridir (“Al Menat Lekabel“in kısaltması, “Kendi iyiliği için”). O, bir insandaki egoist arzuların temsilcisidir.

Ve kralı kurtaran Mordehay, bunun için hiçbir şey almaz. Sonuçta, ihsan etme niteliği, vermenizi gerektirir. Neyi vermeyi? Her şeyi! Ne zaman? Şimdi! Ne kadar süreliğine? Sonsuza kadar!

İhsan, sadece ihsan etmek ve karşılığında hiçbir şey almamaktır. Aksi takdirde, bu ihsan etme değil, bir tür pazarlıktır.

Ancak doğa sürekli içimizde egoizmi büyütür, o gelişir, daha da büyük hale gelir. Bu nedenle Haman’ın gücü artar, Mordehay dışında herkesi dize getirir.

Mordehay kendisinin Yehudi (“Yehud“, “Birlik” kelimesinden gelmektedir) olduğunu ve bu nedenle egoizmin önünde eğilmediğini beyan eder. Egoyu temsil eden Haman, herkesin kendisine itaat etmesini ve egoizm için çalışmasını talep eder. Ama bu doğanın temel yasasına, Yaradan’a aykırıdır.

Bunu anlayanlar, bunu kabul edemezler. Mordehay da bunu kabul edemez. Ancak diğerleri, dünyadaki en yüksek gücün ihsan etme ve sevgi niteliği, özgecilik olduğunun, Mordehay’a olduğu gibi, güvenilir bir şekilde kendilerine açıklanmadığı bir durum içindedirler.

Onlar, her şeyin nasıl egoist bir şekilde kontrol edildiğini ve egoizmini kullanan herkesin başarılı olduğunu görürler.

Bu nedenle, egoist niyetlerimiz her zaman kendileri için bir tür fayda talep eder, böylece onları doldurur ve sürekli onlarla ilgileniriz. Eğer birdenbire, karşılığında hiçbir şey almadan biri için bir şeyler yapma arzusu ortaya çıkarsa, o zaman, elbette, egoizm böyle bir eğilime direnir ve onu öldürmeye çalışır. Bu nedenle Haman, Mordehay’ı mümkün olan her şekilde öldürmeye çalışır.

 

Gözleri Kapalı İlerlemek

Soru: Kişi, “Dilediğini yap, gerçek bir dua yükseltme” diyen egoizmiyle aynı fikirdeyse ne yapmalıdır?Sonuçta, ego bir cevap alacağını biliyor.

Cevap: Yaradan bizimle böyle oynuyor. Ama insan gözleri kapalı ilerlemelidir.

Yolumuzda, aniden durduğumuz ve ilerlemek istemediğimiz, böyle birkaç nokta vardır. Hatta geriye gitmeye, her şeyden vazgeçmeye hazırızdır. Üstelik buna herhangi bir özel koşulun etkisi altında değil, çok ciddi bir şekilde karar veririz.

Bu nedenle, bu tür durumların üstesinden nasıl geleceğimizi bilmemiz ve grupla birlikte, her şeye rağmen ilerlemeye devam etmemiz gerekiyor. Olacağı varsa olur.

 

“Sonsuz Enerji Mümkün Mü?” (Quora)

Doğanın bize karşı tutumunda, koşulsuz sevgi ve ihsan etme tutumunda sonsuz enerji vardır.

Doğa bir sevgi, ihsan etme ve bağlantı gücü olduğundan, bu gücü başkalarına fayda sağlamak için kullandığımızda, sonsuz enerji, ışık ve güzellik kaynakları keşfederiz.

Esasen, her şeyi başkalarına fayda sağlamak için kullanmamız şartıyla hiçbir eksiğimiz yoktur. Doğada neden böyle bir durum vardır? Çünkü doğa bir bütündür. Doğayla doğru bir ilişki kurabilmek için,  insanlık olarak bizim de doğa gibi bütün olmamız gerekir.

Bu nedenle, doğanın bizimle; mutlak sevgi ve ihsan yoluyla ilişki kurduğu gibi birbirimizle ilişki kurduğumuz bir noktaya kadar insan bağlarını geliştirmeye yatırım yapmalıyız. O zaman bu enerjiyi başkalarının yararına kullandığımız için sonsuz enerji keşfederdik.

“Gizliliğin Olmadığı Bir Dünya Nasıl Görünürdü?” (Quora)

Sanki hepimiz birbirimizin önünde çıplakmışız gibi olurdu.

Kulağa korkunç gelse de, şu anda kendimiz üzerinde her türlü korumaya sahip olmamıza güveniyoruz, korumalarımızı kaldırsaydık, o zaman özgür hale gelirdik. Yani, kendimizi birbirimizden uzaklaştırmaya gerek duymazdık ve kendimizi açıp birbirimizin önünde utanmadığımızı hissedebilirdik.

Ya hiçbir şeye sahip olmadan ya da her şeye sahip olarak özgür olabiliriz. Dahası, doğanın pozitif gücüne bağlanarak ve onu hayatımıza davet ederek her türlü güvensizlik hissini bitirebiliriz.  Realitemize rehberlik eden yasaya (form eşitliği yasasına) göre birbirimize karşı tutumlarımızı ayarlayarak ki böylece onlar doğanın üst gücünün bize karşı tutumuna benzer hale gelirlerdi, o zaman kendimizi doğa ile aynı sınırsız durumda hissederdik.

Ancak şu anda doğanın tam tersi bir durumdayız.

Doğa özgecil iken biz egoistiz. Bu nedenle, mahremiyetimizin kaldırılması şu anda çoğu insan için bir kâbus gibi görünmektedir. Her şey ne kadar iyi bağ kurduğumuza bağlıdır: Her birimizin, doğuştan gelen egoist dürtülerimizin üzerinde birbirimize karşı özgecil tutumlar oluşturmak için, birbirimizi desteklediğimiz ve teşvik ettiğimiz bağlarımızı uyumlu bir şekilde gerçekleştirirsek, o zaman kendimizi tamamen güvende, emniyette ve kendimizden emin hissederiz ve mahremiyetimizi kaybetmekten korkmayız.

Yemekten Önce Ve Sonra Şükran Duasının Anlamı

Yemekten önce ve sonra şükran duasının anlamı, üst güçle sürekli, çok yönlü, mutlak bir bağ içinde olduğumuzu unutmamamız ve bu nedenle onunla bu şekilde ilişki kurmamız gerektiğidir.

Hayatın tüm durumlarında, her an, hatta en küçük adımda bile, içsel veya dışsal hareketlerimizin her birinde, O’nunla etkileşimde olduğumuzu hissetmemiz gerekir.

Soru: Yemek yemek gibi hayvansal eylemlerin bile kutsanması gerekiyor mu?

Cevap: Ama bu eylemi hayvansaldan insana çevirebiliriz. Eğer bedenimi canlandırmak için bunu Yaradan’dan aldığımı hissedersem ve Yaradan’a yükselme, Yaradan’a ulaşma yönünde hareket etmeye başlarsam, o zaman bu sadece hayvansal bir kalori tüketimi değildir.

Birincil kaynaklarda yazılıdır ki, Yaradan’ın gizlenmesi ve ifşası benim söylediklerime tanıklık eder: Ya Yaradan’a şükrederim ya da O’na lanet ederim. Görünüşe göre Yaradan bir insana ifşa edilirse, kişi gayri ihtiyari O’na şükreder. Ve eğer gizlenirse, istemsiz olarak O’na lanet eder.

Gerçek şu ki, Yaradan gizlenmiş olabilir ve kişi O’nun ifşasının kendisini yıkacağından ve yaptığı iyiliklerde kendisine zarar vereceğinden korktuğu için O’nun ifşasını bile istemez. Bu nedenle, Yaradan’ın gizlenmesi veya ifşa edilmesi, Yaradan ifşa edilirse, o zaman doğru olacağım ve eğer gizlenirse günahkâr olacağım anlamında, o kadar açık değildir. Bu kısmen doğrudur, ancak yalnızca kısmen.

Bir insanın, Yaradan’a gizlenme hallerinden de şükredebildiği böyle bir duruma gelmesi mümkündür.

 

“Günümüz Savaşı, Geçmişteki Savaştan Nasıl Farklı?” (Quora)

Günümüz savaşında, savaşın ve çatışmanın üzerine çıkma ve iki karşıt tarafı birbirini tamamlayacak şekilde birleştirme imkânına sahibiz.

Mevcut savaşta da, önceki dünya savaşında olduğu gibi, dünya, bir gücün diğerlerini zorla kontrol etme arzusuna karşı yükseldi.

Savaşın fiziksel dünyada tezahür etmesine ek olarak, tam da kontrolün elimizde olduğunu kabul ettiğimiz noktada, bu savaş düşünce ve arzularımızda psikolojik olarak da kendini gösteriyor. Yani, varlığımızın merkezinde, yalnızca kendisi için haz almaya dayanan kendi kaderini tayin eden öz, egoizm var. Bu, hazzın ihsan edilişi üzerine inşa edilmiş ve egoist özden önce gelen, doğanın özgecil gücüne zıttır.

Egoist güç (alıcı), özgecil güce (verici) göre daha düşük statüde olduğundan, alıcı olarak statüsünü kabul etmez hale gelir ve bunun yerine verenin statüsünü elde etmeyi, onu yaratan özgecil gücün formuyla eşit olmayı seçer. Buna göre, bugünün dünyasının, bir gücün bir başkasını zorla kontrol etme arzusuna karşı nasıl genel bir karşılıklı fikir birliğine sahip olduğunu görüyoruz.

Her iki tarafın da bugün sahip olduğumuz, giderek artan birbirine bağlı ve birbirine bağımlı bağları, doğada bizi daha birleşik durumlara ilerleten güçlerin nasıl olduğunu ve nihayetinde yaşadığımız bu savaşları uyandırdığını daha iyi anlayacaklarını umuyorum. Üstelik bu güçler bize, içinde bulunduğumuz mevcut savaşları aşma ve birlik olma fırsatı da veriyor.

Ayrıca, bu anlayışın bizi, çatışan tarafların her ikisinin de nasıl tatmin edilebileceğini keşfedecekleri -ki gerçekten keşfetmeleri gerekiyor- bir duruma götüreceğini umuyorum, üstelik, doğada bulunan pozitif güçleri kurdukları bağa çekeceklerinden, bir tarafın diğerini yenerek aldıklarının, iki katını alacaklar.

Bugünkü savaş, geçmişteki savaştan bu nedenle farklı, günümüzde, savaşın ve çatışmanın üzerine çıkma ve iki karşıt tarafı karşılıklı tamamlayıcılık içinde birleştirme araçlarına sahibiz.

Bu nedenle, bugün çatışan tüm tarafların, bölünmenin ötesinde birliği aramasını ve keşfetmesini ve bunu yaparak, karşılıklı olarak yepyeni bir barış, uyum ve refah düzeyinin keyfini çıkarmasını diliyorum.

Kendinizi Nasıl Değerlendirebilirsiniz?

Soru: Kefaret günü diye bir şey var (İbranicede Yom Kippur). İnsan bu günde neyi yargılar?

Cevap: Bu gün tamamen sembolik olarak bir yargı günü gibi kutlanır. Yom Kippur’da kişi kendi eylemlerini düşünmeli ve onları günah olarak değerlendirebilmelidir. Bu, özel kişilere verilir, üstelik her nesilde de değil.

Ve diğer her şey, sadece dindar Yahudiler arasında yüzyıldan yüzyıla oynanan tiyatro gösterileridir.

Soru: Öğretmeniniz Rabaş, “dua” (“Tefila”) kelimesinin “LeHitpallel” – “kendini yargılamak” fiilinden geldiğini söylüyor. Kabala’nın bakış açısından dua, yargılamak mıdır?

Cevap: Evet. İnsan kendini yargılar ve eylemlerinin bir dereceye kadar kesinlikle yasadışı, yanlış olduğunu görür. Ancak bu, yalnızca üst ışığın belirli bir kısmını aldığı ölçüde kendini gösterir. Ve bu ışığa uygun olarak, onun nitelikleriyle, kendini değerlendirebilir.

“Özgürlüğün Bedeli” (Medium)

Ukrayna’daki çatışmalar tırmandıkça ve siviller üzerindeki baskı yoğunlaştıkça, bir uzlaşmanın veya “makul” bir çözümün her ikisinin de ulaşılamaz olduğu ortaya çıkıyor. Sadece çatışma alanındaki sefalet artmakla kalmıyor, insanların ıstırabı yoğunlaştıkça iki ulus arasındaki düşmanlık da derinleşiyor. Günümüzde, diğer ulusları askeri güçle alt etmek uygulanabilir değildir. Bu nedenle taraflar eninde sonunda silahlarını bırakmak zorunda kalacaklardır. O anda, düşmanlar birbirlerine özgürlük vermenin gereğini anlarlarsa, yapıcı bir şekilde ilerleyebilirler. Şayet, yine de birbirlerine hükmetmeye çalışmakta ısrar ederlerse, sonunda özgürlük gelecek olsa da, özgürlüğün bedeli artacaktır.

Taraf olduğunuzda bir çatışmayı nesnel olarak incelemek zor olsa da, taraflar bu çabayı ne kadar uzun süre geciktirirse, acılarını o kadar uzatacaklardır. Sonunda onlar ve onlarla birlikte tüm dünya, bugün yapılan savaşın sadece ulusların özgürlüğü için değil, her insanın özgürlüğü ve sonunda ruhlarımızın özgürlüğü için bir savaş olduğunu anlayacaklar. Dolayısıyla bu mücadele, özgürlüğümüz için ödediğimiz bedeldir.

Bu savaşı kazanmak için neyle karşı karşıya olduğumuzu, gerçek düşmanımızın kim olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu savaşın arkasındaki itici güçlere ne kadar çok bakarsak, gerçek suçlunun tüm insanları şan, şöhret, güç ve zenginlik peşinde koşmaya iten insan egosu olduğunu o kadar çok anlayacağız. Hepimizin bir egosu vardır; o içimizde yaşayan bir canavardır ve içimizde tezahür edebilecekleri bir konuma ulaşıp ulaşamayacağımızı, yalnızca kavrayışımızın ötesindeki koşullar ve özellikler belirler. Ama bunlar dile getirilmese bile, hepimizin içinde egoist bir zorba hala yaşar.

Bu nedenle, savaşımız iki cephede olmalıdır: fiziksel ve içsel. Fiziksel cephede, hayatımızı kurtarmak için elimizden geleni yapmalıyız. İçsel, daha önemli olan cephede, içimizdeki zorbaya karşı durmalı ve bizi ayıran ve bizi ölümüne karşı karşıya getiren egonun üzerine çıkmaya çalışmalıyız.

Egoya karşı savaş, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde, farklı şekillerde gerçekleşir. Bazı yerlerde, savaşlar, terörizm veya diğer şiddet biçimleri yoluyla vahşice ortaya çıkar. Diğer yerlerde, ekonomik yaptırımlar, temel gıda kıtlığı, hızla artan enerji fiyatları ve hayatımızı etkileyen diğer ekonomik zorluklarla kendini gösterir. Yine başka yerlerde, savaş siyasi savaşlar yoluyla ortaya çıkar. Her iki durumda da, bu zorluklar, özgürlüğümüz için ödediğimiz bedellerdir.

Ego bazı yerlerde kazanabilir ve diğerlerinde kaybedebilir, ancak sonunda büsbütün kaybedecektir. Onun egemenliğinin devri, sona yaklaşıyor.

Büyük düşünür ve Kabalist Baal HaSulam, 1930’larda yazdığı “Özgürlük” adlı makalesinde, bir bireydeki her eğilimin ve niteliğin benzersiz olduğunu ve onu beslememiz ve yetiştirmemiz gerektiğini yazmıştır. Daha sonra sadece bireylerin değil, ulusların da özgürlüğünü korumanın önemine değinmiştir. Onun sözleriyle, “Yukarıdan anlatılanlardan, azınlıklara egemenlik kurmaya çalışan, onları atalarından miras aldıkları eğilimlere göre hayatlarını sürdürmelerine izin vermeden özgürlüklerinden mahrum bırakan ulusların, ne kadar büyük bir yanlışa düştüklerini öğreniyoruz. Onlar katillerden farksız olarak kabul ediliyorlar.”

Ve özgür olmak için, egomuzdan kurtulmuş olmalıyız. Bu başarıya ulaşmak için, aramızda karşılıklı ilgi ve karşılıklı desteğe dayalı yeni bağlar oluşturmalıyız. Toplum, birbirini bastırmak yerine, herkesi gerçek kendileri olmaya teşvik etmeyi öğrenmelidir.

Bireyler de egolarının üzerine çıkmayı öğrenmeli ve benzersiz beceri ve yeteneklerini kendi çıkarları için ve çoğu zaman başkalarının pahasına değil, toplumun yararı için kullanmalıdır. Bu şekilde herkes doğanın kendisine verdiği ile tüm insanlığın yararına katkıda bulunursa, gezegenimizde bolluk, barış ve uyum olacaktır. Bu nedenle, egodan kurtulmanın bedelini ne kadar erken ödemeyi seçersek, o kadar çabuk refaha ulaşırız.

“Çocuklar, Hayal Gücü ve Yaratıcılık” (Medium)

Çocuklar film izlerken ekrana yapışıp kalırlar. Çocuklar doğal olarak hayal gücüne sahiptir; gördüklerini “yaşarlar”. Yetişkinler gibi hayal ile gerçek arasında ayrım yapmazlar. Hayal güçleri onları her yere götürebilir – en harika yerlere ya da onları travmatize edecek yerlere. Bu nedenle onların iyi yerlere gittiklerini görmek bizim sorumluluğumuzdur.

Çocuklar bir film izledikten sonra, bunun onları ne kadar derinden etkilediğini sıklıkla görebiliriz. İzledikleri karakterlerin beden dillerini, ses tonlarını ve cümlelerinin spontane olarak çocuklara yansıdığını fark edebiliyoruz. Bunlar sadece geçici izlenimler değil, tüm dünya görüşlerini şekillendiren ve gelecekleri üzerinde önemli bir etkisi olan tesirlerdir.

Çocuklar doğal bir şekilde, örnek alarak öğrendikleri ve ekranda gördüklerini gerçek olarak algıladıkları için, filmdeki olayları gerçek hayattan örnekler olarak algılarlar. Sonuç olarak, filmde gördükleri kahramanların davranış ve tutumlarını gerçek hayatta taklit etmeye çalışacaklardır.                                                                                          

Dolayısıyla, çocuklarımızın sağlıklı ve akılcı bir şekilde yetişmelerini istiyorsak, onlara doğru örnekleri sağlayan eğlenceler göstermeliyiz. Çocuklara doğru örnekleri vermek söz konusu olduğunda dikkate almamız gereken birkaç şey var.

İlk olarak, çocuk filmlerinde mutantlar veya herhangi bir şekilde çarpıtılmış karakterler değil, gerçekçi karakterler yer almalıdır. Örneğin hayvanlar insan gibi konuşmuyorsa çocuk filmlerinde bunu yapmamalılar. Konuşan hayvanlar bizim için iyi bir eğlence olabilir ama çocukların gerçeklik algısını bozarlar.

İkincisi, iyi bir film ne öğüt vermeli ne de korkutmalıdır. Aksine çocukları etkilemeli ve kendilerine, arkadaşlarına, ailelerine ve çevreye karşı olumlu bir tutum aşılayacak bir yolculuğa çıkarmalıdır. Düşünce şu olmalıdır: İyi sosyal bağlar, iyi sonuçlar verir. Birlikte çalıştığımızda, verdiğimizde, sevdiğimizde, paylaştığımızda ve ilgilendiğimizde her şeyi daha iyiye doğru değiştirebiliriz.

Üçüncüsü, çocukları film izlemeden önce hazırlamalı ve sonrasında onlarla konuşmalıyız. Birlikte hazırlanmak ve sonuçlandırmak, mesajları doğru bir şekilde işlemelerine yardımcı olacak ve deneyimden en iyi şekilde yararlanacaklardır.

Son olarak, tercihen kardeşler veya sınıf arkadaşları gibi bir grup çocuğa bir ödev vermek iyi bir fikir olacaktır. Ödev şu şekilde olmalıdır: Temiz bir kâğıda yeni, mükemmel bir dünya veya mükemmel bir şehir çizin. İnsanlar arasındaki ilişkileri, evlerini nerede ve nasıl inşa ettiklerini, okulların, parkların ve mağazaların neye benzediğini ve hayatlarının bir parçası olan diğer her şeyi tasvir edin.

Daha sonra, ödevleri hakkında ciddi bir münazara yapın; bundan öğrenilecek çok şey vardır. Projenin sonunda çocukları uzmanlara götürebilir ve çalışmaları hakkında sorular sorabilirsiniz. Örneğin öğretmenlere, işlerini nasıl gördüklerini, polis memurlarının kendileriyle siviller arasındaki ilişki hakkında nasıl hissettiklerini, mimarların tasarladıkları evlerin çeşitli yönleriyle ilgili kararları nasıl aldıklarını ve bu kararların o evin içinde yaşayan insanların hayatlarını nasıl etkilediğini sorun, vb.

William Shakespeare’in yazdığı gibi, “Bütün dünya bir sahnedir ve tüm erkekler ve kadınlar sadece oyunculardır.” Çocuklarımızın korku filmi mi yoksa neşeli film mi izleyeceğine biz karar veririz. Bu, hayatın bir kabus mu yoksa harika bir macera mı olduğunu düşünerek büyüyeceklerini büyük ölçüde belirleyecektir.

Kabalistlerin Anladığı Gizli Dil

Yorum:Megilat Ester” (“Ester Parşömeni”) hikâyesi, büyük bir kutlama ile başlar. Kral Ahasuerus, saraylılar için 180 gün süren bir şölen düzenler. Sonra bu şölen tüm insanlar için yedi gün daha devam eder.

Üstelik hikâye, sanki içtikleri ve yedikleri bizi çok ilgilendiriyormuş gibi, tabakları ve içecekleri ayrıntılı olarak listeliyor.

Cevabım: Gerçek şu ki, bu metin, doğa hakkında, kendimizi üst ışığı, Yaradan’ın ifşasını almak için nasıl hazırladığımız hakkında kapsamlı bilgileri kodlar. Her şey yemek kisvesi altında anlatılıyor.

Yemek, Yaradan’ın ifşası olgusudur.

Soru: Bayramın neden 180 gün sürdüğü belirtilmiş? Bunun anlamı ne?

Cevap: 180 gün veya yarım yıl, ziyafet için yukarıdan verilir ve bizler aşağıdan bir şölen, bir kutsama ve diğer tamamlamalar şeklinde eklememiz gerekir, varlığımız aracılığıyla bütün Kli‘ye (Kaba) ekleriz yani bütün duruma.

Ayrıca Purim hikâyesinde, Kral Ahasuerus, Yaradan’ı temsil eder. Yani Ahasuerus, Keter’dir ve onun ortakları Hohma ve Bina‘dır. Bu nedenle 180 gün süren bir şölen ile Or Hozer (yansıyan ışık) ve Or Yaşar‘ı (direkt ışık) kastediyoruz – 9 ar Sefirot ve her birindeki 10 Sefirot.

Sonra, insanlar için yedi günlük bayramdan bahseder. Yedi, Kabala’da çok dikkat çekici bir sayıdır.

Ruh iki kısımdan oluşur: GAR—Keter, Hohma ve Bina, ruhun ilk üç üst Sefirot veya Roş‘udur (Baş). Sonra ruhun bedeni gelir: Hesed, Gevura, Tiferet, Netzah, Hod, Yesod ve Malhut—7 Sefirot.

Ruhun 10 parçasının üçe ve yediye bölünmesi, onun ihsan etme çalışmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yedi sayısı çok önemlidir. Bu yedi Sefirot içinde, arzular ihsan etmeye yani birbirimizle ve Yaradan ile bağa yönlendirilir ki bizim tüm çalışmamız budur.

Yorum: Her şeyi böyle kodladığınızı hayal edebiliyor musunuz!

Benim Yorumum: Hayır, Kabalistler kendilerini sadece bu dilde ifade ederler, ne hakkında konuştuklarını anlarlar. Eğer anlamazsan da, olsun. Bu tıpkı, garaja girdiğinizde arabada bir şeyin kısa devre yaptığını, bir şeylerin ters gittiğini duyduğunuzda ancak bunun tam olarak ne olduğunu anlamadığınızda: akü, dağıtıcı yoksa başka bir şey mi, onun gibidir.