Her Başarılı Erkeğin Arkasında Bir Kadın Vardır

Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır (Atasözü).

Soru: Bir kadın ona yardım ederse, bir erkeğin kendini daha güvende hissetmesi olgusunun manevi bir kökü var mı?

Cevap: Bunun hayatın gerekli bir unsuru olduğunu düşünüyorum. Üstelik bunu kendi tecrübelerime ve hayatımda, mesleğimde hissettiklerime ve eşimin bana verdiği desteğe dayanarak söylüyorum. O olmasaydı, katlandıklarımın çoğuna dayanamazdım. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak çok büyük travma, kayıp ve zorluklarım oldu.

Bu bağlamda bir eş, yokluğunda erkek için çok zor olacak bir çeşit destektir. Annesinin yerine geçer. Gerçek şu ki, erkek çocuk doğurmaz ve bir kızdan kadın olma, anne olma gibi farklı evrelere girmez. Bir erkekte bu geçiş süreci yoktur. Bu nedenle, bir çocuğun annesinin desteğine ihtiyacı olduğu gibi, sürekli olarak kadın desteğine ihtiyaç duyar. Bu etkileşimleri anlarız.

Bir adam genelde siyaset, bilim gibi ciddi işlerle, karşılığında büyük bir iç enerji, fiziksel ve zihinsel güç gerektiren tehlikeli işlerle meşgul olduğunda, fizyolojik destekten daha fazla psikolojik desteğe ihtiyaç duyar.

Ve elbette hiçbir şeye karışmadan ona destek hissi vererek yardım eden eş, adam için içsel olarak gereklidir. Bunun yüksek bir manevi kökü vardır.

Bizler kökümüzde, eril ve dişil olanın iç içe geçtiği tek bir varlığız. Ve ben gücümü bu ortak kökten almalıyım. Ancak bana yardım eden, destekleyen, beni dinleyen, ilgi gösteren özverili bir kadını yanımda hissedersem, bu kökleri daha iyi hissedebilirim. Bu çok önemlidir. Ve bu nedenle, bir Kabalist için bu bir yasadır, erkek bekar olamaz.

Üstelik bunun vazgeçilmez bir koşul olduğunu başka hiçbir uygulamada görmedim. Kabala’da bekar birisi manevi olarak ilerleyemez. Bu manevi kök o kadar derindir ki bir Kabalistin evli olması gerekir.

Bu sadece bir eve sahip olmak ve bakılmak değil, “eş” denilen içsel, zihinsel ve işlevsel görevleri yerine getiren bir kadına sahip olmaktır. Bu tanım, kategori, görüntüdür. Bu çok zor bir şeydir. Öğrencilerimden bunun onları ne kadar etkilediğini görebiliyorum.

“İlerlemeyi Yeniden Tanımlamak” (Linkedin)

Bu Cumartesi, NASA çok beklenen yeni nesil uzay teleskopu James Webb Uzay Teleskobu’nu fırlatmayı planlıyor. On yıllardır yapılmakta olan teleskop, şimdiye kadar yapılmış en karmaşık uzay bilimi gözlemevidir. NASA’ya göre, “Webb, 13,5 milyar yıldan fazla bir süre önce ilk ışıklı nesnelerin evrimleştiği kozmik tarihe bakacak. Bu, en eski galaksileri keşfedebilen ilk gözlemevi… Webb ayrıca diğer yıldızların yörüngesindeki gezegenlerin atmosferlerini inceleyecek ve kendi güneş sistemimizdeki ayları, gezegenleri, kuyruklu yıldızları ve diğer nesneleri gözlemleyecek.”

Teknoloji harika bir şey. Bize bol ve ucuz enerji, hayatımızı kolaylaştıran, seyahat etmeyi keyifli ve güvenli hale getiren cihazlar verdi. Teknoloji bize gelişmiş tıp, uzun yaşam, hayallerimizin ötesinde bilgi ve evrenin sınırını görebilen “gözler” verdi.

Evet, yüzyıllardır, umutlarımızı teknolojinin bize vermesi gerekmeyen bir şeyi vermesine bağladık: mutluluk. Hayatı kolaylaştırıp uzatmanın bizi daha mutlu edeceğini düşündük ama yanılmışız. Bu nedenle, taşları birbirine vurarak yaktığımız bir ateşten ışık ve ısı elde ettiğimiz günlerden, güneş enerjisiyle çalışan bir elektrikli cihazı çalıştırdığımız günlere kadar en temel ihtiyacımızı karşılayamadık: mutlu hissetmek.

Mutluluk teknolojiden değil, çevremizdeki insanlarla iyi ilişkilerden gelir. Bizi mutlu etmesi için umutlarımızı teknolojiye bağlamaya devam edersek, kendimizi mutsuz bir hayata mahkum ederiz. Ancak çevremizdeki insanlarla iyi ilişkiler geliştirmeye odaklanırsak, kesinlikle mutlu olacağız.

İyi ilişkiler için sağlam bir temele sahip olduğumuzda ve kendimizi mutlu ve memnun hissettiğimizde, teknoloji harika bir katkı olabilir. Bu durumda, ilişkilerimizi geliştirmek ve güçlendirmek için teknolojiyi nasıl kullanacağımızı bileceğiz ve teknolojinin kendisinin bizi mutlu edebileceği veya etmesi gerektiği düşüncesine kapılmayacağız.

Şu anda ilerleme deyince aklımıza teknolojik ilerleme geliyor. Ancak gerçek ilerleme, ateş enerjisinden güneş enerjisine geçmek değil, aramızda sıcaklık yaratan daha iyi bağlar kurmaktır. Nükleer fisyon veya fosil yakıt üretimi yoluyla daha fazla enerji üretme yeteneğimizden ziyade, ilişkilerimizdeki gelişmeyi yansıtmak için “ilerlemeyi” yeniden tanımlamamız gerekiyor.

Kalbimiz, etrafımızdaki insanlar tarafından aydınlatıldığında, ne tür bir enerji kullanacağımızı, gerçekten ne kadarına ihtiyacımız olduğunu ve teknolojiyi kendimiz ve diğer herkes için en iyi şekilde nasıl kullanacağımızı bileceğiz.

Zodyak İşaretleri ve Yaratılışın Düşüncesi

Soru: Kadim kitap Büyük Yorum (Midrash Rabbah)‘da, İbrahim’in geceleri yıldızlara bakmak için dışarı çıktığı ve kendi kendine şu soruyu sorduğu yazılıdır: “Ben onlar tarafından mı yönetiliyorum yoksa onlardan daha üstün bir güç var mı? Şayet ben onların gücüyle yönetiliyorsam onlara tapmam ve yıldızlardan daha yüksek bir güç varsa onu ifşa etmem gerekir.”

Yıldızların hakimiyeti altında mıyız, yoksa her şeye hükmeden bir güç mü var?

Cevap: Yıldızlar işaretlerdir. Bunlara Zodyak işaretleri denir. Ve işaretler, kural olarak, belirli olaylara eşlik ederler.

Başlangıçta insanlar bunu anladılar, ancak bu işaretler gerçekten çeşitli olaylara eşlik ettiğinden, insanlar yavaş yavaş onları bağımsız olarak var olan, belirleyici ve kontrol eden bir şey olarak görmeye başladılar. Tıpkı hayatımızda olduğu gibi, etrafımda çok sayıda çeşitli etki kaynakları var ama hepsi dışarıdan bazı yüksek güçler tarafından kontrol ediliyor.

Kendimi bu dünyada doğru bir şekilde yönlendirirsem, o zaman dünyanın bana nasıl davrandığına değil, o yüksek kaynağın tutumuna, olumlu ve olumsuz etkiler aldığım bu resmin arkasındaki üst gücün tutumuna dikkat ederim. Ama esas olarak, beni yalnızca kendisinin bildiği belirli bir plana göre, seçici olarak etkileyen tek güç budur.

Bu nedenle insanlarla, eylemlerle, çeşitli olaylarla, doğal afetlerle ya da hayatta sürekli ortaya çıkan ve başıma gelen olaylarla uğraşmamalıyım. Toplumla, dünyayla ve hatta kendimle (yani içimde yükselen arzu ve düşüncelerle) bu tür çatışmalara girmek yerine, her şeyi kendimdeki ve çevremdeki her türlü sürece neden olan daha yüksek bir güce çevirmeliyim ve şu soruyu sormalıyım: “Bütün bunları ne için yapıyor? Benden ne istiyor?”

Esasen hayatın anlamını soruyorum: “Bir hedef var mı? Beni bir hedefe götüren makul bir başlangıç ve önceden belirlenmiş bir süreç var mı? Bu süreç yukarıdan mı kontrol ediliyor? Bunu bilmem gerekiyor mu? Ve bu bana ne verecek?”

İnananlar sık sık şöyle derler: “Allah vardır, O ne yaptığını bilir. Bırakın, O işini yapsın.” Böylece gözlerimi kapatıp küçük eylemlerimi gerçekleştiririm. Bana, şunu ve bunu yapmamı istediği söylendi, ben yapacağım ve gerisini O’na bırakacağım.

Bu kadar küçük ilkel yaratılanlar olmamız yeterli mi? Bu, üst güç tarafından mı talep ediliyor yoksa o bizi geliştirmek mi istiyor?

Neden yaşadığımı öğrenmek için, içimde bir ihtiyaç doğar: “Genel olarak neler oluyor? Benim ve tüm dünya üzerindeki bu kontrol nerede? Zodyak işaretleri mi yoksa üst güç mü?”

Bütün hayatım beni bu yüce gücü tanımaya mecbur eder ve onu ifşa etmemi sağlar. Bu güç, Yaradan, üzerimdeki özellikle olumsuz etkisiyle beni O’nu önemsemeye zorlar.

Bu nedenle, hayatımızdaki her türlü işaret ve olayın üzerine, Zodyak işaretlerinin üzerine çıkmamız gerekir. İçeriden ve dışarıdan algıladığım her şey ciddiye alınmamalı, sadece daha yüksek gücün bana karşı tutumunun bir göstergesi olarak alınmalıdır. Ve neden, ne için – bilmiyorum.

Belki de çocukları sonunda doğru davranmaya başlasın diye onları cezalandıran anne babalar gibi, benim için pek de hoş olmayan şeyler yapıyor ve belki O’na farklı davranmam için de iyi şeyler yapıyor. Belki çeşitli hazlar ile beni doyuma ulaştırarak O’nu anlamayı reddedeceğim şekilde benimle kasten flört ediyor olabilir.

Yani yaratılışın düşüncesini anlamam gerekiyor, O benden ne istiyor?

Soru: Yani, hayatımda ne olacağını bilsem bile yine de hiçbir şeyi değiştiremeyecek miyim?

Cevap: Asla. Bunu tarihimizin bize verdiği tüm derslerde görüyoruz.

Ruhun Gelişimi

Soru: Ruhun insan seviyesine gelişimi neden özellikle beden aracılığıyla gerçekleşir?

Cevap: Ruhun gelişimi beden aracılığıyla olmaz. Ruhu geliştirmek ve onun gelişiminden bağımsız olmak için bedende var oluruz. Böylece, sürekli olarak hayvan seviyesindeyken ve ondan başlayarak ruhu geliştirebilirim.

Bu sürekli ruhta ikamet etmek değildir, onu değiştirebilmek, devirler yapabilmek, sürekli yükselebilmek, manevi durumunuzdan bağımsız olabilmek, tekrar bedene inebilmek ve yeniden ruhun yeni derecesine yükselebilmektir; tekrar inmek ve tekrar yükselmek, vb.

Ruh, içimde ıslah ettiğim ve doldurduğum organdır. Ruhum üzerinde çalışırken, ayrı ayrı var oluyorum, mesela bir tür mekanizma oluşturup üzerinde çalışmam gibi. Ruhtan soyutlanırım ve ona nesnel olarak bakarım. Bu yüzden fiziksel varlığımız gibi bir duruma ihtiyaç vardır.

Sonuçta kendinize dışarıdan bakarak daha objektif olursunuz. Kişi ruhunun seviyelerine yükselebilir çünkü o da içinde var olduğu bir bedene sahiptir.

Kötü Bağı İyi Bir Bağa Dönüştürün

Yorum: Cehennem duygusunun insanın içsel bir hali olduğunu söylediniz. Doyumsuz hissetmenin nedenlerinden biri, başkalarına karşı onları kendi iyiliği için kullanmaya yönelik içsel tutumdur.

Cevabım: Almak için olağan arzular hayvani arzulardır. Doğanın emirlerine uydukları için ne iyi ne de kötüdürler.

Bir kişinin asgari düzeyde rahat bir şekilde var olma arzusu vardır ve bu normaldir. Kanun çerçevesinde bile, bir insan bir hayvan gibi açlığını gidermek için bir yerden bir parça ekmek çalsa, hayatın devamı için gerekli olduğu için bundan dolayı yargılanacaklarını sanmıyorum.

Ancak, hayvansal varoluşun üzerinde elde etmek istediğimiz her şey zaten egoizmdir. Sonuçta, doğrudan veya dolaylı olarak elde ettiğimiz her şey başkalarının pahasına olur. Böylece başkalarını kullanır, daha yüksek olmanın yollarını arar ve onlara olan nefretimizi gösteririz.

Ben ne kadar yüksekteysem ya da diğeri ne kadar aşağıdaysa, benim için o kadar hoş olduğunu hissetmeye başlarım. Yani, zaten bir başkası için daha kötü hale getirmenin yollarını düşünürüm çünkü bu beni dolaylı hatta doğrudan daha iyi hissettirecektir. Egoizm, diğerine kötülük dilediğim gerçeğidir.

Her saniye birbirimizi ne kadar kullandığımızı dünyamızda hissetmiyoruz. Kötü doğamızı iyiye dönüştürmemiz, aynı nitelikleri başkalarına zarar vermek için değil, fayda sağlamak için kullanmamız, onlarla bağ kurmamız gerekiyor.

Egoizm iyidir çünkü bizi birbirimize bağlar. Onlardan ne öğrenmek istediğimi bulmak için başkalarına bakarım böylece onları etkileyebilir ve boyun eğdirebilirim. Egoizm olmasaydı, kendi başıma bir hayvan olarak var olurdum ve başkalarını umursamazdım.

Egoizm birbirimizle bağ kurmamızı sağlar. Ama bizim kullandığımız şekliyle buna “kötü eğilim” deniyor. Onu iyi bir şeye dönüştürmem gerekiyor. Yani herkesten aldığım, boyun eğdirdiğim, doyduğum ve kendime bağladığım bu bağı onlara hizmet ettiğim, memnun ettiğim ve en iyisini dilediğim çocuklarımmış gibi, onlara verdiğim bir bağa dönüştürüyorum.

Bu nedenle, bizi birbirimize bağlayan kötü eğilim olmadan gelişemeyiz. Böylece, bugün dünyada aramızdaki evrensel, küresel kötü bir bağ ifşa olmaktadır. Bununla birlikte, Kabala, kötü bir şekilde bağlı olduğumuzu anlamaya başladığımız bir koşula geldiğimiz için ifşa olmaktadır ve başka seçeneğimiz yoktur, iyi bağlarla bağlı olmamız gerekir.

Gerçekliğin Sıfır Noktasında

Dostlar, egoizmimi düşürmek için çalıştığımı görmeliler. Herkes onlunun merkezinde olmaya çalışır ve aynı zamanda diğerlerinin orada onun için yer açtığını hisseder. Bu şekilde hepimizin tek bir yerde olduğunu ve herkes için yeterince yer olduğunu hissedeceğiz. Hem düşünce hem de eylemlerle çaba harcayarak böyle bir duyguya gelmek çok önemlidir.

Hepimizin orada olması ve tüm dostlarımı ona çekmek için bağlantı noktasına dahil olmaya çalışırım. Maneviyatta yer yoktur; hepimiz bir noktaya sığabiliriz. Bu, Keter’den Malhut’a kadar on noktanın bir Partzuf’ta düzenlendiği ve realitenin merkezi olarak adlandırılan bir nokta üzerinde durduğu anlamına gelir.

Ari’nin şiirinde anlatıldığı gibi, oluşacaklar oluşmadan ve yaratılanlar yaratılmadan önce, tüm gerçekliği dolduran sadece saf, sonsuz bir ışık vardı. Sonra bu gerçekliğin içinde, ışığın kendisini kısıtladığı ve tüm yaratılışı onunla başlattığı merkezi bir siyah nokta belirdi.

On’lumu hepimizin içinde durduğu bu siyah noktada görmeye çalışırım. Üst ışık bizi çemberlerin Sefirot’u aracılığıyla dışarıdan etkiler ve bu içsel noktadan üst ışığı etkilemek isteriz.

Onu her yönden özgürce etkileyemeyiz. Tek bir imkanımız vardır: kendimizi kısıtladığımız ölçüde, kendimizi ihsan etmeye açabiliriz. Kısıtlama, etrafımızdaki her yöne 360 derecelik bir açıyla gerçekleşir ve üst ışıkla temas için açıklık sadece %1 veya dairenin bir derecelik bölümü olabilir.

Maneviyatta yer yoktur. Birbirimizle, hiç kimsenin yer kaplamayacağı ve hepimizin sıfır noktasına geleceği şekilde bağ kurmamız gerekir yani Yaradan’ın yarattığı noktada, ışığın ortasındaki karanlık noktadayız. Bu bizim merkezimizdir, daha sonra ışığa eşitliğimiz ölçüsünde gelişiriz ve sonra ışık bu daire içinde geliştirdiğimiz tüm Kli’yi doldurur.

Hepimiz bir noktaya sığmayı nasıl başardık? Hiçbirimiz yer kaplamıyoruz. Orada kendi önemime, egoizmime, gururuma ve fikrime yer kalmamasını istiyorum. Yoksa manevi değil, bedensel olacağım.

Eğer egoizmimle herhangi bir eylemde bulunmazsam, o zaman çemberin ortasında olurum, onlunun merkezinde. Başkalarıyla olan ilişkim aracılığıyla Yaradan’la bir ilişki kurmak için gerekli varoluş dışında, alma arzum için hiçbir şey almak istemiyorum. Diğerleri bu çemberleri dolduranlardır ve Yaradan bizi etkiler ve doldurur.

Dostların önünde kendisini iptal eden kişi, onlunun merkezindedir. Eğer hepimiz kendimizi iptal edersek, o zaman hepimiz tek bir yerdeyiz demektir. Manevi dünyada, yer, bir arzu olarak adlandırılır. Eğer tüm arzularımızı iptal edersek, o zaman kendimizi sıfır arzusunda, sıfırın yerinde buluruz – bu, onlunun merkezi, çemberin merkezidir.

 

“2021 Yılının (Çok) Kısa Özeti” (Medium)

2021’in sonuna yaklaşırken herkes geçtiğimiz yılla ilgili sonuçlar çıkarıyor ve 2022’nin neler getireceğini tahmin ediyor. Benim açımdan 2021 iyi bir yıldı, öğrenme yılı oldu ve öğrenmek kesinlikle iyidir. Hoş olmamış olabilir ama bu, insanlık olarak aldığımız şeyleri takdir etmediğim anlamına gelmez. Bu yıl öğrendiğimiz ana ders, doğanın egemen olduğu ve bizim ona bağımlı olduğumuz oldu. Bu paha biçilmez bir ders çünkü bunu hatırlarsak, sayısız cana ve korkunç felaketlere mal olabilecek gelecekteki hataları önleyebileceğiz.

2021’den alınan bir başka iyi ders de, dünya güçlerinin topyekun bir savaşa dönüşebilecek çatışmalardan kaçınmak istiyorlarsa karşılıklı ilişkilerini düzene koymaları gerektiğidir. Açıkçası, hükümetlerin istediği ile gerçeğin emrettiği arasında bir fark var ama bana göre dersi aldılar ve hatta Rus ve Çin hükümetlerinin dahi öğrendiğini görmek güzel.

Rusya ile Amerika, Rusya ile Avrupa ve özellikle NATO ile Rusya arasındaki çarpışmalar birçok şeyi açıklığa kavuşturuyor. En sonunda, onları barışa ya da en azından ateşkese yaklaştıracaklar.

Çin de Rusya’nın yanında yer alırsa gelişimini sürdürme şansının olmadığını anlayacak. Ekonomik olarak geleceğinin ABD’ye bağlı olduğuna dair hiçbir şüphe yok. ABD, Çin’deki alımlarını biraz bile sınırlasaydı, Çin’i tam anlamıyla sarsabilirdi. Amerika’dan başka satış yapacak yerleri yok.

İnsanların ne dediği ya da gazetelerin ne yazdığı umurumda değil; ben sadece sayılara önem veririm. Geçen yıl ve hatta daha öncesinde ABD, halkına Covid yoluyla yardım etmek için kurtarma paketleri olarak büyük meblağlarda para veriyordu. Çin’in kendi ekonomisini ayakta tutabilmesi açısından, bu parayı Çin mallarına harcaması için Amerikalılara ihtiyacı var. Amerikalılar Çin’den satın almayı bırakırsa doğudan gelen dev düşecek.

***

İsrail’e gelince, üzgünüm ki bu yılki deneyimlerden çok şey öğrendiğimizi düşünmüyorum. Gelişmek için bizim daha fazla derse ihtiyacımız olacak ve bunlar kolay olmayacak. Kimin dostumuz kimin düşmanımız olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Daha da kötüsü, kendimizi ıslah etmeyi öğrenemedik. Önümüzde daha çok iş var.

Bence İsrail’in en büyük sorunlarından biri, ülke içinde İsrail’in ortadan kaldırılmasını hayal eden ve bunun için canla başla çalışan oluşumların olması. Birinin, kendi düşmanlarına karşı olması gerektiği kadar kararlı değiliz ve bu konuların bize zarar vereceğini düşünüyorum.

Dünya, yukarıda yazdığım gibi ilişkileri düzene koymayı öğrenirken, İsrail hiçbir şey öğrenmiyor. Bir iç kaos yaratıyoruz.

Ancak, dünyanın geri kalanı iyi öğrenirken İsrail’in neden öğrenmediği açık. İsrail’in kendi yönünde gelişmesi gerekiyor. Dünyanın geri kalanı, insanların doğal bencilliğine göre nasıl çalışacağını öğreniyor.

İsrail ise tam tersi yönde gelişmeli. Herkes arasındaki bağa ve özene doğru gelişmeli ve insanların nasıl egoizmlerinin üzerine çıkıp, yabancılaşma ve rekabet yerine dayanışmaya dayalı birleşik, uyumlu bir toplum oluşturabileceklerine dair bir örnek oluşturmalıdır.

Ne yazık ki, İsrailliler onları yaşamak bir yana, bağ veya birlik hakkında tek kelime duymak istemiyorlar. Belki de ülkeyi parçalanmaktan kurtarmak için çok geç olana kadar, İsrailli kardeşlerimizle bağı elimizden geldiğince reddedeceğiz. Zaten sınıra yakınız.

***

Virüse gelince, en başından beri söylediğim gibi burada ve kalacak. Ancak, onunla nasıl başa çıkacağımızı, virüsle birlikte nasıl yaşayacağımızı öğreniyoruz gibi görünüyor.

Virüs bize hayatta ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini yavaş yavaş öğretecek. Bu yüzden umarım ortadan kalkmaz, en azından bize sadece ihtiyacımız olanı almayı ve çabalarımızı yıkıcı tüketime harcamak yerine, zamanımızı ve çabalarımızı destekleyici insan ilişkileri kurmaya ayırmayı öğretene kadar.

Tufandan Sonra Yeni Bir Hayat

Yaradan’dan, ihsan etmeden, gruptan, maneviyatla ilgili her şeyden koptuğumu keşfettiğim anda, bu durumu iki kısma ayırmam gerekiyor: bedenin durumu ve ruhun durumu.

Dünyamızda var olan tüm bedensel ilkeler bedene aittir: sağlık, ruh hali, maddesel çevre ve aile. Öte yandan, tüm bunların nasıl bir müdahale yarattığına, onluyla ve Yaradan’la olan bağımı nasıl etkilediğine bakmak zorundayım.

Bu şekilde tüm etkileyen faktörleri tek bir kaynağa bağlarız ve her şeyin Yaradan’dan geldiğini tespit ederiz. Hem dışsal hem de içsel tufan O’ndan gelir. Eğer her şeyin Yaradan’dan geldiğini anlarsam, o zaman tek yapmam gereken karar vermektir: Ben de Yaradan’a ait miyim değil miyim?

Sadece bir kontrol noktası Yaradan’a ait değildir, kalpteki nokta. Yaradan alma arzusunu yarattığında, onunla olan bağlantısını kopardı ve bu nedenle kendimizi O’ndan ayrı hissederiz.

Aklımı da kalbimi de Yaradan’a bağlamaya çalışmalıyım. Sonra kendime ait hiçbir düşünce ve duyguya sahip olmadığımı ve içimdeki tüm bu duygulara sebep olanın Yaradan olduğunu anlarım, böylece onların kaynağı olarak onların üzerine, Yaradan’a yükseleceğim.

Duygularım ve düşüncelerim beni tamamen zıt ve kafa karıştırıcı durumlara sürükler ama onları Yaradan’ın düzenlediği tufan olarak algılarım. Arzularımı arındırmak için bana tufan göndermeliydi, tıpkı şiddetli bir akarsu tarafından yıkanan toprağın çöplerden temizlendiği ve yeni bir hayat doğurabileceği gibi.

Her ne kadar bu arınma tufan suları tarafından yapılsa da, yani sadece Bina’nın niteliğiyle değil, Malhut ve Bina’nın birlikteliğiyle gerçekleşir, bu şekilde birleşirler ve bu da ıslaha yol açar. Şimdi bu gücü kullanıp ilerleyebiliriz. Bu, yaratılışın başlangıcıdır; yani, bir insanın egoist arzusunun üzerine çıkması ve olan her şeyi üst güce, Bina’ya, ihsan etmeye atfetmesi için bir fırsatı vardır.

Kişi, Bina seviyesine, inanç seviyesine yükselmesine izin vermeyen dış sabotajcıların, bedensel rahatsızlıkların ve içsel manevi rahatsızlıkların hepsinin Yaradan’dan geldiğini anlar. Eğer her iki sabotajcıyı, her iki büyük engeli de yalnızca Yaradan ile ilişkilendirebilirse, o zaman Malhut derecesinde ve Bina derecesinde yabancı düşüncelerden kurtulur ve mantık ötesi inanca ulaşır.

Bu, maddi ve manevi bu iki sabotajcıyı hesaba katmadığım, sadece ihsan etmeye, Yaradan’a bağlı kaldığım anlamına gelir. Bu, inancın gücündeki, Malhut’un gücünün üzerindeki Bina’nın gücündeki ilk noktadır.

Bu nedenle, bu iki seviyeyi, bedensel ve manevi bozuklukları ayırmak gerekir. Bedensel rahatsızlıklar kendilerini yorgunluk, güç kaybı, hastalık, ailede, işte vb. sorunlar şeklinde gösterir. Ve tüm bu rahatsızlıkların içinde manevi rahatsızlığı ortaya çıkarmamız gerekir: bağlanmayı istememe, güçsüz hissetmek, ruh hali ve tembellikle baş edememe. Esas olarak savaşmamız gereken bu ikinci, daha içsel sabotajcıdır.

Her iki sabotajcı da bizi onların amaçlarına, Yaradan’ı ifşaya yönlendirir çünkü tufanı yeryüzüne gönderen O’ydu. Ve bu sayede mantık ötesi inanca geliriz. Her iki sabotajcının da üst güçten geldiğini tespit ederim, dostlarıma ve onlarla birlikte Yaradan’a tutunurum.

Tufandan böyle kurtarılırız! Yaradan ile olan bağımız bizi kurak topraklara getirir, gemiyi terk ederiz ve karaya yerleşmeye başlarız. Zaten Bina derecesine ulaşabilen bu alma arzusunda yeni yerleşimimizi kurarız; inanç akıldan üstündür.

Sinsi İnsan Doğası

Soru: Bir insan tam olarak neyi kötü olarak kabul etmelidir?

Cevap: Egoizmimizi, birbirimize karşı tavrımızı.

Gelişimin tüm aşamalarında alma arzumuzu kullandık çünkü bu bizim doğamız. Ancak şimdi bu kendini egoistik, özellikle diğer insanlar karşısında kötü olarak ortaya koyuyor.

Dünyadaki her şey haz almak için inşa edilmiştir. Sadece ortaklar olarak başkasının pahasına birlikte kazandığımızda veya eş olarak birbirimize haz verdiğimiz zaman değil.

Kişi kesinlikle diğerinin üzerine yükseldiğinde, diğerini küçük düşürdüğünde haz alır.  Son egoist formun kendini gösterdiği yer burasıdır ve onu kötü olarak tanımlamak için, bir sonraki formun ona zıt olması gerekir – iyilik, sevgi, egoizm ve nefret yerine bağ–  ki bu çok zor bir geçiştir.

Kabala bilgeliği bunu anlamamıza ve bundan hızlı ve acısız bir şekilde geçmemize yardımcı olmalıdır.

Yorum: Sanırım birçok insan, başkalarını kullandığımız ve onları aşağıladığımız konusunda sizinle aynı fikirde olmayacak.

Cevabım: Bunu otomatik olarak yapıyoruz. Buna uyum sağlamışız ve neyin içinde olduğumuzun bile farkında değiliz.

Keyifli bir sohbette bile, her birimiz diğerinin üzerinde olmaya, kendini daha iyi görünecek şekilde konumlandırmaya, başkalarının dikkatini biraz da olsa çekmek için kendini daha tercih edilebilir biçimde sunmaya çalışır. Tüm doğamız bu tür örtülü formlardan oluşur.

İki Tür Kısıtlama

Soru: Kaynaklarımız iki tür kısıtlama olduğunu yazıyor: Birinci ve ikinci kısıtlama. Nedir onlar?

Cevap: Genel olarak, arzumuz alma üzerine kuruludur. Eğer bu ıslah edilmiş bir arzuysa, ihsan etmemiz için olabilir. Ayrıca kendi iyiliğiniz için değil, başkalarının yararı için alma arzusu da olabilir.

İlk kısıtlama, tamamen hiçbir şey almadığım zaman, egoistik arzumu kullanma yasağıdır. Buna Bina seviyesi denir. İkinci kısıtlama, alma arzunuzu kullanma fırsatıdır, ancak yalnızca başkalarını tatmin etmek adına.

Soru: Başka tür kısıtlamalar var mı?

Cevap: Farklı varyasyonlar vardır. Ancak, temel olarak, başlıcaları şunlardır: Ya hiçbir şey almamak ya da başkaları için almak.

Soru: Hiçbir şey almamak da üst kuvvetle bir tür bağlantı mı?

Cevap: Elbette. Değilse ne için yapıyorsunuz ki? En önemli şey niyettir.