İsmail’in Soyundan Gelenler – Rahatsızlık ve Yardım

Soru: Yaradan’ın İbrahim’in tohumunu çoğalttığı ve ona İshak’ı verdiği söylenir. Ama bir de İsmail vardı. Bu neden sadece İshak’la ilgilidir?

Cevap: Bu, ruhun köküne bağlıdır. İshak, İbrahim’in tam tersidir. İbrahim sağ çizgi, İshak sol çizgi ve Yakup orta çizgidir.

İsmail’de bu tohum yoktu; yakın kaldı ama bundan daha fazlası değil.

Soru: Peki içimizdeki “İsmail” nedir?

Cevap: İçimizdeki İsmail, hayatın amacını ve Yaradan’ı arayan ama her zaman dolambaçlı yollardan giden biridir. Sanki o bir şeyleri kaçırıyormuş gibidir. Sürekli olarak İbrahim’in veya onun soyundan gelenlerin yanındadır ve her zaman onlarla çatışır. Bir yandan onlara yardım ederken, diğer yandan onları rahatsız eder.

Tora’da, eninde sonunda İsrail’in çocukları, Yaradan’ın, İbrahim’i Kildanilerin Ur’undan getirdiği Kutsal Topraklara döndüklerinde, bu topraklar başlangıçta İbrahim’in soyundan gelenlerin oraya girmesini engelleyecek olan İsmail’in soyundan gelecek diye yazılıdır. Ve bunu bugün de hissediyoruz.

Soru: Bu,  İbrahim’in soyundan bir şey istedikleri anlamına mı geliyor?

Cevap: Evet tabi ki. Onlar bir şey istiyorlar, biz bir şey istiyoruz ve sonunda Yaradan’ın istediği gibi olacak.

 

“Depresyon Nedir?” (Quora)

Depresyon, tatmin edilmemiş arzuların bir sonucudur.

Birçok arzudan oluşuruz. Eğer bu arzular yerine getirilirse, mutlu hissederiz. Kısmen yerine getirilirse, içinde yaşadığımız ve alıştığımız kısmi bir memnuniyetsizlik hali hissederiz.

Bu memnuniyetsizliği, ister ilaç, ister uyuşturucu olsun, hayatımızdaki her türlü eğlence ve amaç vasıtasıyla, çeşitli yollarla etkisiz hale getirmeye çalışır ve böylece bir şekilde ayakta kalmayı başarırız.

İçinde derin, karanlık ve dipsiz bir boşluk hissettiğimiz, şu anda hiç şeyden tatmin olmadığımızı hissettiğimiz ve gelecekte de tünelin sonunda ışık görmediğimiz bazı depresyon durumları var ki gerçekten de zordur.

Genellikle geleceğe yönelik umutla yaşarız. Arzu yelpazemizi gerçekleştirmek için kendimize çeşitli hedefler planlarız. Genellikle yemek, cinsellik, aile, eğlence, para kazanma, toplumda saygınlık kazanma, bilgi birikimi istemekle meşgulüz ve hatta bazı insanlar belirli şöhret veya güç pozisyonları elde etmeyi diler. Bu tür arzuları gerçekleştirmek için çeşitli yollar geliştirdik ve bu yollar bizi daha derin varoluşsal sorulardan uzaklaştırarak hayatlarımızı belirli yüzeysel bir seviyede yaşamamıza izin veriyorlar. Ancak, karanlık tarafından yutulduklarında, depresyon bataklığına giriyoruz ve o zaman ölüm bile cazip geliyor. Böyle bir durum hakkında Kabalistik bir söz vardır: “Ölümüm hayatımdan daha iyidir.”

Bu tür depresif durumları hissetmeye başladığımız an, kendimize daha önce başarılı bir şekilde örtbas edebildiğimiz varoluşsal soruları sorarız. Günün sonunda, depresyon, yaşamın anlamı ve amacı ile ilgili sorulara cevap bulmak için her zamanki çerçevelerimizin dışında arama yapmamıza neden olan bir duygudur ve iç sesimizi dinlemek için belirli bir düzeyde depresyon yaşamamız gerekir.

Yemek, cinsellik, aile, eğlence, para, onur, kontrol ve bilgi için olan arzularımıza hizmet etmede bir anlam ve amaç buluyorsak yani bu arzuları doğrudan yerine getirerek ya da gelecekteki gerçekleşmesini hayal ederek kendimizden haz alabiliyorsak, o zaman hayatın daha derin varoluşsal soruları, bu haz arayışının altında gömülü kalır. Başka bir deyişle, yaşamın hayvansal varoluş düzeyinde anlam buluruz. Bununla birlikte, bu tür arzulara hizmet ederek tatmin bulamazsak, sonuçta yaşamın anlamını ve amacını aktif olarak aramamıza yol açması gereken bir his olan depresyonu yaşarız.

Dünyamızın daha üst bir boyuta sıçramamız gereken basit bir sıçrama tahtası olduğunu anlamalıyız. Aynı dünyada, aynı bedenimizde yaşarken varoluşun daha üst boyutunu keşfedebiliriz.

Doğanın bize rehberlik ettiği gelişim süreci, nihayetinde yaşamın anlamını aramamız ve elde etmemiz içindir. Depresyon durumları, bedensel arzuların yerine getirilmesinde anlamsızlığın keşfi ile daha yüksek anlam arayışı arasında geçiş yapmaya yaklaştıkça daha sık ve daha yoğun bir şekilde ortaya çıkar. Başka bir deyişle, bedensel arzularımızın yerine getirilmesinin peşinde koşarken hissettiğimiz artan memnuniyetsizlik, zaten daha derin varoluşsal sorularımızın bir ifadesidir.

Daha üst bir boyuta, algıya ve doyuma ulaşmak için bir yöntem sağlayarak, hayatımızın anlamı ve amacı ile ilgili soruları yanıtlamak üzere özel olarak oluşturulmuş bir metot olan Kabala bilgeliği, sadece ihtiyaçların yerine getirilmesinin ötesinde bedensel arzularımızı “zıt yardım” olarak adlandırır. Çünkü şu anda ya da sonunda bu arzularda keşfettiğimiz boşluk, bizi hayvansal varlığımızın ötesinde yaşamın gerçek anlamını ve amacını aramaya iter.

Zohar Kitabının Dili

Zohar Kitabı, ağırlıklı olarak Aramice olmak üzere özel bir dilde yazılmıştır. Aramice, bugün İsrail Devleti’nde konuşulan İbrani diline paralel eski bir dildir. Bu iki dil Eski Babil’de popülerdi ve bu nedenle Kabalistler bunları kullanıyor.

Adı Adem olan ilk Kabalist, hem Aramice hem de İbranice kullanmaya başladı. Raziel HaMalach (Gizli Melek) adlı kitabında her iki dili de kullanmıştır.

Zohar Kitabı’nın dili tam bir fiziksel-matematiksel dil değil, anlamamız gereken bir imalar/işaretler dilidir. Onu ancak içinde alegorik olarak anlatılan bu görüntü ve olaylarla kuşanmış bir kişi anlayabilir. Bu nedenle, bir kişi bu kitabın ne hakkında olduğunu hemen anlayamaz.

Ancak, kişi kendi üzerinde çalışırsa, Kabala çalışırsa, bir grup içindeyse ve Zohar Kitabı’nı yazan kişiye benzer bir grup oluşturursa, o zaman onların yazdıklarını anlamaya başlar ve kitapta anlatılanlar kendi grubunda işlemeye başlar. Yani, Zohar Kitabı bir kayıt gibi işlemeye başlar, onların aralarında kendini açığa çıkarır ve onlara neden bahsettiğini gösterir.

Ama bu, onlar yalnızca Zohar Kitabı’nın yazarlarının niteliklerine benzer oldukları ölçüde olur. Bu nedenle, “dalların dili” olarak adlandırılan bu kitabın dilinin kendisi alegoriktir ve onu yalnızca manevi seviyede olanlar anlayabilir. Aksi takdirde, Zohar Kitabı bir hikayeler, peri masalları ve efsaneler koleksiyonu olarak algılanır.

“Hayatın Anlamı” Virüsü Tarafından Enfekte Olmak

Soru: Bir anda anlamsız gelen bir hayata atıldığını hisseden insanın ilk adımı ne olmalıdır? Ne için çalıştığını bilmiyor ve hayatın burnunun dibinden geçtiğini hissediyor. Kişi, anlamı ve kendi kaderini tayin hakkını keşfetmeye başlamak için ne yapabilir?

Cevap: Ne için yaşadığını sormalı. Aslında, bu yönde bize yardımcı olacak daha fazla virüs gelecektir. Onlar bizi sarsarak ve önceki ilişkilerimizden kopararak bize çok yardımcı olmaktalar. Temel olarak her birimizde içsel değişiklikler yapmaktalar.

Bilmiyoruz ama bu oluyor ve bizler değişiyoruz. Koronavirüs, hepimizi etkileyen, içinde manevi yük bulunan biyolojik bir etkidir.

 

Neden Bireyselliğimizi Korumalıyız?

Soru: Aramızda kendimizi iptal ederken neden bireyselliğimizi korumalıyız?

Cevap: Hiçbir şey korumuyoruz.Ben sadece Yaradan’a benzemek istiyorum.Aynı anda bende ne değişirse değişsin hiç fark etmez.Bu elde etmeye çalıştığım tek şeydir.

Soru: Ama kişi yine de kişiliğini kaybeder mi?

Cevap: Herhangi bir bireyselliğimiz yok. İçimde nasıl bir bireysellik var ki? Ne yönden özelim? Egomun ifşalarında mı?! Bu konuda özel bir şey yok.

 

Tora’dan Ayrılmayın

Soru: “Tora’dan sağa ve sola sapmayın” ne demektir?

Cevap: Tora’da sağda veya solda değil, ortada kalmak demektir.

Yani, egoist temellerinizi hesaba katmalısınız. Onlar kaybolmazlar, onları sürekli olarak sağ çizgiden ıslah etmeli ve orta çizgiyi takip etmelisiniz.

 

“Eğitimde Kriz Var Mıdır? Varsa Bu Nedir?” (Quora)

Eğitimdeki kriz şudur ki, bir yanda dünyanın temel sorunu, öte yanda dünyanın asıl sorunu olarak görülmemekte ve çoğunlukla ihmal edilmektedir.

Eğitim nasıl dünyanın ana sorunudur?

Bu, ilköğretimden huzurevlerine kadar tüm eyaletlerde, devlet kurumlarında öğretilmesi gereken şeyin, birbirlerine karşı doğru tutuma sahip olmanın ne anlama geldiği ve birbirine karşı olumsuz tutumların tüm sorunların temeli olduğu anlamına gelir.

Başka bir deyişle, birbirimizle karşılıklı düşünce ile ilişki kurarsak, bizi uyumlu bir şekilde birbirine bağlamak için doğada bulunan ve sayısız sorunlarımıza kelimenin tam anlamıyla son veren olumlu bir gücü çekeriz. Ve birbirimizle olumsuz yani bencilce, birbirimizin pahasına haz almaya çalıştığımız yerde, dünyada giderek daha fazla sorun ve acı biriktiririz.

Bu tür kavramlarla küçük yaşlardan itibaren tanışmalıyız ve bu kavramlarla ilgili düzenli hatta sürekli açıklamalar almalıyız. Daha sonra yavaş yavaş bu mesajı duyar ve tüm sorunlarımızın nedenini anlardık: bizler doğamız gereği egoistiz, başkalarına fayda sağlamaktan çok kendimize fayda sağlamaya öncelik veririz.

Sorunlarımızın temel nedeninin farkına vararak çözümün yarısına ulaşırız. Bu zaten dünyaya büyük fayda sağlayacaktır çünkü o zaman sorunlarımızın nedenini onların olmadığı yerlerde aramayacağız. Çeşitli sorunlarımızı geçici çözümlerle çözmeye çalışan her türlü komite ve organizasyonların oluşturulmasına son verirdik ve neye odaklanacağımızı tam olarak bilirdik.

Tüm problemimizin egoist doğamızda olduğunu ve bir şekilde düzeltilmesi gerektiğini bilirdik. Daha sonra, bu sorunu çözmek için uluslararası bir yarışma ilan edebilir, onu mümkün olan her yerde tartışabilir, çözümü için öneriler arayabilir ve kabul edebiliriz.

Çözüm arayışına katılan kişileri duyurur, kazananları ücretsiz olarak yardım etmek isteyenler olarak adlandırırdık ve bunu yaparak küresel bir hareket yaratmış olurduk.

Yavaş yavaş, egoizmin insanlığın temel sorunu olduğunu ve bunun ancak doğada barınan ve kendimize çekebileceğimiz pozitif güç tarafından benzersiz bir şekilde çözülebileceğini açıklayabilir ve bunu yaparak temel sorunumuzu çözebiliriz.  Ayrıca, temel sorunumuzu çözerek, kelimenin tam anlamıyla tüm sorunlarımıza son vermiş oluruz.

İnsanlığın başka bir yolu olmadığına inanıyorum. Bunu biliyorum. Hepimiz değişme ihtiyacımızı, doğamız tarafından bozulduğumuzu, ancak daha iyisi için değişmemiz gerektiğini tartışırsak, o zaman bir dua gibi, olumlu bir yanıt alırız ve bu bizi daha iyiye doğru değiştirmeye çalışır.

Kendini Düşünmeyi Bırakanlar

Soru: Ludmila Kozakova size şöyle yazıyor: “Bir kişinin kendini düşünmeyi bıraktığında manevi bir embriyo haline geldiğini söylüyorsunuz. Ama kendini düşünmeyi bıraktığında aptal olarak kabul edilir. Bu konuda ne yapmalı?”

Cevap: Başkalarının ne düşündüğü önemli değil. Onların ne düşündükleri ne fark eder ki? Bana nasıl bakıldığına ya da bakılmadığına dikkat edersem, ne yani, onlara dava mı açmalıyım? Peki, başka ne yapmalı? Gerçeği hala aramalı, sürekli keskinleştirmeli ve onunla yaşamalıyız.

Yorum: Söylediğiniz şey ağır değil mi: Kişi kendini düşünmeyi bıraktığında manevi bir embriyo haline gelir mi? O tamamen durur!

Cevabım: Hayır, bu doğru değil. Sürekli aradığı üst güçle tamamen birleşip, onun içinde çözünmek ve onu daha çok ve daha çok hissetmek ister.

Kişi bunun içinde kaybolur ve bu yüzden ona embriyo denir. Ve sonra daha da büyür ve sadece bir fetüs değil, bir bebek, bir yetişkin olur ve bu üst güçle aynı seviyeye yükselir. Böylesine bir duruma ulaşan ve doğa seviyesine yükselen bir insan için bunun ne anlama geldiğini hayal edebiliyor musunuz – yukarı ve aşağı! Bu inanılmazdır! Bir yandan.

Öte yandan, bu bizim hedefimizdir ve bunu kendi irademize karşı başarmalıyız.

“Sessizlik Altındır” (Linkedin)

Öğretmenim Rav Baruh Şalom Aşlag (RABAŞ) ile sohbet ederek sayısız saatler geçirdim. Çoğunlukla, günlük sabah yürüyüşlerimiz sırasında yalnızken ya da sık sık gerçekleşen iki günlük Tiberias gezilerimiz sırasında konuşurduk.

Bir keresinde ona ben yanına gelmeden önce ne yaptığını sordum çünkü onunla tanıştığımda çoktan yetmiş üç yaşındaydı. “Yalnızdım.” dedi. Biriyle konuşmaya ihtiyaç duyup duymadığını sorduğumda basitçe “Hayır.” dedi.

Bugün, ayrılışından otuz yıl sonra ne demek istediğini anlıyorum. Odamda tek başıma oturuyorum ve dışarı çıkma ya da kimseyle konuşma ihtiyacı duymuyorum Burada yüz yıl oturabilir ve ne olursa olsun aldırmayabilirdim. Ara sıra geziyorum ama kapanmalar başladığından beri çoğunlukla tek başınayım ve gayet memnunum. Öğrencilerim olmasaydı ya da Kabala bilgeliğini dünyaya yayma gereği duymasaydım tek kelime etmezdim.

Bu konuda, benden önceki birçok Kabalist gibiyim. Onlar da günlerini boş konuşmalarla geçirmediler. Birlikte çalışıp otantik Kabala kaynaklarından okudular.

RABAŞ ve benim eskiden yaptığımız da buydu. Tiberias’ta olduğu gibi yalnız kaldığımızda bile, karşılıklı oturur, Zohar Kitabı ya da On Sefirot’un Çalışması aramızdaki masanın üzerinde açık olur, yanlarında bir fincan Türk kahvesi, okur, okur, okurduk.

Arada bir RABAŞ bir şeyi açıklamak için okumayı bırakırdı ya da ben metin hakkında bir soru sorardım, ama çoğunlukla, ortak, manevi bir duyguya yükselerek aramızda okur, bağ kurardık. Başka pek de bir şeye gerek olmazdı, hiç bir şeye.

Savaş ya da seçim gibi ya da İsrail’de halkı dalgalandıran önemli bir olay olduğunda, konu hakkında birkaç kelime konuşurduk, fakat uzatmadan, boş laf konuşmadan. Hayatın amacını bir an olsun düşünmekten vazgeçmezdik; her saniye önemliydi.

Mişna’da, Rabban Gamaliel’in oğlu Şimon’un şöyle dediği yazılıdır: “Tüm günlerimi bilgeler arasında büyüyerek geçirdim ve gördüm ki insan için sessizlikten daha iyi bir şey yok. Eylemler haricinde çalışma en önemlisi değildir ve çok fazla laf konuşan kişi günahı getirir ” (Avot, 1:16).

Kabalistler sessizdir çünkü kalpleriyle dinlerler. Hepimizin parçası olduğu, Adam HaRişon adlı insan sisteminin kalbi olan ortak kalbimizi dinlerler.

Egomuzun balonu içinde kilitli olarak doğarız; ortak kalbimizi duyamayız. Onun yerine sadece kendimizi dinleriz.

Rabaş’tan öğrendiğim şey egonun ötesinde, derinlerde, ortak kalbi dinlemektir. Ruhumuzun derinliklerinde, egonun sınırlarını aşmak ve ortak kalbi hissetmek için bir özlem vardır. Onunla bağlantı kurduğumuzda, dışımızda ne olduğunu gerçekten duyabileceğiz. Tüm insanlığın ruhuyla, tüm doğayla ve onlar aracılığıyla Yaradan ile konuşabileceğiz.

Manevi Çalışmanın Temeli

Yaratılışın amacı yaratılanları Yaradan’a tam olarak benzetmek, O’nunla birleşmektir. Bu, manevi çalışmanın temelidir.

Amaca, arzunun yerine doğru niyetin inşa edilmesiyle ulaşılır.

Doğru niyete kısıtlama (Tzimtzum) ve Masah denir. Tzimtzum egoist arzunun daralmasıdır. Ve egoist arzu, özgecil niyete uygun olarak bir dereceye kadar ifşa olduğunda buna Masah denir. Aslında, perde eylemi kontrol eder.

Yaratılış düşüncesi, ortaya çıkan tüm egoist arzular için, yavaş yavaş bir daralma yaratılabileceğidir: önce, bu arzuyu hiç kullanmamak, sonra bir Masah, ihsan etme niyeti edinmek ve bu niyet ölçüsünde arzuyu hafifçe açmaya ve ona niyeti eklemeye başlamak.

İhsan etme uğruna bu şekilde alıyoruz. Bu, insanın ilkel arzusunu (alma arzusu) ıslah etmenin anlamıdır. Bu, insanı Yaradan ile bir olmaya, O’na tam benzemeye yönlendiren yaratılışın niyetidir.

Ve kişi ıslah metodunda ustalaşmada ne kadar ilerlerse, onun içinde daha fazla egoizm ifşa olur ve sağ ve sol çizgileri doğru bir şekilde karşılaştırmak ve kendi üzerinde doğru çalışmaya gelmek için egoizmine o kadar fazla Masah koyması gerekir.