Barış Ve Dostluk İçin

Yorum: Kült grupların sınıflandırılmasına göre, “Grup tüm zamanınızı görevler, kitap veya gazete satmak, yeni üyeler toplamak, kurslara katılmak ve meditasyon yapmakla doldurur.”

Cevabım: Kabalistler kimseyi toplamaz. Aksine, biz her şeyin kesinlikle açık olması gerektiğine inanıyoruz. İnsanları kendimize çekmiyoruz, ancak bilgimizi dışarıya yayıyoruz. Kişi derslerimizi televizyondan ve internetten izleyebilir; biz, herkese diğer tüm organizasyonlardan daha fazla açığız.

Kapalı bir organizasyon, her şeyden önce bir kültün özelliğidir. Biz öyle değiliz. Bir insan gelebilir ya da gidebilir, evlenebilir, boşanabilir, iş veya meslek değiştirebilir. Aramızda Afrikalı Amerikalılar, Çinliler, Avrupalılar, Güney Amerikalılar, Yerli Amerikalılar ve diğer halklardan dostlarımız var.

Almanya, Hollanda, Fransa, Güney ve Kuzey Amerika’da şubelerimiz var. Arap ülkelerinin çoğu da dahil olmak üzere, öğrencilerimizin olmadığı tek bir ülke yok.

Herkese açıkken hangi kültten bahsedebilirsiniz ki?! Her şeyi açıkça gösteriyoruz ve en geniş şekilde yayınlıyoruz.

Yorum: Ama aynı zamanda “grup kişilerin tüm zamanını görevlerle dolduruyor” diyor.

Cevabım: Eğer gruptaysanız, o zaman biraz boş zamanınızı dağıtım için ayırmanız gerekir çünkü dünyanın iyiliği buna bağlıdır.

Dünyanın başka bir kurtuluş yöntemi yoktur, yalnızca insan doğasının egoistlikten özgeciliğe, nefretten sevgiye ıslah edilmesi yoluyla kurtulabilir. Bu bence herkes için net.

Dünyadaki her insan, kendi üzerinde çalışmak ve başkalarını da aynı ıslaha çekmek için zaman ayırmalıdır. Aksi halde ne yapacağız? Oturup kafamıza daha fazla darbe gelmesini mi bekleyeceğiz? Hayır, biz barış ve dostluktan yanayız.

Manevi Beden

Soru: Kişi acı çektiği zaman, bedenini hissedebilir. Manevi bedende ne olur?

Yanıt: Dünyamızda hissettiğimiz her şeyi, en hoş duyumları bile yalnızca bir tür acı, sınırlama, baskı ve benzeri nedenlerle hissederiz. Hisler sınırlılık duygusundan gelir.

Ancak manevi dünyada durum bunun tam tersidir. Bedenimin hislerinin üzerine yükselirim; benim için bu egoist sınır mevcut değildir.

Sonuç olarak, bedenimi ve genel olarak bu dünyayı hissetmeyi bırakırım çünkü egoist sınırı iptal eder ve onun üzerine özgecil niteliklere yükselirim. Bu dünya benim için yavaş yavaş çözülmeye başlar. Onu maddi olarak değil ama benim için hala tasvir edilen bir şey olarak görürüm. Ama sonunda tamamen yok olur.

Bununla bir sorunum yoktur, bırakın hayali dünya yok olsun.

Manevi beden benim başkalarıyla olan ilişkili niteliklerimdir yani başkalarıyla bağlılık ve bağ kurma temelinde inşa ettiğim şeydir. Manevi niteliklerim başkalarına Yaradan’ın onlara davrandığı gibi davranabildiğim yerdir.

Böyle durumlarda ben de sınırlı değilimdir. Manevi bedenim bana herhangi bir sorun çıkarmaz.

Yaratılış Olarak Kabul Edilen Nedir?

Alma arzusu, yaratılan varlıkta ancak onun kendi isteğiyle almak için uyanışı aracılığıyla oluşur. (Baal HaSulam, On Sefirot Çalışması, Bölüm 1, “İçsel Gözlem,” Kısım 6, Madde 24)

Soru: Yaratılış, kendi kişisel alma arzusuna sahip olan, yaratılan varlık mıdır?

Cevap:  Sadece almak için değil, hatta Yaradan’a benzer hale gelmek için. Bu nedenle, alma arzusu gelişimin dört aşamasından geçer ve son aşamada Yaradan’a benzer olmak için, özgür bir kişisel arzu geliştirir. Bundan önce, henüz bir yaratılan olarak kabul edilmez çünkü gelişimin istem dışı aşamalarından geçer.

Ayrı Düşen Dünyalar

Haz alma arzusu bir insan için her şeyi belirler: ne hissedeceğini, etrafındaki alanı ne kadar uzakta hissedeceğini ve hissettiği her şeyi nasıl adlandıracağını. Yani insanın arzusu onun dünyasını belirler çünkü arzunun ötesinde olduğunu hissedemez ve bu nedenle arzu onun için varmış gibi görünmez.

Dolayısıyla, eğer kişinin içinde arzu gelişmemişse, cansız derecesindeyse, o zaman dünyası cansız derecenin çerçevesiyle sınırlıdır. Bu tıpkı dünyası küçücük olan ve kreşin ötesine geçmeyen bir bebek gibidir ama bu onun için yeterlidir ve tatmin olur.

Dolayısıyla, sınırları niteliklerimizin sınırlarıyla belirlenen bir dünyada yaşıyoruz ve bunun ötesinde hiçbir şey olmadığına ikna olmuş durumdayız. Bir zamanlar insanlar dünyanın düz bir disk, evrenin de katı bir küre olduğunu ve bu dünyanın sınırlarının onu üzerinde hiçbir şey olmayan bir kapak gibi kapladığını düşünüyorlardı.

Ve şimdiye kadar, dünya hakkındaki bilgimiz, elde ettiğimiz kazanımlarla sınırlıydı. Umalım ki yakında onun sınırlarını genişletebilelim ve o zaman gerçekten nasıl bir dünyada olduğumuzu anlayabilelim.

Haz alma arzumuz sürekli gelişiyor, her seferinde hissettiğimiz gerçekliğin sınırlarını yeni sınırlara doğru zorluyor. Biz bu sınırlara dünya diyoruz. Ve arzumuz 1-2-3-4 şeklinde dört derece halinde geliştiğinden, etrafımızda varmış gibi görünen dünyayı da 1-2-3-4 şeklinde dört seviyede algılarız.

Bir zamanlar tüm insanlık tek bir beden, tek bir bütün olarak varken, daha sonra pek çok küçük bedene bölündük. İşte bu yüzden her birimiz farklı bir gerçeklik hissediyor ve algılıyoruz.

Amaç, oyun hamuru parçaları gibi birbirine yapışmış tek bir bedene geri dönmektir. Ve bu formda, gerçek gibi görünen yeni, tek bir gerçekliği hissetmeye başlarız. Bu, gerçekliği kontrol eden ve onu destekleyen tek bir üst güç tarafından yönetilir. Ve her bir parçanın hissettiği gibi, büyük bir güçler çeşitliliği yoktur. Bu bağa ulaşmak, çalışmamızın ve gelişimimizin hedefidir.

Bizler, Büyük Patlama sonucunda pek çok parçaya ayrılan, tek bir ortak beden olarak var olduk. Ve eğer bu birlik haline geri dönmek için çabalarsak, o zaman tek ve giderek artan birleşik bir güç hissetmeye ve anlayış, kazanım elde etmeye başlarız. Sorunları ve savaşlarıyla tüm insanlık tarihi ve modern gerçeklik, yalnızca bizi birleşme ihtiyacının farkına vardırmak içindir. Doğa bizi buna zorluyor.

Ve hepimiz birbirimize yaklaştıkça ve bağ kurma yükümlülüğümüzü giderek daha net bir şekilde hissettikçe, bizi kontrol eden, yakınlaştıran, dolduran ve sonunda gerçek realiteye ulaşmamıza yol açan içsel gücü anlamaya başlarız.

Tüm Islahları Kendi İçinizde Gerçekleştirin

Soru: Yazımla ilgili olarak neden iki sınıflandırma vardır: basılı metin ve el yazısı?

Cevap: Esas olarak, basılı metin olmamalıdır. Kişi asgari düzeyde geçimiyle ilgilenmeli ve geri kalan tüm gücünü, zamanını ve yeteneklerini üst güce, üst doğaya benzerlik seviyesine ulaşmak amacıyla, başkalarıyla birleşmek için kullanmalıdır. Kişinin amacı budur. Yaptığı diğer her şey tamamen gereksiz.

Çarpıtılmış fikirlerimizde ortaya çıkan tüm bu en kötü, küçük dünya, yalnızca ondan üst dünyaya yükselmek için gereklidir.

Bu nedenle, hiçbir şey icat etmeye, bir şey yazmaya gerek yoktur. Tüm ıslahları hemen kendi içinizde yapmalı ve bunları içsel olarak hissetmelisiniz.

Dolayısıyla, bir kişiye dünyamızdan yükselme talimatını sözlü olarak iletmek yeterlidir ve o kişi, bu yasalara, ifşalara ve bilgeliğe göre yaşamalıdır. Onları okumasına ve ezberlemesine gerek yoktur. Onları kendisi için anlamalıdır.

Sözlü olarak iletmek, bana bir şey söyledikleri anlamına gelir ve ben de aynı zamanda hissederim ve gerçekleştiririm, benimle konuştuğunuz yerdeyim, bu seviyede, bu edinim seviyesinde.

Yazmanın ya da okumanın amacı neydi?! Bir anlamı yoktu!

Kayıtlar yalnızca nesiller boyu bir iniş olduğunda ortaya çıkmıştır ve kişinin artık doğrudan edinme olasılığı yoktu. Öğretmen yoktu, kafa karışıklığı vardı ve anlaşmazlıklar başladı. Sonrasında, sonraki nesiller için, özellikle de bizim için kitap yazmaya başladılar.

Ya bu kitaplara sahip olmasaydık? Ne yapacağımızı söylemek çok korkutucu. İntihar noktasına varan korkunç bir depresyona girerdik.

Soru: Ama Tora ilk başta yazılmış mıydı?

Cevap: Hayır, başlangıçta yazılı değildi. Musa tarafından, kırk yıl boyunca çölde dolaşırken, insanların onunla birlikte yaşadıkları durumları anlatarak yazılmıştır. Buna “Tora” denir.

Daha sonra notlarını Yeşu’ya ve diğer herkese, birlikte yaşadıklarının manevi bir günlüğü olarak verdi. Bu kitapta başka hiçbir şey yoktur.

O, nasıl bir araya gelmeye çalıştıklarını ve sonra birbirlerinden ayrıldıklarını, Yaradan’a benzeyip benzemediklerini, ıslahlarında çözdükleri tüm sorunları, neden çölde uzun duraklar yaptıklarını ve geçişlerinin 40 yıl boyunca sürdüğünü anlatır. Sonuçta, tüm bu yol bir haftada kat edilebilirdi. Ancak 40 yıl tam olarak geçmiş koşulun ölmesi ve geleceğin doğması için gerekliydi.

Hiçbir Şey Silinmez

Soru: Henüz manevi edinimde olmadığınız zaman, dünyaya dair tamamen egoist algınızı hatırlıyor musunuz? Ve sonra, her şeyi farklı bir seviyede algılamaya başladığınızda, daha önce size görünen bazı yönleri, bazı yanılsamaları sildiniz mi?

Cevap: Hiçbir şey silinmedi. Sadece her şeyi daha net, anlaşılır ve daha büyük bir uzlaşma ve hoşgörü ile algılıyorum, yaşlandığım için değil, bir insanın içinde olanın tüm tezahürlerine olan ihtiyacı gördüğüm için.

En korkunç, en iğrenç ve kimsenin haklı çıkaramayacağı her şeyin aynı kaynaktan, üst güçten geldiğini ve ne yazık ki bazen kendini böyle korkunç şekillerde gösterdiğini görüyorum.

Ve tabi ki, insanlara yardım edilmesi, gerçeğin onlara aktarılması ve ıslah edilmesi gereken bir malzeme gibi davranıyorum.

Kalpteki Nokta Ne Zaman Ortaya Çıktı?

Soru: Egoizmin faydalarını kısaca açıklayabilir misiniz? Bizi nasıl yönlendirdi ve hangi asamaya geldik ki bizim için zehir haline geldi? Bunca zaman bize hiç yardımcı oldu mu?

Cevap: Eski Babil’den bu yana, egoizmin yeniden yaratılması gerekiyordu. İbrahim bunun için çağrıda bulundu ama o zaman kimse onu duyamadı çünkü insanların kalbinde bir nokta yoktu. Uyanmadığından değildi, içlerinde olmadığından. Kalpteki nokta, yalnızca belirli sayıda insanda, İbrahim’in Babil’den götürdüğü 10.000 ila 20.000 kişide kendini gösterdi.

Bu rakamları veriyorum çünkü İbrahim döneminin araştırmacısı olan 12. yüzyılın büyük Kabalisti ve filozofu Rambam yazılarında on binlerce insanın İbrahim’le birlikte Babil’i terk ettiğini yazar.

İbrahim herkesi ıslah etmek istedi ama olmadı çünkü sadece çok azı ilksel kalpteki noktaya yani varoluşun bedensel seviyesinin üzerine çıkma arzusuna sahipti.

Başlangıçta sadece bir kişide, Adem’de ortaya çıktığını ve daha sonra onun aracılığıyla bir virüs gibi başkalarına yayılmaya başladığını söyleyebiliriz. 20 nesil boyunca öyle bir duruma ulaştı ki, Babil’de İbrahim’in yönetiminde, on binlerce insan bu manevi virüsle enfekte oldu. Onlar, İbrahim’e katıldılar ve İbrahim de onları Babil’den uzaklaştırdı. Babillilerin geri kalanı bu noktadan yoksun kaldı.

İbrahim’in grubu herkesten izole olduğu için, önce İbrahim’in liderliğinde, ardından İshak, Yakup, Musa, Harun, Yusuf ve Davut’un önderliğinde kendi içlerinde geliştirdiler.

Bu durum, İkinci Tapınak’ın yıkılışına kadar devam etti ki ondan sonra onlar, o zamana kadar tüm dünyaya yayılmış ve çoğalmış olan diğer tüm Babillilerle tamamen aynı duruma düştüler.

Dışarıdan Gelen Eleştiriler

Yorum: Dışarıdan gelen eleştirilerin, grubun doğruluğunun ek bir kanıtı olarak görülmesinin, kültlerin tanımlayıcı bir faktörü olarak iddia edilmektedir.

Benim yanıtım: Bunun doğru olduğunu düşünmüyorum. Dışarıdan gelen eleştiriler, neyle uğraştığımızı anlamayan insanların doğal eleştirileridir.

Eleştirileri dikkate almamamız gerektiğini düşünüyorum. Kişisel olarak, bu beni sinirlendirmiyor ve beni eleştirenle karşı karşıya getirmiyor. Ona saygısızlık etmiyorum. Bana karşı çıkan filozoflar bile var. Onların sözlerini hiçbir şekilde eleştiri olarak algılamıyorum.

Konuyu anladığınız zaman, bu konunun bilgisi açısından net bir fikriniz olduğu zaman eleştirebilirsiniz. Ya bilmiyorlarsa? Yani, kendileri buna erişmemişlerdir. Öyle bile olsa, Kabalistler arasında da anlaşmazlıklar vardır çünkü bu bilimdir ve bu evrenin belli bir kısmının ifşasıdır – kademeli olarak, adım adım, gittikçe daha büyük bir ölçüde. Dünyamızdaki bilim insanları gibi, daha çok ifşa eden Kabalistler ve daha az ifşa edenler vardır.

Bu nedenle aralarında tutarsızlık, anlaşmazlıklar ve benzeri şeyler vardır. Bunu anlıyorum. Orada devam eden çok ilginç kavgalar var. Her birinin gelişmekte olan evreni nasıl algıladığına ve neden algıladığına adanmış tüm kitaplar var. Ama bunu açıkça, anlamlı bir şekilde tartışıyorlar. Neden olayları sizden farklı algılıyorum? Sorun nedir? Neden aynı şeyi farklı algılayacak şekilde inşa edildik?

Farklı türde ruhlar vardır. Bazıları doğrudan ışıkla ilgilidir, diğerleri saran ışıkla, vb. Ve tam da bunların çatışmasında, netleşme sürecinde, her ikisinin de daha büyük bir yükselişi gerçekleşir. Kendi aralarında hararetle tartışırlar ama bunlar aynı edinimde, aynı dünyada olan insanlardır, konuşacak şeyleri vardır, birbirlerini anlarlar ve açıklamaları çok ciddidir.

Peki burada konuşacak ne var? Ben bir roman okuyor ve ağlıyorsam ya da televizyonda bir film izliyor ve gülüyorsam ve yanımda bir kedi oturuyorsa, o buna nasıl katılabilir? Hiçbir şekilde. Sadece kulağını benim çıkardığım seslere doğru hareket ettirir ve düşünür: “Efendinin nesi var? Keşke sessizce oturup uyusa.”

Eleştirenler için de aynı şey geçerli. Kabala çalışmalarınızla onları rahatsız ediyorsunuz. Sizde her şeyi açıklayabilecek bir şey olduğunu ve bir falcı olmamanıza rağmen tahminlerinizin gerçekleştiğini düşünüyorlar. Krizden çok önce, krizin geleceğini söylemiştim. Ve başladığında da bitmeyeceğini söyledim. Ama onlar bağırdılar: “Kriz bir ya da iki yıl içinde sona erecek.” Şimdi de susuyorlar ve benimle çelişmiyorlar.

Ama böyle kötü olayları öngördüğünüzde kim memnun oluyor ki? Üstelik sizin öngörüleriniz yüzünden hiçbir şey değişmeyecektir.

Her şey sadece bizim yoğunlaştırılmış dağıtımımız sayesinde değişebilir ve sadece konuşmanın bir anlamı yok. Daha fazla eleştirmen olacaktır. Daha fazla insan bize iftira atacak, deyim yerindeyse herkesten nefret ettiğimizi çünkü gelecek hakkında kötü konuştuğumuzu söyleyecek ki: “Olanlar için biz kendimizi suçluyoruz.” da diyoruz. Ve bu böyle devam edecek.

Yani insanlar elbette kendilerini savunacaklardır; bu onların doğal tepkisidir. Hayat budur.

“İsrail Topraklarını Fethetme” nin Manevi Seviyesi

İsrail halkı, Mısır’dan tüm arzularını, “kapları” ve altın ve gümüş takıları çıkardıktan sonra, o zaman tüm egoist nitelikleri içlerinde öldü.

Tora’da, Mısır’dan çıkan tüm nesil hakkında söylendiği gibi, tüm egoizmleri öldü ve sonra İsrail toprakları (Eretz İsrail) olarak adlandırılan bir sonraki seviyeye, sadece ihsan etme ve sevgiye yönelik bir arzuya ulaşma fırsatını elde ettiler. “Eretz” “arzudur (Ratzon”) ve “İsrail”, “Yaşar Kel (Doğrudan Yaradan’a)”dır.

Yaradan, doğanın ana gücü olan ihsan etme ve sevgi gücüdür. Diğer her şey O’nun, kendine özgü türleri olarak tezahür eder. Bu gücün çalıştığı program, kişiyi bağımsız kılmayı ve ihsan etme ve sevgi koşulunda olma arzusunu amaçlar.

İbrahim’in grubu, İsrail topraklarına girdikten sonra, orada başka milletler de yaşadığı için, o topraklar için savaşmaya başladı. Ek olarak, grubun içinde, insanların karakterlerinde tezahür eden her türlü engel ortaya çıktı ve bunların üstesinden gelmek zorunda kaldılar. Bu döneme İsrail topraklarının fethi (“Kibush Haaretz”) olarak adlandırılır.

“Bugün Kıtlık Riski Var Mı? Neden Var Ya Da Neden Yok?” (Quora)

Öğrencilerimden biri, ankete katılan uluslararası gıda güvenliği ve beslenme uzmanlarının neredeyse yüzde 90’ının “yenilikçi ve cesur eylem olmaksızın, küresel açlığın önümüzdeki on yılda artmaya devam edeceğini” tahmin ettiği bir rapora atıfta bulunarak, bana küresel bir kıtlık olasılığını sordu. Bu gerçekten de mümkün ve eski Kabalistik kaynaklar da çağımızda annelerin kendi çocuklarını yemesi kadar korkunç durumlara ulaşabileceğimizi belirtiyor. İşte bu kadar şiddetli olabilir.

Ancak, yaklaşan bir kıtlık fikrini, sadece ambarlarımızı ve depolarımızı doldurmak amacı ile düşünmemeliyiz Bu tür korkunç senaryoları göz önünde bulundurabilmemiz, bu tür durumlardan nasıl kaçınılacağı konusunda önceden ciddi bir şekilde endişelenmemiz ve bu tür krizlere neden olan temel nedeni öğrenip bunlarla başa çıkmamız içindir.

Sadece kıtlığın değil, başımıza gelen herhangi bir krizin arkasındaki temel nedeni araştırırsak, bunun insan ilişkilerindeki dengesizlikten, birbirimize olması gerektiği gibi davranmamamızdan kaynaklandığını görürüz.

Birbirimize karşı nasıl davranmalıyız?

Dengeli bir duruma ulaşmamıza yardımcı olacak bağlar kurmak için, birbirimiz arasında karşılıklı anlayışa ulaşmamız gerekiyor. Bugün ise tam tersini yapıyoruz, geriye hareket ediyoruz ve böylece hepimizin paylaştığı gemiyi sallıyoruz. Dünya böylece doğal olarak kıtlık ve yıkım dönemlerine doğru gidiyor.

Kendi kendimize getirebileceğimiz yıkım, bizi çok korkutmalı ki birbirimize karşı tutumumuzu değiştirelim ve bunu yaparak dünyayı değiştirelim. Yaklaşmakta olan kıtlık ve diğer krizleri düşünebilmemizin tek nedeni budur ve aynı zamanda genel olarak krizler ve ıstırap, deneyimlerimizin de nedeni budur: birbirimizle ilişki kurma biçimimizde olumsuzdan olumluya, egoistten özgeciliğe ve kayıtsızlıktan karşılıklı sorumluluğa doğru bir değişim meydana getirmek.

Böyle bir dönüşüm için katalizör ne olabilir?

Bunu başlatacak ve destekleyecek bir liderin olması gerektiğine inanıyorum. Dünyamız, insan toplumunun lideri olarak kabul edip takip edeceği, birleşme ve aynı zamanda kıtlık ve diğer krizlerin üstesinden nasıl gelebileceğimizden bahsedecek biri olmadan, zor bir yer. Elbette, bu ancak insanlar böyle bir lideri dinlerse işe yarar ve böyle bir kişiye kulaklarımızı açmamız için kıtlıklar ortaya çıkacaktır.

O zaman, bir kıtlık döneminden sonra, farklı olurduk. Hayata ve onun değerlerine karşı farklı bir tutum sergilerdik. Artık, hayatta kalmamızın büyük önemini ve günümüzün zorlu zamanlarında hayatta kalmanın bizim için ne anlama geldiğini hafife almazdık.

Geçmişte büyük kıtlık dönemleri, savaşlar ve diğer krizler yaşanmışken, bugün temelde farklıdır çünkü içinde bulunduğumuz çağ, bizi egoist ilişkilerimizin kötülüğünün kitlesel farkındalığına hazırlıyor ki bu, içimizde kendimizi değiştirme arzusunu uyandıracaktı. Kabala ilminde böyle bir uyanışa “kötülüğün farkındalığı” denir. Bizlerin, kendi doğamızı “kötü” olarak algılayabileceğimiz bir duruma ulaşmamız, onu böyle tanımlamamız ve bundan gerekli dersleri çıkarmamız için çok büyük bir ıstıraplar gerekir. Yani, maddi refah için birbirleriyle yarışan bireylerden oluşan fare yarışına bir son vermeli ve birbirimize ve doğaya fayda sağlamaya çalıştığımız, birbirimizi etkilediğimiz, birbirine bağlı ve bir bütünün parçaları olarak hissettiğimiz pozitif bağlı yeni ilişkilere geçmeliyiz. Henüz orada değiliz ama o zaman, yaklaşıyor.