“Teknolojik İşsizlik İçin Bazı Çözümler Nelerdir?” (Quora)

Kitlesel işsizliğin çözümü, insanların bağlarını zenginleştiren eğitimle meşgul olurken, temel ihtiyaçlarının karşılandığı bir sistem kurmaktır.

Doğamızın ne olduğunu, genel olarak doğanın ne olduğunu, doğanın nasıl çalıştığını, böyle bir doğada nasıl evrimleştiğimizi ve olumlu bir şekilde bağ kurmak için neler yapabileceğimizi öğrenmeye, dinlemeye ve kitlesel ölçekte tartışmaya başladığımızda, bunu yaparak doğa ile dengeye ulaşırız, o zaman hayatımızın her alanında muazzam bir gelişme göreceğiz. Kitlesel işsizlik, bize böyle bir eğitim biçimini kitlesel ölçekte uygulama fırsatı sunuyor.

Sekiz milyar insanın günde 8-12 saat çalışmasına ihtiyacımız yok. Yarım milyar insan temel ihtiyaçlarımızı karşılamaya yeterli.

Makul bir geçinme düzeyine ulaşmak için, sorumlulukları eşit olarak dağıtırsak, o zaman herkesin en uygun yaşam koşullarını ve yaşamın temellerini almasını sağlarız. Hayatın gereklilikleriyle günde yaklaşık beş ya da altı saat uğraşmanın dışında, ideal şekilde medya kanallarımızı dolduracak olan bağları zenginleştirici eğitim ve faaliyetler yoluyla içsel gelişimimizle meşgul olmak için özgür olacağız.

Pozitif bir şekilde bağ kurduğumuz ve bağımızın içinde yaşayan doğanın pozitif gücünü keşfettiğimiz yeni bir varoluş derecesine öyle ya da böyle yükselmemiz gerekecek. Olumlu yollarla yani bağları zenginleştiren eğitim yoluyla böyle bir yükselmede başarısız olursak, özgür seçimimizi kullanmayı kabul edene ve kendi isteğimizle yeni bir varoluş düzeyindeki hayata yükselene kadar, her alanda -kişisel, sosyal ve ekolojik ölçeklerde- ıstırap çekeceğiz. Başka bir deyişle, yeni bir varoluş düzeyine yükselmek bizim en gerçek işimizdir ve bugün bu kadar çok insanın uğraştığı iş büyük ölçüde gereksizdir. Yeni bir varoluş düzeyine yükselmek için, kendimizi olumlu bir şekilde bağ kurmaya adarsak, o zaman doğayla denge içinde yepyeni, uyumlu, huzurlu, sonsuz ve mükemmel bir yaşam elde eder ve bunu yaparak hayatlarımızın nihai amacımızı gerçekleştiririz.

Üstelik bu tür çalışma herkes içindir. Kitlesel işsizlik, toplu ölçekte bize boş zaman vermek amacıyla gelen ve bu boş zamanı bilincimizde ve birbirimizle olan bağlarımızda bir yükseltme yapmak için kullanacağımız bir olgudur. Bunu yapmak, genellikle düşündüğümüz şekliyle, kitlesel ölçekte bir eğitim sistemi kurmayı gerektirir, örneğin okullar ve üniversiteler gibi sadece eğitim değil, fakat toplumdan aldığımız tüm etkiler açısından eğitim: okuldan düzenli olarak karşılaştığımız kitle ve sosyal medyaya kadar.

Acı ve Nefret Sevgiye Dahildir

Soru: İgor soruyor: “Görününen o ki Yecüc ve Mecüc’ün savaşı olan Armagedon uzun süredir devam ediyor, ancak nedense biz bunu görmedik veya hissetmedik. Bu doğru mu? Yoksa her şey sakinleşecek, geçecek ve unutulacak mı?”

Cevap: Her şey geçecek, bir şey hariç, o da geleceğimiz son koşul. Ve bu, konsantre, toplanmış ve hepsi bir araya alınmış önceki tüm koşulları içerecektir. Ve bu son koşul için temeli olacaktır.

Yani son koşul, biri “Kli” ve ikincisi “Ohr” olarak adlandırılan iki durumdan oluşacaktır; kap ve ışık. Böylece kap, her birimizin ve hepimizin birlikte tarih boyunca geçtiği tüm koşullardan oluşacaktır.

Bu, korkunç miktarda ıstırabın, şüphenin ve yanlış anlamanın, hepsinin bir arada olmasıdır.

Soru: Yani yaşadığımız her şey, tüm savaşlar ve tüm acılar bu kaba mı geliyor?

Cevap: Her şeyi içeren bir duruma. Ve sonra bu durum, bir ve aynı olan üst ışık veya Yaradan tarafından düzeltilir. Ve bu durum üst ışığa eşit hale gelir. Yani tüm insanlığın her an yaşadığı milyonlarca acı, milyonların içinde gerçekleşen ve idrak edilen her şey, tüm bunlar ışığa dönüşür. Ve böylece Yaradan’a ulaşılır.

Soru: Yani pişman olmamız gereken bir şey yok muydu?

Cevap: Hiç olmadı!

Soru: Ve en korkunç ıstıraplar?

Cevap: Hiç olmadı. Unutulmuş bir şey değil ve şimdi hissetmiyoruz.

Soru: Peki bunlar bir zamanlar yaptığımız hatalar değil mi?

Cevap: Bunların hiçbiri olmadı. Bugünkü mutlak durumu hissetmemiz için sadece bir hazırlık olarak var oldu.

Soru: Ne demek hiç olmadı? Oldu: İkinci Dünya Savaşı, Holokost, Birinci Dünya Savaşı, İç Savaş, dökülen kan, hepsi olmuştu! Ya da oldu mı? Yoksa o zaman bizler zor bir açıklamaya mı varıyoruz?

Cevap: Açıklamanın imkansızlığında, belki. Ama yine de bunun gerçekleşmediğini söylemeliyim. Başka bir gerçeklik algısı seviyesine, böyle bir şeyin hiç olmadığı bir gerçeklik duygusuna yükseliriz.

Soru: Sonra ne oldu?

Cevap: Bizim için yalnızca var olan tek durumu, mutlak evrensel sevgiyle dolu olma durumunu hissetmeye hazırlık vardı. Ve sırayla, aynı anda hem yokluk, olumsuzluk hem de olumluya yönelik bir özlem olarak hissedilir. Ve sevginin ve nefretin yokluğu, diğer her şey, tüm bunlar sevgiye dahildir çünkü karşıtı olmadan, bir şeyi hissetmek imkansızdır.

Soru: Yani bu büyük sevgi üzerimde parlıyor ve ben bunu nefret olarak mı hissediyorum? Henüz ona edinmedi ve bu yüzden mi nefret olarak hissediyorum?

Cevap: Hayır. Onu edinirsiniz, ancak edindiğinizde karşıt niteliği de anlarsınızı. Aksi takdirde onu hissedemezsiniz. Biri olmadan diğerini hissetmiyoruz.

Soru: Yani her zaman birlikte mi var olurlar?

Cevap: Bizler, yaratılanlarız, yaratıldık.  Yaradan, O, tek bir koşul hisseder, deyim yerindeyse sadece sevgiyi. Ve bizler, bir şeyi ancak onun tam zıddından hissedebiliriz.

Ortak Ruhun Parçalanmasının Sonucu

Soru: Bir insan erkek olarak doğduğu, ancak kendini kadın gibi hissettiği ve cinsiyet değiştirme ameliyatı geçirdiği zaman, bu transgender unsuru nereden geliyor? Ya da tam tersi?

Cevap: Bu, hepimizin ortak bir ruhun parçalanmasının sonucu olduğumuz gerçeğinden geliyor.

Yaradan tek bir ruh, tek bir manevi yapı yarattı, bu yapı özellikle birçok parçaya bölündü ki onlar aracılığıyla Yaradan’ı tanıyalım ve O’nun statüsüne, derecesine ulaşalım ve O’nunla bütünleşelim.

Bu sadece güç, nitelik ve karakterler açısından değil, aynı zamanda cinsiyet açısından da farklı parçalara bölündü. Aynı anda, ruhun bir kısmı ıslah yönteminde ustalaşmak ve bir üst kuvveti çekmekle meşgul olur, diğeri ise arzuyu geliştirmek ve aynı üst kuvvetin yardımıyla erkek kısmını gelişmeye uyandırmakla meşgul olur.

Tek bir ruhun kırık parçaları olduğumuz için ıslah, uyum ve parçalanıp düştükten sonra üst dünyaya dönüş sürecinde sürekli birbirimizle karışırız. Erkekler ve kadınlar, birlikte hem erkek hem de kız çocuğu doğururlar.

Manevi dünyada da bu böyledir. Hem erkek hem de dişi ruhları doğururuz ve üçüncü güç olan Yaradan, esasen son amaca göre her birinin kaderini belirler. Genel olarak, bu basit bir sistem değildir.

İnsanlığın on binlerce yıllık varlığı boyunca, sürekli fizyolojik bir hayvansal karışımı olmuştur, özellikle bir yandan egoizmin yükseldiği ve diğer yandan neslimizdeki ulusların arasında korkunç, şaşırtıcı bir karışıma ulaştığı bizim bu zamanımızda.

Üstelik bu karışım fiziksel olmaktan çok içseldir – kültürde, zihniyette ve birbirine olan bağımlılıkta. Sonuç olarak, cinsellik de dahil olmak üzere, kendilerini kökleriyle doğru bir şekilde ilişkilendiremedikleri zaman, ruhlarda böyle bir karışma olur.

Ve burada kişinin hem manevi hem de fiziksel olarak yönelimiyle kafası karışır. Manevi çalışmalarda bile, bazen kendini erkek olarak gerçekleştirmesi gereken bir erkeğin aslında ruhun ıslahında daha kadınsı bir versiyonuna yöneldiğini gözlemleriz. Diğer taraftan, manevi gerçekleşmelerinde erkeklerin yerinde olmak isteyen birçok kadın vardır.

Bence bu gelişmemiz için gerekli bir derecedir. Bu, karşılıklı etki, yakınlaşma ve yukarıdan karıştırma yoluyla cinsiyetleri daha iyi analiz etmeye, özümsemeye ve ayırmaya başladığımız zaman, çok ciddi bir plani ihtiva eder.

Bu, erkeklerin hem manevi hem de fiziksel dünyada kadınları daha iyi, kadınların da erkekleri daha iyi anlamasına yol açacaktır. Ama bugün böyle bir anlayış yok. Bunun için bir kadının iç dünyasına gerçekten girebilmek ve onu anlayabilmek için ciddi bir Kabalist olmanız gerekir ve bunun tersi de geçerlidir.

Kabalistik eğitimin amaçlarından biri, insanlara birbirleriyle doğru etkileşime gelme fırsatı vermektir. Aksi takdirde dünyamız birbirini görmeyen insanların dünyası olur. Sadece ara sıra bir yerde buluşurlar, ilişkiye girerler ve kaçarlar. Ve biriyle birlikte yaşıyor olsanız bile, bu tür bir birlikte yaşam, ortak bir şey değildir.

Başka bir deyişle, bu tür hoş olmayan, doğal olmayan bencil gelişim biçimlerinde bile karşılıklı olarak karışmamız gereklidir, çünkü ancak bu şekilde, tüm olası formlardan oluşan özel bir tür bencilliğe gelebiliriz ve o zaman herkes diğerini daha fazla ve daha iyi anlayabilir.

Bir Kabalist Neden Ölümden Korkmaz?

Soru: Bir Kabalist’in ölüm seviyesinin üzerinde var olurken, sıradan bir insanın ise bu seviyenin altında olduğunu söylüyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?

Cevap: Bir Kabalist ölümden korkmaz ancak sıradan bir insan sürekli bu korkuyu yaşar, kendini unutmaya çalışır ve hayatının sona ereceğini unutabilmek için çeşitli eylemlerde bulunarak kendi oyalar. Korku, ortadan kaybolmanın anlaşılmaz bir özelliği, yaşamın sona ermesi, “O zaman neden varım, neden yapıyorum tüm bunları?”

Ve bu sorular bizimle çok ilgili de olsa, hayatımızın dışında çözülmeden kalırlar. Biz sadece onları kendimizden uzaklaştırır, ikincil ve üçüncül faaliyetlerle meşgul olarak en önemli şeyi yokmuş gibi bir kenara bırakırız.

Ancak bu soruları bizim için en önemli şey olarak belirlersek, o zaman diğer her şey onları çözene kadar bir anlam ifade etmeyecektir. “Neden çocuk doğuruyorum? Neden varım? Hayatta her türlü küçük doyumun peşindeyim, ne için?!”

Ve Kabalist tüm bunları ifşa eder ve bu nedenle kesinlikle açık ve gerçek bir akış içinde var olur. Onun için her şey yerli yerindedir. Yarım ipuçlarıyla meşgul olmaz, doğumdan ve ölümden, bu hayatın sona ermesinden saklanmaz.

Her bir koşulun önemini anlar. Bu hayatta rasyonel davranır çünkü her olguyu mevcut perspektifinde, mevcut boyutunda, şimdiki öneminde – yaşam, hareket, ölüm, reenkarnasyon, belki de birkaç yaşamda olacak olan nihai bir hedefe ulaşılması ile uyumlu olarak ele alır. O tüm bu perspektifi görür.

Ve onun için bu küçük hayat, aslında birçok hayatın bir parçasıdır. Her hareketinin, her eyleminin nerede olduğunu anlar. Yani, bugünü ve yarını, bir sonraki anın anlayışı olmadan, olup olmayacağını düşünmeden –  “Ne olacaksa olacak,  ben ne yapabilirim ki?”- diyen sıradan bir insan gibi hareket etmez.

“Çocukları Hayata Gerçekten Nasıl Hazırlarsınız?” (Medium)

İsrail’de yeni bir eğitim programı 12. sınıf öğrencilerini hayata hazırlamayı öneriyor. K12 yıllarının son altı ayında buna katılacaklar ve onlara mali durumlarını nasıl yöneteceklerini ve değişen iş piyasasında kendilerini nasıl başarılı bir şekilde idare edeceklerini öğretecekler. Çocukları hayata hazırlamak harika bir fikir, ancak bunu eğitim sistemine katılımlarının son altı ayında başlarsanız, o zaman a) onları gerçekten hiçbir şeye hazırlamayacaksınız ve b) son altı aydan önceki on bir buçuk yıl boyunca ne yaptınız? Çocuğu hayata hazırlamak için önce anne-babayı ebeveynliğe hazırlamalı, sonra doğdukları andan itibaren çocukları hazırlamalıyız.

Hayata hazırlanmaktan bahsederken hayatın tüm yönlerini kapsamalıyız. Finansal eğitim sadece bir yönü ve en önemlisi değil. Çocuklar hayatın her alanında bilgiye ihtiyaç duyarlar ama en önemli ve en az öğretilen konu insan ilişkileridir. Uzmanlık alanımızda başarılı olabiliriz, çok para kazanabilir ve varlıklı olabiliriz, ancak diğer insanlarla olumlu iletişim kuramaz ve etrafımızdakilerine kendilerini iyi hissettiremezsek, mutlu olmayacağız.

Günümüzde en yaygın tıbbi durum depresyondur. Çeşitli bağımlılıklar, şiddet, yeme bozuklukları, işkoliklik ve benzeri gibi diğer birçok durum, nihayetinde çeşitli semptomlarla kendini gösteren depresyondan kaynaklanır. Şu anda, depresyon için yaygın tedavi, uyuşturucu ilaçları ihtiva etmektedir. Ancak ilaçlar depresyonu iyileştirmez, sadece acıyı dindirir. Öte yandan, depresyondaki insanlar destekleyici ve olumlu ilişkiler kurabilirlerse, depresyonları herhangi bir ilaç kullanmadan, hiç yokmuş gibi ortadan kalkar.

Bugün, çoğu yetişkin başkalarıyla nasıl olumlu iletişim kuracağını bilmiyor. Bu nedenle, çocuklara başkalarıyla nasıl olumlu ilişkiler kuracaklarını öğretmek için yetişkinlerin de bu beceriyi öğrenmesi gerekir.

İnsanların kalplerinde kötülük olmadan birbirleriyle ilişki kurabileceklerini düşünmek naif veya gerçek dışı gelebilir, ancak şimdiye kadar yaşadığımız gibi yaşamaya devam etmek sadece gerçekçi değil, aynı zamanda toplumumuzu ve gezegenimizi de mahvediyor ve başka bir dünya savaşının patlak vermesine ilişkin gerçek tehdit oluşturuyor.

Bu nedenle, olumlu bir bağ kuramasak bile, çaba sarf etmemizin kimseye zararı olmaz. Ama eğer çaba göstermez ve olduğumuz gibi devam edersek, kendimizi ve üzerinde yaşadığımız gezegeni kesinlikle mahvedeceğiz ve çocuklarımıza bırakacağımız gelecek çok kasvetli olacak. Felaketten sonra, yine de birbirleriyle iyi geçinmeyi öğrenmek zorunda kalacaklar, bu yüzden hepimiz buradayken bu beceriyi öğrenip çocuklarımıza öğretsek daha iyi olmaz mıydı?

“Evrensel Manevi Yasa Nedir?” (Quora)

Evrensel manevi yasa, “Komşunu kendin gibi sev.” diye yazıldığı gibi, bir sevgi yasasıdır.

Bizler, doğuştan gelen niteliklerimizden gizlenmiş bir boyutta var olduğu için bu yasanın dünyamızda algılanması ve hissedilmesinden yoksunuz. Bu yasayla bağ kurabilmek için, niteliklerimizi o boyuttaki niteliklerle eşitlemeliyiz.

Evrensel manevi yasayı keşfedebilir ve doğrudan kendimizden çıkarak deneyimlediğimiz boyutu ifşa edebiliriz. Başka bir deyişle, dünyevi dünyamız olarak bildiğimiz şu anda hissettiğimiz arzulardan çıkıp, “üst dünya” veya “manevi dünya” olarak adlandırılan bizim dışımızdaki arzulara girmemiz gerekir. Bunu yaparak, dışımızda olanı: evrensel manevi yasayı gerçekten hissedebiliriz.

Zohar Kitabı’nın Özel Niteliği

Soru: Zohar Kitabı hakkında özel olan nedir?

Cevap: Bu kitap, eğer onu takip ederlerse insanları değiştirir. Bir insanı büyük ölçüde etkileyen ve onun içindeki ihsan etme ve sevginin gizli niteliklerini ortaya çıkarabilen çok daha yüksek kaynaklarla yazılmıştır ve bunlarla bağlantılıdır.

Zohar Kitabı, bir kişi üzerinde üst ışığın bir aydınlanmasını çağrıştırır. Efraim Kampının Bayrağı adlı kaynaklarda şöyle yazılmıştır: “Zohar Kitabı’nı anlamaktan onur duymayanlar yine de onu çalışmalıdır, çünkü Zohar’ın dili ruhu temizler.”

Soru: Aynı kaynak kitapta, Zohar Kitabı’nın Maase Bereshit (İlk Eylem) ve Maase Merkava’yı (Yaratılış Eylemi) açıkladığı söylenir. Bu koşullar nelerdir?

Cevap: Maase Bereshit, dünyanın yaratılışı, tüm yaratılış ve onun sistemi hakkında metinlerdir. Maase Merkava, bu dünyanın sistemlerinin yönetim çalışmalarını, tüm ruhların bağlantısını ve döngülerini anlatan metinlerdir. Her ikisi de özellikle bizim için geçerlidir. Bu sistemleri ortaya çıkarmamız ve onların içinde yer almamız gerekiyor. Bunun hakkında Zohar Kitabı’nda yazılmıştır, belki birkaç satırdır ama onlar aracılığıyla kişi tüm sistemi görmeye başlar.

Zohar Kitabı’nın her gün yeni bir yorumu olduğu söylenir. Bu kişinin niteliğine bağlıdır. Kişi değişirse, daha çok ıslah olursa, o zaman her gün Kitabın kendisini farklı görür. Kitap ona metninin gitgide daha fazla derinliklerini ifşa eder.

“Korkuyu Gitmesi Gereken Yere Götürmek” (Linkedin)

Böyle zamanlarda, insanlar evden çıkmaya, işe gitmeye, çocukları okula götürmeye korktuklarında, korkunun bir amacı olduğunu unutmamalıyız: hepimizi birbirimize bağlamak. Korkumuzu birlik olmaya yönlendirirsek, o da nedeni ile birlikte yok olacak.

Savaş ve terör zamanlarında kesinlikle bu şekilde hissedilmeyebilir ama insanlık tek bir varlıktır. İbrahim’in önderliğindeki atalarımız, bunu hissetmişler ve birlik ve sevgi ilkesini her türlü ayrılık ve nefretten üstün tutan, herkesi aralarına kabul eden bir millet oluşturmuşlardır. Kral Süleyman bu ilkeyi “Nefret çatışmayı kışkırtır ve sevgi tüm suçları örter” ayetinde (Eski Ahit Özdeyişler, 10:12) kutsallaştırmıştır.

Gerçekten de, birlik en başından beri bizim temel ilkemizdi. Biz ancak “tek kalp tek adam” olarak birleşmeyi kabul ettikten sonra ulus ilan edildik. Hemen ardından, dünyanın geri kalanına birlik örneği vermekle yani “milletlere ışık” olmakla görevlendirildik.

Eşsiz çağrımız nedeniyle, başarımız veya başarısızlığımız her zaman birlikteliğimize veya onun eksikliğine bağlı olmuştur. Çağlar boyunca bilgelerimiz bu noktayı defalarca vurguladılar. Maor VaShemesh kitabı şöyle diyor: “Felaketlere karşı en önemli savunma sevgi ve birliktir. İsrail’de aralarında sevgi, birlik ve dostluk olduğu zaman onlara hiçbir felaket gelemez… [Eğer] aralarında bir bağ varsa ve kalplerin ayrılığı yoksa, onlar huzur ve sükûnete kavuşurlar… ve bütün lanetler ve ıstıraplar o [birlik] sayesinde ortadan kalkar.” Maor Eynaim kitabı şu sözleri tekrarlar: “Kişi kendini tüm İsrail’e dahil edip birlik sağlandığında… o zaman sana hiçbir zarar gelmeyecek”, Shem MiShmuel kitabında yazdığı gibi: “[İsrail] tek kalp tek adam gibi olduğunda, onlar kötü güçlere karşı surla çevrili bir duvar gibidirler.”

Maor VaShemesh kitabı şöyle der: “Felaketlere karşı en önemli savunma sevgi ve birliktir. İsrail’de aralarında sevgi, birlik ve dostluk olduğu zaman onlara hiçbir felaket gelemez.

Birlik sadece bizim savunmamız için değildir, dünyaya birlik örneği vermek bizim görevimizdir ve dünya milletlerinin bizi aralarına kabul ettikleri tek zaman budur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Rav Kook, dünyanın sorunları ile İsrail’in birliği arasındaki bağlantıyı özetlemek zorunda hissetti. Orot (Işıklar) adlı kitabında, “Şu anda kanla dolu bir kılıcın korkunç fırtınalarıyla parçalanan dünyanın inşası, İsrail ulusunun inşasını gerektiriyor. Ulusun inşası ve onun maneviyatının ifşası, bir ve aynıdır, ve birlik ve yücelikle dolu bir güç beklentisiyle çökmekte olan dünyanın inşasıyla birdir ve bu İsrail’in ruhunda olan her şeydir.”

Bu nedenle, askeri düzeyde kendimizi ve ailemizi korumak için elimizden gelen her şeyi yaparken, birliğimiz için de eşit derecede sıkı çalışmalıyız, çünkü sorunlarımızın temel nedeni onun eksikliğidir. Bunu başardığımızda, kendimize ve Rav Kook’un dediği gibi “kanla dolu kılıçların korkunç fırtınaları tarafından parçalanan” tüm dünyaya kalıcı barışı getireceğiz.

Egoistçe Bağlanmanın Tehlikeleri ve Çözümü—Kabala Metodu

Soru: Doğanın bize bugün sadece manevi olarak gelişmemiz için daha fazla boş zaman ayırma fırsatı verdiğini söyleyebilir miyiz?

Cevap: Sadece bu amaç için. Nihayetinde, bir insan neden bu dünyada var olur? Mutlak olanı elde ederken hayvansal seviyede sadece gerekli olanı sağlamak ve manevi seviyede Yaradan’a eşit olmak için.

Neden yaşamalıyız ki? Vücudunuzun tonlarca yiyeceği işlemesine ve ölmesine yardımcı olmak için mi? Bu durumda bir ineğin var olmak için benden daha fazla nedeni var çünkü bana süt ve et sağlıyor. Onun var olmasında net bir amaç var: beni beslemek.

Ben ne için yaşıyorum? Benim var oluşum kesinlikle anlamsız. İnsan dışında doğadaki her canlının belirli bir amacı vardır. Hiçbir şey boşuna yaratılmaz. Ve ancak bu yüce amacı bilmeyen insan boş yere yaratılmıştır.

Yorum: Ama Kabalistler, yine de buna geleceğimizi iddia ediyorlar.

Cevabım: Elbette! Ve bunu bir an önce yapmamız daha iyi olur; yoksa doğa bizi darbelerle itecek.

Binlerce yıllık varoluşumuz boyunca, içsel olarak, bencilce, kendimizi küresel olarak birbirine bağlı tek bir zincirde bulduğumuz bir gelişim seviyesine ulaştık. Ve bu zaten manevi bir sistem.

Küresel iletişim, doğanın bir sonraki seviyesinde mevcuttur. Ve bu bir problemdir çünkü küresel olarak bencilce birbirine bağlı olmak çok büyük bir tehlikedir. Herkes herkesi olumsuz olarak etkiler.

Şimdi nasıl bir tarihsel duruma girdiğimizi bir düşünün; her yıl toplumda ve doğanın her seviyesinde büyük olumsuz değişimler gözlemleyeceğiz. Tsunamiler, depremler ve salgınlar, hepsi dengesizliğimizin bir sonucu. Doğayı böyle biz kendimiz yapıyoruz.

Bu nedenle, küresel seviye kendini gösterir göstermez, Kabala hemen onun dengesi için bir metod olarak ortaya çıktı. Ve eğer onu kullanmaz ve tek bir sistem içinde dengeyi sağlamazsak, o zaman karşılıklı olarak birbirimizi “zehirler”, iter ve başkalarına yabancılaştırırız. O zaman bu sistem çok hızlı olarak çökecek ve Allah korusun bir dünya savaşına geleceğiz.

Kabala metodu bizim tek kurtuluşumuzdur.

“Neden İnsanlığın Büyük Kesimleri, Bazen Doğal Afetler Ve Savaşlar Gibi Büyük Istırap Darbelerine Maruz Kalıyor?” (Quora)

İnsanlık ne kadar gelişirse, doğanın küresel ölçekte birbirine bağlılığını ve karşılıklı bağımlılığını keşfetmeye o kadar yaklaşır. Gelişimimizin belirli bir noktasında, sıkılaşan küresel bağlantımız aracılığıyla yepyeni bir varoluş seviyesine yükselmek için bir davet alırız, karşılıklı endişeyi harekete geçirmekten başka bir şey kalmadığını anlarız.

O halde neden doğal afetler, savaşlar ve salgın hastalıklar gibi büyük ıstırap darbeleri alıyoruz? Bu, doğanın kendisini dengeye geri döndürmeye çalışması nedeniyledir ve doğanın bir bütün olarak dengeye girmesi için insanlığın belirli bir tür ahlaki ve manevi ıslahtan geçmesi gerekir.

Ve doğanın, insanlığı ıslah ihtiyacını fark etmeye teşvik etmesinin en basit ve en doğrudan yolu, bize ıstırap göndermektir.

Acı çektiğimiz an ihtiyaçlarımız anında azalır. Acı çekmemek için daha azıyla yetinmeye hazır hale geliriz. Örneğin, savaşlar sırasında ve doğal afetlerden sonra olanları ele alalım. İnsanlar, yaşamlarına lüks fazlalıklar için hiçbir hamle yapmadan azla yetinir ve birleşmeye ve birbirlerine yardım etmeye hazır hale gelirler.

Acı çekmek bizi arındırır, egoist dürtülerimizi azaltır ve bizi daha azıyla yetinmeye hazır hale getirir. O zaman güven ve destek almak için başkalarıyla bağ kurmaya hazır hale geliriz.