Rabaş Gittikten Sonra

Soru: Öğretmeniniz, onunla tanıştığınızda zaten yaşlı bir insandı. Her halükarda vefat edeceğini biliyordunuz. Kendinizi onun ölümüne hazırladınız mı?

Cevap: O gittikten sonra, onun daha önce bulunduğu ortamda bir gün bile yaşayamayacağım benim için çok açıktı. Sadece onun yüzünden o yerde ve o insanlarla idim. Sadece! O olmadığı an ben de olmayacaktım.

Rabaş gitti. Hastanede kollarımda öldü. Etrafında benden başka kimse yoktu. Cuma günüydü. Onları aradım ve hocamızın artık burada olmadığını söyledim. İnsanlar hastaneye gelmeye başladı. Aynı gün sabah 11’de cenaze töreni yapıldı. Kudüs’e gittik. Bütün bunları bir rüyadaymış gibi hatırlıyorum.

Benim diğerlerinden ve onların benden bu kadar kolay ayrılmaması gerektiğini ve birçok parçaya ayrılmamız gerektiğini hala düşünürüm. En sonunda bunu yapmak zorunda kalacağımı anladım. Aynı sistemde, aynı toplumda bir şekilde yeniden örgütlenmemiz gerektiğini düşünüyordum. Ne de olsa, Kabala’da toplum hakkında, grup hakkında yazılır yani bu benim bir şeyler yapmam gerektiği anlamına geliyor. Ve ben de denedim.

Sonunda diğerleri tarafından reddedildiğimi hissettim ve onlar da bana karşı aynı şekilde hissettiler ve her şey birçok parçaya ayrıldı. Bir grup Bnei Barak’ta, bir başkası Kudüs’te, üçüncüsü başka bir yerde kaldı. Beklediğim gibi oldu.

Soru: Bu, Rabaş’ın ölümünden sonra olacakların “filmini” kendiniz için oynadığınız anlamına mı geliyor?

Cevap: Kesinlikle. Şüphesiz. Rabaş ile bu konuda ipuçlarını kullanarak bile konuştum. Neden olmasın ki?

Aynı şekilde, bugün de ben gittiğimde olacaklardan bahsedebiliyorum; şimdiki gibi bir grup olmalı. Grubun çekirdeği, bugün bile güvendiğim insanlar. İsimlerini bile söyleyebilirim. Grubu, birlikte doğru bir şekilde yönetebilirler ve hiçbir şekilde orada burada ortaya çıkan diğer görüşlerin etkisinde kalmazlar.

Rabaş gittikten sonra da aynısı oldu. Hemen küstahlar ortaya çıktı. Öğretmenle birlikte köşede sessizce oturuyorlardı ama şimdi herkesin eşit olduğu hissine kapıldılar. Mümkün değil! Eşitlik yok.

Yönetim sisteminin içinde, çekirdekte olmayı beceremeyen, anlamayan ve içsel olarak henüz gelişmemiş insanlar var. Ve içsel hazırlığına göre, benimle olan bağlarına göre önde gidenler var. İçsel disipline sahipler; onlar bu görevi sürdürmeye devam edebilirler. Dolayısıyla bu şekilde organize olacağını düşünüyorum.

Genel Kaos

Soru: Modern dünyada, hızlı yakın ilişkiler çok yaygın, insanlar kelimenin tam anlamıyla herhangi bir önkoşul olmaksızın hızla bir araya gelip sonra ayrılabiliyorlar. Onlar ne kazanıyorlar, ne kaybediyorlar?

Cevap: Bu, düşüşümüzün gerekli yoludur. Bu durumda insanların ne kazandığını veya kaybettiğini söyleyemeyiz ve bu ancak düşüşümüzün sonunda netleşeceğinden, bundan hiçbir şey kazanmadığımızı, evliliğe ve aileye karşı tamamen farklı bir tutum paradigmasının gerekli olduğunu, kaybettiğimizi ve bu konuda çok şey kaybettiğimizi göreceğiz.

Ancak böyle bir atmosfer, modern kültürden kaynaklanmaktadır. Edebiyat, müzik, sinema; bak neler yapılıyor! Ve çocuklar bunun üzerinde büyüyorlar, tamamen farklılar. Farklı bir dünya görüşüne sahipler.

Bugün bir anne, 12-13 yaşındaki kızını bir jinekoloğa götürüyor, o da ona doğum kontrol hapı yazıyor ve o kadar. Anne artık kızının başına gelenleri düşünmüyor çünkü başka çare olmadığını biliyor. Ve kızı çekinmeden onunla sorunları hakkında kolayca konuşabilmektedir. Her şeyin yolunda ve normal olduğunu düşünüyor. Yani gençlerin hayata tamamen farklı bir yaklaşımı var, bu farklı bir kültür.

Bir önceki geleneksel anaerkil-ataerkilliği terk ettiğimiz ve sonunda hiçbir yere varamadığımız geçiş dönemi böyledir; eski bağları kopardık ama yenileri de yok. Bu genel kaos, insanın doğasını düzeltmeden hiçbir yere gitmeyeceğimizi hissetmeye başlayana kadar peşimizi bırakmayacak.

Bu arada, insan faaliyetinin tüm alanlarında kaosa daha da derinden gireceğiz: politik, sosyal, vb. Toplumda çok ciddi değişiklikler var önümüzde.

Yeni Bir Duruma Uyanış

Yorum: Günlük hayatta bir kişi 20 yıl boyunca çalışırken, bir Kabalist tüm hayatı boyunca çalışır.

Benim Yanıtım: Öğrenme, bitmeyen bir özümseme sürecidir, malzemeyi özümseme ve onu idrak etmektir. Bu ebedi bir süreçtir.

Kabala bilimi ile diğer tüm bilimler arasında pek bir fark yoktur; sadece Kabala her şeyin nereden geldiğini anlatır ki bu da diğer bilimlerin kısmen biriktirdiklerine dayanarak açıkladıkları bir şeydir.

Soru: İnsanlara Kabala öğretirken, kişinin sürekli olarak materyale dalmasını, sürekli olarak araştırmasını nasıl faydalı hale getirebiliriz?

Cevap: Kişi, Kabala’nın kendi dünyası hakkında, sanki bir kabuk, bir küre aracılığıyla tüm insanlığı, tüm evreni ve onu yöneten bir güç hakkında konuştuğunu hissetmelidir. İnsanı bir koşuldan başka bir koşula sokar, onda “bu dünya”, “bu hayat” denilen çok ilginç bir rüyanın içindeymişçesine duygu ve düşünceler uyandırır.

Sadece ona materyali ilginç bir şekilde sunmak, ilgisini çekmek ve ona uyanabileceğini göstermek gerekir. Dışarıdan kendisini ve diğer herkesi uyuyor gibi görebilir çünkü onlara sadece doğuyorlar, yaşıyorlar ve ölüyorlarmış gibi geliyor. Bunun insanın içinde olduğunu, onun bu rüyasında gerçekleştiğini göstermek gerekir ama aslında tamamen farklı bir koşula uyanmalıdır.

Bu olacak. Eminim, ben iyimser biriyim.

125 Edinim Seviyesinde

Soru: Bir roman okuduğumuz zaman, onda anlatılanları farklı şekillerde hayal ederiz. Örneğin şöyle bir satırı alırsak: “Paris. Kadın verandada oturuyordu” dediğinde onu okuyan yüz kişi farklı bir Paris ve farklı bir karakter hayal eder.

Örneğin; On Sefirot’un Çalışılmasını okuyan Kabalistler, nasıl aynı materyali aynı şekilde algılıyorlar?

Cevap: Onlar materyali farklı derinliklerde algılarlar. Gerçek şu ki, aynı cümle 125 seviyelik edinimde algılanabiliyor ve bu nedenle ona farklı ama aynı üslupta, aynı yönde ve aynı anlayışta ulaşıyorlar. Bu durum, biraz da senin örnek verdiğin roman karakterini verandada otururken hayal etmemize benziyor.

Soru: Ama diyelim ki, mecazi anlamda, edinimin beşinci seviyesini ele alırsak, o zaman onun üzerinde olan herkes bu materyali tamamen aynı şekilde mi algılar?

Cevap: Evet. Bu bizim dünyamızda da böyle değil mi? Belli bir coğrafi yere gelirseniz orada diğerlerinin gördüğü şeyin aynısını görürsünüz. Sadece sizin duygularınız özneldir, sizinle kalırlar, ancak yine de oturup konuştuğunuzda bazı ortak şeylerden bahsedersiniz ve aynı zamanda her biri hala kendine ait bazı şeylerden bahseder.

“Yalanların Ve Dezenformasyonun Yayılmasını Nasıl Daha İyi Kontrol Edebileceğimizi Düşünüyorsunuz?” (Quora)

Tüm yalanların ve dezenformasyonun kaynağının, doğanın kendisinden kök aldığını yani beynimizin, kalbimizin ve ellerimizin üst gücün kontrolünde olduğunu; yalanların ve dezenformasyonun yayılmasının nedeninin, genellikle düşündüğümüz gibi belli kişi ve gruplardan kaynaklanmadığını anlayarak.

“Bizim dünyamız” denen bir sistemde yani tamamen hatalı bilgi koşulunda yaratıldık. Böyle bir sisteme sokulmamızın sebebi, eninde sonunda şu anda yaşadığımız gibi yaşamaktan yorulmak ve mümkün olan her şekilde bu sistemden çıkmaya çalışmaktır.

Bununla ilgili Kabalist Yehuda Aşlag’ın (Baal HaSulam) “Zohar Kitabına Giriş” adlı makalesinde, bizi bir turpun içindeki kurtçuğa benzettiği bir kıssa vardır:

Turpun içinde doğan bir kurtçuk […] orada yaşar ve Yaradan’ın dünyasının, içinde doğduğu turp kadar acı, karanlık ve küçük olduğunu düşünür. Ancak turpun kabuğunu kırıp dışarı çıktığında şaşkınlıkla şöyle der: “Tüm dünyayı içinde doğduğum turpun büyüklüğü kadar sanıyordum ve şimdi önümde kocaman, çok güzel ve harikulade bir dünya görüyorum!”

Soru şudur: İçinde bulunduğumuz bu acı, karanlık ve küçük dünyadan nasıl çıkabilir ve gerçek dünyayı görebiliriz?

Milyarlarca ruhtan olgunlaşan özel ruhlar vardır. Onlar, çağrıyı kurtçuk gibi algılayabilir ve turpun çıkışına doğru hareket edebilirler.  Üstelik bu küçük dünyamızdan çıkış sürecimiz de yukarıdan yönetilir, zira kurtçuk turptan çıkmak istemez, sadece sıcak ve rahat olduğu yerde kalmak ister. Daha sonra bu küçük ve karanlık dünyadan çıktığımızda, hayatımızda hiçbir şey yapmadığımızı görerek tamamen kontrol altında olduğumuzu anlıyoruz. Gelişimimiz boyunca yaptığımız her şey, bilimsel buluşlarımız, teknolojilerimiz, kültürlerimiz, savaşlarımız vb. etrafımızda belli bir çürüyen tabaka biriktirmemiz içindir.

İşte böyle bir noktada fark ediyoruz ki, sözde “turp”un içindeyken küçük zevkler peşinde koşuyor ve böyle bir doğa içinde yaşamaya ve gelişmeye devam etmek ve böylece etrafımızda çürüyen bir katman oluşturmak istediğimiz küçük egoist doğamızdan başka hiçbir şey tarafından yönlendirilmiyoruz.

Bu sistemin yaratılışının arkasındaki üst güç isterse;  o zaman bizi ondan yardım istemeye yönlendirerek içine doğduğumuz bu küçük karanlık dünyadan çıkmamız için yönlendirir. Ve eğer turpun içinden geçen bir grup “kurtçuk” gibi, grubumuzdan ortaya çıkan gerçek bir istek geliştirirsek, o zaman isteğimize bir yanıt alırız.

Dünyadaki tüm yalan ve dezenformasyonların yanı sıra, şu iki nedenden dolayı Yaradan’ın kendisi hakkında da birçok yalan ve dezenformasyon vardır:

1: Çünkü Yaradan her şeyi ve herkesi kontrol eder ve

2: Çünkü O’nun kim ya da ne olduğu ya da ne yaptığı hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.

Bu nedenle, görüldüğü üzere mide bulandırıcı bir şekilde ne istiyorsak onu yapıyoruz ve her zaman egoist doğamızın bize her durumda en haz verici olarak gösterdiği şeye doğru ilerliyoruz. Gerçeğin kendisi, etrafımızda biriken tükettiklerimiz ve salgıladıklarımız içindeki çürüme tabakasının içindedir. Bu çürüyen katman etrafımızda ne kadar çok toplanırsa, nispeten hızlı bir şekilde geçmemiz gereken durumları aşmamıza ve içinde yeni, taze ve bizim için tamamen beklenmedik bir şeyin olduğu durumu ayırt etmeye başlamamıza o kadar yardımcı olur. Böylece diğer tüm durumlardan seçim yapabilir ve bu şekilde yeni bir varoluş seviyesi oluşturabiliriz.

Geleceğimiz, küçük ve karanlık dünyamızdan çıktığımızda ortaya çıkacak olan gerçek dünyadadır ve bu çok daha geniş, parlak ve gerçek dünyaya girmek için küçük ve karanlık dünyamızdan çıkma arzusunu geliştirmemiz gerekir.

Birliğin Gücü ve Ayrılığın Güçsüzlüğü

Bizim tüm çalışmamız, ilk insan Adam HaRişon’un ruhu olarak adlandırılan manevi kabı ıslah etmekten ibarettir. Yaradan, bu ortak arzuyu yarattı ve sonrasında onu birçok parçaya ayırdı. Ve şimdi her birimizin içinde o ortak ruhun küçücük bir parçası var.

Bize insanoğlu yani “Adem oğulları” deniyor çünkü “Adam HaRişon” denen arzudan geliyoruz. Görevimiz, kopuk, uzak, ayrılmış arzularımızı çabalarımızla yeniden tek bir arzuda birleştirmektir.

Elbette burada çok çalışma yapmak gerekiyor çünkü tüm bu parçacıklar formlarındaki farklılıklardan dolayı birbirlerinden ayrılmış ve uzaklaşmışlardır. Ve tamamen farklı arzuları birbirine yapıştırmak nasıl mümkün olabilir ki? Her şeyin birbirine bağlı olduğu tek bir bütün elde edene kadar, bir arzuyu diğeriyle birleştirmenin hangi niteliklere göre mümkün olduğunu incelemekle işe başlıyoruz.

Ve bu ortak arzu ne kadar çok arzuyu içine çekerse, onu yaratan üst gücü de o kadar çok hisseder ve ifşa eder.

Bu nedenle, tüm eylemlerimiz bağ kurmaya yönelik olmalıdır. Bu, hayata, Yaradan’a, dostlara, kendine ve kişinin durumuna karşı tüm tavrını belirler. Eylemlerimin, düşüncelerimin ve arzularımın her biriyle, farklı arzuları daha fazla bir araya getirip birleştirmek ve onları karşılıklı ihsan etme için tek bir ortak arzuya dönüştürme amacıyla bağlantıyı ileriye doğru itmeye çabalıyorum.

Tüm özel arzular kırılmıştır ve bağ kurmak istemez. Yaradan bunu bize kırık bir arzu ile bütün bir arzu arasındaki farkı hissetme fırsatını vermek amacıyla yani bilerek yaptı. Biz bu sayede karanlıktan gelen ışığın avantajı olarak Yaradan’a ulaşmaya başlarız.

Yaradan ortak arzuyu milyarlarca birbirine zıt parçaya böldü ve sonra talebimiz üzerine onları bir araya getirip birbirimizi tamamlamamıza yardım eder. Tüm artıları ve eksileri bir araya getirdiğimizde, parçalanmış bir arzunun zayıflığına ve önemsizliğine kıyasla, birleşik bir arzunun ne kadar güçlü olduğunu hissederiz.

Bu potansiyel fark üzerinde (artı ile eksi arasında, bağ ile bölünme arasında), yaradılışın tüm gücünü ve derinliğini hissedeceğiz, Yaradan’ın niyetini ve çalışmasını edineceğiz ve benliğimize ulaşacağız.

“Bağ Kurma” Yasalarına Göre Var Olmayı Öğrenmek

İnsanlık, tarihinin öyle bir döneminde ki, gelişimimizin yanlış olduğunu daha da net bir şekilde ifşa ediyoruz. Ne de olsa bu gelişim, kötü egoist güçler tarafından dikte edildi ve bu nedenle sürekli olarak savaşlar, çatışmalar, sorunlar ve korkular ona eşlik etti. Artık iyiliğin gücüne katılmamız gerekiyor.

Böyle bir hayatın şu anki varlığımızdan ne kadar farklı olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Bu, Kabala bilgeliğinin özüdür: Kabala; doğada var olan güçler koleksiyonundan, onları nasıl ortaya çıkarabileceğimizden, onları kendimize nasıl yaklaştırabileceğimizden, onlar aracılığıyla birbirimize nasıl yakınlaşabileceğimizden ve ortak ruh yani  “Adam HaRişon“ sisteminin parçalanmasından önceki sistemi nasıl tekrar birleştireceğimizden bahsediyor.

Bu sistemde herkes, sanki tek bir bedene, tek bir zihne aitmiş gibi, ortak arzu ve niyetle, tek bir bütün olarak birbirine bağlıdır ve birbirini anlar. Sağlıklı bir vücuttaki organlar da aynen böyledir, her organ diğer tüm organların yaşamını sürdürmek için kendisinin ne yapması gerektiğini bilir.

Bu nedenle Kabalistler, karşılıklı desteğin, “Adam” denilen bir sistemi yani Yaradan’a benzerliği (Domeh), ihsan etme gücünü ifşa etmemize nasıl yardımcı olduğunu yavaş yavaş hissedebilmemiz için, bir grup içinde çalışmamızı tavsiye ediyor. Bu şekilde sevgi ve birlik içinde, tek akıl ve tek duygu ile tek bir güç olarak gerçek bir birlik hissedeceğiz.

Bu amaçla, bağ kurma yasalarına göre nasıl var olacağımızı öğrenmeye ve gerçekliğin ikinci katına tırmanmaya çalıştığımız Kabalistik grupları organize ediyoruz.

İşte o zaman, evreni gerçek haliyle ifşa edeceğiz ve evrenin sandığımızdan çok daha geniş ve birbiriyle bağlantılı olduğunu öğreneceğiz. Doğanın güçlerini, onların bu dünyaya bir uçtan bir uca nasıl nüfuz ettiklerini görerek anlarız. Bu, O’nun katına yükselerek, Yaradan’ı, üst gücü edinmek demektir.

Ruh Bedenden Daha Güçlüdür

İnsanın zayıf bir bedene ve kuvvetiyle galip gelen güçlü bir ruha ihtiyacı vardır. Ve o zaman Yaradan onu sever (Herkes İçin Zohar, Cilt 3, Bölüm “VaYeshev”).

Alma arzusuna beden denir ve manevi güce ruh denir. Ruh bedenden ne kadar güçlüyse,  insanın doğru bir şekilde ilerlemesi için o kadar çok fırsat vardır.

Ruhu, bedenden nasıl daha güçlü hale getirebiliriz? Bağ kurmaya özlem duyduğumuzda, aramızdaki bağımız daha da güçlenir. Bu şekilde, Yaradan’ı, gerçek realiteyi, üst dünyaları ve manevi dereceleri hissetmeye başlayana kadar gittikçe daha da yükseliriz. Her şey birbirimizle olan bağımızın seviyesine bağlı.

Gittikçe güçlenen bağ yoluyla, ifşa derecelerini giderek daha büyük ve daha büyük hissetme seviyelerine yükseltiriz.

Medeniyetin Çöküşünün İşaretleri

Soru: Günümüzde herkesin kendi görüşü var ve herkes bunu ifade etmesi gerektiğini düşünüyor. Kişisel görüş nedir ve ne kadar önemlidir?

Cevap: Gerçek şu ki, egoizm büyüdü. Yüz yıl önce insanlar daha mütevazı olsalardı ve kendilerine ve başkalarına, kendi sınıflarına ve diğer sınıflara, sosyal konumlara ve sosyal kültüre bölünmeyi anlasaydılar ve nerede, ne zaman, hangi toplumda hayır diyebileceklerini bilselerdi keşke, artık tüm modern liberalleşmeler, kişinin her şeyi ve her yerde yapabileceğine inandığı bir duruma yol açtı. Özgürlük!

Sonuç olarak, ne bilgisi, ne kültürü, ne de herhangi bir becerisi olmadığı için, insan “domuz kulağından ipek bir kese” gibidir. Gördüğümüz bu. Her şeyden önce, bu tür davranışlar medya tarafından teşvik edilir ve gösterilir. Gazeteci olmak için ne gerekiyor? Hiç bir şey. Git ve işe alın. Nasıl “iyi” yazılacağını biliyorsanız, o zaman hemen bir kadroya katılabilirsiniz ve bu kadar. Ve daha sonra…

Elbette üst düzey gazeteciler var ama onlar daha çok analist, bilgili ve özel bir zihniyete sahip insanlar. Bu zaten bir meslek, bir iç kültür. Politikacıların üstünde olabilirler. Ama bunlardan kaç tane var?

Geri kalanlar, muhakeme yürütmeden rutin şekilde çalışanlar.  Gençlere akıllarına gelen her şeyi nasıl yapacaklarını gösteriyorlar. Gençler, kendilerini ifade etmeyi bu bireylerden öğreniyor ve bir nesil böyle yetişiyor. Her nesilde, onların ne tür bir medya tarafından yetiştirildiğini görebilirsiniz. Ve bu ortamlar tavrı ayarlar. İçine bakarsanız başlıklar kışkırtıcıdır ama metinde hiçbir şey yoktur.

Genel olarak, tüm bu ucuz numaralar, insanlara gerçeğe ve kişinin kendini nasıl ifade edebileceğine karşı küçümseyici bir tavır öğretir. Asıl mesele, tamamen boş bir şeye kıkırdamak ve gülmektir çünkü bu alışılmış bir şeydir. Her şey bunun üzerine kuruludur.

Ancak bunların hepsi bir düşüşün belirtileridir. Tüm medeniyetler yavaş yavaş bu şekilde yok oldu. Pek çok farklı medeniyeti ve dönemi içinde barındıran egoist medeniyetimizin, hem zaman içinde hem de aynı anda var olan birçok medeniyete bölünmesi bakımından gerilemesinin son dönemindeyiz. Bugün dünyada altı ya da yedi tane var, insan gelişiminin kaç farklı aşamasından geçtiğimizden bahsetmiyorum bile. Günümüzde, bunların hepsi bir sona geliyor.

Sevgi Yoluyla Edinim

Sevgi konusu, en basit ve en anlaşılır gibi gelir. Ama aslında en zor olanıdır çünkü Yaradan’ı idrak etme, O’na yaklaşma ve dünyanın kökünü anlama meselesinin ana konusudur.

Manevi sevgi kavramını, nasıl kullanılacağını sezgisel olarak bildiğimiz bu dünyadaki tanıdık egoist sevgiyle karıştırıyoruz. Bu, doğduğu ilk günden itibaren sürekli ağlayan ve sevgi talep eden bir bebeğe benzer. İnsan ömrünün son gününe kadar böyle davranır.

Sevgiyi, onun gerçek, doğru haliyle ele almıyoruz. Sevginin basit ve aşikar bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bu, neden bu kadar az insanın manevi edinime ulaştığını yani ihsan etme niyetiyle özgecil sevgiye, evrensel sevgiye ve manevi sevgiye ulaştığımız, dost sevgisine ulaştığını açıklar.

Sorun şu ki, tüm yaşamımızın ve manevi gelişim yolunun bir başkası için sevgiyi bulmaya yönelik olduğunu anlamıyoruz. Bu büyük bir zorluk çünkü doğal olarak sevgiyi egoist bir biçimde anlıyoruz ve her şeyi kendimizi sevmek yoluyla algılıyoruz. Ama dünya sevgisinin veya Yaradan sevgisinin ne olduğunu bilmiyoruz ki bu, O’na yaklaşmanın ve O’nu hissetmeye başlamanın tek yolu.

Eğer bu egoist bir sevgi değil de dünya sevgisi ise, sevgiyi ne kadar ihmal ettiğini herkes kalbinde hissedebilir.

Kabala bilgeliği bize, Yaradan’a ve gerçeğe karşı farklı bir tutum öğretir. Ana amacın dünyaların nasıl aşağı doğru basamaklandığını ve Sefirot ile manevi Partzufim’in nasıl doğduğunu öğrenmek olduğunu ve manevi dünyanın tekniğini ne kadar iyi çalışırsak o kadar ilerleyeceğimizi düşünüyoruz. Ama bu tamamen yanlıştır.

Aslında her şey, bu dünyanın tüm sakinlerine – insanlara, hayvanlara, bitkilere, cansız doğaya, tepeden tırnağa tüm seviyelere- sevgiyle davranmak için, kalbimizde ötekine karşı sevgi duygusunu nasıl geliştirdiğimize bağlıdır. Sonuçta, bu sevgiyi, alma arzumuzun dört derecesinde de kendi içimizde doğru tutumu inşa ederek, kendimizi ıslah edebilmemiz için bu dünyayı yaratan ve onu bize veren Yaradan’a atfedebiliriz.

İlk olarak, tatmin alma arzumuzu kısıtlamalı ve onu evrensel sevgiye, dışımızda olan her şeye karşı sevgiye dönüştürmeliyiz. Bütün bunlar, Yaradan tarafından yaratıldı ve bu nedenle O’na yaklaşmak için O’nun tüm yarattıklarını sevmek zorundayım.

Tüm dünyaya karşı nefreti veya kayıtsızlığı, evrensel sevgi denen bir yakınlık ve sevgi duygusuna dönüştürmekten başka yapacak bir şeyimiz yok hayatımızda.

Ancak ötekine duyduğumuz bu evrensel sevgi ölçüsünde, Yaradan’ı sevmenin ve O’na yaklaşmanın ne demek olduğunu hissetmeye başlayacağız. Egoizmi sevgiye çevirerek, gerçek manevi realitenin tamamını ediniriz.

Bu nedenle sevgi konusu Yaradan ile buluşacağımız en önemli, merkezi ve derin konudur. Kendimizi, kendi-sevmeden kurtarmaya çalışalım ve dostlarımızı takdir edelim. Yakın ya da uzak olmaları, iyi ya da kötü olmaları fark etmez ama bizimle aynı yoldalar ve gerçek sevgiye ulaşmak için özel bir arzuları var.

Yaradan bize bu içsel, gizli özlemi verdi. Evrensel sevgiye ulaşana kadar, içimizde saklı olan sevgiyi ortaya çıkarmak için çalışmaya başlayalım; tüm yaradılışa ve onun içsel gücüne yani Yaradan’a yaklaşalım ve birleşelim.

Bu, tüm manevi çalışmanın asıl çizgisidir. Partzufim AB-SAG’ın isimlerini unutabilir ve üst dünyalara ne dendiğini bilmeyebilirsiniz ama bizler bunu, sevgi aracılığıyla hissedeceğiz; bu, sadece ezberlemek değil gerçek edinim olacaktır.