Daha Büyük Sevinç Duyguları

Soru: Kişiye en büyük sevinç duygularını veren nedir: geçmiş, şimdiki ya da gelecekteki hazlar mı?

Cevap: Gerçek şu ki geçmiş hazlar, ne olursa olsun, her zaman sınırlıdır çünkü geçmişte kalmıştır. Bu duygular bir araya toplanır, üzerine düşünülür ve onlarla ilişkili belirli duygular vardır.

Şimdiki duygular, çok sevinçli olabilir ama kişi şu anda bunlara yakalandığından, henüz onları doğru değerlendiremez çünkü ona yük olur, onu kontrol ederler.

Oysa gelecekteki sevinçler, neredeyse sonsuz bir şekilde yaşanabilir. Kişinin gelecekteki neşeli durumları kendine çekmesi harika olurdu.

Soru: Yani, en yoğun sevinç hissiyatları, gelecekteki haz veya memnuniyet durumundan mı gelir?

Cevap: Evet. Çünkü bu gelecektedir ve hiçbir şey ile sınırlı değildir.

“Maneviyatınızın, Hayatınızın Bir Parçası Olduğunu Nasıl Anlarsınız?” (Quora)

Manevi yoldaki insanlar, günlük yaşamlarının, yaşadıkları her şeyin bu yola uyduğunu hissederler.

Örneğin, bir ofiste günde sekiz ila on saat çalışıyorsanız, bunun manevi çalışmanızın bir parçası olduğunu anlarsınız. Çalışırken, manevi olarak ilerleme ihtiyacını taşıyorsanız, her hareketinizle manevi enerjinin sizden geçmesine izin verirsiniz. Manevi ıslahlara yani doğuştan gelen alma arzusunun üzerinde, sevgi ve ihsan etme niyetine ulaşmak için böyle bir yaklaşım gereklidir.

Bu dünyanın sayısız etkileşimi, birbirimizi manevi enerji ile etkilememiz için bize verilir. Bu nedenle, günlük yaşamlarımıza, bir bakıma manevi çalışmalarımızdan manevi bir tatmin aldığımız yer olarak yaklaşırsak, o zaman maneviyata ilgisi olmayan birkaç kişi arasında, işyerlerinde ve diğer günlük faaliyetlerde etkileşimde bulunarak, sonrasında manevi içeriği toplum aracılığıyla büyük ölçüde insanlığa kanalize eden “manevi gizli ajanlar” haline geliriz. Onlar, ne hissettiklerini ve nereden geldiğini tam olarak belirleyememelerine rağmen bu işten olumlu bir etki hissederler.

Bu şekilde hareket ederek, birbirimize bağlanır ve dünyaya maneviyat aşılamış oluruz. Dahası, manen ilerlemek isteyen insanlar için bunu yapmak bir zorunluluk haline gelir.

Bizim dünyamız; ailelerimiz, ilişkilerimiz, işimiz ve diğer sosyal etkileşimlerimiz olacak şekilde yaratılmıştır – bu tür ilişkilerden çekinmemiz için değil, ancak bu şekilde, toplumla tam temas yoluyla, herkesi uyumlu bir şekilde olumlu olarak bağlama niyetimizi ekleriz ve bunu yaparak, kendimizi maneviyata yakınlaştırırız. Bu nedenle Kabala bilgeliği, maneviyata ulaşmak isteyen herkesin, kendisini topluma bağlaması, çalışma yoluyla çekilen manevi güçlerin, genel olarak topluma yayılmasına meydan verdiği için bir aile kurması ve çalışması gerektiğini belirtir. Manevi olarak ne kadar ilerlersek, maneviyatın olumlu insan bağlarında var olduğunu o kadar çok anlarız.

Bu nedenle, günlük yaşamınızda sevgi ve ihsan etme tutumuyla, başkalarıyla olumlu bir şekilde bağ kurma niyetini dener ve uygularsanız, başarıyı göreceksiniz;  dostlarınız ve iş arkadaşlarınız sizinle farklı şekilde ilişki kuracak ve bunu yaparken manevi başarılara da ulaşacaksınız.

İnsanlıkla olan bağımızın, manevi farkındalığımız için potansiyele sahip olduğunu görmemiz gerekir. Bu nedenle, manevi çemberlerimizle olduğu kadar ailelerimiz, arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız ve diğerleriyle, manevi çevremiz aracılığıyla, sevginin ve ihsan etmenin manevi güçleriyle içsel bağımızı güçlendirmeye çalışmalıyız ve bu güçleri insanlığa aktarmalıyız.

Oyunun Kurallarını Kabul Etmek

Soru: Anlaşılan o ki Yaradan,  bizim için bir oyun yani kötüyü ve oynamamız gereken oyunun kurallarını yarattı. Burada seçme özgürlüğü nerede? Bana bağlı olan nedir?

Cevap: Seçme özgürlüğü,  Yaradan’ın kurallarına göre oynamak değil, sadece oyunun bu kurallarını kabul ettiğiniz ve onlara göre oynadığınız gerçeğidir.

Onları kabul etmeyebilirsiniz, ama o zaman kaderin darbeleriyle bunu yapmaya yönlendirileceksiniz. Kimse sizin özgür olduğunuzu söylemiyor.

Duvarın Ardında Yaradan

Soru: Bugün, Avrupa’da, eski Babil’de olduğu gibi milletler karışmıştır. İnsanlar arasındaki bağ yanlışsa, büyük bir zulüm yavaş yavaş ortaya çıkacaktır. Avrupa’daki insanların bunu bilmesini sağlamak için ne yapmalıyız?

Cevap: Aramızdaki ayrılıkların ve farklılıkların üzerine çıkmalı ve bunlara hiç aldırmamalı ve üst ışıktan bizi birleştirmesini istemeliyiz. Ama nasıl? Bu onun işidir, onun kuvvetidir. Bizlerin sürekli olarak onlu’nun merkezinden ona doğru çekilmemiz gerekir.

Manevi çalışmanızda, dünyayı “Ben, ben, ben.” diyerek, kişisel olarak algılamamaya çalışın. “Ben” den kurtulun ve sadece onlu vasıtasıyla, yalnızca “biz” e bağlı kalın. O zaman, kendinizi iyi veya kötü hissederseniz, sürekli olarak Yaradan’a dönecek ve O’nun cevabını buna göre alacaksınız.

Yaradan’dan herhangi bir kişisel arzu veya talep olmadan, her şeyin bunun üzerine inşa edilmesi gerekir. Sorun budur çünkü tüm bunların sadece duygusal olarak onlu içinde olması gerekirken, kendinizi, sürekli olarak kendiniz için isterken, kendiniz için konuşurken, kendiniz için almaya çalışırken yakalayacaksınız. Duygusal olarak onluda iken, O da orada olduğu için, Yaradan’a dönmelisiniz. Sanki onluda, bir duvarın karşısında ayakta duruyormuşsunuz ve Yaradan duvarın ardındaymış gibi.

İnançtan Daha Güçlü Bir Şey Yoktur

“Mantık öte inanç” kavramını düşünürsek, bilginin, duyularımızda anladığımız şey olduğunu söyleyebiliriz. Ve inanç, hem bilginin hem de tüm etkilerin üzerimize geldiği köktür, kaynaktır.

Bu, inançtan daha güçlü bir şey olmadığı zaman çok açık bir anlayıştır. Bilgi, inancın altındadır. Hissettiğim şey bile bana hiçbir şey söylemez. Asıl mesele, inancın seviyesine yükselmem ve bilgi içinde hissettiklerimin kaynağını duyularımda görmemdir.

Soru: Yani Kabala’da inanç duygusu, beş maddesel duyumla bugün hissettiğimden çok daha mı nettir?

Cevap: Elbette. Duygularınızın kaynağını anlamaya başlıyorsunuz: sizi harekete geçiren nedir, tam olarak ne hissediyorsunuz? Bu dünyayı beş duyunuzun içinde hissedersiniz ve bu dünyayı sizin için inşa eden kaynak bunu size sunar. Bu nedenle sizin için önemlidir.

Soru: Kaynak, Büyük Patlama’dan önce olan şey mi?

Cevap: Büyük Patlama’dan önce ve genel olan, yani her şeyi kontrol eden, her şeyi kendi içinde tutan tek üst güçtür.

Yorum: O, sadece kontrol etmek için olduğu gibi kalır.

Cevabım: Bu yavaş yavaş oluyor ve biz ona doğru ilerliyoruz.

“Ben Mükemmelim! Berbat Olan, Diğer Herkes” (Linkedin)

Başlığa bakın; hepimizin düşündüğü bu değil mi? Dünya çok kötü durumda; sadece bu yıl ne olduğuna bakın: İnsanlar kaba, düşmanca, güvensiz ve kavgacı bir hale geldi. Başkanlık seçiminde neler olduğuna bakın; Covid-19 ile neler olduğuna bakın; sokaklarda, Siyahlar ve Beyazlar, süper zenginler ve diğer herkes arasında,  polis ve siviller arasında, işsizlik ve teşvik paketleri ile neler olduğuna bakın ve bu liste sonsuzdur. Nereye bakarsanız bakın, iyi bir şey bulamazsınız. Elbette tek istisna benim. İnsanlar berbat, ama ben? Bende yanlış bir şey yok. Hepimizin düşündüğü bu değil mi? Ve eğer hepimiz böyle düşünüyorsak, belki çok azı hariç, dünyamızın olduğu gibi olması bir mucize midir?

Kabala bilgeliğinde, olaylara oldukça farklı bakarız: Mişna’da (Sanhedrin 4: 5) şöyle yazılmıştır, “Her bir kişi ‘Dünya benim için yaratıldı’ demelidir.” Likutei Moharan kitabına göre, “Bütün dünya benim için yaratıldıysa, her zaman dünyanın ıslahına bakmalı ve derinlemesine araştırmalı, dünyanın ihtiyaçlarını karşılamalı ve onlar için dua etmeliyim.”

Başka bir deyişle, dünyanın kötü olduğu gerçeği, diğer insanların kötü olması ve iyi olan tek kişi benim olmamdan dolayı değildir. Aksine,  kötüdür çünkü ben “Dünyanın ıslahına her zaman bakmak ve derinlemesine araştırmak, dünyanın ihtiyaçlarını karşılamak ve onlar için dua etmek” görevimde ihmalkar davranmışımdır. Yani, kötüdür çünkü görevimi yapmıyorum; insanların acı çekmesi benim hatamdır.

Ve dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için yapmamız gereken çalışmanın türüne baktığınızda, tek işimizin bağlılığımızı güçlendirmek olduğunu göreceksiniz. Birbirimizle ve bir bütün olarak doğayla ilişki kurma şeklimiz dışında, dünyada başka hiçbir şey yanlış değildir. Kabala bilgeliği, her bir kişiyi dünyanın durumuna karşı, tamamen sorumlu olarak görür, hiç kimseyi hariç tutmaz. Neden dünya hakkında hiçbir şey yapamadığımız, güçlü insanların veya ülkelerin bağ kurmamızı engellediği veya onların dünyanın gerçek yıkıcıları oldukları hakkında, kendimize milyonlarca hikaye anlatabiliriz. Bu hikayeler doğru olabilir, ancak yine de kendimize, bir fark yaratabileceğimiz bir yerde elimizden gelenin en iyisini yapıp yapmadığımızı sormalıyız. Çünkü eğer yapmadıysak, o zaman dünyanın kötü durumunun suçlusu biz oluruz. Hepimiz bu önermeye göre hareket etseydik, dünya kesinlikle harika bir yer olurdu ve hiçbir iş adamı veya medya patronu onu daha kötüye doğru değiştiremezdi. Dünyamızın gelişmesi için gereken tek şey, bunu yapma kararlılığımızdır.

Yeni Yılınız kutlu olsun.

Sonsuz Haz

Yaradan mutlaktır. Kendisini ifade etmek ister. Sevgisini göstermek ve Kendisini ifade etmek için ihsan etme ve sevgiden başka niyeti yoktur. Bu nedenle, O, her şeyi verebileceği varlığı yaratmıştır.

Ancak yaratılan varlıklarda ortaya çıkan arzu sınırlıdır; her şeyi alamaz ve Yaradan’ın sevgisinden haz alamaz. Sorun da budur. Nihayetinde, yaratılan, Yaradan’ın tutumunu kabul etmeye ve kendini hazla doldurmaya başlar başlamaz, arzu yavaş yavaş yok olur.

Bu genellikle yemek sırasında olur: Ne kadar çok yersem, yemeğe duyduğum iştah ve yemekten aldığım haz o kadar az olur. Arzum artık yemek istemeyeceğim noktaya kadar azalır, yemeği uzağa iterim ve hatta ona karşı tiksinti duyarım.

Yaradan, yarattıklarındaki hazzı nasıl sonsuz kılabilir? Bu O’nun işidir.

Ve işte çözüm geliyor: Yaratılan varlıktaki alımın, kendi iyiliği için olmayacağı şekilde yapılması gerekir. Yaradan’dan aldıklarından değil, Yaradan’ı hoşnut etmekten haz alacağı şekilde.

Bir çocuk gibi, örneğin, çocuk sırf kendini tatmin etmek için yemek yediğinde, bu kişisel bir şeydir ama annesinin hatırına yemek yediğinde, bu tamamen farklı bir hazdır. Sonra ayağa kalkar, annesinin ona karşı tutumunu anlar ve ikisi de birbirlerinden haz alırlar, ikisi de hazla doludur. Yaratılışın amacı budur.

Bu nedenle yaratılış özel bir şekilde yaratılır. Yaradan’ın yaratılanı doldurmaktan hoşlandığı gibi, yaratılan da Yaradan uğruna haz almaya hazır olana kadar, özel bir dizi dönüşümden geçer. Böylelikle onlar, benzer hale gelirler, birleşirler ve birbirlerini severler.

Hayatın Anlamını Bilme İhtiyacı Nasıl Ortaya Çıkıyor?

Soru: Şu anda bilim adamları arasında “yaşam” kavramı konusunda bir fikir birliği yok. Yalnızca birleştikleri bazı kriterler var. Birincisi, hayat her zaman düzenli bir organizasyondur, oldukça düzenlenmiş bir yapıdır. İkincisi, metabolizma veya enerjinin varlığı, bu düzeni korur. Üçüncüsü, büyüme, gelişme, halden hale geçme, uyum sağlama ve bazı dış etkilere tepki verme yeteneği mevcuttur. Dördüncüsü, üreme ve bazı kalıcı bilgi bileşenlerinin varlığıdır. Ve başka bir kriter, doğumdan ölüme kadar olan dönemin yaşam olarak adlandırılabileceğini söyler.

Ancak yaşamı bu şekilde belirleyen tüm bu kriterlerin, bir amacı olmalıdır. Ama kişi, hayatın amacını hissetmez. Kişi buna nasıl ulaşır?

Cevap: Soru, kişinin bu amaca ihtiyacı olup olmadığıdır. Sonuçta, listelediğiniz parametrelerde daha yüksek bir amaca gerek yoktur. Onlar, “A” dan “Z” ye, dünyevi yaşamımızın sınırları içindedirler, neye odaklandığımız, bize neyin rehberlik ettiği, ne için çabaladığımızdır. Bunlar, hayvansal varlığımızın her anında olabildiğince rahat hissetmek için, çözmeye çalıştığımız, karşılaştığımız olağan egoist problemlerdir. Bu, insan fiziksel bedeninin yaşamının anlamıdır.

Soru: Hayatın anlamını bilmeye ihtiyaç neden kişiden gizlidir?

Cevap: Çünkü bize açık bir şekilde verilmemiştir. Bir insanın içinde böyle bir sorunun ortaya çıkması, yaşamın anlamı hissiyatının eksikliğine bağlıdır. Ve insan bunu, dünyamızın çerçevesi içinde: meslek, servet, şöhret, bilgi ve diğerlerinde aramaz. Bunlarla ilgilenmez, burada kavrayabileceğinin dışında, hayatımızın kapsamının ötesinde olan daha yüksek içerikle ilgilenir.

Kişinin bu dünyanın üzerinde bir şeye ihtiyacı vardır. Şöhret, zenginlik ve bilgiyle bile ilgilenmez, hiçbir şeyle ilgilenmez! Kişi yaşamın ve ölümün ötesinde olanla temasa geçmek ister. Aynı zamanda ölümden korkmaz, üst kökle bir bağa ihtiyacı vardır. Kişi bunun kendisini çeken varoluş aşaması olduğunu kendi kendine öğrendikten sonra, elbette bizim dünyamızda yapacağı bir şey yoktur.

O zaman kişinin üst kök ile bağ kurması gerekir. Bunu dinlerde, bilimde, başka bir şeylerde arayan ve bulamayan insanlar var.

Benim gözümde bunu sadece Kabala incelemektedir. Bu insana öyle bir gelişme verir ki, üst dünyayı, varoluşunun anlamını bu dünyada yaşarken bile hissetmeye başlar. Ama bunu yapmak için, doğasını egoist alma arzusundan özgecil vermeye değiştirmelidir. Özgecilik, dünyamızın tanımları içinde yoktur, bugün içinde var olduğumuz şeyin üzerindedir.

Prensip olarak Kabala, tüm dünyanın, tüm insanlığın kaçınılmaz olarak bu duruma geleceğini söyler. Ama vakti, zaman meselesidir.

2020’nin Dersleri

Koronavirüs salgını, sanki dünya savaşı çıkmış gibi dünya çapında öylesine bir patlama yaptı ki ekonomik krize, umutsuzluk ve korku hissine yol açtı. İnsanlar neden toplumda önemli değişiklikler yaparak, dünyayı yeniden inşa etme ihtiyacını hala anlamadılar?

Gerçek şu ki, herkes kendi kişisel, bireysel egoizmiyle hareket eder. Bu nedenle, dünyada ve diğer insanlarla ilgili neler olup bittiğini hiç kimse umursamadı, önemli olan sadece onu kişisel olarak ilgilendiren şeydi. Başkalarının nasıl acı çektiğini izliyorduk ve pek etkilenmedik. Asıl önemli olan, kendimizi iyi hissetmemiz ve kendimizden emin bir şekilde var olup başarılı olabilmemizdir.

Ama işte aniden kendimizi farklı bir dünyada buluyoruz ve toplumun, çevrenin, ülkenin, insanların ve dünyanın, her şeyin birbirine bağlı ve birbirine bağımlı hale geldiğini hissediyoruz. Birbirimize ölümcül bir virüs bulaştırıyoruz, özgürce seyahat edemiyoruz ve karantina emirlerine uymak zorunda kalıyoruz.

Bir taraftan, daha önce var olan ve dünyanın etrafında uçmamıza, seyahat etmemize ve birbirimizi tanımamıza izin veren faydalı bağları koparmak zorunda kaldık. Bunun yanı sıra, kendimizi daha da izole etmeye, maskeler takmaya, eldivenler giymeye ve aramızda iki metrelik mesafeyi korumaya mecbur bırakıldık.

Çok hoşumuza gitmeyen bazı yeni zorunlu kurallar uygulamaya konuldu. Sanki doğa bize şunu diyor: “Eskisi gibi davranamazsınız, kendinizi birbirinizden uzaklaştırmalısınız. İstediğiniz yere gidemez ve dünyayı gezemezsiniz, çocuklarınızı okula ve anaokuluna gönderemezsiniz.”

Doğanın aramıza bir kama yerleştirdiğini ve aramızdaki bağın ne olması gerektiğini bize öğrettiğini hissediyoruz. Bağın, yeni, iyi ve doğru olabilmesi için, Koronavirüsün bize öğrettiği yeni yasalara uyması gerekiyor. Bu yasalara uyarsak, o zaman birbirimizle iletişim kurabiliriz ve eğer uymazsak, o zaman birbirimize yaklaşmamalıyız.

Doğa bizlere insanlar arasında yeni iletişim biçimleri öğretmeye başlıyor ve yakında bunun bizim yararımıza olduğunu anlayacağız. İnsanlarla ancak, kendi çıkarım için değil onların çıkarları için hareket edersem bağ kurabilirim. Doğanın bize öğrettiği ders budur. Karantina vasıtasıyla, iletişim kuramama, uçma ve seyahat edememe vasıtasıyla, bizlere ancak birbirimizi önemsememiz ve başkalarının iyiliğini düşünmemiz durumunda iletişim halinde olabileceğimizi göstermekte.

Yürüyüşe çıkabilir, başkalarını ziyaret edebilir, iletişim kurabilirsiniz ancak sadece birbiriniz hakkında iyi düşünürseniz ve kendinize değil, başkalarına önem verirseniz. Doğa bizlere yavaş yavaş iyi ilişkileri bu şekilde öğretecektir.

Eğer medya, doğanın, insan toplumunu değiştirmesine yardımcı olmak, onu bir sonraki aşamaya taşımak ve hangi tür ilişkilere gelmemiz gerektiğini tüm insanlara iletmek için nasıl davranılması gerektiğini anlayan Kabalistlerle işbirliği yaparsa, bu hızlı ve acısız bir şekilde gerçekleşecektir.

Aramızda nefretin üstünde bir bağ kurmak için “Her insan komşusuna yardım edecek”, böylelikle iyi ilişkiler olmadan, geleceğin imkânsız olduğunu anlarız. Onlara kısa ve kolay bir yoldan mı yoksa dünya savaşı da dahil olmak üzere, ıstırabın uzun yolundan mı ulaşacağımız bize bağlıdır.

İnsanlığın geçiş döneminden ne kadar çabuk geçeceği ve insanlar arasında nasıl yeni bağlar kuracağı, Kabalistlere ve medyaya bağlıdır, böylece doğa üzerimizde baskı yapmayı ve bizi sınırlandırmayı bırakır. Herhangi bir dışsal baskıya ihtiyaç duymayacağız çünkü bizim için neyin iyi olduğunu kendimiz anlayacağız.

Hayatın Anlamını Anlama Arzusu

Yaradılış planını fark etmek, Yaradan’a yakınlaşmak, O’nu ifşa etmek ve O’nunla karşılıklı rıza, haz ve bağ içinde birlikte olmak için, yaratılanın birkaç eylemden geçmesi gerekir.

İlki, Yaradan’dan sadece küçük ve dünyevi bir şey aldığımızda basit egoizm içinde varoluşun, bizi sınırladığının farkına varılmasıdır. Bunlar yemek, seks, aile, zenginlik, şöhret, bilginin küçük zevkleridir. Ve hepsi budur.

İnsani ve sosyal gelişimin bir sonucu olarak, bu tatminlerin artık bize uymadığı bir koşula geliriz. Ve o zaman, daha fazlası için bir özlem olur; ne için yaratıldığımızı anlama arzusu.

Bu, artık kendimizi tatmin edemediğimiz ve dünyevi egoist zevklerin tadını çıkaramadığımız,  “Hayatımın anlamı ne? Ben ne için varım?” diye sormaya başladığımız zamandır. Günümüzde birçok insan bu soruları sormaktadır. Bu yüzden depresyon çok yaygındır.

Ancak temelde bu, hayatın gerçek anlamı hakkında düşünmemizi ve bunun sadece hayatımız çerçevesi içinde, zevk almaktan ibaret olmadığını anlamamızı sağlar. O kadar basit değildir.

Dünyamızdaki tüm gelişim dönemlerini geçtikten ve dünyevi gelişimimizin sonuna geldikten sonra, daha fazlası için, içimizde bu arzu ortaya çıkar.