“X” Zamanı Çoktan Geldi

Soru: Birkaç bin yıl önce medeniyetlerin döngüsel doğası fark edildi. Zor zamanlar güçlü insanları doğurur. Güçlü insanlar güzel zamanlar yaratır. Güzel zamanlar zayıf insanları doğurur. Zayıf insanlar zor zamanlar yaratır.

Şimdi zor bir zamandayız. Bu,  güçlü insanları doğuracak mı? Döngü, daha önce gittiği gibi mi gidecek?

Cevap: Hayır. Nedenini açıklayacağım. O zamanlarda, onlar insanlığın egoist gelişim yasasını anladılar. Yani, büyüyen egoizmden bahsediyorsak, o zaman, onun ilerleye giden bir tekerlek gibi yukarı ve aşağı gelişmekten başka seçeneği yoktur.

Bu dünya, olumsuz, egoist güce, kötülüğün gücüne karşı koyacak yeni bir gücün, olumlu bir gücün, iyiliğin gücünün ortaya çıkması gerektiğini anlamalıdır. Ve bizler, bu iki gücün bağında, onların arasında var olabiliriz.

Yani, doğanın kötü gücünü ortadan kaldırmayız, ama ona karşı iyinin gücünü inşa etmek için yavaş yavaş onu kullanırız. Ve o zaman bu iki güç, artı ve eksi gibi, bizi ileriye götürecektir. Başka hiçbir şekilde istenilen sonucu vermeyecektir.

Soru: Buna son neslin zamanı mı denir, Kabalistlerin bin yıldır bahsettiği en önemli şey? X zamanı geldi mi?

Cevap: Evet.

Soru: Peki bu yolu takip etmezsek?

Cevap: Doğa zaten bizi zorlayacak.

Soru: Çıkış yolu olmadığını mı düşünüyorsunuz?

Cevap: Hayır, hiçbir şekilde. Bu yapılar değişiyor ve kimse bize sormuyor.

Soru: Doğadan pozitif bir güç çekmeli miyiz?

Cevap: Evet. Bu, evrensel bağın gücüdür. Çevremizdeki tüm doğa aslında bütünseldir, birbirine bağlıdır ve birbirini karşılıklı olarak belirler. Negatif ve pozitif kuvvet yoktur, ama aralarındaki ilişki her şeyi düzenler. Sadece bizler, insan seviyemizde onların doğru uyuşmasını bozarız.

Pozitif ve negatif güçler arasında bir denge sağlamayı doğal olarak öğrendiğimizden emin olmalıyız. Yani ikisi de var olma hakkına sahiptir. Reddetmelisiniz, çekmelisiniz, ama her şey neyi çektiğinize ve neyi reddettiğinize bağlıdır, körü körüne değil mantıklı bir şekilde, böylece sonunda tüm doğanın nasıl çalıştığını anlarsınız ve onu kontrol edersiniz.

Soru:  Kişinin bunu fark etmesi için gerekenler nelerdir?

Cevap: Kişi, ancak o zaman insan olur! Şimdi ilkel gelişimimizden çıkmalıyız!

“İnsan” – “Adam” (“Adomeh” kelimesinden gelir, Yaradan’a benzeyen, daha yüksek pozitif güce benzer demektir) hayvani gücünün üzerinde nasıl hareket edeceğini anlayan kişidir. Bir eşeğe binen bir adam gibi, hayvani gücümüzün üstüne oturmalıyız. Ama gerçekte, şu anda bizler eşek tarafından sürülüyoruz. Öyleyse bir şekilde bundan kurtulmaya çalışalım.

Onlu, Dünyayı Nasıl Etkiler?

Soru: Yaratılışı yönetmek için onluyu birleştirmek ne anlama geliyor?

Cevap: Onlu ve tüm yaratılış aynı şeydir. Onlu aynı sistemdir ancak daha küçük bir ölçekte. Onlu içinde yaptığımız şey, tüm yaratılışı, onlunun ona benzerliğiyle aynı derece etkiler.

Genel yaratılıştaki karşılıklı ihsan etme yasalarına benzer olma vasıtasıyla, onluda bir şekilde bağ kurabilirsek, egoizmimizin üstünde bu yasaları uygulamaya çalıştığımız ölçüde tüm dünyayı etkileriz. Dahası, etkimiz de çok güçlüdür çünkü bizler, küçük ve zayıf yeni başlayanlarız.

Görünüşe göre ne kadar büyürsek, her şeyi o kadar çok etkileyebiliriz. Gerçekte, bir yandan görünüşte daha büyük bir etkiye sahibiz ama diğer yandan daha az etkiye sahibiz. Bu, küçük çocukların dünya üzerindeki etkisi gibidir. Güç açısından büyük değil, ama etkisi bakımından büyüktür.

Bu, çocuklara yetişkinlerden çok daha fazla önem verdiğimiz anlamına gelir. Dünyanın ve onun geleceğinin merkezi bir parçası olduklarından, dünya onlara özen göstermeli ve onlar için hareket etmelidir.

Öyleyse ihsan etme niteliğinin gücü ve kalitesiyle, yaratılışı büyük ölçüde niteliksel olarak ve çok az da güçle etkileriz.  Bu daha sonra değişecektir çünkü egoist dünyamızla ilgili değil, manevi dünyalar hakkında konuşacağız.

Ahlaki İlkelerin Temeli

Soru: Basit gelenek ve alışkanlıkların (yani, doğum günü kutlamaları, düğünler, orduya uğurlama ve çeşitli diğer ritüeller) aksine, ahlaki normlar genel kabul görmüş düzen nedeniyle oluşturulmaz, aynı zamanda kişinin fikirlerinde ideolojik bir gerekçeye sahiptir.

Toplumda ahlaki ilkelerin temeli sizce ne olmalıdır?

Cevap: Her ahlaki norm, toplumun gelişiminin her anında karşılıklı birleşme, sevgi ve dostluğa, ruh denen mutlak, mükemmel, bütünsel ve ortak bir arzuya ulaşmaya yönelik olması gerektiği gerçeğine dayanmalıdır.

Doğanın amacı, kişiyi ve ardından tüm doğayı sonsuzluk ve mükemmellik seviyesine yükseltmektir. Aramızdaki iyi bir ilişki bu hedefe ulaşmak için bir araçtır. Ne de olsa, böyle bir hedef olmasaydı, ne komşusu için sevgiye ne de ahlaki değerlere ihtiyaç olmazdı.

“Ters Bir Dünya Gördüm”

Soru: Birbirimizden nefret ettiğimizi hissettiğimizde, nefreti ortadan kaldıramazsak hangi pratik eylemleri gerçekleştirmeliyiz?

Cevap: Kabalist bilgelerimizin söylediklerine göre değerlendirirsek, gerçekleştirebileceğimiz sadece iki eylem olduğunu görürüz.

Birincisi; dostlar aralarında konuşmayı bırakmamalı ve en azından sözlü bağlantı düzeyinde kalmalıdırlar. Birbirlerini anlamaya ve desteklemeye çalışmalılar ve aldıkları tüm rehberliğin Yaradan’dan kaynaklandığını bilmelidirler. Manevi eylemden dışarı atıldığımız seviyeye batmamalıyız ve gördüğümüz her şeyin gerçekte doğru olduğuna ve ıslah uğruna işleri bu şekilde düzenleyenin sadece Yaradan olduğuna inanmalıyız.

İkincisi, nasıl ve ne şekilde olursa olsun, her birimiz dostuna yardım etmeye çalışırken kendimizin üzerinde, birlikte çalışmalıyız. Çünkü bu bataklıktan, kendi saçımdan çekerek, kendimi dışarı çıkaramam.

Prensip olarak, onlu Yaradan’a dönerek bu şekilde çalışır. Kabalistlerin 2.000 yıl önce yaptığı şeyin aynısını yapmalıyız.

Bununla ciddi bir şekilde ilgilenmeye başlarsak, yakında bunun bizi nasıl olumlu etkilediğini hissedeceğiz ve üst ışığın işleyişini yavaş yavaş anlayıp üzerimizde hissedeceğiz, mevcut hislerimizde değil, mevcut anlayışımızda. Hem bütünsel hem de küresel olarak, bizim içimizde ek duygular ve içsel görüler ortaya çıkacaktır. Yaradan’dan ve onludan gelen hisler içimizde kalacak ve dünyayı farklı şekilde görmeye başlayacağız.

Dendiği gibi: “Ters bir dünya gördüm”, zıtların birbirini desteklediği farklı yasalara ve kurallara göre işleyen bir dünya, nefretin, aslında nefret tarafından desteklenen ve sürdürülen sevgiyi ürettiği bir dünya.

Baal HaSulam makalelerinde bize, aslında hepimizin farklı olması gerçeği sayesinde, yüksek gelişim seviyelerine ulaşabileceğimizi, ama aynı zamanda hiçbir şeyi öldürmememiz veya iptal etmememiz gerektiğini, çünkü toplumdaki görüşlerin çeşitliliği ne kadar fazlaysa, o kadar yüksek gelişim düzeylerine ulaşabilineceğinden bahseder.

Hanukkah, Karanlıktan Çıkış Yolu

Hanukkah, manevi gelişimimizde kutladığımız ilk bayramdır. Tüm Tora sadece insanın manevi gelişiminden bahseder ve aslında Hanukkah’tan çok az bahsedilir çünkü bu koşul henüz üst ışığın alımına ulaşmamıştır. Bu sadece ıslahlar için bir hazırlıktır.

Hanukkah, insanın ilk manevi aşama olan Bina seviyesine gelişmesidir, ihsan etme uğruna ihsan etmektir. Ve buna, egoizmimizin üzerinde, haz alma arzusunun, karşılıklı reddetmenin üzerinde ve birliğe ulaşmamızı engelleyen tüm engeller aracılığıyla gelmek isteriz.

Birliğin ilk aşaması Hanukkah, “mola/durma” olarak adlandırılır. Ona ulaştığımızda, ihsan etme gücünü kazandığımızda, o zaman bunun, bu adımdan sonra Yaradan’ı artık sadece ihsan etme niyetiyle değil, ihsan etme eylemiyle, bu niyetin pratikte, arzumuzda gerçekleştirilmesi yoluyla anlamaya başlamak için bir vesile olduğunu anlarız.

Bu zaten ihsan etme uğruna almanın, ihsan etme uğruna üst ışığın pratik alımı olacaktır, bu da bizi Yaradan’a benzer yapar ve üst güçle diyaloğumuzu açar: “Ben Sevdiğime aidim ve Sevdiğim de bana.”

Ama bu ancak daha sonra olacaktır ve şimdilik, tüm arzularımızda ihsan etme niyetini edinmeliyiz, yani Hanukkah ile sembolize edilen ihsan etme uğruna ihsan etmeyi, ıslah yolunda “durma”.

Hanukkah karanlıktan çıkmanın yoludur. Sonuçta, bizler manevi dünyayı, gerçek realiteyi görmüyoruz; tamamen karanlıkta yaşıyoruz, egoizmimizin içinde kilitli kalıyoruz. Ve eğer bu arzuları, ihsan etmeye doğru ıslah etmek istiyorsak o zaman ihsan etme ışığına gideriz. Bu nedenle Hanukkah, ışık bayramı olarak adlandırılır. Ruhumuzu açmayı ve onu doğru bir şekilde kullanmayı öğrenmeye başlarız, ruhun içindeki Hasadim, merhamet ışığını yakarız.

Eğer kişinin arzusu ıslah edilirse, ihsan etme gücü, Hasadim ışığı edinilmişse, o zaman Hanukkah bayramından sonra kişi, onu ihsan etme uğruna almak için, ruhu üst ışık NRNHY ile doldurmak ve Yaradan gibi olmak için kullanmaya başlayabilir.

Hanukkah, karanlıktan, haz alma arzusundan ışığa, ihsan etme arzusuna geçiştir ve bu nedenle ışık bayramı olarak adlandırılır. Dünyamızda, Hanukkah’da  mum yakma geleneği, ruhunuzda yapılması gereken içsel manevi ıslahları sembolize eder.

İhsan etme uğruna ihsan etmekten haz almak, egoist arzumuzun üzerine çıkmamızdır. Hanukkah mucizesi, haz alma arzusunun zıttı olan seviyeye yükselmemiz gerçeğinde yatmaktadır: Malkut’tan Bina’ya.

Maneviyata direnen bir kişinin içindeki haz alma arzusuna Yunanlılar denir. Görünüşe göre Yunanlılar ve İsrail arasında bir savaş vardır, ama elbette bu, bu dünyanın ülkelerine değil, sadece manevi kavramlara atıfta bulunmaktadır.

Yunanlılar her birimizin içindeki haz alma arzusudur, Makabiler ihsan etme niyetidir ve savaş, kendileri için hareket etmek isteyenler ile ihsan etmek isteyenler arasındadır. Böyle bir yüzleşme her insanın içinde gerçekleşir.

Form Benzerliği Yasasının Paradoksu

Yorum: Yabancı düşmanlığı denen bir şey var. Bu, farklı olan, farklı ten renkli, fazla kilolu, kısa boylu vb. insanlara karşı hoşnutsuzluk, hoşgörüsüzlük ve önyargıya dayanan, kendini koruma arzusudur. Beynimiz onları hemen yabancı olarak tanımlar.

Benzer olan insanların birbirlerini çektiği ve karşıtların ittiği bir form benzerliği yasası vardır. Doğa kanunlarına uymamız gerektiğini söylüyoruz.

Cevabım: Hayır, doğa kanunu, sizin gibilere mutlaka daha yakın olmak zorunda değildir. Çoğu durumda, daha geniş bir sosyal ilişkiler alanı oluşturmak için, sizden farklı olanlarla bağ kurmak gerekir.

Bu nedenle, birbirleriyle birleşmesi gereken birbirinden çok farklı olan türlü biyolojik bağlar görüyoruz. Bu, doğada daha da büyük bir çeşitliliğe yol açıyor.

Bu nedenle, yalnızca kızıl saçlıları kızıllarla, uzun olanları uzun olanlarla vs. karşılaştıramazsınız, bu yalnızca yanlış sonuçlara yol açabilir.

Soru: Öyleyse, bu form benzerliği yasası nedir, benzer benzeri mi çeker?

Cevap: Bu, insanların birbirlerini çekip aynı özlemleri hissettikleri zamanki,  içsel benzerliği ifade eder.

Kabala’da bu en önemli niteliktir; herhangi bir standartla belirlenemeyen, maddi olmayan özel bir hedefe ulaşmak amacıyla gruplar halinde bir araya geliriz.

Farklı ten rengine sahip kişiler, uzun, kısa, şişman veya zayıf kişiler bu sürece katılabilir. Esas olan, herkesin kendi doğasının üzerine çıkarak, başkalarıyla bağ kurma arzusuna sahip olması gerektiğidir. Kişiler tamamen farklı bir şekilde ve bu dünyada önemsiz olan niteliklerle bağ kurmaya başlarlar.

Diğer bir deyişle, benzerlikten bahsettiğimizde, insanların hedeflerinin benzerliğini kastediyoruz, ancak onların nitelikleri ve karakter özellikleri farklı kalıyor. Çeşitlilik arttıkça benzerliğe ulaşırız.

Işık ve Karanlık Arasında

Soru: Diyelim ki Yaradan’ı ne aklımda ne de kalbimde haklı çıkaramayacağımı hissediyorum. Yine de bu bir farkındalık durumu mudur?

Cevap: Evet. Çift gizlilikten tek gizliliğe, sonra tekrar çift ve tekrar tek gizliliğe geçebilen çok düzgün bir geçiş vardır. Bunun nedeni, her zaman hislerimizi ıslah ederek ilerlediğimizde, onları yükselişler ve düşüşler, yükselişler ve düşüşler olarak ıslah ederiz.

Yükselişler ve düşüşler, bize Yaradan’ın çift veya tek ifşası hissini, sonra gizlilik ve sonra ifşa hissini verir. Başka bir deyişle, bu durumlar her zaman birbirini takip eder.

Gizliliğin beni uzaklaştırdığı gerçeğine rağmen, Yaradan’ı görmem ve O’nu anlamam, her zaman bazı şüpheler ve çelişkiler içindeyimdir, yine de bu çalışmayı bırakmam ve O’nu anlamak ve tanımakta ısrar ederim. O zaman Yaradan yavaş yavaş bana ifşa olur.

Her şeyin O’ndan geldiğini ve her şeyin kendi nedenleri olduğunu hissetmeye başlarım, bunlar benimle ilgili kasıtlı olarak tezahür ederler ve bana çift veya tek gizlilik ve çift veya tek ifşa içinde olma fırsatı verirler, böylece her zaman karanlık ve ışık arasındaki zıtlıkları hissederim. Sonuçta, O’nun benim üzerimdeki kontrolü ilkesinin ne olduğunu ve buna geri bildirimle nasıl yanıt vermem gerektiğini anlamaya başladığım şey bu zıtlıklardır.

Temel olarak, ne çift ne de tek gizliliğin, O‘nu benden gizlemediği bir koşula ulaşmam gerekiyor.

Her bir karanlıkta, kendi üzerime yükselerek, nasıl doğru davranacağımı hissedeceğim ve karanlık beni Yaradan’dan asla ayırmayacak. Aksine, onun üzerine çıkarak, O’na bağlanmama yardım edecektir.

“Demokrasi, İnsan Doğasını Yenemez” (Linkedin)

2020 bir darbe ile başladı ve kargaşa içinde sona eriyor. Covid-19, medeniyetin yüzüne acı bir darbe indirdi ve bizi aniden durdurdu. Başladığından beri, bir aşının gelmesini bekleyerek “bekleme modunda”  yaşıyoruz. Ancak pandemi, ne kadar acı verici olursa olsun, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanlık seçimlerinden sonra yaşadığı ve hiçbir aşının tedavi edemediği kargaşaya kıyasla sönük kalıyor. Wall Street öksürdüğünde dünya borsalarının nezle olduğu söyleniyor. Bugün tanık olduğumuz Amerikan demokrasisinin çöküşünün, dünyanın geri kalanını nasıl etkileyeceğini ancak tahmin edebiliriz, ama her ne olursa olsun, hoş olmayacak.

İyi haber şu ki, Amerika’nın ve dünyanın kasvetli geleceği değiştirilemez değildir. En azından şimdilik bunu belirleyebiliriz. Ancak bunu yapmak bağlılık, kararlılık ve en önemlisi, yolun sonuna geldiğimizi kabul etmeyi gerektirecektir ve kendimizi kurtarmak için ne gerekiyorsa yapmazsak, ölüme mahkûm oluruz.

Ben bir Kabalist ve bilim adamıyım. Kabala öğrenmeye başlamadan önce, bir bilim adamıydım ve organizmaların dinamik koşullarda homeostazı (dengeyi) nasıl koruduğu konusunda kapsamlı araştırmalar yaptım. Kabala öğretmenim Baruch Aşlag (Yehuda Aşlag’ın ilk oğlu ve halefi, Zohar Kitabı üzerine tam bir yorum yazarı) ile karşılaştığımda, yaklaşımı bana çok çekici geldi çünkü çok bilimseldi. Oğlu Aşlag, 20. yüzyılın önde gelen Kabalisti olmasının yanı sıra sosyal bilimler ve beşeri bilimlerle derinden ilgilenen ve bu konudaki yazılarında çok üretken olan babasının izinden devam etti. İnsanları sosyal birleşme yoluyla birbirine bağlama bilimi olan Kabala hakkındaki kapsamlı bilgisi, 20. yüzyılın ortalarında yaşadığı olaylarla dolu sosyal sistemleri ve süreçleri analiz ederken ona çok yardımcı oldu.

Sonraki yıllarında, II.Dünya Savaşı’ndan sonra, Aşlag, yalnızca birini tamamlamayı başardığı iki devasa projede yer aldı. Ölümünden önce, şimdi Sulam [Merdiven] yorumu olarak adlandırdığımız Zohar Kitabı’nın tam yorumunu yayınladı. Bu muazzam başarıdan sonra Ashlag artık Baal HaSulam [Merdiven’in sahibi] olarak biliniyor. Aynı zamanda o, Baal HaSulam’ın adil, sürdürülebilir ve müreffeh bir toplum kurmak için, insanlığın inşa etmesi gerektiğini düşündüğü toplum yapısının kapsamlı bir açıklaması olabilecek şeyler üzerinde çalışıyordu. Bize sadece taslaklar ve notlar bıraktı, ancak o kadar çok vardı ki, fikirleriyle nereye gittiğini görmek kolaydı.

Dahası, Baal HaSulam’ın, şu anda deneyimlemekte olduğumuz gelecekteki olayları gördüğü netliği görmek büyüleyici. O, tüm insanların doğaları gereği ben merkezli olduklarını ve bu nedenle, başkalarını sömürecek, zorbalık yapacak ve boyun eğdireceklerini, ancak eğer bunu bilirlerse onlardan kurtulabileceklerini fark etti. 1930’ların başlarında, “Dünyada Barış” adlı makalesinde şunları yazdı: “Daha basit bir şekilde söylemek gerekirse her insan, doğası gereği, kendi menfaati için dünyadaki tüm diğer insanların hayatlarını kötüye kullanır. Başkalarına verdiği her şey, sadece gerekliliktir ve o zaman bile bu davranışın altında hâlâ başkalarını kötüye kullanmak yatar; ancak bu kurnazca yapılır öyle ki kişinin dostu bunu anlamayacak ve isteyerek kabul edecektir…Bu, değiştirilemez bir yasadır. Tek fark insanların tercihlerindedir: Biri düşük arzuları edinerek insanları kötüye kullanır, bir diğeri yönetimi edinerek, bir üçüncüsü saygı edinerek… Dahası, eğer kişi fazla çaba sarf etmeksizin yapabilseydi dünyayı zenginlik, yönetim ve saygı üçü birlikte kötüye kullanmaya hem fikir olurdu.” Bugün gördüğümüz şey budur: mutlak bir yetki duygusu ve dolayısıyla utanmaz ve dizginlenemez bir sömürü veya en azından bu tür sömürü girişimleri. Ve Baal HaSulam’ın dediği gibi, “Bu kurnazca yapılır, böylece komşusu bunu fark etmez ve isteyerek teslim olur.” Onun uyarısından birkaç yıl sonra Naziler iktidara geldi.

Hemen hemen aynı zamanlarda, Baal HaSulam Rusya’nın komünizminin hataları üzerine ayrıntılı bir şekilde yazdı, bunun sürmeyeceğini açıkladı, çünkü eşitlik ve topluma en iyi şekilde katkıda bulunma idealleri, yalnızca geçiminiz için ihtiyacınız olanı alırken, bu şekilde eğitilmemiş insanlara empoze edildi ve bu nedenle başarısız olacaktı. Aslında, gözleminden o kadar emindi ki Rusya komünizminin zirvede olduğu 1930’larda yapmış olmasına rağmen, Rusya’nın düşüşü hakkında geçmiş zamanda yazdı. “Barış” (“Dünyada Barış” dan farklı bir makale) makalesinde, şöyle yazdı: “Gerçekten de, tarih bizim lehimize sıkıntılar yarattı ve tam bir anlayış ve tartışmasız sonuç için yeterli olan belirli bir gerçeği hazırladı: Rusya gibi herkesin sadece toplumun iyiliğini düşündüğü, yüzlerce milyonluk nüfusa sahip, yüzölçümü olarak Avrupa’dan büyük, hammadde varlığı büyük ikinci ülke ve zaten komün yaşam sürmeye mutabık olmuş büyük bir toplum, insan aklının alabildiği ölçüde, başkalarına ihsan etme erdemliğini görünüşte tam anlamıyla edinmiştir. Ancak onlara gidin bakın ne oldular: Yükselip kapitalist ülkelerin başarılarını geçeceklerine daha da dibe battılar. Şimdi, çalışanların yaşamlarına kapitalist ülkelerinkinden biraz daha fazla fayda sağlamayı bırakın günlük yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar.”

1950’lerde, Baal HaSulam taslaklarını yazdığında ve sürdürülebilir ve adil toplum hakkındaki görüşlerini detaylandırdığında, yine uygun eğitim eksikliği nedeniyle demokrasi için kasvetli bir gelecek öngördü.  Baal HaSulam’ın Yazıları’nda yayınlanan bu makalelerde, Baal HaSulam, tam olarak insan doğasında bulunan ve hala ıslah edilmemiş olan içsel kötülük nedeniyle, demokrasi için bir gelecek görmediğini açıklar. Onun sözleriyle, “Zamanın başlangıcından bu yana, halkın çoğunluğunun bir ülkeyi yönettiği hiçbir zaman gerçekleşmedi… Ya otokratlar yönetti… ya oligarşi ya da yalancı demokratlar. Ancak basit halkın çoğunluğu, yalnızca Hitler’in günlerinde hüküm sürdü ve bu da diğer uluslara karşı kötülüğü teşvik etti. O, sadistlerin zihniyet çerçevesini anladığından, sadistlerin sadizminden kurtulmak için yer verilirse bunun bedelini hayatlarıyla ödeyeceklerini anladığından, halka fayda sağlamanın değerini, tam bağlılık seviyesine yükseltti.”

“Aslında” diye devam ediyor Baal HaSulam, “çoğunluğu iyi olmadıkça bir toplumun iyi ve bütün olamayacağı mutlak bir gerçektir çünkü yönetim toplumun kalitesini gösterir ve toplumu çoğunluk oluşturur. Eğer çoğunluk kötüyse yönetim de ona uygun olarak kötüdür çünkü onayladıkları bir yöneticiyi seçmişlerdir. Modern demokrasilerden çıkarım yapmamıza gerek yok.” Onlar için umutsuzluğunu (1950’lerin başında), “seçmenleri aldatmak için türlü taktikler geliştirir. Çoğunluk (seçmenler) akıllanıp karşı tarafın eksikliklerini görmedikçe daima kendi özüne uygun bir yönetim seçer.” diye açıklıyor. Bu nedenle Baal HaSulam, toplum yöneticilerinin halkı aldatmak için güzel görünen ama aslında güçsüz olan “aptallar”ı yerleştirdiklerini ve onların yegâne amacının da, yöneticilerin rahatsız edilmeden hüküm sürmelerini sağlamak olduğunu açıklar. Onun sözleriyle, “Esas taktikleri nam salmış insanları kutsallaştırıp, onları erdemli olarak tanıtmaktır sonra kitleler buna inanır ve onları seçer fakat bir yalan asla sonsuza kadar devam etmez.” diye bitiriyor.

Sonuçta, Baal HaSulam’ın dediği gibi, benmerkezci bir çoğunluğun liderine karar vermesine izin veren bir demokrasi, insanların doğasına göre benmerkezci bir lider seçecektir. Bu uzun süre dayanamaz. Sonunda, benmerkezcilik o kadar uç seviyelere ulaşır ki tüm sistem yozlaşır ve parçalanır. Bu noktada demokrasi, kötü insan doğasının bir başka kurbanı olur.

Kim olduğumuzu değiştirene kadar liderlerimizi veya rejimlerimizi değiştirmeyeceğiz ve hepimiz için iyi bir toplum inşa edemeyeceğiz. Sadece bu gezegende hepimiz için bir yer olmadığını, aynı zamanda hepimize ihtiyacımız olduğunu, tüm görüşlerimizi ve fikirlerimizi, hayallerimizi ve hoşlanmadıklarımızı, renklerimizi, ırklarımızı ve inançlarımızı ve kültürlerimizi kabul etmeye başlamaya ihtiyacımız var. Onlara ihtiyacımız var çünkü onlar çevremizde olmasaydı biz de eksik kalırdık. Cumhuriyetçiler ve aynı şekilde Cumhuriyetçilerin varlığı olmasaydı Demokratlar Demokrat olmazdı. Erkekliği kadınlıkla karşılaştırmadan düşünebilir misin veya tam tersi? Birbirimiz olmadan, tanımlanabilir hiçbir şey olamazdık, sadece zamanı gelene kadar amaçsızca dolaşan beden parçaları olurduk.

Bugün, tüm insanlığın bunu kabul etmesine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var ve yakında, boykot kültürümüz ve birbirimize duyduğumuz nefret yoluyla kendimize verdiğimiz zararı anlayacağız. Beklenenden uzun olan bu makalenin başında yazdığım gibi, geleceğimizi hala belirleyebiliriz. Şiddet patlak verdiğinde, bunun yine de mümkün olacağından emin değilim. Bu nedenle acele etmeli, kendimizi inandırmalıyız ve karşılıklı bağımlılığımızı, demokrasinin savunmasızlığını ve toplumumuzu ve geleceğimizi kurtarabilecek tek çare olan: bağ kurmak için eğitim kavramlarını, başkalarıyla paylaşmalıyız.

Yaradan’ın Mors Alfabesi

Önemli olan, birliği sürdürmek için sürekli olarak bağ kurmaya çabalamamızdır. Yukarıdan ayrılmıştık ve yeniden bağlanıyoruz. Yaradan ile birlikte çalışmamız bu şekildedir:  O bizi ayırır, biz bağlarız, O bizi tekrar ayırır, biz yeniden bağlanırız.

Bu karşılıklı çalışmada, Yaradan ile bağımızın farkına varırız. Ve o zaman, O’nun içimizde neden olduğu kopukluklarda ve O’na bağlandığımız aramızdaki bağ vasıtasıyla, O’nun dilini anlamaya başlarız – Mors Alfabesi gibi: nokta, kısa çizgi, bip, bip…

Bağın kesilmesini Yaradan’ın Kendisi yapar ve O’ndan bizi bağlamasını talep ederiz. Sonra tüm bu eylemlerde, Yaradan’ı hissetmeye ve kodlanmış bir radyo mesajındaki gibi: biip-biip-biiiiip-biip… bize anlatmak istediğini anlamaya başlarız.

Yaradan’ın, ışığın Kli’mize girişleri ve çıkışları aracılığıyla bizimle konuştuğunu ve O’na yakınlaşmak için hangi daha gelişmiş formlara ulaşmamız gerektiğini açıkladığını hissederiz. Yaradan, O’na nasıl daha da yakınlaşacağımızı bize öğretir.

Mutlak Sevgiye Yükselmek

Egoist arzunun (Aviut) bayağılığının, onluda aramızda nasıl ortaya çıktığını hissediyoruz. Bu, aramızda gerçekten var olan reddetmenin, nefretin ve uzaklığın sadece küçük bir kısmı.

Bize bu nefretin sadece küçük bir kısmı, üstesinden gelebileceğimiz bir kısım ifşa olur. Doğal olarak birbirimize karşı ne kadar uzak hissedersek ve buna rağmen birbirimize yakınlaşıp,  tek bir kalpte birleşirsek, manevi Kli’miz o kadar büyük olacaktır.

Mesafemiz, Partzuf’un temeli olan Yesod’umuzdur. Ve bazı arzularda, dirence rağmen bağ kurmak, Yaradan’la ilgili olarak ihsan etme uğruna alma konusunda birlikte çalışabileceğimiz yer olan Partzuf’un iç kısmıdır. Manevi Partzuf’un başını ve bedenini böyle inşa ederiz.

Her şey, bizi bölen büyük bir haz alma arzusu, büyük bir nefret olduğu gerçeği üzerine inşa edilir, nefretin her geçen gün daha da alevlendiği Kabalist Şimon’un öğrencilerinde olduğu gibi. Ama onlar, bunun üstesinden geldiler, bu nefretin üzerinde birleştiler ve böylece Partzuf’un bedenini inşa ettiler ve Yaradan’a yani başa yakardılar.

Bu formda,  onlar manevi Partzuf’larını inşa ederek ve merdiven basamaklarını tırmanarak, Yaradan’ın niteliklerini uygulamalı olarak ifşa etmeye başladılar.

Her basamakta, mesafe ve nefret, birlik ve sevgi ve bunun yanı sıra sevginin ortak gücü olan Yaradan’a benzerlik büyür. Kendimizi mükemmel, mutlak sevgiye doğru ıslah edene kadar bu şekilde yükseliriz.