Twitter’da Düşüncelerim / 7 Ocak 2021

2021, dünyanın piyasa ve bilgi ekonomisinden sosyal ve kişisel yakınlığa geçiş yılıdır – ta ki insanlar tüm sınırların üzerinde birbirlerine yaklaşmaya başlayana kadar.

Bunlar fanteziler değil, doğanın ADAM’ın sistemine tam birleşmeye doğru, doğanın insanın gelişimini gerçekleştirmesine gerçek bir adımdır.

Kabalistler Neden Düşüşlerden Haz Alır?

Soru: Kabala’da düşüşler ve yükselişler gibi durumlar vardır. Kabalistlerin düşüşlerden haz aldıklarını söylüyorlar. Neden?

Cevap: Deneyim, uygulama ve Kabalistik deneyimin bir sonucu olarak Kabalist düşüşlerinin, bir sonraki büyük yükselişten önce geldiğini anlamaya başlar. Bu nedenle, yükselişte olduğu kadar düşüşte de sevinir. Kişi, bu olmadan imkansız olduğunu anlar. Sonuçta düşüş, basitçe daha sonra doyum alacağı daha büyük bir arzunun başlangıcıdır.

Soru: Kabala’da bile çalışmanın kendisinin neşe uyandırması gerektiği görüşü vardır ve bu bir sınavdır. Kişi, gelecekteki durumundan değil, bir şeyden alacağı faydalardan değil ama çalışmanın kendisinden mi neşe duyar?

Cevap: Evet. Gelecekte değil, olduğum yerde,  şimdiki zamanda yaşamaya çalışmalıyım. Şu an ben de Yaradan’a, dostlarıma bağlıysam ve yaratılış amacını gerçekleştirme görevimi yerine getirmekteysem, o zaman hala güzel bir koşul içindeyimdir ve daha fazlasını istemem.

Her an kesinlikle iyi bir koşul içinde olduğumu hissediyorsam, gerçekten doğru yoldayım demektir.

Düşüncelerin Güç Alanında

Soru: Düşünce yaratılıştaki en büyük güçse, o zaman şu soru ortaya çıkmakta; O nereden geliyor? Beynimde mi doğuyor yoksa dışarıdan mı geliyor?

Cevap: Dışarıdan gelir. Tüm düşünceler, çevremizde var olur ve bir güç alanı oluşturur. Bizler ona bağlanırız ve böylece şu veya bu düşünceyi ediniriz. Hiç bir şey boşuna var olmaz. Hiçbir şey birdenbire kendiliğinden ortaya çıkmaz.

Soru: Bunun ruhlar sistemiyle bir ilgisi var mı?

Cevap: Şüphesiz. Her şey kesinlikle farklı seviyelerde birbiriyle bağlantılıdır. Bu nedenle düşünceler alanı, duygu alanı ve arzular alanı birbiriyle bağlantılıdır ve kişi sanki bu alanda yüzüyormuş gibidir. Hepimiz birbirimizin durumlarını belirleriz.

“İnsanlığın Birleşik Devlet(ler)i” (Linkedin)

Amerika derin bir inceleme durumu içinde. İnsanlık da öyledir.  Günümüz Amerika’sı, insanlığın gelecekteki durumunu sergilemekte: dünya Amerika’nın ilerlediği şekilde ilerlerse, ideolojik olarak – hayata yaklaşım, kültür, eğitim ve diğer her şekilde – birbirimizden her anlamda nefret eden iki blok arasında bölünmüş olacağız. Bugünkü bölünmüş Birleşik Devletler’de, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında bağ kurmak imkansız olduğu gibi, düşmanları birbirine bağlamak da imkansız olacak.

Vaziyette olduğu gibi, sakinlik olmayacak. İşler kontrolden çıkmış gibi görünüyor, ama olmadı. Bu, basitçe ego yönetmek istediğinde ve bundan daha azını duymayacağında olan şeydir. Bağ kurmak istemez; hakimiyet ister.

İzlemek dehşete düşürebilir ama biz yalnızca doğal sürece tanık oluyoruz. Her şey kimin daha fazlasına ve kimin daha azına sahip olduğu etrafında döndüğünde ve ego şiddetlenmeye devam ettiğinde, egonun her şeyi istediği ve diğer tarafa kesinlikle hiçbir şey bırakmadığı bir duruma geliriz. İnsanları eğitmediğinizde elde ettiğiniz şey budur.

Yardım paketlerine ve yardım programlarına ne kadar yatırım yaptığınız önemli değil, ego ya hep ya hiç durumuna geldiğinde, hiçbir şey yardımcı olmaz. Bu nedenle, kendi pahasına, bize verdiği örnek için Amerika’ya teşekkür etmeliyiz. Aramızda birliği sağlamazsak geleceğimizin nasıl olacağını gösteren bir örnek oluşturdukları için Amerikan halkına teşekkür etmeliyiz. Başka bir deyişle, insanlıkta birleşik bir devlet elde edemezsek, insanlık bugünün Birleşik Devletleri gibi olacaktır: Birbirinden ölesiye nefret eden ve nefretlerini gidermek için ellerinden gelen her şeyi yapan çeşitli milletler, renkler, ırklar ve inançlar.

Dünyamızın Hisleri Manevi Olanlarla Karşılaştırılabilir Mi?

Soru: Bizim dünyamızda ilk aşk, bir çocuğun doğumu, bazı zıtlıkların çözümü, karmaşık sorunların çözümü gibi heyecanlar var. Bu duygular manevi olanlarla karşılaştırılabilir mi?

Cevap: Evet, tüm bunlar üst dünyanın kavranmasında, ama çok daha belirgin, daha güçlü bir biçimde gerçekleşir. Bu zaten uygulamalı Kabala’dır.

Kişi, dünyevi duyu organlarımızın dışında gizli bir biçimde yer alan yüksek nitelikleri, güçleri ve eylemleri kavradığında, buna göre dünyamızı gizlice kontrol eden güçleri daha iyi hissetmek için kendini değiştirmeye başlar.

O zaman kaderini ve bu dünyada olan her şeyi etkileme fırsatı bulur. Tüm gizli arzuları ortaya çıkmaya başlar. Kaderini kontrol etmeye, zamanın, mekanın, hareketin sınırlarının ötesine geçmeye başlar.

Artık yer bilimlerinin dünyamız çerçevesinde incelediği veya onlarla etkileşime girdiği doğa güçleriyle değil, dünyamızın üzerindeki güçler ve etkileşimlerle çalışır.

“Kabalistler Söylentilerle Nasıl Başa Çıkıyor” (Linkedin)

 

Bir öğrenci bana Kabalistlerin kendileriyle ilgili söylentileri ve asılsız ithamları nasıl ele aldıklarını sordu: Onları tamamen görmezden mi geliyorlar yoksa başka bir şekilde mi ele alıyorlar?

Bu ilginç bir sorudur çünkü Kabala’nın başlangıcından bu yana, “Kabala bilgeliği” olarak adlandırılmadan çok önce, Kabalistler iftira ve aşağılanma ve hatta bazen onlara yönelik saldırganlık ve şiddetle uğraşmak zorunda kaldılar. Kabalistler ne kadar tatsız olsa da, nereden geldiğini bildikleri için, bu olguya her zaman sabır ve anlayışla yaklaşmışlardır.

İnsanlık tek, ancak bozuk bir sistemdir. Bozuk derken, bağlarımızı hissetmediğimizi ve bu nedenle birbirimize yabancı ya da düşman muamelesi yaptığımızı, böyle yaparken farkında olmadığımızı kastediyorum, tıpkı otoimmün hastalıklarda olduğu gibi, bağışıklık sistemi vücuttaki unsurları yabancılar olarak yanlış yorumladığında ve onlara saldırdığında,  böylece tüm vücuda zarar verdiği gibi, biz de kendimize zarar veriyoruz.

Kabala bilgeliğinin tüm amacı, bize bağlılığımızı ve karşılıklı bağımlılığımızı ifşa etmek ve birbirimize zarar vermemizi engellemektir. Bu yolla Kabala, her bir kişiyi ve tüm toplumu aynı anda iyileştirmeye çalışır. Bununla birlikte, bağlılığımızı hissetmediğimiz için, Kabalistlerin ve Kabala bilgeliğinin, bizi birleştirme çabalarını, bilinçaltımızda varoluşumuza bir tehdit olarak, sanki baş düşmanımıza yakın oturmaya zorlanıyormuşuz gibi yorumluyoruz. Sonuç olarak, bundan uzak dururuz ve başkalarını da aynısını yapması için uyarırız. Bu süreç, bilinçaltımızın derinliklerinde gerçekleşmesine rağmen, dünyamızdaki tezahürleri çok gerçektir.

İnsanlık, daha basit seviyelerde geliştiği ve esas olarak yiyecek, seks, aile, zenginlik, güç ve bilgi gibi temel ihtiyaçlara yönelik arzuları tatmin etmeye çalıştığı sürece, Kabala bilgeliğine ihtiyacımız yoktu. Yani, bağımızın farkına varmaya ihtiyacımız yoktu. Bu yüzden, Kabala’yı tanıtma/öğretme girişimleri şiddetli bir şekilde reddedildi.

Ancak günümüzde, yavaş yavaş yeni arzular geliştiriyoruz – yaşamın anlamını, kökenini ve amacını bilmek gibi. Hepimizin birbirimize bağlı olduğu gerçeğini kavrayamadığımız sürece, hayatı anlamak imkânsızdır,  elbette onun amacını da. Tıpkı insan vücudunu tek bir hücreyi, hatta tek bir organı inceleyerek anlayamayacağınız, ancak tüm vücudu, tüm hücreleri, organları ve (esas olarak) aralarındaki bağlantıları ve etkileşimleri inceleyerek anlayabileceğiniz gibi, tüm insanlar arasındaki bağlantıları anlamadan hayatı anlamak ve elbette insanlığı anlamak imkansızdır. Bu yüzden, bu günlerde dünyanın her yerinden binlerce insan Kabala öğrenmeye geliyor: Onlar her şeyin birlikte nasıl çalıştığını bilmek istiyorlar.

İnsanlık tarihine bakarsanız, Kabala, nispeten yeni bir fikirdir çünkü gelişimimizin son aşamasıdır. İlk Kabalist, yaklaşık 6.000 yıl önce yaşamış olan Adem’di. Bilgi ve algılarını kendi öğrencilerine aktaran bazı öğrencilere sahip olmasına rağmen açık bir öğretim yöntemi, kişinin izleyebileceği ilkeler yoktu ve dolayısıyla insanlığın içsel birliği fikrini devreden/sirküle eden bir sistem yoktu.

Kabala’yı insanlık için bir çare olarak gören ilk kişi İbrahim’di. Bu, aynı zamanda, bağ hakkında bir şeyler duymayı reddeden çağdaşlarının direnişiyle ilk karşılaşan kişi olmasının nedenidir. Direnişe rağmen binlerce kişi İbrahim’in sözleriyle ilgilendi ve onun öğrencisi oldu. Onlara birliği öğretti ve kendi aralarında uygulamaya başladılar. İbrahim’in öğrencilerinin benzersizliği, başlangıçta yabancı ve genellikle düşman olan klanlardan ve kabilelerden gelmeleriydi, ancak İbrahim’in öğrencilerine katıldıklarında birbirlerine çok yakınlaştılar.

İbrahim, grubunu kan bağlarından ziyade sadece birliğe dayalı olarak oluşturarak, birliğin erdemlerini kanıtlamıştı. Bir bakıma, grubu diğerlerine göre büyük bir avantaj elde etti çünkü onlar bütün bir organizma haline geldiler, geri kalanı ise ayrı hücreler veya organlar olarak kaldılar.

İbrahim’in grubunun yaşadığı nefret ve özellikle İbrahim’in kendisi, şimdi “antisemitizm” olarak adlandırdığımız nefretin kaynağıdır. Bu, en derin seviyesinde, egonun kendi kimliğini kaybetme korkusuyla herhangi biriyle veya herhangi bir şeyle birleşmeye direnmesidir. Birliğin, yaşamanın en iyi yolu olduğuna dair derin his, egonun onu kabul etme ve egemenliğini bırakma itirazıyla birleştiğinde, insanlar için başa çıkması çok zor olan bir uyumsuzluk yaratır. Sonuç olarak, birlik fikrinin elçilerinden (İbrahim’in grubunun torunları), Yahudilerden nefret ediyorlar.

İbrahim’in grubu, İsrail halkına dönüştü. Yüzyıllar boyunca, İbrahim’in buyurduğu ilkelere göre yaşadılar, yani bu birlik, Yahudi halkının tüm kurallarının üzerine inşa edildiği temel ilkedir. Bu nedenle bilgelerimiz “Komşunu kendin gibi sev” in Tora’nın büyük kuralı olduğunu söylediler. Bununla birlikte, sonunda Yahudiler de içlerindeki aşırı egolarına yenik düştüler ve herkes gibi bencil ve İbrahim’in grubuyla yaptığı gibi, Yahudiliğin temeli olarak birlik ilkesinden ve onların birliğe örnek olma yükümlülüğünden habersiz hale geldiler.

Yahudilerin birlik ilkesini terk etmelerinin sonucu Kabala’ya direniş oldu. Aslında, ulusların Yahudilere karşı antisemitizmi, Yahudilerin Kabala’ya itiraz etmesine neden olan, aynı korkudan kaynaklanıyor – ne kadar inkar etmeye çalışsak da, egonun, birleşme gerekliliğine, hepimizin bağlı olduğu gerçeğine direnci.

Egolarımızın tüm çabalarına rağmen, realite hepimizin birbirimize bağlı olduğunu kanıtlıyor. Geçen her günle birlikte, bizi birbirine bağlayan daha fazla yol ve daha fazla yapı keşfediyoruz. Ve bağlılığımızı ne kadar çok keşfedersek, Kabala bilgeliğinin çevremizdeki dünyayı anlamamız için zorunlu olduğunu o kadar çok anlarız. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda, basit halktan dünya liderlerine kadar herkes, bağlarımızın inceliklerini anlamadan, hayatlarını yönetemeyeceklerini ve kesinlikle ulusları yönetemeyeceklerini keşfedecekler. Kabala bilgeliği kendini, dünyayı anlamak ve insanlığın birbirine bağlı gerçekliği ve tüm gerçeklikle eşleşen insanlar arasında bağ kurmak için kullanılan yöntem olarak göstermek zorunda kalacaktır.

Materyalizm Değerini Kaybettiğinde

Soru: Bir yıldan biraz fazla bir süredir Kabala bilgeliğini çalışıyorum. Moskova’daki Kabala Bilgeliği Akademisi’nden (MAK) mezun oldum. Son zamanlarda paranın, pozisyonumun ve işimin bana daha az değerli göründüğünü fark ettim. Neler olduğunu anlamama yardım edebilir misiniz?

Cevap: Kendinizle, ayrıca işinizle, ailenizle ve var olan her şeyle, ciddi bir şekilde ilişki kurmanız gerekir ama yalnızca mekanik olarak. Enerjinizin geri kalanını maneviyatınıza yatırmanız gerekir. Ancak biri diğerine karışmamalıdır. Maddesel özünüzle,  aileniz ve kendiniz  vb. için hassas bir şekilde çalışmanız gerekir, ruhunuzla ise bizimle olmalısınız.

Bunların hepsi kasıtlı olarak bu şekilde programlandı. Aksine, kişinin iki kanalda düzgün bir şekilde gelişmesi için gereklidir ki bu, amacına ulaşmasının tek yoludur.

“Manevi Olgunluğa Nasıl Ulaşabiliriz?” (Quora)

Manevi olarak olgun bir kişi, kendini yönelik hazzın peşinden gitmeyi bırakan ve onun yerine başkalarına karşı sevgi, ihsan etme ve olumlu bağı arayan kişidir.

Benzer şekilde, fiziksel hayatlarımızda, çocukken, tek bildiğimiz, kendimize yönelik hazzı nasıl alacağımızdır ve birbiri ardına eğlenceli şeylerin peşinden koşarız. Daha sonra, bedensel olgunluğun belirli bir aşamasında, yetişkin olduğumuzda, toplumda daha verici ve sorumlu bir rol üstlenmek, çalışmak ve çeşitli şekillerde sosyal olarak katkıda bulunmak zorundayız. Ancak, dünyamızda çalışan ve topluma katkıda bulunan bir yetişkin bile, kendine yönelik temel bir alma arzusuna göre hareket eder.

Manevi olgunluğa ulaşmak, arzularımıza yönelik hedefi “kendi yararımıza” dan “başkalarının yararına” çevirmemiz anlamına gelir.

Bunu yaparak, maddesel dünyamız ile manevi dünya arasındaki bir engeli aşarız. Böylece hazzımızın özü de değişir: Yemek, seks, aile, para, onur, kontrol ve bilgi arzuları arasında kendine yönelik bir zevkten diğerine geçerek haz almak yerine, hayatımızın amacına ve kaynağına – mutlak sonsuz mükemmellikte var olan sevginin, ihsan etmenin ve bağın manevi gücü ile bağlantılı olmaktan haz alırız. Başka bir deyişle, manevi olgunluk, bize getirdiği zevk uğruna değil, hayatımızın kaynağıyla bağ kurmak uğruna sevgi içinde yaşamak, ihsan etmek ve başkalarıyla pozitif bağ kurmak anlamına gelir.

Bu nedenle, manevi olgunluk, sevgi, ihsan etme ve bağın manevi gücüne bir bağlantı ve bir derece benzerlik oluşturduktan sonra gelir. Bunu yaparak, egoist hazlar aradığımız yaşamımızın maddesel seviyesinin üzerine yükseliriz.

İnsanlık olarak, böyle bir manevi olgunlukla şu anda nerede olduğumuzu görmek için, insan evriminin bir anlık görüntüsünü alırsak, eskiden yaptığımız gibi maddesel zevklerden artık aynı şekilde zevk alamadığımız, yeni bir çağa geçiş sürecinde olduğumuzu görebiliriz. Artık önümüzde pembe bir tablo da görmüyoruz. Geçmişte, mevcut sistemlerimizi değiştirmek için farklı sistemlere başvurabildik. Denediğimiz yönlerin başarısızlığını şimdiden öngörebildiğimizden, bugün artık durum böyle değil. Artık hayatın içinde herhangi özel, yeni hazların alınmasını beklemiyoruz.

Böyle bir durum, doğal evrimimizin bir parçasıdır: maddesel gelişimimizde bir sınıra ulaştık ve yeni bir manevi paradigmaya geçiş zamanı geldi. Açıkçası bu, gelecek çağımızda gerçek doyumun, tüm hazzın kaynağının (sevgi, ihsan etme ve bağın manevil gücü) peşinde koşmak olduğunu anlamak için, her zaman zevklerin peşinden koşmaktan gittikçe daha az tatmin bulduğumuz anlamına gelir. Dahası, kendi irademizden dolayı bu geçişe kendimizi vermekte başarısız olursak o zaman, manevi olarak olgunlaşma ihtiyacının farkına varmaya sevk etmek için, giderek daha fazla olumsuz duygular (tatminsizlik, boşluk, depresyon, yalnızlık, stres, kaygı ve diğer ıstırap türleri) deneyimleyeceğiz. Herhangi bir şeyden basitçe zevk alabilmekten mahrum kalacağız ve daha sonra hayatımızla ilgili “Bu neden oluyor?”, “Bütün bunların anlamı ne?”, “Bu hayat ne için?”, “Bu dünyada neden bu kadar çok acı var?” ve “Bununla ilgili ne yapabilirim?” gibi temel soruları sormaya başlayacağız.

Başka bir deyişle, hazların kendileri hakkında değil, kaynakları hakkında sorular sormaya başlayacağız. Bu tür soruları ne kadar çok sorarsak, o zaman, şimdiye kadar uğraştıklarımıza karşın – manevi olarak olgunlaşmamıza yardımcı olacak yeni ve farklı ortamlar aramaya o kadar çok yönlendiriliriz.

Bu dünyada haz aldığımız sürece, hazzın kaynağı hakkında soru sormayız. Ancak, hayattan zevk almayı bırakır bırakmaz ve ayrıca önümüzde bizleri değerli bir hedefe doğru ilerleterek, haz almaya yönelten hiçbir gelecek hedefi görmezsek, o zaman kendimizi ciddi bir varoluşsal problemin içinde hissetmeye başlarız. Daha sonra hayatın amacı ve anlamı hakkında temel sorular sormaya başlarız, sadece buradayken nasıl haz alacağımızı değil.

Böyle bir safhada, hayattan zevk almak istiyorsak, o zaman hayatın kaynağına yaklaşmamız gerektiğini anlamaya başlarız, bu da “kendi yararımız için” haz alma niyetini, “başkalarının yararına” olarak, tersine çevirmek anlamına gelir.

Yaradan’a Doğru Manevi Yönlendirme

Baal HaSulam, Shamati #70, “Güçlü Bir El ve Taşkın Bir Gazapla”:

O der ki: Sadakatle O’na tutunmak ve Kral’ın sarayına girmek için Yaradan’ın hizmetine girmek isteyenlerin hepsinin kabul edilmediğini bilmemiz gerek. Aksine kişi sınanır; eğer başka hiçbir arzusu yoksa ve yalnız Dvekut (bir olmak, bağlanmak) istiyorsa kişi kabul edilir.

Peki, kişinin yalnız tek bir arzusu olduğu nasıl sınanır? Kişiye engeller verilir. Bu demektir ki; böylece bu yolu bıraksın ve tüm halkın yolunu izlesin diye, kişiye yabancı düşünceler ve yabancı haberciler yollanır.

Yaradan’a doğru hareket ederken, O’na doğru, doğru yönü elde etmeliyim. Ama ben bunu görmem.  Yaradan, sadece çabamın sonunda keşfedilir. Yolun her adımında karanlıkta yürürüm ve doğru yönlendirmem sonucunda yavaş yavaş O’nu keşfederim.  Ama bunu doğru şekilde nasıl yapacağız? Bunu yapmak için, bir tüfek görüşünde yaptığım gibi, üçüncü bir noktayı vurmak için iki nokta arasından bakmalıyım.

Tek bir niyetle bakıyorsam, bu yeterli değildir, onunla, ikinci bir niyeti birleştirmeliyim ve o zaman hedefi vurabilirim.

Bu nedenle, manevi yolda bazı yol gösterici noktalara ihtiyacım vardır. Eğer şu üç bileşene sahipsem: kendim, bir grup (“Onlu”) ve bir öğretmen (“Rav”), o zaman Yaradan’la “karşılaşacağım” konusunda emin olabilirim.

Bunu yapabilmek için, gruba tam olarak entegre  olmalıyım ki böylece onlum tek bir birlik haline gelecektir. Bu yolla,  tüm grubun öğretmenden aldığı aynı yöntem, bana rehberlik eder ve Yaradan hakkında hiçbir şey bilmesek de, O’nu hedeflediğimizden emin olabiliriz.

Soru: Benim fiziksel gözüm (ego), benimkinin zıddı olan özellikler aracılığıyla, manevi yönü nasıl hissedebilir ve görebilir?

Cevap: Bu, fiziksel bir göz değil ama kalp ve akıldır, hedefe olan ilgimdir.

Tıpkı fiziksel bir hedefle karşılaşmak istediğimizde bilerek baktığımız gibi, kendimiz aracılığıyla manevi bir hedefle karşılaşmak isteriz. Kendimi özellikle bu niteliklerin zıtlığı sayesinde Yaradan’a yönlendiririm ve yavaş yavaş kendimi öyle bir şekilde değiştiririm ki, niteliklerin eşitliğine göre O’nu keşfetmeye başlarım. Bu benim yararıma çalışıyor ve niteliklerimi değiştiriyor.

Manevi Vizyon

Baal HaSulam, TES, Cilt 1, Histaklut Pnimit: Gerçekten de Cennetin görüntüsüne gözleri açılmamış ve bu dünyanın dallarının Üst Dünyalardaki kökleriyle bağlantısındaki yeterliği edinmemiş kişiler duvarları kazıyan körler gibidirler. Onlar tek bir kelimenin bile gerçek anlamını anlamayacaklardır zira her kelime köküyle bağlantılı olan bir dalın ismidir.

Sadece bu kelimeyi konuşma dilinde açıklamaya uygun gerçek bir bilgeden çeviri alırlarsa ki bu bir dilden diğerine, dalların dilinden konuşma diline çevirmektir, o zaman kişi manevi kelimeyi olduğu gibi açıklayabilir.

Soru: Kabala’da manevi vizyon nedir ve kim kör olarak tanımlanır?

Cevap: Kabala’da kör bir kişi, yansıyan ışığa sahip olmayan, Ari’nin yazdığı gibi, gözlerinden ışık gelmeyen kişidir.

Hayatımızda bile, arkamızda biri baksa, onu hissederiz çünkü kişinin gözünden gelen bir bakışta güç vardır ve bir başkası tarafından hissedilir. Kör, ondan gelen bu güce sahip olmayan biridir.

Soru: Kişinin kendisi, kör olduğunu ve birine tutunması gerektiğini anlar mı?

Cevap: Hayır, henüz hiç bir şey yapamaz çünkü ondan gelen, ihsan etmek isteyen hiçbir manevi enerji yoktur.